Seyirlik Hale Getirilerek İçi Boşaltılan “Theope” Vakası Üzerine Bir Not
Ömer F. Kurhan
19 Şubat 2009
Aslında “Theope” vakası üzerine bir notu, zaman zaman fanları tarafından Türk tiyatro dünyasının polemik kralı olduğu ilan edilen, bana göre yazım alanında magazin pratiğine katkı sunmaya devam eden Büktel’in haftalardır kurtulamadığı yazma tutukluğu nihayet sona erdiğinde düşecektim. Fakat Büktel’in Fanları Kulübü’ne (BFK) üye Feridun Çetinkaya “İATP-G ‘Bazı’ İnsan Hakları İhlallerine Karşı” başlıklı yazıyı yazıp Büktel de bu yazıyı baş tacı edince, muhatabım ha o olmuş ha bu olmuş fark etmez deyip, konuyla ilgili notumu düşmeye karar verdim.
Çetinkaya’nın görüşme talebinde bulunması üzerine bazı İATP-G temsilcileriyle görüştüğünü biliyorduk. Onların aktardığına göre, güya Çetinkaya “İATP-G İnsan Hakları İhlallerine Karşıdır!” bildirisi hakkında bir eleştiri yazısı yollayacak, İATP-G de sonraki olağan toplantısında gündeme alınması önerilen “Theope”, “Özdemir Nutku Skandalı”, artık var olmayan “TİYATROM sitesi sansürcü müydü?” ya da “Halman Skandalı” gibi konulara ilişkin kurumsal görüş oluşturacakmış.
Yoksa BFK nihayet kamusal alana inmeye karar vermiş ve İATP-G’yi de tavır almaya mı zorluyordu?
Beklenebileceği gibi, az biraz kurumsal ve de kamusal ciddiyet içeriyormuş görünen görüşmeler Çetinkaya tarafından hızla rayından çıkartılarak bir kez daha magazin malzemesi haline getirildi. Ve tabii İATP-G’ye bir eleştiri yazısı filan da gelmedi. Bunun yerine, boşu boşuna İATP-G gündemini meşgul ettiği anlaşılan Çetinkaya, bir karşı propaganda yazısı yayımlayarak güya hepimizi şaşkınlıklara boğdu. Meğersem İATP-G benim bir dediğimi iki etmeyen bir yapı değilmiş. Bu ne yaman çelişkiymiş?
Nihayet Çetinkaya anlamış (mı?): Eğer ortada dar bir arkadaş gurubunun sınırlarını aşan daha kompleks bir girişim yapısı varsa, ne yazık ki “Bir dediğini iki etmeme” durumları kolay kolay yaşanmaz. Çelişkilere ve hatta bazen çatışmalara katlanmak zorunda kalırsınız. Hatta ortada çelişki ve dinamizm yoksa, asıl bundan şüphelenmekte fayda vardır (nerede hareket, orada bereket). Kamusal alanda aşırı uyumlu görünmek – ki bunun sonucu genelde kamusal atalettir - yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğuna delalet eder.
OYUN sitesinin editörü Bulunmaz’ın ‘Kim bu Emrah Özlek?’ araştırması yapmasının aslında bir gereği yok. Emrah Özlek veya Feridun Çetinkaya veya Coşkun Büktel… Bunların tamamı aynı özün farklı görünümleri… Bundan sonra, kendilerine bir toplam olarak hitap edip özetle “Coşkun Çetinkaya” diyeceğim. Şimdilik sanal bir gerçeklik olduğu neredeyse kesinleşen “Emrah Özlek”i işin içine katmıyorum; çünkü “Theope” vakasına yeterince bulaşmış sayılmaz.
Sanıyorum Büktel’in de adil sayılabilecek bu toplama işlemine bir itirazı olmayacaktır. Çünkü Çetinkaya’nın yazısı ile ilgili olarak şu lafları etmiş: “… müthiş bir okuma lezzeti sunan, ‘doyurucu’ yazı…” Bana göre bu yazı, “o..urmak” ya da “s..çmak” gibi fiiller devreye sokularak işin kısmen lümpenliğe de vurulduğu bir demagoji denemesi.
Bu lümpenliğe de meyleden yaklaşım, Coşkun Çetinkaya’nın tabii ki kamusal değil ama absürd hale getirmeyi başardığı “Tehope” vakasının belirgin dışavurumlarından sadece bir tanesi. Başka bir örnek verecek olursam: Coşkun Çetinkaya’nın şahsi, ama biraz da BFK “lezzetinde” sitesini ziyaret edenler görecektir. Orada bir “alçaklar”, “sapıklar” ya da “iftiracılar” (geçmişte bir imza kampanyasıyla Coşkun Çetinkaya’yı protesto etmiş olanlar) listesi var. Eski TİYATROM sitesi editörü A. Ertuğrul Timur Coşkun Çetinkaya’ya bir mektup yazıp bir hatırlatma yapma gereği duymuş. Demiş ki benim bu listede ne işim var? Ben zamanında bu yanlış bulduğum kampanyadan imzamı çekmiş, hatta özeleştiri vermiş ve çevremi de uyarmıştım. Coşkun Çetinkaya eveleyip geveleyip diyor ki gözümden kaçmış olabilir. Sonra da ilahi bir jestle kararını veriyor: ‘Madem özeleştirini veriyorsun, seni listeden azat ediyorum!’. Bir özür dileme nezaketi dahi gösteremiyor: Kusura bakma, uyarana kadar şunca zamandır seni haksız bir şekilde “alçaklık”, “sapıklık” ya da “iftiracılık” gibi hakaretlerin muhatabı kılmışım diyemiyor.
Bu, Coşkun Çetinkaya’nın açık sözlülükten anladığı magazinel yaklaşım içinde gayet tutarlı bir yere oturuyor: Ben suçlamakta ve hatta hakaret etmekte özgürüm, eğer suçlama ya da hakaretten kurtulmak istiyorsanız, bunu ispat etmek size düşer. Bu da yetmez; ispatın bir şekilde benim bazen dalgınlık da gösteren sübjektif evrenimde yerini alma şerefine erişmesi gerekir.
Coşkun Çetinkaya’nın şu magazinleştirdiği “Theope” vakasına gelecek olursam: Özdemir Nutku’nun tavrının nasıl yorumlanacağı konusunda bir anlaşmazlık içinde olduğumuz doğrudur. Bana göre, Özdemir Hoca resmi tiyatro kurumlarından dışlanan “Theope” üzerinde bir şaibe yaratmıştır. Fakat bu şaibe, Özdemir Hoca’nın kelime kelime ya da cümle cümle söylediklerinden yola çıkarak gösterilemez. Bu sonuca ulaşmak için söylenenleri olaysal bağlam içinde değerlendirmek gerekir. Buna karşılık Coşkun Çetinkaya şunu iddia etmektedir: Hayır, şaibe ne kelime, Özdemir Hoca’nın söyledikleri iftiracı olduğuna yeterli kanıt oluşturmaktadır.
Pekiyi nasıl oluşturmaktadır?
Elimizde Özdemir Hoca’ya ilişkin işitsel-görsel kaydı da yayımlanmış dört tane cümle var:
(1) “Hiçbir şeyle itham etmiyorum.”
(2)“Fransızca’da 16.yüzyılda yazılmış Theope diye bir oyun var.
(3)“Özellikle Fransız filolojisinden ve Fransız dilini bilenler onu biraz şey etmeliler yani, bir bakmalılar.”
(4)“Aradaki benzerliği görmek için.”
Normalde bu cümleleri önermelere çevirmem gerekirdi. Ama Coşkun Çetinkaya’nın olaysal bağlama dayalı akıl yürütme eyleminden hazzetmeyen alıntıcılık saplantısı nedeniyle aynen bıraktım. İsteyen bunu kendi kafasında yapabilir.
Şimdi elimizdeki bu dört cümleye bakan, Özdemir Hoca’nın “çalıntıdır” türünden bir iddiası olmadığını anlayacaktır. Bir benzerlik olduğu iddiası vardır. Birinci ve üçüncü cümleden de anlaşılabileceği gibi, bu benzerlik iddiası kanıtlanmış değil; yani ortada kontrol ve teyit edilmesi gereken bir benzerlik iddiası vardır. Önermelerin bir ilişki içinde ele alınmasını söyleyen temel mantık bilgisi bu sonucu çıkarmamız için yeterlidir. Yani ne Özdemir Hoca savunucularının iddia ettiği gibi birinci cümle esas alınabilir; ne de Coşkun Çetinkaya’nın iddia ettiği gibi dördüncü cümle.
Öte yandan, bir şeyin başka bir şeye benzemesi için, o başka şeyin var olması gerekir. Nitekim Coşkun Çetinkaya da bunun farkına varmış. İşte Özdemir Hoca’nın köşeye sıkıştığı noktanın tam da bu olduğunu söylemektedir. Gerçekten de, ortada benzetilebilecek bir eser olmadığına göre, benzerlik tezinin olgusal temeli çökmüş ve açık bir yalan ya da iftira olasılığı belirmiştir.
Dikkat edilecek olursa, “olasılık” diyorum. Çünkü olgusal önermelerle bir sonuca ulaşmak biçimsel mantık içinde çözülebilecek bir sorun değildir. (Coşkun Çetinkaya’nın bir türlü vakıf olamadığı temel bir mantık bilgisi.) Karşınıza öyle bir olgu çıkar ki, bu tamamen uydurma görünen benzerlik iddiasının aslında tamamen uydurma olmadığı ya da iftira atma niyeti taşımadığı ortaya çıkabilir.
Örneğin, kontrol edilmesi şartıyla benzerlik iddiasını ortaya atan Özdemir Hoca, gerçekten de tamamen yanlış ve ilgisiz bir çağrışımı gündeme getirmiş olabilir. Yani benzerlik iddiası kendi içinde (olaysal bağlamdan kopuk olarak) kötü niyet taşımıyor olabilir. Bu noktada, doğru ya da yanlış, benzerlik iddiasının iftira amaçlı ortaya atılmadığı açıklamasının samimiyetine inanıp inanmamak önem kazanacaktır.
Pekiyi samimiyet nasıl test edilecek?
Şimdi deniliyor ki, Özdemir Hoca ikinci bir “Theope”nin varlığını ispatlayamadı, şu ya da bu nedenle tamamen yanlış ve ilgisiz bir çağrışımdan hareket edip benzerlik iddiasını ortaya attığı için bir özür de dilemedi. Öyleyse iftiracıdır.
Ben Coşkun Çetinkaya’nın vardığı bu sonuca güvenmiyorum; çünkü belden aşağı da vuran ve gayet “lezzetli” ve de “doyurucu” bulduğu demagojik magazin teknikleriyle de iş gördüğünü biliyorum. Bu tekniklerin de damgasını vurduğu kepaze bir teatral ortamda, medeni cesarete dayalı jestlerin devreye girmesinin kolay olmadığını düşünüyorum. Bu nedenle mesela Özdemir Hoca’nın sustuğunu, yani bir çeşit “kader” kurbanı olduğunu iddia edebiliriz.
Benim düşüncem farklı: Özdemir Hoca’nın şu ikinci “Theope”nin varlığı konusunda yalan söylediği ya da iyi niyetle bir yanlışa düştüğüne değil de, pek bilmediği ya da belki karıştırdığı bir şeylerden söz ettiği izlenimine kapılmıştım. Yani “Theope”yi şaibeli hale getirmek için bir şekilde yoktan var etmek gibi bir eylem geliştirmez (açıkça iftiracı pozisyonuna düşmez) diye düşünmüştüm. Doğrusu, şu “… Fransız filolojisinden ve Fransız dilini bilenler onu biraz şey etmeliler yani, bir bakmalılar” cümlesini tümden ciddiye almazlık etmemiştim.
Pekiyi niye böyle yapmıştım? Çünkü ikinci bir “Theope”nin değil, ama bir Théophé’nin varlığından sanki biraz haberdar gibiydim; belki Fransızca ile aşina olmanın da etkisiyle…
“Theope” vakasında “iftiracı” suçlamasına çok da önem vermediğim ve bu suçlamanın meselenin özünü oluşturduğunu düşünmediğim için, bu konuyu ayrıca eşeleme gereği duymadım. Fakat Coşkun Çetinkaya son yazısında bir kez daha ‘İkinci bir ‘Theope’ yok!” yok yaygarasını basınca; ben evet ikinci bir “Theope”den benim de haberim yok; ama bir Théophé’den haberim var demem gerektiği sonucuna ulaştım.
Şöyle ki: 1697-1763 arasında yaşamış Abbé Prévost (Antoine-François Prévost) adında bir Fransız yazar var ve yazdığı romanlardan birisinin adı “Histoire d’une Grecque Moderne”. Romanın adından Yunanlı genç bir kadının hikâyesinin anlatıldığını öğreniyoruz. Bu Yunanlı genç kadın kahramanın adı Théophé. Yani romanın adı Théophé değil, ama romanda hikâye edilen Yunanlı genç kadın kahramanın adı Théophé. Yabancı dil bilmek koşuluyla bu bilgilere internetten de ulaşılması mümkün. Elbette bu az da olsa zahmet gerektiren işin yapılmasını ‘Ben suçlarım, tersini kanıtlamak suçlanana kalmış’ yaklaşımındaki magazin düşkünlerine tavsiye etme gereği duymuyorum.
Şimdi bu veriye bakarak, Özdemir Hoca bir şeyleri birbirine karıştırsa da, aslında öyle kestirmeden yalan sınıfına sokulacak bir iddiada bulunduğu sonucu çıkmaz düşüncesindeyim. (Yener Aksu’yu yalancı olmakla suçlayan Bulunmaz’ın kulakları çınlasın.) Bir sohbet sırasında birilerinden duymuş olabilir ya da gerçekten bizzat kendisi bir yerlerde rastlamış olabilir, ama nihayetinde tamamen uydurma sözler ettiği sonucuna ulaşılamaz.
Benim düşüncem, Özdemir Hoca’nın “Theope”nin çalıntı olduğu iddiasıyla ve iftira atmak için ortaya çıkmadığı, ‘Büktel’in eserini öyle gözünüzde aşırı büyütmeyin’ iddiasıyla ortaya çıktığıdır. Fakat tartışmaya açık bu tavrını, bilimsel bir eleştiri ortamında değil, eserin sahnelenme hakkının tartışıldığı bir ortamda geliştirmiştir. Eseri şaibeli hale getirdiği eleştirisini bu nedenle yaptım. Yoksa “Theope”nin Türkçe yazılmış en birinç oyun olduğu düşüncesine ben de itibar etmiyorum.
Beni ilgilendiren “Theope”nin “Théophé” adlı kahramanın hikâyesinin anlatıldığı romana benzeyip benzemediği değil. Evet, bazı benzerlikler var: İki eserin de kahramanları benzer adları taşıyorlar ve cinsiyetleri kadın. Bundan ne çıkacak? En fazla Coşkun Çetinkaya’nın olmak istediği gibi bir tanrı olamadığı, her sıradan insan gibi onun da evrensel kavramlar ve kalıplarla düşünmek zorunda kaldığı.
“Theope” etrafında kopartılan magazinel ve de sübjektif fırtınaya karşılaştırmaya dayalı akademik egzersizlerle katkı sunmak anlamsızdır görüşündeyim. Kuşkusuz bu iki edebiyat eserini konu alan karşılaştırmalı bir çalışma yapmak zevkli bir uğraş olabilirdi. Denilebilirdi ki bakın bu eserde kadına bakış şöyle, diğerinde böyle, birinde ahlâki sorunsallaştırma şöyle, diğerinde böyle vs… Fakat bu tip akademik egzersizler dahi, magazin kültürüne batmamış olmak gibi asgari bir ciddiyeti gerektirir.
Sonuç olarak Özdemir Nutku’nun bir şeyleri yanlış hatırlayabileceği, ama tamamen uydurma bir iddianın da sahibi olmadığı bu şekilde gösterilmiştir kanaatindeyim. “Fransız filolojisinden ve Fransız dilini bilenlere” havale edilmiş zayıf bir benzerlik iddiasından hareketle “iftiracı” imal etmek yaygaracı magazinel yaklaşımın şaşırtıcı olmayan bir eylemidir.
Araştırma ve sorgulama yeteneklerini köreltenlere son bir mesaj verelim: Söz konusu olgular olduğunda “iki kere iki dört kadar kesin” gerçekleri keşfeden bir kimse henüz çıkmadı. Bu ilahi bir eylem olarak kabul edilir ve genelde Allah’a havale edilir. Fakat bu tip yanılsama ve yansıtma pratiklerinin ne kadar sübjektif ve ‘duruma göre’ (adil olmayan) biçimler aldığını göstermek zor değildir.
(Kaynak: istanbul alternatif tiyatrolar platformu - girişim)
***
Oyun'un notu: Bakınız; "12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talât Halman'a Emek Ödülü veren TAKSAV'ın neden olduğu tiyatral ve siyasal tartışma, tiyatro dünyasındaki yerini koruyor"