3 Mayıs 2009 Pazar

Coşkun Büktel
3 Mayıs 2009


İnsanları suç belgesi göstermeden ya da suç belgesinin orijinal kaynağını belirtmeden (orijinal kaynağa link vermeden) suçlayacak kadar alçak değilim.

Sitemin başlığına ("banner") koyduğum "İnsanları ismimi ve isimlerini vermeden suçlayacak kadar alçak değilim" cümlesi; bu cümleyi ilk kez yazdığım 1998 yılından beri (Bakınız: Büktel, "Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları", sayfa 58.) gayet etkili oldu ve sonunda bugün (Orhan Aydın dışında) hiç kimse insanları isim vermeden suçlayamaz, suçlarsa kimseyi inandıramaz hale geldi. Çünkü artık herkes, isim vermeden yapılan suçlamaların osuruktan daha fazla ağırlığı ve önemi bulunmadığını öğrendi. Bu nedenle, "İnsanları ismimi ve isimlerini vermeden suçlayacak kadar alçak değilim" sloganının görevini yaptığını, ve en azından Türk tiyatrosunda, işlevini tamamladığını düşünüyorum.

Dolayısıyla, sitemizin başlığında artık yeni bir sloganın yer almasına karar verdik. O slogan da şudur:

İnsanları suç belgesi göstermeden ya da suç belgesinin orijinal kaynağını belirtmeden (orijinal kaynağa link vermeden) suçlayacak kadar alçak değilim.

Yukarıdaki slogan üstünde birkaç dakika düşünen iyi niyetli her okur, Türk tiyatrosunun bu slogana ne kadar ihtiyaç duyduğunu ve bu sloganın dayattığı şeffaf, demokratik ve bilimsel tavra Türk tiyatrosunun ne kadar uzak durduğunu derhal fark edecektir.

Türk tiyatrocuları, "suçladıkları tarafın görüşlerini suçlananların kendi cümleleriyle ve o cümlelerin yer aldığı "orijinal" kaynağı okurlara bir tıkla ulaşılabilir kılarak aktarmak" biçiminde tarif edebileceğimiz demokratik yöntemi inatla reddediyorlar. Tiyatrocularımız suçladıkları tarafın sözlerinin tamamını ya da bir kısmını okurlardan saklamayı uyanıklık, karşı görüşlerin direkt ve orijinal kaynaklarını okurlara ulaştırmayı ise akıllarından bile geçiremeyecekleri bir enayilik sayıyormuş gibi davranıyorlar. Kısacası, demokrasiyi, yalnızca faşist diye niteledikleri iktidarlardan talep edecekleri ama kendi uygulamalarında "hiç işimiz olmaz" diyerek bir kenara itecekleri, reel politiğe uymayan, romantik bir eğilim olarak değerlendiriyorlar. Demokrasiyi yalnızca karşıdan bekliyor ama kendileri asla benimsemiyorlar.

Demokrat olmayı reddeden insanlar, doğaldır ki, asla "bilimsel" olamıyor, olma çabasına bile girmiyorlar. Çünkü bilimsellik, her şeyden önce, hakikat sevgisinden kaynaklanan ödün vermez bir "nesnellik" gerektirir. Oysa tiyatrocularımız, hakikati değil, kendilerinin ve ait oldukları dar çevrenin (grup, kurum, cemaat, tarikat, tekke, çete, örgüt, platform) çıkarlarını önde tutmayı; nesnel hakikat bu çıkarları zedelediğinde hakikati örtbas etmeyi; örtbas edilen hakikati ille teşhir etmeye kalkan hakikat severleri ise iftirayla, tehditle, cemaat kalabalığının kelle sayısıyla boğmayı yöntem olarak benimseyebilmekte; kısacası, belge ve kaynak göstermeye yani bilimselliğe asla itibar etmemekteler.

Tiyatrocularımızın bilimsel görünmeye en çok özenen kesimleri ise, tekkeyi korumaya yönelik yalan, iftira ve sahtekârlıkları soğukkanlı bir ciddiyet görüntüsünden ibaret güya "bilimsel" bir tavırla gerçek diye, erdem diye sunmaktan; tekkeye zarar verecek gerçekleri ise, tekkenin fügüranları görmesin diye sansür edip saklamaktan; öne sürdükleri iddiaların mantıksızlığını, suni, yapmacık, heyecansız, yaşamasız, sıkıcı bir Türkçe'yle yarattıkları bir laf salatası içine gömüp kamufle etmekten başka marifete sahip değiller. Kulağı mümkün olan en ters taraftan göstermeyi ve bu "dolaylı" yöntemle en temel mantık kurallarını ortalama okura fark ettirmeksizin ters yüz etmeyi bilimsellik olarak tedavüle sokmanın mücadelesini veren, zekâ ve yaratıcılıktan nasipsiz bu "kurnaz" tekke şeyhleri; bilimsellik adına nesnellikten ve çıplak hakikatten, belge ve kaynak göstermekten, gerçekleri dobra dobra söylemekten yana olmak yerine; hemen daima yapmacık ve yaşamasız bir "ciddi eda"dan ve (Kraliçe Victoria dönemi mutaassıp aristokratlarının pek çok sözcüğü müstehcen saydığı için, örneğin "Afedersiniz, ıspanak" demeyi öngören suni −"euphemistic"− ifade tarzına benzer) iki yüzlü, mutaassıp bir ifade tarzından yana oluyor; bu garabet, bu mutaassıp ifade tarzının sınırlarını aşmış ve sürekli olarak hakikati "açıkça, mertçe Türkçe" konuşmanın savunmasını yapmış, direkt, dürüst ve yürekli insanları "küfürbaz" olarak tanımlamaya, tekkelerden ve "internetin sakar gezginlerinden" imza toplayarak bu "küfürbazları" halk düşmanı ilan etmeye çalışıyorlar.

Bu durumda, yeni sloganımızın site başlığımızda sürekli ışıldayarak Türk tiyatro camiamızı sürekli aydınlatmasına şiddetle ihtiyaç var diye düşünüyoruz. İyi niyetli insanlar, artık bir suçlama yazısı okurken, yeni sloganımızın Türk tiyatrosuna dayattığı kriterleri bir an bile hatırdan çıkarmazlarsa, okudukları suçlamalara ne kadar inanacaklarını daha doğru saptayacaklar ve vandallar tarafından dezenforme edilmekten daha kolay korunacaklar. Öyleyse son bir kez tekrarlayalım:

İnsanları suç belgesi göstermeden ya da suç belgesinin orijinal kaynağını belirtmeden (orijinal kaynağa link vermeden) suçlayacak kadar alçak değilim.


NOT: Yukarıdaki yazıyı somut biçimde kanıtlayan olayları ve kişileri tanımak için sitemizi gezmeye şu başlıktan başlayabilirsiniz:

"Asıl küfür Theope'ye ve yazarına edildi, ediliyor"

(Kaynak: coskunbuktel.com)