Eskişehir Günlükleri - Kendi Gök Kubbemiz
Rıfkı Demirelli
24 Mart 2009
Bu hafta yapılan süper lig maçında Eskişehirsporlu bir futbolcu tarafından kendi kalesine iki gol atıldı. Bir gol de rakip takıma atılmasına rağmen takım yenildi. Büyük talihsizlik. Kendi kalesine gol az görülür, iki gol çok az görülür. İki gölün ayni oyuncu tarafından kaydedilmesi ise düşünülmez bile. Herhalde, bunlar gol krallığında sayılmıyor. Zaten bu şanssızlık savunma oyuncularının başına gelir ki; onların da gol krallığı iddiaları olmaz.
* * *
Hani fırtınalar kopmuş “Kendi Gök Kubbemiz” çatlamıştı ya, işte şimdi o oyunun turnesi nedeniyle Eskişehir’deyiz.
Hava puslu, Porsuk Suyu kent içinde yeşil-bulanık akıyor…
Yılların oyuncusu Toron Karacaoğlu’ ile sohbet bu sıkıcı havayı ve bulanık suyu bir nebze olsun unutturuyor.
Sansür meselesi ile ilgili olarak yaptıklarımı söyleyince de.“İyi halt etmişsin” diyerek azarlandım.
“26 Ağustos” şiirini, arada bir okuduğunu, hiçbir baskı olmaksızın kendisi tarafından kaldırıldığını söyledi. Bu da bir halttı. Büyük adamların haltı da öyle büyük oluyordu.
“Mademki; Okumak veya okumamak konusunda bir baskı yok, bari burada istek üzerine bir kez okuyun, bakın burası Metris Tepeye daha yakın, çok da yakışır.” Sözlerimi ise hiç duymadı bile.
Porsuk Suyu kent içinde yeşil-bulanık akıyordu. Havanın hiç keyfi yoktu…
Nihayet, Hanlar Gençlik Merkezinde ilk oyun. Yılların oyuncusu koca şairi oynuyor. …Bursa Erkek Lisesindeki konuşma, milli edebiyatımıza Metris tepeden yeni bir bakış açısı önerisi, Atatürk’ün telgrafı ve boşluk… “26 Ağustos” şiirinin yeri boş. Fondaki Atatürk’ün hayali Yahya Kemal’e bakıyor. Ama biraz dik, biraz kırgın bakıyor.
26 Ağustos, 30 Ağustosta işgalci emperyalistlere karşı zaferle sonuçlanan kurtuluş savaşımızın doruk noktasıdır.
Yarın da “17 Mart Çanakkale Zaferi”nin ("18 Mart" olmalı. HB) yıldönümü ve şehitler haftasıydı.
Hepsi boş yere bir selam bekledi…
Ve Porsuk Suyu kent içinde yeşil-bulanık akıyordu.
* * *
Televizyonlarda onca kaliteli görüntüler dururken, güvenlik kameralarının bir kaydı aklıma takıldı kaldı.
Elleri biribirne kelepçelenmiş iki mahkûm nakliye sırasında fırsat bulup kaçıyor. Çift yönlü yolun dört bariyerini de engelli koşu yapan sporcu enerjisi ve dans eden ikili uyumu içinde aşıyorlar. İşte tam o sırada olan oluyor. Fark edemedikleri incecik bir direği ortalayınca direğin öteki tarafında kafa kafaya çarparak yere yığılıyorlar. Arkadan gelen görevliler de iki kafadarı toplayıp götürüyor. Özgürlük hevesleri kısa sürüyor.
Direk ince olmasaydı mutlaka fark ederlerdi.
Ama nereye kadar bu kaçış… Belki bir duvar, belki de bir çukur.
Ne olursa olsun. Bence yakalanmayı bu kadar ilginç yapamazdı.
Bir de şu kelepçe. Müthiş bir icat. İnsanın ellerini önden de arkadan da bağlıyabiliyor. İnsanı sabit bir yere bağlıyabiliyor. İki insanı biribirne bağlıyabiliyor.
Ancak iki insanı biribirne bağlarken aynı eller birleştirilirse, yani sağ el sağ ele veya sol el sol ele kelepçelenirse bu tür kaçmalar zorlaşır. Birinin geri geri yürümesi mecburi olur. Bu durumdakileri siyasetçiler pek sevmezler. Çünkü alkış çalmaları zordur.
* * *
Başka bir gün, yine kahvaltı sonrası sohbet var. Toron Bey çok eski zamanlarda bir sahne hatırasını anlatıyor. Bu, Toron Bey’in bir bayan oyuncuyu divana taşıması şeklinde devam eden bir sahnedir.
Toron Bey rahatsızlanıp, birkaç gün dinlendikten sonra oyuna döndüğünde, bu sahnelerin rol arkadaşları tarafından kaldırıldığını, durum yönetime intikal edince de, o sahnelerin tekrar aynısının nasıl oynatıldığını anlatıyordu.
İşte tam da burada bu günlerin ısrarcı yaramaz çocuğu ben, yine fırsatı yakalayıp “Kendi Gök Kubbemiz” oyunundaki “26 Ağustos” şiirini, tek kişilik bir oyunun nöbetçi rejisörü ve ya oyuncusu olarak neden nasıl kaldırabildiğini, yönetimin haberi olduğu halde neden müdahale etmediğini soruyorum.
Yahya Kemal’i anlatan oyunda Yahya Kemal’in şirinin yasaklanmasının yok edilmesinin doğru olmadığında ısrar ediyorum.
Birileri “Ben böyle şiirin içine tükürürüm…” diyerek bu şiirin kaldırılmasını buyurmadıysa, neden tekrar yerine konmuyor. Eskişehir fırsatını kaçırdılar. Yoksa bunu yapmak için can atıyorlar da sezon sonu olduğundan yer mi bulunamıyor. Gelecek sezona kadar bekleyelim.
O zamana kadar da “kim öle kim kala.”
Bu şiiri yasaklamak ve ya bir kaza sonucu kaldırıldıysa yerine tekrar koymamak işgalci emperyalizmin yanında olmayı ve şiirde geçen her kelimenin karşıtı olmayı gerektirir. Bunun da vebali çok büyüktür.
Artık, bundan sonra her şey keyfe keder, başka oyuncular da istemedikleri metinleri ve mizansenleri atarsa, aksesuarcılar birtakım gerçleri artık koymuyorum derse, efektörler, ışık tasarımcıları ve dekor tasarımcıları bir süre sonra bazı parçaları tamamen çıkarıp ve ya yerlerini değiştirmek ister, bu durumu da emsal gösterirse yönetim ne yapacak, merak ediyorum.
Yönetmeliklere itibar edilmeyecekse olacağı budur.
Belgeler ortaya dökülmeden önceki, hiç böyle bir şiirin olmadığı açıklamasını merak edip soruyorum. Bu sözlerin de sağlıklı bir iletişimle alınmadığını, birazcık karmaşaya getirilip yazıldığını söylüyor.
Güneş birazcık yüzünü gösterir gibi oluyor ama Porsuk Suyu kent içinde hala yeşil-bulanık akmaya devam ediyor.
Bu ayın sansür raporuna göz attığımızda; Tubitak’ın bilim dergisinde Darvin sansürü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarında; Genel Sansür Yönetmenliğince Yahya Kemal’in anlatıldığı “Kendi Gök Kubbemiz” oyunundaki “26 Ağustos” şiirine ve TRT den Hadise’nin şortuna yapılan sansür damgasını vuruyor.
Önümüzde “27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü” var. Bu yılkı temanın sansür olmasını umud ediyorum.
Porsuk Suyu kent içinde yeşil-bulanık akıyordu ya, kentin biraz dışında şeker fabrikası civarında çok büyük bir park düzenlenmiş. Porsuk Suyuna arıtma tesisleri kurulmuş. Devamına da nehir-plaj yapılmış… Artık Porsuk Suyu pırıl pırıl akıyor.
Darısı bütün akarsularımızın başına. Darısı bütün kirlenmeye yüz tutmuş kurumların başına. Darısı Şehir Tiyatrolarının başına.
Yakın bir gelecekte, dalya derken buna çok ihtiyacı var.
Güzellikler evi pınar suyudur, lağım suyu ile birleşmez.
Muhabbetle.
Rıfkı Demirelli
Eskişehir
19–03–2009
Yazarın Tüm Yazıları
Bu Yazıyı TAVSİYE ET!
Yorumlar
Nedim Saban
3/24/2009
Sayın Demirelli, Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Orhan Alkaya’nın Toron Hoca’nın elinden, bu şiiri kendisinin kaldıdığına dair bir kağıt alarak sansürcü olma lakabından sıyrılmaya çalıştığını duydum. Umarım bu değerli sanatçıyı böyle bir tuzağa düşürmezler. Peki ya, birkaç gün önce, böyle bir şiirin hiç olmadığı iddiası karşısında tiyatro izleyicilerinin yüzüne nasıl bakacaklar, söyler misiniz, lütfen?
(Kaynak: Tiyatro Dünyası)