10 Şubat 2009 Salı

Bir felsefe profesörünün öznesiz tümce kurup gerçekçiliğin üzerine koyu bulutlar serpiştirerek yazdığı sade suya tirit yazının can sıkıcı anlamsızlığı

Aşağıya, Bizim Gazete'den aktardığmız Afşar Timuçin'e ait yazı, yazılmak için yazılmış izlenimi uyandırıyor. "Ortaya karışık" duygularla kaleme alınmış yazı, herkesi eleştirirken, hiç kimseyi eleştirmiş olmuyor. Benim, "öznesiz tümce kurmak" diye yaftaladığım bu tür yazılar, herkesi eleştirdiği için, herkesi töhmet altında bırakıyor. Bu tür yazılar, hiç kimseyi eleştirmediği için, büyük bir anlamsızlık içeriyor.

Koskoca bir felsefe profesörünün; "İnsanız ve zayıfız. Kişisel zayıflıklarımız mezara girdiğimiz anda unutulması gereken zayıflıklardır. Unutmayı bilmek de bir erdemdir." demesi canımı sıktı.

Koskoca bir felsefe profesörünün; "Gerçekçilik de özgürlükçülük de kutsallara var gücünü kullanarak saldırmakla gerçekleştirilebilecek bir iş değildir." demesi canımı sıktı.

Koskoca bir felsefe profesörünün; "Bırak biraderim dünya istediği gibi dönsün." demesi canımı sıktı.

Sevinçler paylaşılırsa ikiye katlanır, can sıkıntısı paylaşılırsa yarıya iner. Aşağıdaki yazının oluşturduğu can sıkıntımı, okurlarımla paylaştığım için rahatlıyorum.

Bizim Gazete'de yayınlanan Afşar Timuçin'in yazısını okuyunuz. (HB)


Toplumların Kutsalları


Afşar Timuçin
5 Şubat 2009


Her toplumun bir ya da birkaç kutsalı vardır. Bu kutsallar her zaman tam anlamında eksiksiz değerler olarak düşünülürler. Bu kutsallar birer mitoloji kahramanı değillerse birer basit insandırlar ve her insan gibi onların da sayısız zayıflıkları vardır ya da olmuştur. Bu zayıflıklar ahlakla ilgiliyse o varlığı zaten kutsal diye belirleyemezsiniz. Dolandırıcı bir kutsal, çete kuran bir kutsal ya da kadın ticareti yapan bir kutsal zaten kutsal değildir. İnsanız ve zayıfız. Kişisel zayıflıklarımız mezara girdiğimiz anda unutulması gereken zayıflıklardır. Unutmayı bilmek de bir erdemdir. Bir insanın kutsallığı gerçekte mezara girdikten sonra başlar. Seksen yıl önce ölmüş birinin aşklarını ve buna bağlı olarak bir takım kayganlıklarını anlatıyorsanız, bunu ne adına yapıyor olursanız olun, yaptığınız en hafif anlamında ayıptır. Bunu siz elbette gerçekçilik adına yapacaksınız. Ne var ki gerçekçilik adına yapmanız gereken bir yığın iş vardır. O kutsalın neden kutsal olduğunu tarihsel ve toplumsal çerçevede enine boyuna araştırmak bence gerçekçilik adına çok önemli bir girişim olur.

Çünkü kutsal olsun kutsal olmasın, bir kişinin özel özellikleri ancak sanatın diliyle resme, şiire, müziğe taşınıp evrensellik değeri kazandığı zaman bizi ilgilendirir. Yoksa özel özelliklerle doğrudan doğruya ilgilenmek bir ruh sefilliğinin anlatımıdır ki insanı çalçene düzeyinden bir adım öteye götüremez. Elbette bir takım insanların bilinç yapısı onların dedikoducu diye nitelenmesine elverecek durumdadır. Daha basit bir deyişle, gündelik bilinçle yaşayanlar insanla ilgilenmeye başladıkları yerde dedikodunun çemberlerine sıkışıp kalırlar. Dolmanın, köftenin ve torunlarının dışında bir yaşamı olmayan şu teyzemiz dedikodudan başka ne yapabilir? En yakınlarından başlayarak İngiltere sarayına kadar uzanan bir genişlikte her çeşit dedikodu onun düşünsel yaşamının temel besinidir. Bunun böyle olduğunu bilen bir takım tacirler teyzemiz için dedikodu üreterek paranın gözüne vurmak için ellerinden geleni yaparlar. Bir de bakarsınız gazetede ilginç bir haber kocaman sayfayı kaplıyor. Kızkardeşimiz kıç üstü oturmuş, ayaklarını da bize doğru şöyle yandan uzatmış, şeytan şeytan gülümsüyor. Neymiş? Bir yerlere gitmiş, o yerlerde yelken yarışlarına girmiş, yarış için kırmızı beyazlı tekneyi seçmiş, onun ulusalcı damarları bunu gerektiriyormuş. İyi ki böyle yapmış, bu yolla sevgilisi James’i tanıma olanağı bulmuş. Sonra iç sayfalardan birinde çok küçük bir fotoğraf ve çok küçük bir haber: bir delikanlıyı yanlışlıkla döve döve öldürmüşler.

Dedikodu üzerine eski öykücülerimizden birinin pek güzel bir öyküsü vardır. Adamı düğüne çağırmışlar. Çalgı çengi kıyamet. İçkiler içiliyor, danslar ediliyor. Bizimi hiç durmadan gelinle damadın kirli çamaşırlarını ortaya döküyor. Gelin bu adamı bulmadan önce kaç kişiyle kırıştırmış, damat neler yapmış… Sonunda herifin üstüne çullanırlar ama düğünün tadı da kaçar. Adamın gerekçesi çok ilginçtir: “Bir hakikat kalmasın Allah’ım alemde nihan!” Gördünüz mü gerçekçinin gözlerimizi yaşartacak ahlakını! Böylelerini ne “nush” uslandırır ne “tekdir” uslandırır hatta ne de dayak uslandırır. Belli ki bu tip adamlar kendi küçüklükleri görünmesin diye başkalarının zayıflıklarını sergilemek gibi bir formülü kullanıyorlar: siz beni hafife alıyorsunuz, aslında ben de kendimi hafife alıyorum, ama unutmayın dünyada daha pekçok hafif var.

Gerçekçilik de özgürlükçülük de kutsallara var gücünü kullanarak saldırmakla gerçekleştirilebilecek bir iş değildir. Gerçekçilik de özgürlükçülük de her şeyden önce insan saygısının önkoşul olarak konduğu ortamlarda bir anlam taşır. Gerçekleri ortaya dökmekse amacınız, hiç durmayın dökün, ama bunların yani bu gerçeklerin tüm toplumu hatta tüm insanlığı ilgilendirecek yapıda olmaları gerekir. Öyle olmadığı zaman sizin yaptığınız tam tamına düz bir dedikoduculuktur. Başkalarının açıkları basit insanların besin kaynağıdır. Belki açık diye yakalamaya çalıştıkları şeyler açık bile değildir, en azından gizli şeyler değildir. Siz yaşamınızı gizlemiyorsunuz ama o zavallı cin gelmiş sizi iş üstünde yakalamaya çalışıyor. Kıskanma hemşerim. Ben beceriyorsam sen beceremiyorsan kendine küseceksin. Beceriksizliklerini bir ahlakçılık örtüsü altında gizliyorsan sen düpedüz bir ahlaksızsın. Ahlakın ahlaksızlığı kadar tehlikeli bir ahlaksızlık yoktur. Bırak biraderim dünya istediği gibi dönsün. İnsansan insanlık adına uyanık ol. Gözünü dört aç ki birileri bu topluma ve bu insanlığa bir zarar vermesin. Ama o taraklarda bezin yok senin. Herhangi bir toplumsal ya da evrensel sorunda seni gerçek anlamda bir eleştirici olarak görenimiz yok. İnsan sorunları seni pek ilgilendirmiyor. Sen ille de onun bunun açığını yakalayacaksın. Bir takım deliklere çomak sokacaksın ki birileri çıkıp bak yahu adam ne kadar da doğrudan yana desinler.

(Kaynak: Bizim Gazete)