12 Eylül Faşizmi öncesi, her alanda olduğu gibi, sanat alanında da müthiş bir hareketlilik vardı... İnsanlar "görecek günler var daha" diye düşünüyorlardı... "Güneşli günler göreceğiz çocuklar" dizesini slogan haline getirmişlerdi... "O duvar/ o duvarınız/ bize vız gelir vız" sözlerini belleklerine kazımışlardı... "Güneşi içenler", "denizde ölmek istiyorum" diye haykırmaktan gırtlaklarını yırtıyorlardı...
Sonra 12 Eylül Faşizmi geldi ve dünyanın dönmesini durdurmaya çalıştı... Bilim kitaplarından Galieo Galilei, şiir kitaplarından Nazım Hikmet, sosyoloji kitaplarından Karl Marks, tiyatro kitaplarından Bertolt Brecht... birer mülteci gibi uzaklara, çok uzaklara sürgün edilmişti...
İşte, bu sürecin hemen öncesinde, 1970'li yılların sonlarında, Üsküdar'ın Doğancılar semtinde, bir zamanlar Sunar Sineması olarak kullanılan bina, devrimcilerin elindeydi...
Yüksel Özkök'ün inisiyatifinde bulunan ve çeşitli fraksiyonların kültür-sanat mekanı olarak algılanan bu binada; İAST (İstanbul Akademik Sanat Topluluğu) adıyla, "devrim öncesi-şimdisi-sonrası" kültürünü oluşturmak için, insanlar canla başla çalışıyorlardı...
Şimdi, sanal sitelerde varlık gösterisinde bulunmaya çalışan Esen Yel'in; "Bir Dünya Masalı yada...", bir Yunanlı yazarın "Sanatçının Gücü", Oben Güney'in "Suç" ve şu anda adını anımsayamadığım birçok oyun sunuyorduk...
Haluk Şevket Ataseven "Duygu Eğitimi" başlığıyla önemli bir süreç yürütüyordu. Anımsadıklarım arasında, Şükran Kurdakul da vardı...
Şu anda yaşamayan ve erken ölen Yüksel Özkök ve eşi Dilara Özkök'ün zayıf iradeleri nedeniyle, sürekli olarak maddi-manevi sorunlar yaşasak da, devrim aşkıyla tutuşan yüreklerimizin ivmesiyle, tüm yoksunluklara göğüs gerebilme gücünü gösterebiliyorduk...
Demokratik Devrim anlayışıyla yaşayan bir kurum olduğundan, İAST'tan belleğimde kalan en önemli öge, sürekli olarak seçim yaptığımızdı... Neredeyse, hangi kitabı okumamız gerektiğini bile oylamaya koyuyorduk...
Bende çok kalıcı izleri olan bu süreci, daha ayrıntılı yazabilirim... Ancak, bu yazıya başlarken, İAST'tan çok, Cezmi Ersöz ile "birlikteliğimizi" yazmayı düşünüyordum... İşte, Cezmi Ersöz ile bu mekanda, İAST'ta birlikte savaşım verdik... Benden, yazınsal anlamda daha yetkin olmasına karşın, bir seçimde, ben daha çok oy aldığımdan "Edebiyat Kurulu Başkanı" oldum. O seçimin, hiçbir zaman içime sinmemesine karşın, "demokrasicilik oyununun gereği" olduğundan, işimi sürdürdüm...
Şimdiye dek Cezmi'den bahsetmememin birçok nedeni var... Ne var ki, en önemli nedeni; "Cezmi'nin ününden yararlanmak için yazmış!..." denilmesinden korktuğumdan, hep erteledim, hatta hiçbir zaman yazmak istemedim. Ancak, bugün, spam'ime eklememe karşın, Piramid Sanat'ın bir duyurusu, beni otuz yıl önceye götürdü:
"Şair - Yazar Cezmi Ersöz 7 Nisan 2007 Cumartesi Piramid Sanat'ta!!!"
Bedri Baykam ve yaptığı hiçbir şeyden hoşlanmayan, nefret eden biriyim. Buna bağlı olarak da Piramid Sanat'a soğuk bakıyorum... Spam'inde bulunan, diğer 4 Piramid Sanat duyurusunu yazıya dökme gereksinimi duymadım. Şimdilik duymuyorum...
Bir zamanlar, birbirimize çok yakın ve şimdi pek yakın olmadığımız Cezmi Ersöz; AŞKA ait konularla uğraşıyor... Bense BAŞKA konularla uğraşıyorum...
Herşeye karşın, o zamanlar yüreğimizdeki "Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi, Kahrolsun Sovyet Sosyal Emperyalizmi" sloganını, kirli kağıt mendil gibi sokak ortasına atmamız olası değil...