6 Mart 2009 Cuma

Kurhan'ın yazısını YORUMSUZ sunuyoruz! / 11

2008 - 2009 Sezonunda Yaşanan Ödül ve Jüri Skandalları


Ömer F. Kurhan
6 Mart 2009


Şu sıralar tiyatro alanında neler olup bittiğine dair sürekli bir internet taraması içindeyim. İşin dozunu biraz kaçırdığım söylenebilir. Fakat bu tavrımın son dönem alevlenen tiyatro yayıncılığı tartışmalarına daha fazla kafa yorma ihtiyacından kaynaklandığını belirtmeliyim. Bu işi yaparken başka bakımlardan da faydasını görmediğimi söylemek yanlış olur. Örneğin son dönemin en popüler tartışma konusunun Muhsin Ertuğrul Ödülleri skandalı olduğunu anladım; şu kendine de ödül dağıtma başarısı gösteren jüri meselesi yani…

Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (TEB) bu skandalı görmezden gelmeyip ifşa edince, tiyatro haber-yayın siteleri meseleye ilgi gösterdi. Zaten gündelik yayın yapma iddiasındaki tiyatro haber-yorum sitelerimizin genelde tavrı gündem oluşturmak değil de resmi ve profesyonel tiyatro çevrelerinde zaten oluşmuş gündemlere şöyle ya da böyle yer vermek olduğu için, TEB’in çıkışının tiyatro medyası açısından ayrı bir önem kazandığını kabul etmek gerekiyor.

TEB Muhsin Ertuğrul Ödülleri skandalı karşısında protesto düzeyinde bir bildiri yayımlayınca ne oldu? Böylece en azından bu defa kol kırılıp yen içinde kalmamış oldu. Cihan Ünal ve Müjdat Gezen gibi sanatçıların ödülleri iade etme süreci başladı ve son olarak kendine ödül verir duruma düşen oyun yazarı Tuncer Cücenoğlu gecikmiş olarak jüri üyeliğinden istifa etti. Sonuç: Muhsin Ertuğrul Ödülleri kendi yarattığı skandalın altında kalarak tuzla buz oldu.

TEB’in öncülüğünde bir ödül skandalının ifşa edilmesi Türkiye tiyatrosu adına umut verici kabul edilebilir. Fakat, birkaç ay önce İsmet Küntay Ödülleri skandalı gündeme geldiğinde benzer bir ilginin doğmamış olduğunu hatırlamak gerekiyor. Oysa bu skandal, haksız bir şekilde emeği görmezden gelinerek el çabukluğu marifet jüriden ismi silinen Erbil Göktaş tarafından yeterli açıklıkta ifşa edilmişti. Ortada demokratik bir jüri sistemi değil, Hayati Asılyazıcı’nın başında olduğu bir jüri ağalığı sistemi vardı. Kendi jüri üyesinin emeğini hiçe sayan ve onun emeğini atadığı başka bir jüri üyesine mal eden bir anlayış, İsmet Küntay’ın anısına büyük bir saygısızlık olarak protesto edilmesi gerekirken, bir sessizlik örgütlendi.

Bu tip skandalları buzdağının zaman zaman ifşa edilen görünümleri olarak değerlendirmekte fayda var. Çünkü tiyatro alanında nereye bakılsa bir skandalla karşı karşıya kalmak kader gibi görünüyor. Bunu çeşitli yazıların satır aralarına gizlenmiş olarak ya da bazen daha çarpıcı olarak görmek mümkün. İşin içine bir de “duyumları” katarsanız, Türkiye tiyatrosu sanki bir skandallar denizinde yüzüyormuş izlenimi edinmemek mümkün değildir. Üstelik çamurun size de sıçramayacağının hiçbir garantisi yoktur. Sonunda yılıp “çürüme” demek kaçınılmaz hale geliyor. Şuradaki ya da buradaki bir çürüme değil, yapısal ve genel bir çürüme.

Bilindiği üzere, tiyatro alanında ödül taraftarlığı ve karşıtlığı ikilemi vardır. Öncelikle bu konuda bir netleşmeye ihtiyaç olduğunu söyleyebiliriz. İlkesel olarak ödül verilmesine karşıysanız, irili ufaklı her türlü nişan ve madalyaya karşı çıkmanız gerekir. Ödül karşıtları, ödül dağıtan jürilerin içine battığı skandalları ne kadar haklı olduklarını göstermek için ifşa eder ve yorumlarlar. Tiyatro alanında ödül karşıtlığına dayalı söylem pek yaygın değildir. Fakat özellikle amatör tiyatro alanında bu yönde girişimlerin olduğu söylenebilir.

Bugün, jüri veya ödül skandalları ile ilgili olarak öne çıkan, tabii ki ödül taraftarlığı/karşıtlığı çatışması değildir. TEB’in bildirisinden anlaşılabileceği gibi, mesele tiyatro alanında hiyerarşik ödüllendirme mekanizmalarının ıslah ya da terbiye edilmesiyle ilgilidir. Ödül dağıtırken torpil anlamına gelecek bir görüntü yaratmayacaksın, siyasi kurumlardan aldığın desteğe karşılık dalkavuk görüntüsü çizmeyeceksin, özellikle “Muhsin Ertuğrul” gibi Türk tiyatrosunun kurucu babası bir ismi kullanıyorsan çok dikkatli olacaksın vs…

Muhsin Ertuğrul Ödülleri’ne gösterilen ilginin İsmet Küntay Ödülleri’n e gösterilmemiş olması, hiç kuşkusuz “kol kırılır yen içinde kalır” yaklaşımıyla ilgilidir. Meslektaşlar olarak birbirinin ayıbını kamuya mal etmeyecek, mağdursan şansına küseceksin. Nitekim, bildiğim kadarıyla Erbil Göktaş’ın ifşaatı kısa dönemli ve ikincil bir seyirlik bir dava olmaya mahkum edilmiştir.

Bu noktada özellikle muhalif tiyatrocular harekete geçebilirdi, ama onların yapıp yapabildiği en fazla haber yapıp kendi aralarında sohbet etmek oldu. Bu da normal; var olma kaygısının ve kafa karışıklığının fazlasıyla ağır bastığı bir bölgede, aydınlık bir zihinle gelişmeleri takip edip uygun ve toplu tavırlar geliştirmek kolay değil. Kim uğraşacak İsmet Küntay Ödülleri’yle? Ayrıca o da kim? Tiyatrocular arasında İsmet Küntay’ı tanıyan, eserlerini bilen kaç kişi var belli mi? Yaratılan ödül enflasyonu içinde, ödüllerin hangisi önemli hangisi değil, hangisi neye hizmet ediyor anlamak mümkün değil. İş rayından çıkmış bir kere…

Daha da kötüsü, kafa karışıklığı ve ataleti aşacağım diyerekten sübjektif ve temelsiz gündemler oluşturmak. Örneğin OYUN sitesinin editörü Hilmi Bulunmaz düzenli olarak 13. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali’nin bir ödül skandalına sahne olduğunu iddia ediyor. Hilmi Bulunmaz’a göre, Talat Halman’a verilen emek ödülü gerçekte 12 Mart’ın faşist bir bakanına verilmişti. Bu yaklaşım muhalif tiyatrolar bölgesinde kısmen destek bulmakla birlikte, daha sonra çözülme yaşandı ve bildiğim kadarıyla, sadece Bulunmaz Tiyatro ile Özgür Tiyatro sözcüleri (Hilmi Bulunmaz ve Özgür Başkaya) iddialarını sürdürdüler.

Emek ödülü “skandalını” kafa karıştırıcı hale getiren aslında kestirmeci ve yanıltıcı bir yansıtmadır. Ödül politikasının eleştirisi yerini evrensel bir ön kabul olarak faşizm karşıtlığına bırakmış ve Halman faşist miydi değil miydi ya da istifa mı etmişti tasfiye mi edilmişti, tasfiye edildiyse bile faşistliği baki mi kalmıştı vs. belirsizliğe sürüklenen tartışmalar yaşanmıştı. İşin içine 12 Eylül öncesi radikal sol kültürden devralınan “karşı devrimci” ya da “sosyal faşist” ölçüler de girince, iş festival organizatörlerini faşistlikle suçlamaya kadar gitti ve kantarın topuzu bir hayli kaçtı.

Kendi içinde ödül mekanizmaları kurgulamasa bile, muhalif tiyatronun bu skandal iddialarına duyarlı olmasa gerekir. Adı konulmuş ödüller dağıtılmıyor diye, örneğin alternatif şenlik organizasyonlarında seçici davranılmadığı söylenemez. Yani oralarda da bir çeşit seçici çağrı sistemi işler. Şenliğe çağrılmak aslında bir çeşit ödüllendirme gibi algılanır. Dolayısıyla, aslında ödüllendirmeden ziyade, ödüllendirmenin biçimlerini tartışmak zorunda kalırız. Kategorik olarak ödüllendirmeyi reddetmek anlamsız görünür.

Bu anlamda, Halman’a verilen emek ödülü vesilesiyle gecikmiş olarak gündemimize giren 2007 3. Aydın Tiyatro-Drama Günleri’nden “Palto” oyununda “Enternasyonel” söyleniyor diye Yenikapı Tiyatrosu’nun şenlikten dışlanması, sadece bir sansür skandalının yaşanıp yaşanmadığını değil, seçici iktidarın (jürinin) görevini kötüye kullanıp kullanmadığını da tartışma konusu haline getirir. Bunu ifşa edilmiş ve sansür eylemini gerçekleştiren “jürinin” sözcüsü Özgür Başkaya’nın kaçak güreştiği bariz bir örnek olduğu için veriyorum. Tartışma çok daha kapsamlı yürütülebilir.

Alternatif bir tiyatro kulvarı açmaya çalışırken “jüri” kriterlerimiz neler?

2008-2009 sezonunda art arda gelen ödül ve jüri skandallarını masaya yatırırken, bu soruya yanıt bulmamıza yardımcı olacak sonuçlar çıkartabilmeliyiz. Farkında olmadan jüri ağası olmanın çekiciliğine kapılmak, ahbap-çavuş ilişkilerini temel almak, kendini üst otorite ilan etme girişimlerinde bulunmak bağışık olduğumuz dışsal bir kültürün görünümleri mi? Yoksa tehlike her yerde mi?

(Kaynak: istanbul alternatif tiyatrolar platformu - girişim)