21 Şubat 2009 Cumartesi

Kurhan'ın yazısını YORUMSUZ sunuyoruz! / 7

Büktel-Nutku İhtilafı Üzerine Bir Not


Ömer F. Kurhan
21 Şubat 2009


Bu yazıyı Coşkun Büktel’in az biraz argümanlı bir tanıtım spotu ve Feridun Çetinkaya’nın üstlendiği BFK (Büktel’in Fanları Kulübü) misyonu gereği maydanozluk girişimi dışarıda bırakılacak olursa, genelde tek yanlı süren polemiğin devamı olarak yazmadım. Bu polemik işlerinden pek hazzetmeyen Fırat Güllü’nün mail aracılığıyla ilettiği bazı mesajlarına yanıt vermek üzere yazdım.

Hatırlanacak olursa, Büktel’in yazdığı “Theope”nin değil ama Théophé’nin, 1697’de dünyaya gelen 18. yüzyıl Fransız yazarlarından Abbé Prévost’un “Histoire d’une Grecque Moderne” adlı romanındaki genç kadın kahraman olduğunu yazmıştım. Fırat Güllü Özdemir Nutku’nun “Theope” ile benzerliklerinin araştırılmasında fayda var dediği eserin muhtemelen bu olduğunu belirttiğim yazıyı okuyunca, mail aracılığıyla bana bir mesaj gönderme gereği duymuş:

“Aslında bu konunun üzerine gidilecekse karşılaştırmalı bir metin analizi yapılması lazım. O zaman mesele aydınlığa kavuşur. Mesela bir ara Namık Kemal'in “Vatan yahut Silistre”si için de çalıntı dedikodusu çıkmış. Nihat Özön yayına hazırlarken söz konusu Fransızca oyunu analiz etmiş ve hiç bir benzerlik olmadığını ortaya koymuş. Mesele tamamen kapanmış.”

Fırat Güllü Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü mezunu olduğu ve özellikle son yıllarda tiyatro alanındaki çalışmalarını tarih disipliniyle birleştirdiği için, tiyatro odaklı olarak epeyce kafa yorduğu Geç Osmanlı’dan miras benzer bir dedikoduya atıfta bulunuyor. Namık Kemal’in “Vatan yahut Silistre”si etrafında dönen dedikodunun ortadan kaldırılmasına benzer bir şekilde Büktel’in “Theope”si etrafında dönen dedikodunun da ortadan kaldırılması için basit bir akademik reçete veriyor: İki eser karşılaştırılır ve sonuç açıklanır.

Fırat Güllü haklı; aslında mesele bu kadar basit: Karşılaştır ve sonucu açıkla. Gerçi bu reçeteyi biraz nüans içermekle birlikte Özdemir Hoca da vermiş. Demiş ki, Fransız filologları ya da Fransızca bilenler bir bakıp benzerlik var mı yok mu kontrol etsinler; olabilir de… Sorun şurada ki, Nutku dahil bizim tiyatrocu akademisyenlerimiz dedikodu yapmayı pek seviyor, ama tembellikten de kurtulamıyorlar. Büktel ‘Ne eseri, hangi eser? Ortada eser meser yok!’ diyerekten Nutku’nun üzerine gidip işi iftiracı suçlamasına kadar vardırınca, ortada ne karşılaştırılabilecek bir eser kalıyor ne de akademik sorumluluk ve ciddiyet.

Bir şehir efsanesi olarak Nutku’nun tiyatro gündemine soktuğu ikinci “Theope”nin Théophé olabileceğini söylediğimde, tabii ki yer yerinden oynamadı. Çünkü Türkiye’deyiz ve alanımız tiyatro. Yeri yerinden oynatmak istiyorsanız için şu tip bir iddiayla ortaya çıkmanız gerekir: İkinci Theope bulundu! Nasıl yani?.. Theope çalıntı mı çıkmış?.. Şu işe bak sen… Adam onca sene Özdemir Hoca’ya demediğini bırakmadı…

Oyunun kuralı belli: Ya Büktel hırsız olmalı ya da Nutku iftiracı… “Şaibe” gibi grimsi sayılabilecek bir meselede düzgün bir içtihat geliştirmek için mesai talep eden işlerle kim uğraşacak? İşin kolayı var: İnternete gir, “Theope”yi yaz, o site benim şu site senin gez Allah gez… Sonuç: Yok! Pekiyi n’oldu? Özdemir Nutku iftiracı mı oldu? Sen bana hırsız dersen, ben de sana iftiracı derim. Fakat Özdemir Hoca o kadar saf mı? Lafın sonunu getirirken benzerliklere bakılsın demiş demesine, ama öncesinde de itham etmiyorum, araştırılsın, üstelik bu işi bilenler yapsın demiş. Şimdi çık işin içinden çıkabilirsen…

Böylesi bir tabloda Fırat Güllü’nün basit akademik reçetesi kimsenin işine gelmez. Taraflardan beriki Allah’ın kelamı bende deyip iftiracı diyor; öteki biraz eveleyip geveleyip sonra da hiçbir şey olmamış gibi resmi suskunluğun emniyetli koridorlarını rahatlıkla arşınlarken, tabii ki üzerine yağdırılan sanal şimşekleri kolaylıkla savuşturuyor. Yani mesele bir türlü çözüme kavuşturulamıyor.

Fırat Güllü’nün verdiği adil de görünen akademik reçete doğru olmasına doğrudur; fakat Türkiye şartlarında bu akademik reçetenin uygulanması için daha öncesinde yapılması gereken şeyler var. Şöyle ki: Madem ki Özdemir Hoca belirsizlik içerecek şekilde bir benzerlik iddiası (bana göre bir şaibe) ortaya attı ve sonra da bu iddiasını çözümsüz bir şekilde ortada bıraktı. Bu artık kişisel bir mesele değildir. Artık Özdemir Hoca’nın ortaya attığı iddiayla doğrudan ilgili hangi resmi ve yasal kurum varsa, onlar da bu belirsizliği gidermekle yükümlü hale gelir. Bu kurumların listesi aslında hayli uzundur. İddianın ortaya atıldığı yer ve ortam göz önüne alındığında, Devlet Tiyatroları birinci sırada yer almaktadır. Ardından üniversitelerden çeşitli tiyatro derneklerine pek çok kurumun listeye eklenmesi gerekir. Bütün bu kurumlar Özdemir Hoca tarafından dile getirilen belirsizliği gidermek ve bir yargıya ulaşmakla yükümlüydü ve hâlâ bu yükümlülüğü taşımaktadır. Sorun şu ki, bu kurumlara yükümlülüklerinin nasıl hatırlatılacağı bir bilinmezin konusu haline gelmiş durumda.

Pekiyi şaibenin, daha kibar bir deyişle belirsizliğin giderilmesi konusunda gerçekte olan biten ne olmuştur? İhtilaf kişiselleşmiş, seyircisi giderek azalan seyirlik bir oyun haline gelmiş ve aradan zaman geçtikçe, elimizde kala kala derin dondurucuda bekletilen bir Büktel-Nutku ihtilafı kalmıştır. Yani Fırat Güllü’nün önerdiği akademik reçete bir türlü hayata geçirilememiştir. Evet, ortada gerçekten de bir skandal vardır. Ama bu skandal temelde “Özdemir Nutku Skandalı” değil, pek çok kurumun işin içinde olduğu teatral ve akademik bir skandaldır. Özdemir Hoca, bu skandalın aktörlerinden sadece bir tanesidir. Açık bir hırsızlık suçlaması yapsaydı, durum değişebilirdi tabii; ama ne yazık ki Özdemir Hoca “iftira” tezi yandaşlarının bu beklentisini karşılayacak cümleler sarf etmemiştir. Yoksa eldeki işitsel-görsel malzemeye de dayanarak soluğu mahkemede almak çok zor olmazdı. O beğenmediğimiz TC mahkemelerinde bile “iftira” gibi açık seçik ve hatta “iki kere iki dört kadar kesin” olduğu söylenen bir mesele çözüme kavuşturulabilirdi. Geriye kalan resmi ve yasal kurumlar da bu utançla yaşamak zorunda kalırdı. Ne de olsa ortada taciz gibi “ispatlayabilene aşk olsun” cinsinden bir vaka ya da erkek egemen baskının utanca boğup özgüven yitimine sürüklediği mağdurlar yok. Aksine, ortada gümbür gümbür gürleyerek hakkını savunan, hatırı sayılır bir eş dost çevresine de sahip bir yazar var.

Fırat Güllü’nün gönderdiği mail’de şöyle bir tespit daha var:

“Ben Özdemir Nutku'nun da orijinalin içeriğini bildiğinden emin değilim. Ama benim kişisel fikrim bu dedikodu sadece Özdemir Nutku tarafından yapılmıyordur, aslında o açığa çıkarmış oldu ve üstüne kaldı bence. Gerçi Nutku bu durumu ne kadar önemsiyordu o da ayrı mesele.”

Bu tespite tamamen katılıyorum. Özdemir Nutku’nun dile getirmiş olduğu “akademik” duyum (benzer bir eserin birkaç yüzyıl önce Fransızca yazılmış olabileceği), dedikodu düzeyini aşamayan bir “akademik” yaklaşımı ima eder. Bu noktada aslında Özdemir Hoca’ya teşekkür etmek gerekir. Şunu göstermiştir: Tiyatro alanında akademisyenlikten anlaşılan, bol bol dedikodu yapmak ve iş ciddiye bindiğinde biraz eveleyip gevelemek, olmadı üç maymunu oynamaktır. Bir şehir efsanesi haline gelen 2. Theope masalı, basit bir okuma ve karşılaştırma ile çözülebilecek bir mesele iken çözülmemiş, ahlâken de sorunsallaştırılması gereken akademik çürümenin bir delili haline gelmiştir. Tabii ki Özdemir Hoca konuyu önemsemedi. Önemsemesi için, örneğin akademik sistemin bu kadar YÖK edilmemiş olması ve tiyatronun bu kadar sisteme bağımlı hale gelmemesi gerekiyordu. Bunlar, 12 Eylül’ün çeyrek asırdan uzun bir süredir tiyatro üzerinde yarattığı tahribatın olağan görünümleridir.

Meselenin toplumsal muhalefet adına nasıl ele alındığı ayrı bir meseledir. Büyük ölçüde tek yanlı kalan ve aslında işin abc’sini konu alan Büktel-Kurhan “polemiği”, doğal olarak diyalektik bir çerçeve edinemedi. Bir mucize gerçekleşir de Büktel epey gümbürtülü olacağını söylediği yanıtını yazarsa, toplumsal muhalefetin konuyu nasıl ele alması gerektiğini ya o yazıya cevap olarak ya da “polemik”ten bağımsız bir yazıda ele almayı düşünüyorum.

“Çok da Hayati Bulmadığım Bir Tartışmaya Zorunlu Bir Katkı” başlığı taşıyan yazısında polemiğe pek sıcak bakmadığını söyleyen Fırat Güllü gönlünü ferah tutabilir: Aslında bir polemik vakası hiç yaşanmadı. “Emrah Özlek” adlı sanal varlığın teatral basın yayın sahnesinde pörtletilip az biraz da salgın hastalık haline gelmesiyle, bazı temel basın yayın ilkeleri dersi ve biraz da mantığa giriş dersi verildi o kadar.

(Kaynak: istanbul alternatif tiyatrolar platformu - girişim)

***

Oyun'un notu: Bakınız; "12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talât Halman'a Emek Ödülü veren TAKSAV'ın neden olduğu tiyatral ve siyasal tartışma, tiyatro dünyasındaki yerini koruyor"