19 Mayıs 2009 Salı

Ödülün her türlüsüne karşı olmamıza karşın, hakikât kavramına da değinen T. Demirer'in bize gönderdiği yazısını anlamlı bulduğumuz için yayınlıyoruz!

"ÖDÜLÜN GERÇEK SAHİBİ ONLAR…" [1]


Temel Demirer
9 Mayıs 2009


..........................................................................."Kendimizi değil,
.......................................................................sorumluluklarımızı
...................................................................ciddiye almalıyız."
[2]


Arthur Schopenhauer'in ifadesiyle, "Rahme düşmesi bir suç, doğumu bir ceza, hayatı bir meşakkat ve ölümü bir gereklilik iken insan nasıl vakur bir yaratık olacaktır?"[3] sorusuyla yüz yüze bırakıldığımız bir kesitte ödül almak sevindirici; ama kekre bir "sevinç" bu…

Nasıl kekre olmasın?

Öylesine hazin bir dünyada yaşıyoruz ki, doğruyu söylemek; ısrarla savunmak; hakikâti dillendirmek "ödüllendiriliyor"…

Oysa insanın en insani hâli değil mi; bu edimler?

Keşke, keşke doğruyu söylemeye; ısrarla savunmaya; hakikâti dillendirmeye "ödül" verilmeseydi…

Umut ettiğim; özlemini çektiğim; uğruna dövüştüğüm sadece bu! Yani insan olmanın ne ödüllendirildiği ne de "cezalandırıldığı" bir dünya…

Böylesi bir dünyanın mümkün olduğu inancı ve umuduyla alıyorum bu ödülü. Ancak belirtmeden geçmeyeyim: Ödülün gerçek sahibi ben değilim; Onlar…

O… Hani hayatın uğruna hâlâ aşkla dövüşülmesi gerektiğini bana -her gün, her saat, her saniye!- gülümseyişiyle hatırlatan o afet-i devran; eşim Sibel…

Onlar… Bana mahkemelerin karşısında nasıl dik durulması gerektiğini, durulacağını öğreten İsmail Beşikçi, Fikret Başkaya hocalarım…

Onlar… Yurdum mahkemelerinde hep omuz omuza olduğum sevgili Filiz Kalaycı, Levent Kanat ve Şiar Rişvanoğlu yoldaşlarım…

Onlar… Beni 2009 1 Mayıs’ında Taksim’e çıkaran(lardan) Ecevit Piroğlu, Dersim Dağları’nda bıraktığımız oğlum Ökkeş Karaoğlu ile ısrarları ısrarım olan Barış ve Cumartesi Anaları ve de Ahbarik’im Hrant’ttır…

Dedim ya bu ödül Onlarındır; ben bir vesileyim sadece…

O hâlde şimdi Onlar gibi; "İktidarın olduğu her yerde direniş vardır" diyen Foucault’u, Spinoza ile anımsama zamanıdır.

"İyi bir toplumda, kötülük gibi, iyiliğin de yeri yoktur," diyen Spinoza, ‘Teolojik-Politik İncelemeler’in de, "asıl mesele"nin "düşündüğünü söyleme özgürlüğü" olduğu vurgusuyla; “insanı köleleştiren özgürlük yanılsaması”nın önemine dikkat çekerken; hepimize, soyut bir özgürlük kavramının olumlanmasını değil, her insanın biricikliğini temsil eden kişisel özerklik vurgusunu anımsatması boşa değildir…

Galiba şimdilerde bunu, her zamankinden daha çok ısrarla dillendirmek gerekiyor…

Malum "İktidarın karşısında hakikâti söylemek" anlamında Parhesia cüreti gerektirir. Çünkü insan olmak ve kalmak artık bir cürete dönüşmüştür…

"Cesaret Ana" diye anılan; bu sıfata sonuna dek layık olan ve Parhesia’nın tam karşılığına denk düşen Ayşenur Zarakolu’nun yol gösteren aziz anısı da bizlere, hepimize, tüm canlılığıyla bunları anımsatmıyor mu?

Sağ olun, hepinize teşekkür ediyorum…

N O T L A R
[1] İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi’nin verdiği "Ayşenur Zarakolu Düşünceye Özgürlük Ödülü 2009" töreninde yapılan konuşma…. Kaldıraç, No:100, Mayıs 2009…
[2] Peter Ustinov.
[3] Arthur Schopenhauer, Hukuk, Ahlâk ve Siyaset Üzerine, çev: Ahmet Aydoğan, Say Yay.