26 Şubat 2009 Perşembe

Kurhan'ın yazısını YORUMSUZ sunuyoruz! / 9

Tiyatro Alanında Demokratikleşme ve Hak İhlalleri Bağlamında İATP-G’nin Duruşu Üzerine Bir Değerlendirme


Ömer F. Kurhan

26 Şubat 2009


2008-2009 sezonunda, İATP-G kısmen doğrudan kendisini bağlayan, kısmen kendi dışında cereyan eden bazı tartışmalı konuları şu ya da bu düzeyde gündemine aldı. Bu gündemleri kronolojik olarak sıralayacak olursak:

1) 13. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali’nde Talat Halman’a verilen emek ödülü,

2) 3. Aydın Tiyatro-Drama Günleri’ne dönük sansür iddiası,

3) Bülent Sezgin’in “tacizci” terimini kullandığı yazısının Tiyatro Dünyası tarafından yayından kaldırılması,

4) Taciz karşıtı kampanya inisiyatifine İATP-G’nin katılım ve desteği,

5) Tiyatro Boğaziçi’nin “Biz, Siz, Onlar” oyununun İstanbul Belediyesi tarafından içeriği nedeniyle engellenmesi,

6) İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları yönetimi tarafından “Yedi Tepeli Aşk”ın gösterimden kaldırılması,

7) Yeni Tiyatro editörü Erbil Göktaş’ın İsmet Küntay Ödülleri bağlamında emek hırsızlığı yapıldığı iddiası,

8) Akşam gazetesi (Bugün gazetesi / OYUN) yazarı Aykut Işıklar’ın tiyatrocu Nedim Saban’a karşı Yahudi karşıtı ırkçılık içeren ithamlarda bulunması,

9) Coşkun Büktel’in “Theope” oyununun damgasını vurduğu ve son olarak 2005’te “Özdemir Nutku Skandalı” adı verilen vakanın niteliği,

10) Geçen yıl yayın hayatına son veren TİYATROM sitesinin sansürcü bir yayın politikası izleyip izlemediği.

Gündeme alınan bu on konu arasında dördünün şu ya da bu düzeyde belirsiz kaldığı söylenebilir: Halman’a verilen emek ödülü, İsmet Küntay ödülleri bağlamında emek hırsızlığı iddiası, “Theope” vakasının yazar hakları açısından anlamı ve TİYATROM’un sansürcü yayın politikası izleyip izlemediği.

Bu dört konudan ikisi (Halman’a verilen ödül ve “Theope” vakası), Bulunmaz’ın editörlüğünü yaptığı OYUN sitesi tarafından düzenli olarak ve öne çıkarılarak gündemde tutulmuş; İATP-G’ye dönük çeşitli eleştiriler de yayımlanmıştır. “Theope” vakası özelinde, Coşkun Büktel’in benim “fan kulüp” dediğim bir anlayışa sahip şahsi sitesi ister istemez öne çıkmıştır: “Theope”nin yazarı Coşkun Büktel yirmi yıla yakın bir süredir kendisini bu davaya adamış görünmektedir. Bu tavrına uygun olarak, kişisel sitesinin ana teması “Theope” vakasıdır demek yanlış olmaz.

Benim zaman zaman polemik biçimi alan yazılarımda dile getirdiğim düşüncelerden de yararlanarak, bu dört konunun nasıl ele alınması gerektiğine açıklık getirmek istiyorum.

1. HALMAN’A VERİLEN EMEK ÖDÜLÜ PROTESTO EDİLMELİ MİYDİ?

OYUN sitesinin editörü Hilmi Bulunmaz, 13. Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali’nde Talat Halman’a emek ödülü verilmesine itiraz etmeyip destekleyici pozisyon alan TAKSAV’ın faşizmin değirmenine su taşıdığını iddia etmişti. Bulunmaz’a göre, bu olaydan haberi olup da karşı tavır geliştirmeyen herkes TAKSAV’ın kaderini paylaşmaya mahkûmdu.

Bu değerlendirmeye göre, İATP-G’nin TAKSAV’la aynı kaderi paylaştığı söylenebilir. Çünkü İATP-G, Yener Aksu’nun festival direktörlüğünü üstlendiği ve TAKSAV’ın organizatörü olduğu Ankara Tiyatro Festivali’ni protesto etmek bir yana, Girişim üyesi topluluk ve bireylerin panel, gösteri ve atölye formatında etkinliklere katılmasına itiraz etmedi. İATP-G temsilcisi Fırat Güllü Halman’a verilen ödülü protesto edenlerin bu protestoyu festivali protesto etme düzeyine taşımalarına karşı çıktı; bunun yerine, protestocuların görüşlerinin festival bünyesine taşınarak tartışılmasına olanak verilmesini savundu. Ne Festival Komitesi ne de TAKSAV’ın tartıştırmayız tavrı geliştirmemesi ise, demokratik ve yapıcı bir jest olarak değerlendirildi.

Festivali protesto edip etmeme konusunda net olan (festivali ya da TAKSAV’ı protesto etmeyen) İATP-G’de belirsiz kalan nokta, Halman’ın gerçekte kim olduğu ve protesto edilmeyi hak edip etmediğidir. Halman gerçekten de Hilmi Bulunmaz’ın ya da festivali protesto eyleminde öne çıkan ATB (Amatör Tiyatrolar Birliği) ve Özgür Tiyatro sözcüsü Özgür Başkaya’nın iddia ettiği gibi 12 Mart faşizminin faşist bir bakanı mıdır? İATP-G adına bu konuda bir araştırma yapılmamış olması önemli bir eksiklik ve özeleştiri konusudur. Ortaya çıkan eksiklikte şahsi payımın yüksek olmadığını söyleyebilirim. “Halman kimdir?” sorusu sağlık problemleri yaşadığım bir dönemde ortaya atılmış ve sıcağı sıcağına konuyu araştırma fırsatım olmamıştır.

Hilmi Bulunmaz’la gecikmeli (festival bittikten sonra) yaşadığımız polemik yazıları okunduğunda ulaştığım sonuç bellidir: Halman 12 Mart faşizminin faşist bir bakanı değil, kendine göre 12 Mart faşizminin aşırılıklarını giderme çabası göstermiş ve bunun sonucunda tasfiye edilmiş Kültür Bakanıdır. Dolayısıyla, “reform hükümeti” diye lanse edilen ve sol dahil geniş çevrelerin desteğini alan, ama sonrasında dağılan 1. Erim hükümetinde görev yaptığı için 12 Mart faşizminin faşist bir bakanı olmakla suçlanması yanlış olacaktır. Halman’la ilgili olarak benim odaklandığım bir mesele, örneğin Denizlerin idamı karşısındaki tavrının ne olduğudur. Fakat bu konuda bir bilgiye erişemediğim gibi, birçok tarihçi arkadaşım dâhil, birileri çıkıp Halman’ın bu konuda tavrı şu olmuştur diyememiştir. Bana göre Halman üzerindeki giz perdesi tam olarak kalkmış değildir. Fakat eldeki veriler protestocuların tavrını destekler nitelikte değildir. Bulunmaz’ın haklı gerekçelerle ertelediği görülen yanıt yazısı ulaştığım sonucu tashihe zorlayan veriler ortaya koyabilir mi bilmiyorum. Bunu bekleyip görmekten başka çare yoktur.

Sonuç olarak, Halman’a verilen ödül nedeniyle Ankara Festivali’ni ya da TAKSAV’ı protesto etmek bir yana, tek başına Halman’a verilen emek ödülünü protesto etmenin de anlamlı olmadığını düşünüyorum. Buna karşılık Halman’a ödül verilmesinin eleştiri konusu olması ve sol muhalefet içinde tepkiyle karşılanması doğaldır. Bu eleştiri ve tepkilere Türkiye tiyatrosunun mevcut gerçekliğini kavramak ve ders çıkarmak adına olumlu bir işlev yüklenebilir kuşkusuz. Bu anlamda, kestirmeci ve yüzeysel tepki üretiminin işlevsel olamadığını tespit etmek gerekiyor. Örneğin OYUN dergisinin ödülü veren jürinin yaklaşımını ifşa eden yaklaşımının daha önemli ve tartışılmaya değer veriler ortaya koyduğunu söyleyebilirim.

2. İSMET KÜNTAY ÖDÜLLERİ BAĞLAMINDA BİR EMEK HIRSIZLIĞI GERÇEKLEŞTİ Mİ?

Yeni Tiyatro dergisi editörü Erbil Göktaş, 21 Aralık 2008 tarihli bir basın açıklaması yaptı ve İsmet Küntay Ödülleri’nin geleceğinin karartıldığını söyledi. Somut olarak söylediği şudur: “… 19.12.2008 Cuma günü bazı internet sitelerine jüri üyesi Hayati Asılyazıcı tarafından gönderilen basın bülteni daha önce benim hazırladığımın aynısıydı ancak tek farkla: Seçici Kurula katılmış ve oyunları belirlemiş olan jüri üyesi Erbil Göktaş’ın adı çıkarılmış, jüride olmayan Oya Gökberk’in adı konulmuştur.”

Göktaş’a göre “Bu ‘nezaketsizlikten’ öte bir ‘emek hırsızlığıdır’…”. Bu duruma yol açan, Hayati Asılyazıcı’nın Erbil Göktaş’la yaşadığı kişisel sorunlarını Küntay Ödülleri’ne taşımasıdır. Bu açıklamalardan anladığımız İsmet Küntay Ödülleri’nin bir çeşit jüri ağalığı sistemine bağımlı olduğu ve jüri ağasının da Hayati Asılyazıcı olduğudur. Fakat bu, işin yapısal eleştiri boyutuyla ilgilidir ve Türkiye’de tiyatro ödüllerinin nasıl dağıtıldığı ve jürilerin hangi kriterlerle oluşturulduğu konusunda okurları düşünmeye davet etmektedir. Erbil Göktaş yapısal bir sorunu ve öznelerini ifşa etmenin ötesinde, açık bir hak ihlali yaşandığını iddia etmiştir.

Hak ihlalinin nasıl yaşandığı gayet açık ve seçiktir. Hayati Asılyazıcı Erbil Göktaş’ın İsmet Küntay Ödülleri’ne katkı ve emeğini inkâr ederek, hatta varlığını yok sayarak onun yerine başka birini ve o birinin olmayan katkı ve emeğini ikame etmiştir. Göktaş bu durumu gerçekliğin yerine gerçek üstü olanın ikame edilmesi olarak yorumlamıştır. Gerçekten de, eğer iddialar doğruysa, Hayati Asılyazıcı’nın rüyasını gerçekleştirmek istediği bir yoktan var etme eylemi gerçekleştirdiğini söyleyebiliriz.

Göktaş’ın gündeme getirdiği jüri skandalı, kanaatimce açık bir hak ihlaline işaret etmektedir. Bu noktada dikkat çekici olan, basın yayın alanında ve genel olarak tiyatro camiasında ciddi bir duyarsızlığın yaşanmış olmasıdır. Bildiğim kadarıyla, Cumhuriyet gazetesinin meseleyi çarpıtıp kafa karışıklığı yaratan bir girişimi olmuş, bir de OYUN sitesinin editörü Hilmi Bulunmaz Erbil Göktaş’la bir video söyleşi gerçekleştirerek hem jüri skandalını gündemde tutmuş hem de önemli bir belge oluşturmuştur.

Açık bir hak ihlalini içinde barındıran bu skandal karşısında İATP-G’nin tavrının sorunlu olduğunu tespit etmek zor değildir. Göktaş’ın karşı karşıya kaldığı haksızlığı tabii ki sitesine taşıyıp gündemleştirmiş, fakat “İATP-G Emek Hırsızlığına Karşıdır!” şeklinde bir beyanatı olmamıştır. Bu da site gündemi ile Girişim gündemi arasında ayrışmaların meydana gelebildiğini göstermektedir.

Kendi adıma, Göktaş’ın ifşa ettiği skandala ilgi örgütlediğim ve İATP-G sitesinde bir görüş ifade edilmediğini fark ettiğim halde bu konu hakkında bir yazı yazmamış olmayı önemli bir eksiklik olarak kabul ediyorum. Umarım bu yazıyla bu eksikliğin giderilmesine katkı sunabilmişimdir.

3. “THEOPE” VAKASI BİR HAK İHLALİNİ İÇERİYOR MU?

Benim bu soruya cevabım yıllardır nettir: Evet, bu vakada yazar haklarının açık ihlali söz konusudur. Bir adım daha atarak şunu söyleyebilirim. Resmi tiyatrolarda yazarların haklarının ihlal edilmesi bir yerde doğaldır. Çünkü yazar-sahne ilişkisi bürokratik denetim ve yönetmen tiyatrosuna prim veren düzenlemeler nedeniyle yazarın aleyhine işlemektedir. Bu, “Theope” vakasının sınırları dışına çıkılarak ilgi örgütlenmesi gereken bir meseledir.

Büktel’in 1990’ların başından beri yazıp çizdikleri resmi tiyatro sisteminin ifşa edilmesine dayalıdır. Başka bir deyişle, Büktel sistemin uslu çocuğu olmamış, ele avuca sığmaz korkunç yaramaz çocuğu olmuştur. Muhtemelen Devlet Tiyatroları repertuar kurulu biz ne ettik de “Theope”yi repertuarımıza aldık diye çok dövünmüştür. Çünkü oyunun yazımı bitirilip de kamuoyunun görüşüne sunulduğunda, benim oldukça abartılı bulduğum çeşitli övgülerin konusu olmuş bir oyunu oynamamak gibi “şüpheli” bir durum meydan gelmiştir.

Devlet Tiyatroları’nda “Theope”nin niçin oynanamadığına ilişkin tartışma, 2005 yılında aniden alevlenmiştir. DT sanatçılarından Şahin Ergüney, DT koordinasyon toplantısında “Theope”nin oynanması gerektiğini savunmuş, ama bu önerisi geri püskürtülmüştür. Toplantıyı yöneten Özdemir Nutku, bu geri püskürtme işlemi sırasında önde gelen bir rol oynamıştır. Bununla da kalmamış, belirsizlik içerecek şekilde, Büktel’in “Theope”sine benzeyen eski ve ikinci bir “Theope”nin varlığından söz etme gereği duymuştur. Bana göre, Özdemir Nutku bu belirsizlik içeren iddiayı “Theope”yi şaibe altında bırakacak şekilde dile getirmiştir.

Tartışmanın alevlendiği 2005-2006 sezonunda, İATP-G, daha doğrusu İATP (çünkü henüz girişim haline gelmemiştir) niçin konuyu gündemine almamıştır? Bu sorunun yanıtı İATP tarihini bilenler için nettir: Almamıştır, çünkü İATP “platform” ve kamusal aktör olma niteliğini büyük ölçüde kaybetmiş, 2000’lerde en azından İstanbul’da yaşanan tiyatro patlamasını seyreden ve ilkesel işleyişini yitiren bir yapı haline gelmeye başlamıştır. 2006-2007 sezonunda, sahte bir platform gibi davranmaktansa, platform hedefini gözeten bir “Girişim” olarak yeniden yapılanması, tarihe karışmamış olmasında belirleyicidir.

Bugün, “Theope” vakasında Büktel ve yakın çevresiyle yaşadığım ihtilaf, aslında absürd görünmektedir. 2005 yılında DT koordiansyon toplantısında yaşananlar, Şahin Ergüney’in ifşaatıyla “Theope”nin DT’de kasıtlı bir engellemeye tabi tutulduğunu göstermiştir. İhtilaf bu konuda değildir. Fakat Büktel’in bu tip konularda ilginç bir tutumu vardır: Onu ilgilendiren asgari olarak hangi konuda buluşma yaşandığı değil, onun gibi düşünüp düşünmediğimiz ve hatta onun kelime ve vurgularıyla düşünüp düşünmediğimizdir. Mesela benim Özdemir Nutku iftira atmamıştır; olmayanı oldurma düzeyinde bir yalan söylememiş, ama şaibe yaratmıştır tezimi davasına zararlı görmektedir.

İATP-G adına, ortada bir hak ihlali olduğu ve ifşa edilen DT koordinasyon toplantısının güçlü bir delil oluşturduğu konusunda netleşmek gerektiğini söyleyebilirim. Fakat meselenin kamusal bir dava haline gelmesinde Büktel ve yakın çevresinin bir engel oluşturduklarını da tespit etmek gerekir. A-kamusal tavırlarını terk etmedikleri sürece, “Theope” vakasının şahsileşmesinin ve giderek soğumaya yüz tutan bir Büktel-Nutku ihtilafına indirgenmesinin önüne geçmek kolay değildir.

4. TİYATROM SANSÜRCÜ BİR SİTE MİYDİ?

Ertuğrul Timur’un sahibi ve editörü olduğu ve geçen yıl yayın hayatına son veren TİYATROM sitesinin dönemsel ya da kalıcı olarak sansürcü bir yayın politikasına sahip olup olmadığı meselesi, özellikle Büktel ve yakın çevresi tarafından ısıtılmaktadır. Tartışma “Theope” vakası bağlamında polemik yazılarının TİYATROM tarafından sansür edilip edilmediği ile ilgilidir. Ertuğrul Timur’un açıklamalarına göre söz konusu olan düşünce sansürü değil, TİYATROM’un küfür ve hakaretten arındırılmış yayıncılık politikasının gereğinin yerine getirilmesidir.

Bu konunun tartışmanın başladığı dönemde (2007 Yaz sonu) İATP-G’nin gündemine doğrudan girdiği söylenemez. Bu konuda özellikle İATP-G Yayıncılık İnisiyatifi’nin TİYATROM’a bir özeleştiri borcu olduğunu belirtmek gerekir.

Bana göre, Ertuğrul Timur’un asıl kaygısının sansür değil, küfür ve hakarete taviz vermek istemeyen bir yayıncılık anlayışını hayata geçirmek istemesi olduğu doğrudur. Araya sanal “Burak Caney” kışkırtmasının da girmesiyle, düşünce sansürü ile hakaret ve küfür içeren ifadelerlin sansürü arasındaki ayrım çizgisi silikleşmiş ve tartışmalar iyiden iyiye kişiselleşmiştir. Her şeye rağmen, Ertuğrul Timur’un eleştirilere açık davrandığı ve hatasını gördüğünde bunun öz eleştirisini vermekten kaçınmayan bir cesaret sergilediği, dün de bugün de bilinen bir şeydir.

Buna karşılık, temelsiz bir şekilde sansür suçlamalarını gündemde tutanların düşünce sansürü ile küfür ve hakaretin sansürü arasındaki ayrımı gözetmedikleri söylenebilir. Bunun en son örneği, Büktel’in sitesinde muhafaza edilen ve “iftiracı”, “sapık”, “alçak” olmakla itham edilenlerin içinde yer aldığı isim listesidir.

Büktel’ göre, bu isim listesinden çıkmanın tek yolu kendisine bir dilekçe ile müracaat edilmesidir. Nitekim, izleyebildiğimiz kadarıyla, bugüne kadar üç başvuru yapılmıştır. Akkerman soyadlı kişi listeye kendi iradesi dışında eklendiğini belirtmiş, Ertuğrul Timur bu listeden zaten çıktığını ve geçmişte bu konuda açıklama yapmış olduğunu belirten bir yazı yollamış ve son olarak Orçun Masatçı sert bir dille Büktel’i uyararak kendisinin, Derya Gündoğmuş’un ve Zafer Gecegörür’ün isimlerinin listeden çıkarılmasını istemiştir.

Bu tablo bir an için absürd bir komedi sahnesi gibi algılanabilir; fakat durum bu değildir. Büktel ciddi ciddi insanlara hakaret (ve hatta taciz) etmekte ve hakaretini (tacizini) sona erdirmek için şartlar öne sürmektedir. Üstelik kınanması gerektiği açık ve hakarete maruz kalanlar açısından hukuken de sorunsallaştırılabilecek bu davranışını, “Theope” davası adına sergilemektedir.

Bu örnekten de anlaşılabileceği gibi, internet ortamındaki tiyatro yayıncılığı bir yandan tartışmayı ve düşüncelerin çatışmasını (polemiği) dışlayan ve düşünce sansürünü doğallaştıran bir a-politikanın, diğer yandan tartışmayı ve düşünce çatışmasını hakaret ve küfür düzeyine vardırabilen bir anlayışın baskısı altında kalmış ve kalmaya devam etmektedir. Bana göre TİYATROM sitesi bu iki uç arasında yayıncılık yapmaya çalışmış ve tiyatro adına önemli bir miras bırakmıştır. Sansürcülükle suçlanması haksız olduğu gibi bu mirasın değerlendirilmesi açısından yıkıcı bir tavrın sergilendiğini göstermektedir.

***

İATP-G’nin tiyatro alanında insan hakları masası oluşturmak gibi bir misyonu olmadığı doğru bir tespittir. Öte yandan, bu tip bir oluşumun hayata geçirilmesine katkı sunma yükümlülüğü olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla, asgari olarak gündemine giren hak ihlallerini ya da anti demokratik uygulamaları daha dikkatli değerlendirmesi ve netlik oluşturması gerektiğini söyleyebiliriz. Bu noktada, yer yer pozitif açılımların yanı sıra çeşitli eksiklikler göze çarpmaktadır. Eksikliklerin üzerine gidilmesi için, düşünce üretiminin arttırılmasına / doğallaştırılmasına ve nasıl tavır alınması gerektiği konusunda netleşmelere ihtiyaç vardır.

Umarım bu yazı kamusal entelektüel duruşun savunusu adına Girişim örgütlenmesine bir katkı sunabilmiştir.

(Kaynak: istanbul alternatif tiyatrolar platformu - girişim)