Ayşe Nil Şamlıoğlu Söyleşisi
İsmail Can Törtop
9 Haziran 2009
29 Mayıs’ta İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun yeni Genel Sanat Yönetmeni Ayşe Nil Şamlıoğlu oldu. Bir buçuk yıldır Sanat Yönetmenliği yapan Orhan Alkaya’dan geçtiğimiz hafta görevi devralan Şamlıoğlu ile sıcağı sıcağına bir söyleşi yaparak, tiyatro kamuoyunun merak ettiği konularda ilk ağızdan bilgi almak istedik. İBB Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Ayşe Nil Şamlıoğlu ile yaptığımız söyleşiyi aşağıda okuyabilirsiniz.
Bizi kırmayıp söyleşi talebimizi kabul eden, tüm sorularımıza samimiyetle cevaplar veren Şamlıoğlu’na teşekkür eder, başarılarının yeni görevinde de devamını dileriz…
Genel Sanat Yönetmeni değişti. Bu değişiklik neden oldu? Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği sizin hedefleriniz arasında var mıydı?
Bu soruların yanıtı bende değil. Devlet Tiyatrosu’ndan emekli bir rejisör olarak Şehir Tiyatroları’nın bu yöndeki iç işleyişini yeni öğreniyorum.
Daha önceki yıllarda gelen idarecilik tekliflerini kabul etmemiştim. Başka projeler üretiyordum. Şehir Tiyatroları’ndaki bu adımı ise “bayrağı devralmak” diye nitelendiriyorum.
Geçtiğimiz sezon başlangıcında Orhan Bey’le bir görüşmemiz olmuştu. Üsküdar Müsahipzade Celal Sahnesi’nin açılışıyla sahnelenmeye başlayacak bir oyun hazırlamamı istemişti, sağolsun… Ne yazık, ben televizyon dizisinde görev alıp Ayvalık’a gitmek zorunda olduğum için bu oyunu yönetemedim. Ve İstanbul dışında çok yoğun tempoda bir yıl geçirdim. Dolayısıyla olup biteni de takip etmem mümkün olmadı.
Geçtiğimiz bir buçuk yılı göz önünde bulundurarak Şehir Tiyatrosu’ndaki olumlu ve olumsuz gelişmeleri değerlendirebilir misiniz?
Bu konuda hiç kimseye ve hiçbir kuruma haksızlık edemem. Sonuçta geçtiğimiz sezon tiyatroda aktif olarak çalışamadım. Fakat Şehir Tiyatroları’ndaki görevimi üstlendikten sonra Orhan Alkaya ile biraraya geldik. Başlamış olan projelerin devamlılığı, açılacak yeni sahneler ve diğer konular üzerine bilgi aldım. Bu konularda çalışmalar yürütüyorum. Ayrıca bütün birimlerle ve çalışanlarla toplantılar yapacağım. Süreci değerlendiriyoruz. Hedeflerimizi belirlemeye başladık bile. Geçtiğimiz sezonda başlatılan bütün olumlu adımları sürdüreceğiz. Tiyatro idaresi her koşulda devamlılık ister. Bunu sağlayacağız. Ve elbet üzerine koyarak ilerleyeceğiz. İlk adımlarımızı atıyoruz; Tiyatro Araştırma Laboratuarı yeniden çalışmaya başlayacak. TAL zaten köklü bir yapıdır ve bu yapının günün şartlarına göre kendini yenileyerek devam etmesi için ne gerekiyorsa yapacağız. Bununla beraber Dans Birimi’ni kuracağız. Tamamlanmak üzere olan stüdyoda çalışmalar başlayacak.
Çeyrek yüzyılı deviren bir Genç Günler etkinliği var ki, artık burada da “etkinlik”ten öte birimleşmeye geçmek gerekecek. Çünkü son birkaç yılda büyük bir atılım gerçekleşti. Yalnızca Şehir Tiyatroları’nın değil Türk Tiyatrosu’nun yeni yönetmenlerinin, yazarlarının, tasarımcılarının ve oyuncularının yetişmesi ve ürünlerinin kalıcı hale gelmesi için köklü adımlar atmamız şart. Tiyatrolarımızı emanet edip gideceğimiz kuşakların önünü açıp destek olmalıyız. Bu konuda tiyatronun bütün olanaklarını gençlere seferber etmek arzusundayım. Batıda bunun güzel örnekleri var, ki bizim gençlerimizin onlardan hiçbir eksiği yok. Bu birimde yeni bir dil arayacaklar, üslup geliştirecekler, üretecekler, önce İstanbul seyircisiyle sonra yurtdışındaki seyirciyle buluşacaklar. Genç Birim’le ulaşmak istediğimiz öncelikli hedef bu.
Bunların dışında çok önem verdiğim Geleneksel Tiyatro üzerine benzer girişimlerde bulunacağız. Bizim tiyatromuz, Göstermeci Tiyatro’nun deyim yerindeyse “babası” sayılır. Açık biçimin mükemmel bir ifade yeri bulduğu pek çok eski ve modern örnek vardır.
Bir ülkede tiyatronun ne kadar geçmişe gittiği, gölge tiyatrosunun geçmişi sorularak öğrenilir. Bizim gölge tiyatrosu, kukla tiyatrosu üzerine yaptığımız büyük bir birikim var. Bunu değerlendirmek istiyoruz.
Geleneksel tiyatromuzu kaldırıp atmayı fazilet bilmişiz; gölge tiyatrosu ve kukla tiyatrosundan vazgeçmişiz. Eğer kukla ve gölge tiyatrosunu Şehir Tiyatroları yapmayacaksa Türkiye Cumhuriyeti’nde bunu yapabilecek başka büyük bir güç yoktur. Böylesi köklü bir kuruluşun olmazsa olmaz görevidir bu. Gelenekseli hücresinde taşıyan bu kurumun çağdaş kukla ve gölge tiyatrosu da olmak zorundadır.
Batıdaki kukla tiyatroları apayrı yapıda oluşur. Olağanüstü bir bina, atölyeler, teknik donanım, oyuncular, sanatçılar vs... Öyle eserlerle karşınıza çıkarlar ki bambaşka bir büyüye kapılırsınız. Bu konunun üzerine gitmeyi ve yaygınlaşmasını hedefliyorum.
Peki bu ve buna benzer hedeflerinizin sizin dışınızdaki nedenlerle gerçekleşememesi durumunda…
Bu bayrak Muhsin Ertuğrul’dan devralınmıştır. Bugüne kadar bu bayrak pek çok kişinin elinde taşındı. Bir sene önce Orhan Bey de başkasından devraldı. Ben de onun devraldığı gibi aldım. Aynı şekilde devredeceğimi de biliyorum. Sonsuza kadar bu masada oturacak halim yok. Böyle bir niyetim de hiçbir zaman olmadı.
Devlet Tiyatrosu’ndan geçtiğimiz yıl emekliliğimi istemiştim. Gelen kâğıda baktığımda 31 yıl 8 ay yazıyordu. Yaşımla karşılaştırıldığında erken bir emeklilik sayılır. Bu kadar yıl içerisinde tiyatroya nasıl yürek ve akıl koyduğum, sadece Devlet Tiyatrosu değil tüm tiyatro çalışanları tarafından bilinir. Çünkü biz bir avuç insanız, birbirimizi iyi tanırız. Benim için Devlet Tiyatrosu, Şehir Tiyatrosu, özel tiyatro diye bir kavram yok; Türk Tiyatrosu, Tiyatro Hayatı var. Herkes gibi ben de gelip geçiciyim ama tiyatro kalıcı.
Bu kurum 2014’te 100. yılını kutlayacak. Türkiye’nin en eski tiyatro kurumudur, en köklü tiyatro kurumudur. Genel anlamda Türkiye’deki tiyatronun yolunu açan çok saygın bir yapıdır. Böyle bir yerde göreve çağrıldıysanız bu gerçekten onur vericidir. Pek çok kez yönetici olmam istendi, fakat bendeki duygu şuydu: “Ben yönetici olursam yeterince sanatımı icra edemeyeceğim. Ben sanatçıyım, sanat yapmak istiyorum. Yönetici olmak isteseydim siyasal bilimler okurdum…” Fakat tiyatro adamları kararlı bir şekilde birkaç kez bu konuda ısrar ederse ve bunu bir “sorumluluk” olarak algılarsanız bakışınız değişir. Artık sizin bireysel isteklerinizi aşan bir görev duygusuna dönüşür. Biz sanatçılar genelde bu idari görevlerden çok hoşlanmayız ama bir yere kadar kaçabiliriz. Bir yerden sonra bu bizim borcumuzdur, bu borcumuzu ödemek zorundayız. Ben de bu borç için buradayım.
Şehir Tiyatrosu’nda tiyatronun yapısına pek uymayan “görevden alma ve atama” hali var! Özellikle son yıllarda kaba tabirle bu kuruma genel sanat yönetmeni dayanmaması gibi bir durum söz konusu. Bu konuda ne düşünüyorsunuz, neler yapmayı planlıyorsunuz?
Biliyorsunuz aynı durum Devlet Tiyatrosu’nda da var; tüm ödenekli tiyatrolar bunu yaşıyor. Kurum tiyatrolarında birileri görevden alınır, ötekiler atanır.
Elbette tiyatronun özerk bir yapıda olması gerekir, bu tartışılmaz.
Örneğin Devlet Tiyatrosu’nun bir yasası vardır. Devlet Tiyatrosu sanatçısı hem 657 sayılı Devlet Memuru Kanunu’na bağlı hareket ederken beraberinde kendi yasasına bağlı olarak hareket eder. Çünkü özel durumu olan kuruluştur. Sanat, memuri yasalarla yapılamayacağı içindir ki bir ayrı yasa hazırlanmıştır. Fakat bu yasa Devlet Tiyatrosu’nun kuruluş aşamasındaki tek bir sahne ve belli sayıdaki kadro için hazırlanmıştı. Halbuki bugün ülkenin dört bir yanında tiyatro hizmeti veren dev bir kurum haline gelmiştir. Belki de Devlet Tiyatrosu büyüklüğünde bir tiyatro dünyada yoktur. Kurum bu kadar büyüdüğünde var olan yasa bazı isteklere cevap veremeyince yenilenme çalışmalarına girişilmiştir. Ne var ki, Devlet Tiyatrosu’na girdiğim 30 yıl öncesinden beri bu çalışmalar sürmektedir. Üstelik son yıllarda iyice genişletilmiş olan yasa kurulunda hukukçular, eleştirmenler, yazarlar, öğretim üyeleri, sanatçı, yönetmen ve geçmiş yılların yöneticileri yer alıyor. Tüm oyuncu ve tiyatro adamlarının görüşlerine yer verilerek bir çalışma yapılıyor. Devlet Tiyatroları’nın yasa tasarısı hala sonuçlanamadı. Şimdi düşünün ki Devlet Tiyatrosu, mevcut yasasını değiştirebilmek için bu kadar yıl çaba harcıyor ki, Şehir Tiyatroları’nın hali hazırda bir yasası bulunmuyor.
Devlet Tiyatroları’nda seçimle Genel Müdür ve Müdürlerin seçilmesi; seçilen insanın atanması denendi. Fakat bu alt yapısı oluşturulmamış ve oldukça hazırlıksız başlayan seçim yönteminin kuruma verdiği zararı onaramadık. Yani biz bu deneylerden geçtik. Kurum adına büyük adımlar atmadan önce hazırlığınızın eksiksiz ve alt yapınızın sağlam olması gerekir.
Bu anlamda üniversite rektörlerinin seçimi model alınabilir. Kişiler adaylıklarını koyuyorlar; birden fazla aday belirleniyor; sonra bu adaylar özgeçmişleri ve aldıkları oylarla Cumhurbaşkanı’na sunuyorlar. Cumhurbaşkanı, onların içinden bir tanesini atıyor. Başlangıç için benzeri bir yapı geliştirilebilir. Mümkünse bu sistem, sanat kurumlarına özgü şekilde daha da ilerletilebilir. Bunun için de çok ciddi bir yasa çalışmasının yapılması şarttır. Bu konuda tüm ödenekli kurumlar eşgüdüm içinde olmalıdır. Hâlihazırda ben de Şehir Tiyatroları mevzuatı üzerine çalışmaktayım.
Biraz da bundan sonrasını konuşmak istiyorum. Ayşe Nil Şamlıoğlu ile nasıl bir dönem başlıyor Şehir Tiyatrosu’nda? Şehir Tiyatrosu için sizin en önem verdiğiniz noktalar nelerdir?
İlk akla gelen genel geçer şeyler şunlardır: “Ben çok parlak bir repertuar düzenleyeceğim, hiç oynanmayan oyunlar oynayacağım, çok geniş bir yelpaze kurup Batı Tiyatrosu ve Türk Tiyatrosu’nun seçkin eserlerini sahneye çıkaracağım”… Bunları arka arkaya sıralayabilirim ama bunların ötesine geçmek gerekiyor. Burada çok değerli dramaturglar var; onlar bu tiyatronun beyni. Ben dramaturglarımla el ele verirsem üretemeyeceğimiz repertuar yok. İstanbul halkını ve tiyatronun genelini mutlu edecek bir repertuar hazırlamak elbette birinci görevdir ama bunun ötesine geçmek zorundayız.
Şehir Tiyatroları’nın 21.yüzyılın tiyatrosu olabilmesi için teknik donanımı, salonların yapısı ile başlayarak; sanatçıların artistik donanımları ile devam etmek ve insan yetiştirmek zorundayız. Eğer bütün bunları yapmazsak çok parlak oyunlar peş peşe çıksa bile, eğer mutfağınız yeterince iyi değilse bu ürüne de olumsuz yansıyacaktır.
Ben işe önce dramaturglarla başladım; bir toplantı yaptım. Onlardan yazılı olarak dramaturginin isterleri, eksikleri, olması gerekenleri konusunda bir rapor istedim. Önümüzdeki hafta içinde bütün birimlerle görüşüp herkesten yazılı raporlar isteyeceğim. Öncelikle tiyatronun genel durumunu, mevcutları ve eksiklerini görmeliyim. Bunlardan yola çıkarak ben de kendi raporumu hazırlayacağım. Sonuca göre strateji belirleyip hedefleri daha net koyabiliriz. Yoksa koltuğa oturup da “onu yapacağım, bunu da yapacağım” diye desteksiz konuşmanın anlamı yok.
Mesela çocuk tiyatrosu ile ilgili önemli çalışmalar yapılmış; güzel salonlar açılmış, hatta oyuncu alımı yapılmış. Çok değer veriyorum, çünkü geleceğin seyircisini orada yetiştirmeye başlıyorsunuz. Çocuklara karşı olan sorumluluğumuz yetişkinlere karşı sorumluluğumuzdan daha fazla. Onlara en yüksek kalitede oyunlarla ulaşmalıyız. Bu birimin gelişmesi için neler yapabiliriz, bunu araştıracağım. Sonuç olarak nitelikli olan ne varsa üzerine katkı koyarak sürdüreceğiz ve tiyatroda yeni alanlar oluşturacağız.
Benim burada oturma amacım, kendime değil tiyatroya yol açmak…
Bir yönetmen olarak bana yapılmasını istemediğim hiçbir şeyi oyuncularıma yapmadım, çünkü ben de oyuncuyum. Şimdi bir oyuncu ve yönetmen olarak sanat yönetmenliğine geldim. Hiçbir oyuncu ve yönetmene, bana oyuncu ve yönetmen olarak yapılmasını istemediğim birşeyi yapmam.
Şehir Tiyatroları’nda “Gayrı Resmi Hurrem”i yönettiniz. Burada pek çok meslektaşınız var, aslında kurumu hiç tanımadığınız da söylenemez. Peki Genel Sanat Yönetmeni olarak kuruma geldiğinizde duygunuz ne oldu?
Şehir Tiyatroları’nda oyun seyrederek büyüyenlerden bir tanesi de benim. Üsküdar Tunusbağı’nda otururduk. Üsküdar Şehir Tiyatrosu’ndaki bütün oyunları izlerdim. Her seferinde aynı hayranlıkla asılı olan resimlere sanki ilk defa görüyormuş gibi bakardım. Hepsini tek tek ezberlemiştim ama her seferinde koşup bakardım. Benim tiyatro formasyonum üzerinde Şehir Tiyatroları’nın etkisi büyüktür. Köşede bir fırın vardı, oradan ekmek almaya giderdim. Ekmeği alırdım, sonra koşup afişlere bakardım. İstanbul Şehir Tiyatrosu, bu kentte yetişen herkesin kanına bir şekilde girmiştir. Bu kan bu meslekte kendine yer bulabilenlerin damarlarında hala dolaşıyor.
Oyun yönetirken Şehir Tiyatrosu’nda oluşan gönül bağı bambaşkaydı. Darülbedayi’nin öyle bir büyüsü var ki, elinizi uzattığınızda sizi içine alır. Bu geleneğe olan saygı ve hürmetinizden mi, onca yılın emeğinin size yüklediği sorumluluk ve sevgi mi net tarifleyemiyorum. Fakat burada olmaktan heyecan duymamak ve kendini Şehir Tiyatrolu olarak hissetmemek mümkün değil. Eminim İstanbullular’ın da pek çoğu böyle hissediyordur.
Buraya geldiğimde kendimi evimde hissettim. Bu duyguyu bana veren de Şehir Tiyatroları’nın ta kendisi...
Verdiğiniz bilgiler için teşekkürler.
Başarılar dilerim.
can@tiyatrodunyasi.com
(Kaynak: Tiyatro Dünyası)