8 Haziran 2009 Pazartesi

Otuz yıl önce dondurulmuş bir tiyatral ilişkinin, yüreklere sinmiş lavlarla bir yanardağ gibi patlamasıyla birlikte oluşan dostluk methiyesinin metni!


8 Haziran 2009
.
.
Sizlere ilginç bir karşılaşma öyküsü anlatmadan önce, 3 Nisan 2007 tarihli bir yazımı sunuyorum:
.
.
.
.
12 Eylül Faşizmi öncesi, her alanda olduğu gibi, sanat alanında da müthiş bir hareketlilik vardı. İnsanlar, "görecek günler var daha" diye düşünüp, "Güneşli günler göreceğiz çocuklar" dizesini slogan haline getirmişlerdi. "O duvar/ o duvarınız/ bize vız gelir vız" sözlerini belleklerine kazıyıp, "Güneşi içenler" ve "denizde ölmek istiyorum" diye haykırmaktan gırtlaklarını yırtıyorlardı.
.
Sonra 12 Eylül Faşizmi geldi ve dünyanın dönmesini durdurmaya çalıştı. Bilimden Galieo Galilei, şiirden Nâzım Hikmet, sosyolojiden Karl Marks, tiyatrodan Bertolt Brecht... birer mülteci gibi uzaklara, çok uzaklara sürgün edilmişti.
.
İşte, bu sürecin hemen öncesinde, 1970'li yılların sonlarında, Üsküdar'ın Doğancılar semtinde, bir zamanlar Sunar Sineması olarak kullanılan bina, devrimcilerin elindeydi.
.
Yüksel Özkök'ün inisiyatifinde bulunan ve çeşitli fraksiyonların kültür-sanat mekanı olarak algılanan bu binada; İstanbul Akademik Sanat Topluluğu (İAST) adıyla, "devrim öncesi-şimdisi-sonrası" kültürünü oluşturmak için, insanlar canla başla çalışıyorlardı.
.
Şimdi, Internet sitelerinde varlık gösterisinde bulunan Esen Yel'in, o zamanlar kaleme aldığı oyunu "Bir Dünya Masalı yada...", şu anda adını anımsayamadığım Yunanlı bir yazarın "Sanatçının Gücü" oyunu, Oben Güney'in oyunu "Suç" ve şu anda adını anımsayamadığım birçok oyun sunuyorduk.
.
Haluk Şevket Ataseven, "Duygu Eğitimi" başlığıyla önemli bir süreç yürütüyordu. Anımsadıklarım arasında, Şükran Kurdakul da var.
.
Şu anda yaşamayan Yüksel Özkök ve yaşadığını sandığım eşi Dilara Özkök'ün, o zamanki zayıf iradeleri nedeniyle, sürekli olarak maddi-manevi sorunlar yaşasak da, devrim aşkıyla tutuşan yüreklerimizin ivmesiyle, tüm yoksunluklara göğüs gerebilme gücünü gösterebiliyorduk.
.
"Demokratik Devrim" anlayışıyla yaşayan bir kurum olduğundan, İAST'tan belleğimde kalan en önemli öge, sürekli olarak seçim yaptığımızdı. Neredeyse, hangi kitabı okumamız gerektiğini bile oylamaya koyuyorduk.
.
Bende çok kalıcı izleri bulunan bu süreci, belki daha ayrıntılı yazabilirim. Ancak, bu yazıya başlarken, İAST'tan çok, Cezmi Ersöz ile "birlikteliğimizi" yazmayı düşünüyordum. İşte, Cezmi Ersöz ile bu mekanda, İAST'ta birlikte savaşım verdik. Benden, yazınsal anlamda daha yetkin olmasına karşın, bir seçimde, ben daha çok oy aldığımdan "Edebiyat Kurulu Başkanı" oldum. O seçimin, hiçbir zaman içime sinmemesine karşın, "demokrasicilik oyununun gereği" olduğundan, işimi sürdürdüm.
.
Şimdiye dek Cezmi'den bahsetmememin birçok nedeni var. En önemli neden; "Cezmi'nin ününden yararlanmak için yazmış!" denilmesinden korktuğumdan, hep erteledim, hatta hiçbir zaman yazmak istemedim. Ancak, bugün, spam'ime eklememe karşın, Piramid Sanat'ın bir duyurusu, beni otuz yıl önceye götürdü:
.
"Şair - Yazar Cezmi Ersöz 7 Nisan 2007 Cumartesi Piramid Sanat'ta!!!"
.
Bedri Baykam ve yaptığı hiçbir şeyden hoşlanmayıp nefret eden biriyim. Buna bağlı olarak da Piramid Sanat'a soğuk bakıyorum. Spam'inde bulunan, diğer 4 Piramid Sanat duyurusunu yazıya dökme gereksinimi duymadım. Şimdilik duymuyorum.
.
Bir zamanlar, birbirimize çok yakın ve şimdi pek yakın olmadığımız Cezmi Ersöz; AŞKA ait konularla uğraşıyor... Bense BAŞKA konularla uğraşıyorum.
.
Herşeye karşın, o zamanlar yüreğimizdeki "Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi, Kahrolsun Sovyet Sosyal Emperyalizmi" sloganını, bir kirli mendil gibi sokak ortasına atmamız olası değil.
.
.
.
Yaklaşık otuz yıldır görüşemediğim bir arkadaşım, İsviçre'nin St. Gallen kentinden telefonla beni aradı. Uzun uzun kendini tanıtma hesabı yaptığını sandığım bu arkadaşımın adı; Muzaffer Mermer.
.
Ben "diplomasi" gereği, kendisini dinlemeyi yeğledim. Ancak, o denli zamanın dışından ve gerisinden konuşuyor gibiydi ki, dayanamayıp kendisini hemen, daha ilk anda tanıdığımı belirttim. Şaşırdı. Ancak ben, belleğimin çok güçlü olduğunu bildiğim için, onun şaşırmasına şaşırmadım.
.
Sonra uzun uzun konuştuk. Tam otuz yıldır biriken sisleri birer birer dağıttık.
.
Muzaffer, telefonla konuşmamızın hemen ardından bir e-posta göndermiş:
.
.
Merhaba Hilmi Bey,
.
Ne kadar yakın tanıyoruz birbirimizi bilemiyorum. Bir zamanlar sen-ben diye mi hitap ediyorduk birbirimize? "Hilmi Bey" derken, saygısızlık etmek istemediğimden o şekilde başladım.
.
Kafam karmakarışık; geçmiş yoğun bir sis gibi tüm düşünme gücümü örttü sanki. Bağışlayın.
.
Biraz zaman geçip, sisler dağıldıktan sonra gene yazacağım.
.
Kendinize iyi bakın, gene haberleşmek dileğiyle her şey gönlünüzce olsun
.
Midi
.
.
Aynı gün yanıt yazdım:
.
.
Muzaffer merhaba,
.
Seninle ve İAST'taki tüm herkesle "bayağı" samimiydim. Düşlerimiz vardı. Devrimciydik. Hâlâ düşlerim var. Hâlâ devrimciyim.
.
Her şeyi çok iyi anımsadığım kanısındayım.
.
Bana dilediğin gibi seslenebilirsin.
.
Bugün kuyumculuk işlerim nedeniyle (hafta sonu tahsilat günü) e-postanı geç fark ettim. .
.
Şimdilik kısa, çok kısa bir "yanıt" yazdım. Sanırım daha geniş yazarım.
.
Hilmi Bulunmaz
.
.
Muzaffer, iletişime susamış:
.
.
Kusura bakma Hilmi, aklıma geldiği gibi yazdım; umarım yanlış anlamalara neden olmam…
.
Sonntag, 7. Juni 2009
.
Hilmi Merhaba!
.
Dünden beri takıldım kaldım; seni bulduğum internet sayfasına. Telefon açtığımda ilk alan oğlun olmalı, İAST'tan konuşmaya başlayınca "sizi babama vermem gerek, o işlerle babam ugraşıyor" dediğine göre. Onun seyahat sayfalarını da gördüm. Çok güzel bir şekilde hazırlamış.
.
Biliyorsun yaşımız ilerliyor ve bu konuda yazılmış yazılar daha bir dikkatini çekiyor insanın. Son zamanlarda Hermann Hesse'nin bir kitabında okumuştum, yaşlılığın bir işaretinin de insanın geçmise yaptığı yolculukların sayısının artması olarak değerlendirilebileceğini söylüyor Hesse. Evet doğrusunu söylemek gerekirse, son zamanlarda en çok vakit ayırdığım iki şey var; geçmise yapiıan yolculuklar ve geleceğe ait planlar. Günlük işlerimin dışında elbette. Geleceğe ait planları bir yana bırakarak, seninle bu yazımda biraz geçmişe yolculuk yapmak istiyorum. Umarım zamanın olur biraz bana eşlik etmeye. Sanıyorum oralardan kopuşum çok ani, çok hızlı bir şekilde oldu. Bu yüzden de o sayfalar aslında doğru dürüst kapanmamıştı. Derinlerde bir yerlede saklı, günün birinde fark edilmeyi bekliyordu.
.
Nedendir bilmiyorum, iki haftadan beri elimde o günlerden kalma "günlügüm" var. Yani İAST günlerinde tutttuğum kısa notlar. İnan yaklasık otuz yıldan beri bir kenarda duruyordu; doğru dürüst elime aldığım yoktu. O günleri unuttuğumu söylemeyeceğim. Bu zaten mümkün değil. Ama şu son iki haftadan beri oldukça yoğun bir şekilde meşgul ediyor beni. Birlikte olduğum dostları aramaya başladım internet araciliğıyla. İnsan bu kadar unutkan olabilir mi? Tüm arkadasları ön isimleriyle anmışım notlarımda. Düşünmeye basladığımda hiçbirinin soy ismi gelmedi aklıma. Unuttuğumdan mı, yoksa o günler arkadaşlarımızın soy isimlerini öğrenmek yada akılda tutmak pek önemli değil miydi? Yanıt veremiyorum kendime. Soy isim olmayınca da tahmin edebilirsin; böyle bir aramanın ne kadar kolay olabilecegini.
.
Eğitim Enstitüsü ve İAST yılları, yaşamımın en hareketli, ama aynı zamanda en değerli tecrübeler edindiğim yılları. Sanıyorum oradan ayrılmış bile olsam, orada edindiğim tecrübeler, dünyaya bakış açım, hiç terketmedi beni, vefalı bir dost gibi, hep yanımda oldu.
.
Bu aramalar sırasında, dün yine kafamda "İAST" dolaşmaya basladı. Önce internette „IAST“ sözcügünü verdim, bir şey çıkmadı. Daha sonra kısaltılmamış haliyle, yani sözcükleri açık açık, "İstanbul Akademik Sanat Topluluğu" sözcüklerini vererek denedim!!!!!!!! Gerçekten açılan sayfanın en başında ve Türkçe olarak bu konuda yazılan şeyler vardı. Tahmin edemezsin gerginligimi. Elbette hemen sayfayı açtım ve hemen senin yazdıklarını okudum:
.
"Üsküdar Doğancılar Semti, Sunar Sineması"
.
tüylerim diken diken oluyordu. Sanki içimde kurumuş dallar birden yaprak vermeye baslamıştı. Ne kadar haklıymış meğer Yüksel Hoca! Hiç unutmam, bir ara oyun provalarında bir mola sırasında "tiyatro ile uğrasmak, sahneye çıkmak, sahnenin tozunu yutmak tüberkuloz hastalığına tutulmaya benzer" demisti: "Belki bir gün tedavi edebilirsiniz bu hastalığı, ama ciğerlerinizde bıraktığı izleri yaşam boyu bir daha silemezsiniz." Sanatçı olarak çok sayar severdim kendisini. Zaman zaman fikirlerimiz aynı olmasa bile, insanlık düzeyinde çok seyler öğrenmiştim ondan.
.
Senin yazını okurken öğrendim öldügünü. Üzüldüm kuşkusuz. Hiç tahmin etmemiştim onun bu kadar erken gideceğini. Gariptir, tüm dostlar arasında sadece Yüksel Hoca'nin soy adını hatırlıyordum. O yüzden facebook'ta adı "Figen Özkök" olan herkese kısa bir not yazarak bizimle sahneye çıkıp Nâzımm Hikmet'en "Kız Cocuğu" şiirinden bestelenen şarkıyı söyleyen ve o zamanlar yanılmıyorsam 8-9 yaşlarında olan "Maviş"i aradım. Bu şekilde bir baslangıç yapmış olur, diğer arkadaşlara ulaşabilirim diye düşünüyordum.
.
Ben Yüksel Hoca'nın aramızdan ayrıldığını senden öğrendim, sen de Naci Günseren'in aramızdan ayrıldığını benden öğreniyorsun. Ben oralardan ayrıldıktan sonra Naci benim yeğenimle evlendi. Bir cocukları oldu. Maalesef Naci de erken terk etti buraları. Hatta o daha bir acele etti sanki. Yanılmıyorsum kalp krizi ile aramızdan ayrılırken yaşı daha 40 bile değildi. Onun oğlu simdi 20 yaşında ve Mersinde bir üniversiteye gidiyor.
.
Çok ilginç, demek o günleri hemen hemen (en azından yapılan oylamalar ve seçimler açısından bakıldığında) aynı şekilde değerlendirmişiz. Yani ardı arkası gelmeyen tartışmalar. Buradaki yazında "Bende çok kalıcı izleri olan bu süreci, daha ayrıntılı yazabilirim..." diye not düsmüşsün. Sanırım buna en çok sevinen kişilerden biri de ben olurum. Tüm yorucu çalışmalara rağmen ne kadar umut doluyduk! Bilet satan, tuvaletleri temizleyen hep bizlerdik.
.
Belki o günlerdeki gibi ateşli değil yüregim Hilmi, ama dünyaya bakış açım değismedi sanıyorum. Ama o günlerdeki kadar emin değilim, dünyayı değistirmenin bu denli elimizde olabileceğine. Böyle şeyler (bir spor türü var ama adını şu an hatırlayamıyorum, hani grup koşusu yapılıyor ve bir önceki sporcu elindeki bayrağı koşarak kendi arkadaşına veriyor ve o da bayrağı alarak ondan sonraki arkadaşına götürüyor) işte bu sporda oldugu gibi olmalı diye düşünüyorum. Bizler elimizdeki bayrağı yeni nesillere ulastırmaya çalıştık. Dilerim onlar kendi inancları doğrultusunda taşımaya devam ederler. Bizim yaptığımız gibi yapmak zorunda değiller kuşkusuz, ama dilerim en azından onlar da "daha iyi bir dünya" için umut taşırlar yüreklerinde.
.
Sana biraz kendimden söz edeyim ve senden de bana seni anlatmani rica edeceğim. Ben neredeyse 29 yıldır burada yaşıyorum. Aradan çok yıllar geçti. Bu arada buranın da vatandaslık hakkını elde ettim. Evlendim; ilk eşimle 15 yıl sürdü birlikteliğimiz. Daha sonra ayrılmaya karar verdik. Bu birliktelikten iki cocuğumuz oldu; bir kız, bir erkek. Uzun yıllar coçuklarla yalnız yaşadım. Şu an buralı bir hanımla evliyim ve son derece mutluyum. Ben iki coçuk, o ise üç çocuk getirdi ve böylece beraberce 5 çocuğumuz oldu. En yaşlısı 33; en genci ise 24 yaşında. Beş çocuğumuzun yanında üç de torunumuz var.
.
Ekte sana çocuklarımızın bize düğün hediyesi olarak çektirdikleri bir resmi gönderiyorum. Önde ortada Janet (eşimin büyük kızı) oturuyor, onun solundaki kocasi Ueli, Ueli'nin kucagğında onların oğulları, bizim torunumuz Leo. Janet'in sağ tarafında gitarın arkasında oturan Robi (eşimin oğlu). Onun hemen arkasında Anne, Kayinvalde, Büyükanne "Mama Delia" eşimin annesi. Onun hemen yanında Asya ve onun da solunda annesi Elif oturuyor (Asya benim torunum, Elif ise kızım). Elif'in sol arka tarafında hafif eğilmiş olarak duran ise Julia (eşimin ortanca kızı). En arkada ortada ayakta duran oğlum Hazal ve onun sağındaki ise kız arkadaşı Julia. Bu resim çekildikten sonra iki değişiklik oldu: Oğlum kız arkadaşından ayrıldı; Janet ve Ueli'nin Rosa adında bir kız çocukları daha oldu. Eşimin adı ise Heidi. Diğer fotoğraf ise nikah dairesinden eve gelirken çekilmis bir fotoğraf eşimle birlikte.
.
Burada dil öğreninceye kadar değişik basit işlerde çalıştım. Daha sonra 12 yıl falan Almanca öğretmenliği yaptım, mülteciler ve ailelerinin yanına gelen ve okul çağında olan ama Almanca bilmeyen çocuklar için. Daha sonra Sosyal Hizmetler Yüksek Okulu'nu bitirdim. Şimdi mültecilerin yaşadığı bir devlet yuvasında yöneticilik yapıyorum. İşimi, çok yorucu, çok yıpratıcı olmasına karşın seviyorum. En büyük dileklerimden biri, dünyanın başka yerlerindeki insanlar, her şeyden önce de çocuklar için çalışabilmek. Sosyal hizmetler konusunda eğitim görürken 6 ay staj yaptım Ecuador'da. Sokak çocuklarıyla çalıştım. Yaşamımın en güzel tecrübelerinden biriydi.
.
Türkçe benim için sorun olmaya başladı. Umarım bu yazdıklarımı okurken, "Bu adam nasıl Türkce yazıyor?" diye düşünmezsin. İlk eşim Türkiye'dendi ve az da olsa sürekli görüştüğümüz dostlarımız vardı aynı dili konuştuğumuz. Ayrıldıktan sonra hemen tüm dostlarımız da ilişkilerimiz de koptu. Bizden kaynaklanmadı bu; ben ne kadar dostlukların devamı için savaş verdimse de başaramadım. Ve bir gün geldi, ben de biraktım onları aramayı. Ondan sonra da hiç Türkce konuşan dostum olmadı. Kendim genelde televizyon izlemediğim ve Türkce gazete okumadığım için, zamanla bu hale geldi. Yanılmıyorsam yaklaşık on seneden beri kendi notlarımı bile Almanca olarak tutmaya başladım. Hele hele son yıllarda Almanca bana Türkçeden daha yakın geliyor, yani önce Almanca düşünüyor, daha sonra gerekirse kafamda bunu Türkçeye çeviriyorum galiba. Kendi dilimi unuttuğumu hiç düsünmüyorum, ama Türkçe de her dilde olduğu gibi zamanla gelişiyor, yeni sözückler kazanıyor. Tekrar eski günlerdeki gibi konuşup, yazabilmek için sanıyorum bir müddet orada yaşamam gerekecek. En geç 6 ay sonra aradaki açığı kapatacağıma inanıyorum.
.
Sana yazdığım kısa mailin altına "Midi" diye imza attığımı fark ettim. Bu benim buradaki kısa adım "MIDI"nin Almancalasmış hali. Almanca'da "I" harfi olmadığı ve Almanca konuşanların bu harfi konuşamadıkları için böyle oldu. Gerçi resmi kimliklerimde hâlâ Muzaffer yazıyor, ama herkes Midi diye sesleniyor bana. İşyerindeki resmi mail adresim, hatta kartvizitim bile Midi Mermer diye geçiyor. Bir ara ön ismimi değistirmek için basvurdum ama, ne yazık ki kabul etmediler. Geç kaldığımı söylediler, vatandaşlığa geçtiğimde isteseydim olabileceğini söylediler.
.
Sen neler yapıyorsun Hilmi? Eğer zaman ayırp bana kendinden, yaptıklarından söz edersen çok mutlu olurum. Eski arkadaşlarla kontağın var mı? Varsa, kimlerle var? Sen neler yapıyorsun? Çocuğun olduğuna göre sen de evlenmişsindir. Tatilinizde eşini göremedim sizin yanınızda. Meraklı olduğumu düşünme lütfen. İAST'lı günlere ait oldukça fotoğraflarım vardı. Yıllardır tavanarasında kutularda duruyordu. En kısa zamanda indirecegim onları, tek tek elime alıp geriye doğru bir seyahate çıkacağım. Eşime de göstermek istiyorum. Anlatmak istiyorum o günleri. Bir ara Basel'e geldiğini söyledin; eğer bir daha buralara yolun düşerse mutlaka haberim olsun. Mutlaka bir araya gelelim, görüşelim. Belki bizler de değiştik, düşünce yapımız, hayata bakışımız ve ondan beklentilerimiz değişti. Belki yeni karşılaşmamızdan hayal kırıklığına uğrayacağız, geçmişteki günlerin etkisinde kalarak. Ama ne olursa olsun, ben seni görmekten mutlu olacağım.
.
Cumartesi sana telefon açtığımda, eşim yoktu evde. Bütün gün dışardaydı işi gereği. Akşam gelir gelmez hemen ona anlattım seni bulduğumu. O da çok sevindi. Gerçi biz yaklaşık iki senedir evliyiz, ama beraberliğimiz on seneden fazla sürdü. Bu arada birkaç kez geldik Türkiye'ye. Eşimin en büyük derdi, Türkçe bilmemesi. O yüzden aile içinde bile olsa, bir müddet sonra bunalmaya başlıyoruz. Ben tercüme etmekten, o da bana bağımlı olmaktan son derece huzursuz oluyoruz. Bu sıralar gene basladı Türkçe öğrenmeye, ama ikimiz de oldukça tembeliz galiba.
.
Kusura bakma, bunca yıl sonra bulunca seni, çenem düstü. Bana yazmanı sabırla bekleyeceğim Hilmi. Acele etme, strese sokma kendini.
.
İyi bak kendine, görüşmek dileğiyle selam ve sevgiler.
.
Midi
.
.
Bu kez, yanıtlamakta bayağı zorlandım:
.
.
Muzaffer merhaba,
.
Duygulandım!
.
Çok duygulandım!
.
Gözyaşlarımı, içime gömmek için anlamsız bir çaba göstermeme karşın, başarılı olamadım!!!
.
Yazdıklarına karşılık verebilecek bir ruh durumu içerisinde değilim. Bayağı sarsıldım!
.
Ancak... En kısa zamanda... "Belki yarın, belki yarından da yakın" bir zamanda, kendimi toparlar toparlamaz sana mutlaka yanıt yazacağım...
.
Hilmi Bulunmaz
.
.
Muzaffer'den bir e-posta daha geldi:
.
.
Merhaba Hilmi,
.
Bağışla beni; amacım seni allak-bullak etmek değildi kesinlikle. Kendi birikimlerimle bir baraj duvarını yıkar gibi yıkarak hiç habersiz bir durumda sele kapılmış gibi sürükledim seni.
.
Kusuruma bakma; biraz daha hassas olabilirdim, yazdıklarımın sende nasıl bir etki yapabileceği konusunda.
.
İlk mektubumda "gelirsen mutlaka haberim olsun" diyorum, ama farkettim ki ne adres, ne de telefon numarası vermişim:
.
(Adres ve telefon numarasını yayınlamadık. OYUN)
.
Midi Mermer