30 Haziran 2009 Salı

Mutlaka okuyunuz!

Güncelleme 24 Haziran 2009: Aşağıdaki yazımızı ilgilendiren ve en az bu yazımız denli önemli olan Toprak Karaoğlu'yla karşılıklı yazışmalarımızı, yazımızın altında okuyabilirsiniz. (HB)


In yer face; yüzsüzlüğün yüz sanıldığı bir süreçte, yüzsüz bir tiyatro akımının yüzeysel düzeyine, zorunlu olarak yüzeysel bir değerlendirme denemesi!


Hilmi Bulunmaz
21 Haziran 2009


Şu bir kuraldır; her öz, kendi biçimini oluşturur. Her konu, kendi derinliği oranında değerlendirilmeyi hak eder. Derin bir konuya, yüzeysel bir değerlendirme yaptığınızda, bu davranışınız sırıtır yada yüzeysel bir konuya, derinlikli bir değerlendirme yaptığınızda, o da sırıtır.

(...)

Bu önemli yazıyı okuyabilmek için TIKLAYINIZ!


***


OYUN dergisi genel yayın yönetmeni Toprak Karaoğlu, yukarıdaki yazıyla ilgili olarak bir polemik başlattı. Hiçbir düşüncenin gizli kalmamasına özen gösterdiğimiz gibi, bu polemiğin de, okurlar tarafından bilinmesini arzu ediyoruz. (HB)


Toprak Karaoğlu
24 Haziran 2009


Genel yayın yönetmeninden…

Önemli olan özgürlüktür; ama bunu “sunmak” hiçbir zaman özgürlüğün önüne geçmemelidir.

Gelelim konumuza…

Ben, OYUN dergisinin sahibi olmama karşın, bazı öneriler dışında, derginin “yayın siyasası”na pek müdahale etmiyorum. Bu tavrımı bilen derginin genel yayın yönetmeni Toprak Karaoğlu, son derecede rahat hareket edebiliyor. Örnekse, yedinci sayıda yayınlanması için “Nedim Saban ve arafta (Araf’ta) kalmış tarafsızlara! (Hilmi Bulunmaz'a ait yazı başlığında bulunan (Araf'ta) sözcüğü Hilmi Bulunmaz'a değil; Toprak Karaoğlu'na aittir. HB) yazımı önerdiğimde, Toprak, bu yazıyı hiç okumamasına ve Ozan “birazcık” okumasına karşın, bu yazının kişisel olduğunu söyleyip yayınlayamayacaklarını dile getirdiler. Ben de, okumadıkları bir yazıyı yayınlamama tavırlarına karşı çıktığım için, OYUN dergisinin yedinci sayısına hiçbir yazı vermeyeceğimi belirtim. Ancak, daha önce söz vermiş bulunduğum için, in yer face (in your face) hakkında küçük bir yazı yazabileceğimi dile getirdim.

Tiyatro Oyun dergisinin genel yayın yönetmeni olarak, Hilmi Bulunmaz’ın "in yer face”"hakkındaki düşüncelerini kaleme aldığı yazısına -yukarıda alıntısı yaptığım paragrafa- cevap hakkımı kullanma ihtiyacı hissettim.

Evet, Oyun dergisinin sahibi Hilmi Bulunmaz, dergimizin “yayın politikasına” bazı konularda önerilerde bulunmak dışında pek karışmaz. Ve evet, ben, Tiyatro Oyun dergisinin genel yayın yönetmeni olarak son derece rahat hareket edebiliyorum. Fakat! Oyun dergisinin sahibi olan Hilmi Bulunmaz’ın, dergimizin yayın politikasına müdahale etmeyen tavrı, sadece onun bu egosunu aşmış tavrından kaynaklanmadığını da belirtmek isterim. Bulunmaz Tiyatroya ilk gittiğim zamanlarda, Hilmi Bulunmaz’ın daha önceden Oyun dergisini çıkarttığını, ama sonraları dergiciliğe ara verdiğini öğrendim. Ben, Hilmi Bulunmaz’a, Oyun dergisini yayınlamaktan neden vazgeçtiğini sorduğum zaman. Bana, bu iş için ekip lazım yazarlar lazım, dediği zaman. Ben, Ozan Akgül’le beraber bunu yapabileceğimizi ve dergiyi yeniden çıkartabileceğimizi söyledim. Hilmi Bulunmaz, benim bu teklifimi, çok iyi olur, diyerek kabul etti. Başlangıç için az olan yazar kadromuzu ileride genişletebileceğini de, söyledi. Hilmi Bulunmaz, ayrıca, benim Oyun dergisinin genel yayın yönetmeni olmamı teklif etti. Ve bu teklifi memnuniyetle kabul ettim, ama Hilmi Bulunmaz’a bu konuda şartlarım olacağını söyledim. Oyun dergisinin genel yayın yönetmeni olarak, dergide çıkan tüm yazılardan sorumlu olacaktım. Doğal olarak hangi yazıların yayınlanıp-yayınlanmayacağına karar verecek olan kişinin de genel yayın yönetmeninin olması gerektiğini, söyledim. Eğer bir yazıyı yayımlamamak konusunda karar alırsam, bana (Hilmi Bulunmaz’ın) karışmamalısınız, dedim. Buna sizin (Hilmi Bulunmaz’ın) yazılarınız da dâhil, dedim. Tek şartım, çok az insanı ilgilendirecek olan, kişisel ve kısır tartışmalara dönüşecek ve tiyatro ile ilgisinin zayıf ya da olmadığına inandığım yazıları yayımlamamak olacağını, belirttim. (Dergide ismi geçen insanların cevap hakları saklı olmak dışında) Ama siz ısrarla (Hilmi bulunmaz) yine de böyle yazıları yayımlamak isterseniz, genel yayın yönetmenliğini bırakacağımı da söyledim. Ben, Oyun dergisindeki özgürlüğümü bu şekilde “oluşturdum” ve Hilmi Bulunmaz da bu özgürlüğüme saygı duyarak benim genel yayın yönetmeni olmamı kabul etti. Kısaca toparlamak gerekirse, bana tanınan bu özgürlük, Hilmi Bulunmaz’ın, yayın politikasına müdahale etmeyen tavrı kadar, aynı zamanda, benim, Toprak Karaoğlu olarak tek şartımdı. Bulunmaz, bunu olgunlukla kabul etti ve ben bu görevi severek yerine getiriyorum. Yayın politikasındaki bu özgürlük, Bulunmaz’ın tavrı olduğu kadar, benim bu özgürlüğü talep edip belirlememle de çok ilgilidir. Ben, Toprak Karaoğlu olarak, bana özgürlük verileceği zaman kullanacak birisi değilim, ben özgürlüğümü gittiği her yere taşıyan birisiyim. Bana bu özgürlük verilmeseydi zaten Oyun dergisinin genel yönetmenliğini kabul etmezdim. Başkalarının iradesi ve aklıyla bugüne kadar hiç hareket etmedim, bugünden sonrada etmeyeceğim.

Bulunmaz’ın , “Nedim Saban ve arafta (Araf’ta) kalmış tarafsızlara!” yazısına gelecek olursak. Hilmi Bulunmaz’ın söylediği gibi bu yazıyı hiç okumamış değildim. Bulunmaz’a, yazısına sadece şöyle bir baktığımı söylemiştim ve üstünden sadece şöyle bir baktığım bu yazının tek şartım olan, kişisel tartışmalarla ilgili olduğunu, tiyatrodan ziyade çok kişisel bir konu olduğunu ve bu yazıyı yayımlamayacağımı, söyledim. Bulunmaz, haklı olarak, nasıl bir yazıyı tamamen okumadan bu değerlendirmeyi yapabilirsin? dedi. Haklı bulduğum bu tepkiden sonra, Bulunmaz’a, “Nedim Saban ve arafta (Araf’ta) kalmış tarafsızlara!” yazısını okuyacağımı ve bir sonraki pazar günü, bu yazıyı tekrar gündeme getireceğimi, dergimizde yayımlayıp-yayımlamayacağımızı o zaman konuşalım, dedim. Kendisi de buna, peki, dedi. Bir sonraki Pazar günü yeniden Bulunmaz Tiyatroda buluştuk. Bu sefer, Bulunmaz’ın, “Nedim Saban ve arafta (Araf’ta) kalmış tarafsızlara!” yazısını okumuştum! Bulunmaz’ın yazsıyla ilgili eleştirime şu cümleyi kurarak başladım: Bu yazıyı neden dergimizde yayımlamayacağımı anlatmak istiyorum. Bundan sonra, Hilmi Bulunmaz, bana, yukarıda alıntısı yaptığım paragrafta da, kendisinin de yazdığı gibi bu yazıyı artık dergide yayımlatmaktan vazgeçtiğini söyledi. Ben de kendisine, tamam, diyerek yinede yazısı hakkındaki fikirlerimi dile getirdim. Bir saatin üzerinde bu yazı hakkında konuştuk. Bulunmaz’ın yazısı hakkındaki eleştirilerimi dile getirip, düşüncelerimi kendisiyle paylaştım. Bulunmaz, bazı tespitlerime katılmazken; benim, bu yazıda haklı olduğuma inandığım itirazlarımın bazılarını kabul etti. Sonuç olarak, çok dikkatle okuduğum ve bir saatin üzerinde Bulunmaz ile tartıştığımız “Nedim Saban ve arafta (Araf’ta) kalmış tarafsızlara!” yazısını neden yayımlamayacağımı sebepleriyle kendisine söyledim. Ama bu yazı, Bulunmaz’ın söylemiş olduğu gibi, kesinlikle hiç okunmadan, reddedilmiş bir yazı değildir. Bu yazı, tarafımdan okunmuş, incelenmiş ve bunun üzerine neden yayımlamak istemediğim gerekçelendirilmiştir. Benim (Toprak Karaoğlu’nun) karar verme özgürlüklerim kısıtlanırsa, Tiyatro Oyun dergisinin genel yayın yönetmenliğini yapmayacağımı en başta kesin bir dille, Bulunmaz’a söylemiştim. Bulunmaz’ın bu yazısını yayımlamak bana göre doğru değildi. Bulunmaz’ın bana özgürlük tanımaya özgürce hakkı olduğu gibi, benim de bu yazıyı özgürce reddetme hakkım var.

Özgürlüğü sunmak lütuf değildir ya da böyle olmamalıdır. Özgürlüğü sunmak bir erdem olmamalıdır. Özgürlüğün olağan ve olması gereken bir şey olduğuna inanıyorum. Özgürlük sunmak bu bağlamda marifet değil bir görevdir. Önemli olan özgürlüktür; ama bunu “sunmak” hiçbir zaman özgürlüğün önüne geçmemelidir.

***

Dergide aynı anda birçok işi yapmaktan hiç gocunmadım, bir dergi çıkarıp yazmak ne kadar keyifliyse, onu taşımak ve dağıtmakta beni gocundurmazdı. Birçok işi Ozan Akgül’le beraber yaptık. Kendi yazılarımızı yazdık, diğer arkadaşlarımızın yazılarına editörlük yaptık. Tüm yazılar tamamlandığı zaman, dergiyi mizanpaj (sayfa düzenlemesi) için Mavi Kare’ye götürdük. Sağ olsunlar, bizden hiçbir ücret talep etmeden dergimizin mizanpajını yaptılar. (Ama mizanpaj işini parayla yapan Mavi Kare’ye hiçbir ücret ödemediğimiz için, onları daha fazla meşgul edemezdik. Ben, daha önceden mizanpajın nasıl yapıldığını bilmememe rağmen, elimden geldiğince bu işi öğrenmeye çalıştım. Mizanpajın nasıl yapıldığını öğrendikten sonra, bu sayının mizanpajını yaptım, Mavi Kare’nin iyi niyetini daha fazla suistimal etmek istemedim.) Mizanpajını yaptırdığımız dergiyi baskı için matbaaya götürdük. Matbaadan çıkan dergilerimizi Ozan’la beraber kitapçılara dağıttık. Ve tekrar başa dönüp yeni sayımızı hazırlamak için işe koyulduk. Aynı anda birçok işi yapmanın “mecburiyeti” beni hiçbir şekilde rahatsız etmedi. Ne genel yayın yönetmeni oldum diye havalara girdim, ne de derginin hamallığını yaptığım için gocundum. Ne sosyal bir çıkar, ne de başka bir menfaat peşinde olmadım, benim için önemli olan tek şey yazmaktı ve ben yazdığım sürece bunları her zaman yapmaya hazırım. Ama bunları yapmaya hazırım demek, yazabilmek için her şeyi yaparım demek de değildir.

(TK)


***


Hilmi Bulunmaz
24 Haziran 2009

Merhaba,

Çalışmalarımızın ve konuşmalarımızın önemli bulduklarımı videoya almak isteğimin amacı budur; "Söz uçar yazı (yada kayıt) kalır." Şimdi ortada ciddi bir durum var; Ben, "okumadım" dediğini duydum. Sen, "okudum" dediğini düşünüyorsun. Hattâ, "Okumadığın konuda nasıl yorum yaparsın?" diye sorduğumda, "İçinde Nedim Saban adı var, demek ki kişisel polemik." anlamına gelen bir şey söyledin. Böyle önemli çalışma ve konuşmaların, mutlaka kayıt altına alınmasında yarar var. Şimdi ben, senin yazını yayımladıktan sonra, "hayır öyle değil böyle, hayır Toprak 'okumadım' dedi" diyeceğim. Ve bu durum nereye dek gider? Bilemem. Tam bir kısır döngü durumu. Yineliyorum, bu tür durumları kayıt altına almak gerekir.(HB)


***


Toprak Karaoğlu
24 Haziran 2009


Merhaba

Okudum demiyorum zaten, "şöle bir üstten baktım diyorum" yine de benim ne söylediğimden bu kadar eminseniz, o cümleyi çıakartabiliriz sorun yok. Benim yazım, Nedim Saban hakkındaki yazınızı okuduktan sonraki değerlendirmelerimle devam edebilir. beni cevap hakkımı kullanmaya iten sebep zaten yazınızın o kısmı değildi. özgürlük meselesiydi.

(TK)