7 Ocak 2009 Çarşamba

TAKSAV'ın 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talat Sait Halman'a "Emek Ödülü" verdiği bir süreçte, Ömer F. Kurhan'dan "Bir Mehmet Esatoğlu Davası"

Yeniden Taciz Gündemi


Ömer F. Kurhan
7 Ocak 2009


İATP-G sitesinde Kadıköy Belediyesi’nin 24 Aralık 2008’de düzenlediği “Brecht’i Anma Gecesi” haberi yayımlandığında, İATP-G’de benim hiç yapıcı bulmadığım ve “iç ajitasyon” dediğim biçimler de alabilen bir tartışma yaşadık. Öyle ki, iş “Esatoğlu’nun içinde yer aldığı etkinlik haberleri yayımlanır mı yayımlanmaz mı?” sorusunun sorulmasına kadar gidebildi. Bu olgudan çıkardığım bir sonuç, İATP-G bünyesinde, ifade özgürlüğü ihlali ya da cinsel taciz gibi konularda önemli bir tarihsel deneyim oluşmasına rağmen, platform mantığının oturtulmasında ciddi güçlüklerin yaşanabildiğidir.

Bu durum, birkaç yıl önce alınan İATP’nin bir girişim olarak yeniden yapılandırılması kararının ne kadar doğru olduğunu gösteriyor. Bir tiyatro platformu adına soyut ilkesel belirlemeler yapmak zor değildir; fakat o platformu gerçekte var eden, ilkelerin pratik yorumu, hukuki terminolojiye başvuracak olursak, içtihadıdır. Bir tiyatro platformu girişimi olan İATP-G de, platform hedefine bağlı kalarak içtihat oluşturmak, geliştirmiş ve geliştirmekte olduğu içtihatları kurumsal hafızasına kaydetmek durumundadır. Unutulmaması gereken, İATP’nin birkaç yıl önce yaşadığı tıkanmanın, genelde Türkiye tiyatro ortamı üzerinde oldukça olumsuz etkiler ürettiğidir. Bu olumsuz etkileri de ortadan kaldırmak üzere örgütlenen İATP-G’nin sorumluluğu sadece kendisine değil, tüm tiyatro camiasınadır.

Asıl konuya dönecek olursam: “Brecht’i Anma Gecesi” ya da sonrasında “Nazım Hikmet Gecesi” haberi yayımlandığında, geliştirilmesi olası bazı tepkilerden söz edilebilir:

- Haber öylesine gelip geçer. Merak eden geceye gider ve sunucunun Esatoğlu olup olmamasını sorun etmez. Etse de, bunun çok önemli olmadığını ya da şimdi bir de bu işle uğraşmanın gereksiz olduğunu düşünür.

- Haberde aynı zamanda gecenin sunucusunun Esatoğlu olduğu bilgisinin verilmesi ciddi bir rahatsızlık uyandırır ve bu haberin İATP-G sitesinde yayımlanmasının yanlış olduğu düşünülür. Çünkü taciz meselesinde hesaplar kapanmadığı halde, haberin orada öylece bulunmasının İATP-G açısından kabul edilemez olduğunu bilir. Akla gelen çözüm, haberin kaldırılması ve etkinliğe gidilmemesidir.

- Haberde aynı zamanda gecenin sunucusunun Esatoğlu olduğu bilgisinin verilmesi ciddi bir rahatsızlık uyandırır. Bu konuda İATP-G’nin nasıl bir yol izlediğini hatırlamaya çalışır. İzlenecek yol aşağı yukarı bellidir: Esatoğlu’nun o gecede aynı zamanda tacizci kimliğini meşrulaştırmak üzere görev aldığını teşhir etmek.

İATP-G’de bu üç tepkinin de gösterildiği söylenebilir. Birinci tepki topluluklara yeni üye olan ve İATP-G tarihine pek de vakıf olmayan tiyatrocular tarafından veriliyorsa, bu durum normal karşılanmalıdır. Yeni üye oldukları topluluklar bu konuda kendilerini bilgilendireceklerdir. Kim bilir, belki de onlardan gelecek yeni öneriler İATP-G içtihadının daha bir derinlik kazanmasını, hatta bazı noktaların düzeltilmesini sağlayacaktır. Fakat bu birinci tepkiyi zaten yıllardır İATP-G’yi bilen, temsilcilik deneyimi yıllara yayılan tiyatrocular veriyorsa, ortada ciddi bir sorun var demektir. Ya köklü bir içtihat değişikliği önerilmektedir – ki bu durumda önerinin tartışmaya açılması gerekir – ya da zorunlu bazı nedenlerle bir ilgi örgütleyememe sorunu vardır.

Benim “iç ajitasyon” dediğim ikinci tepki devekuşu siyaseti olarak da değerlendirilebilir. Bu tepki narsistik ve içe dönük bir platform pratiğini özendirir. Kamusal ve örgütsel açılım kaygısı talileştirilir ve yerine göre iç uyum ya da iç kutuplaşma örgütlenir. Böylece “dışarıda” nelerin olup bittiği önemini yitirir ve platform mantığı tamamen çöker. Örneğin Esatoğlu vakasında, onun da içinde yer aldığı bilgisini veren haberin varlığı tartışılır, ama sitenin kamusal açılıma hizmet etmesi için haberin yorumunu içerecek yazılı üretim teşvik edilmez. O haberin “dış” dünyaya kapalı narsistik evrenden bir an önce sökülüp atılması önem kazanır. Bu, zamanında İATP’yi açmaza sürükleyen tutumda ısrar etmekten başka bir şey değildir.

Üçüncü tepki, somut ve kamusal açılımı özendiren bir dizi eylemin gerçekleştirilmesini teşvik eder. İATP-G sitesinin yorum bakımından canlandırılması, farklı sitelerin bilgilendirilmesi, mail kanallarının aktif bir şekilde kullanılması, muhatap alınması gereken kurum ve kişilerin değişik yollarla uyarılması vs. bir dizi eylem gerçekleştirilir. Ayrıca, “eğitimde cinsel taciz” ile ilgili özel bir sorumluluk üstlenmiş Eğitmenler Komisyonu’nun ve tabii ki İATP-G’nin tavrı dönemsel olarak netleştirilip duyurulur.

Üçüncü tepkiye pozitif bir içerik kazandırma yönündeki bir çıkışı, okul tiyatrosu ve eğitimde drama alanında mesleki uzmanlığa sahip Bülent Sezgin’in gerçekleştirdiği söylenebilir. Muhtemelen mesleki etik gereği, “Bertolt Brecht Gecesi’nden İzlenimler” adlı yazısında hem gecenin değerlendirmesini yaptı, hem de tiyatro eğitimcisi kimliğiyle tacizciliği en az iki kez tescil edilmiş Esatoğlu’nun Bertolt Brecht’in gölgesine sığınarak kendisini nasıl meşrulaştırmaya çalıştığını ifşa etti.

Dönemsel olarak bunun dışında tiyatro kamuoyunu uyaran ciddi bir çıkışın yapıldığı söylenemez. Bu tip durumlarda ilgisizlik ya da iç ajitasyon davranışları sergilemek, düşük yoğunluklu ya da gürültülü dedi kodu pratiğinden başka bir sonuca yol açmaz. Oysa Esatoğlu ve taciz meselesi, dedikoduya kurban edilemeyecek bir ciddiyet ve samimiyet talep etmektedir.

Pekiyi bu ciddiyet ve samimiyetin örgütlenmesi kolay mı?

Hem kolay, hem değil. Şöyle ki, Esatoğlu 2007’de BarışaRock etkinliklerine tiyatro adına sızdığında, aynı etkinlik sırasında 2005 yılında tiyatro eğitimi verirken taciz ettiği bir genç kadınla karşılaşması sonucu, rastlantı eseri bir kez daha deşifre oldu. Bir kez daha demek lazım, çünkü benzer bir deşifre olma olayı yedi yıl önce gerçekleşmiş ve yine ortalık karışmıştı. Sorun şu ki, aradan belli bir zaman geçince, kurumların hafızasızlığından ve erkek egemen geçiştirmeci ve hatta destekçi anlayışlardan medet umarak, hiçbir şey olmamış gibi tekrar sahnede yerini alma alışkanlığına sahip.

Bugüne gelindiğinde, Esatoğlu yine o gece benim şu gece de benim diyerek, sol, devrimcilik ve hatta insan hakları adına tacizci kimliğini meşrulaştırmakla meşgul. Bir de tacizci olduğunu gösteren açıklamalar ve mağdur ifadeleri internet ortamından silinse, hepten rahat edecek.

2007’nin üzerinden çok geçmiş değil. Bununla birlikte, cinsel taciz karşıtı tavır alma ve bunu hafızalarına kaydetme sorunu yaşayanlar var olmaya devam ediyor. Bunların yaklaşımları kabaca şöyle sınıflanabilir:

- Tacizde bulunmuşsa bulunmuş, o bir sanatçı ve bizi sanatsal olarak ne yaptığı ilgilendirir.

- Taciz kanıtlanması çok zor bir iddiadır; Allah taciz suçlaması yapanların yardımcısı olsun

Bir süredir Ankara Festivali’nde Talat S. Halman’a verilen emek ödülü ve TAKSAV’la ilgili tartıştığım Hilmi Bulunmaz’a verdiğim bir söz olduğu için, onun benimsediği ikinci tavırdan başlayacağım.

Öncelikle belirtilmesi gereken, sol, demokrat ya da devrimci çevrelerin, ne 2000’de ne de 2007’de Esatoğlu ile ilgili bir araştırma komisyonu kurmadığı ve bir sonuca ulaşmadığıdır. Zaten bu çevrelerin böylesine yapıcı bir tutum izleyebilecekleri bir asgari müşterekler kümesine sahip olup olmadıkları hayli tartışmalıdır. Bununla birlikte, 2000’de Esatoğlu’nun İnsancıl Atölyesi’ndeki taciz eylemleri tartışılırken, mağdurların devrimci ve demokrat çevrelerin oldukça etkin olduğu İnsan Hakları Derneği’ne bir başvurusu olduğunu biliyoruz. Fakat, bu başvurunun sümen altı edilmesi gibi ilginç bir sonuç doğmuş. Bu konuda, yıllar sonra 2007’de insan hakları aktivisti Eren Keskin’in yaptığı “Muhalif Kesimde Taciz Caiz midir?” açıklamasına dikkat etmekte fayda var.

Sonuç olarak, meselenin kamuoyuna duyurulması ve tartışılması büyük ölçüde feminist kadınların inisiyatif almasıyla sağlandı ve Esatoğlu’nun deşifre edilmesi konusunda çarpıcı gelişmeler de ancak bu inisiyatif oluştuktan sonra yaşandı. Daha öncesinde, dönemin Amatör Tiyatrolar Çevresi (ATÇ) kamusal açılım yönü zayıf bir tartışma yaşamıştı. Ortaya çıkan belirgin sonuçlar, İATP’nin ATÇ’den ayrışması ve taciz karşıtı bir bildirinin yayımlanmasıydı. Yaşanan daha ziyade moral bozukluğuydu.

O dönemde önemli bir eksiklik, mağdur ifadelerinin çoğaltılması ve arşivlenmesi yönünde enerjinin eksik ve dağınık seyretmesiydi. Oysa bir meseleyi güncel olarak tartışmakla tarihsel hafızaya kaydetmek arasında fark vardır. Tarihsel yaklaşım ister istemez kayıt altına alınmış ve arşivlenmiş belgelere itibar eder. Yıllar sonra canlı tanıkları bulup çıkarmak kolay değildir. Nitekim Esatoğlu ve destekçileri de bu eksikliği epeyce sömüreceklerdir.

Uzun süre, Esatoğlu’nun taciz eylemlerine doğrudan muhatap ve tanık olmuş konuşabilecek tek kişi İATP ile bağlantısını koparmayan Fadime Yılmaz’dı. Ayrıca elimizde, 2000 yılındaki vakaya ilişkin Özgür Sahne’den kadınların yazdığı ve korunabilmiş bir belge var: “ALTERNATİF KÜLTÜR MÜ YOZLAŞMA KÜLTÜRÜ MÜ?” Bu oldukça ikna edici bir belgedir. Fakat, İnsancıl Atölyesi’nde Esatoğlu imzalı taciz vakaları sadece burada aktarılanlarla sınırlı değildi. Örneğin, ATÇ’deki tartışma sürecinde, uğradığı taciz nedeniyle İnsancıl Atölyesi’ndeki tiyatro çalışmalarından çekilmiş bir genç kadının başına gelenleri ayrıntılarıyla aktardığı yazılı ifadesi kaybolmuştur. Bundan çıkarılması gereken ders, belgeleme ve arşive çok daha fazla özen göstermektir.

Esatoğlu geçip giden zamana, kurumsal hafızaların zayıflamasına ve hatta silinmesine güvenerek ve tabii ki hesap vermeyi redderek 2007 yılına kadar tiyatro alanındaki etkinliğini aşamalı bir şekilde arttırdı. Fakat rastlantı eseri, 2005 yılında İstanbul TAKSAV bünyesinde tiyatro eğitimi verirken gerçekleştirdiği ve bu nedenle kurumdan uzaklaştırıldığı ikinci taciz vakası deşifre oldu. 2007’deki BarışaRock etkinliklerini de karıştıracak şekilde taciz etmiş olduğu mağdurla karşılaşma olayı, ikinci bir belgenin daha üretilmesini sağladı. Tiyatro Eğitiminde Cinsel Taciz Üzerine Bir Görüşme” adlı ve ses kaydı da mevcut belge, ikna ötesi bir kanıt niteliğindedir ve Esatoğlu’nun iddia edildiği gibi tacize bir şekilde ve sadece bir olayda bulaşmadığını, tiyatro eğitimcisi etiketini düzenli olarak kötüye kullandığını göstermektedir.

Hilmi Bulunmaz diyor ki, Esatoğlu’nun devrimci tiyatro örgütlenmesine katkı sağlayabileceğine inanmıyorum, ama her ne kadar duyarlılık göstersem de tacizci olduğu sonucuna varmamı beklemeyin. Bu noktada, internet ortamında habercilik de yapan Oyun Tiyatro Dergisi’nin editörü ve yazarı Hilmi Bulunmaz’a sormak gerekiyor: Madem ki Esatoğlu’nun tacizciliğinden emin olmakta zorlanıyordunuz, niçin kuşkularınızı gidermek için tanıkların ve mağdurarın peşine düşme ve ifadelerini alma gereği duymadınız. Her taciz olayı patladığında bu işi birkaç gönüllü feminist mi yapmak zorunda?

Ben bu eleştirinin benzerini, artık kapanmış olan, ama bir dönem tiyatro alanında en kapsamlı yayımcılık faaliyetini gerçekleştiren TİYATROM sitesinin editörüne de yapmış ve tatmin edici bir yanıt alamamıştım. Bununla birlikte, TİYATROM’un GÖLGE TİYATRO sitesinin Esatoğlu’nu aklamaya dönük dezenformasyona dayalı yayımcılık anlayışına prim vermediğinin de farkındaydım. Benzer bir durum Hilmi Bulunmaz’ın yayımcılık politikası için de geçerliydi. Bir şeylerin ters gittiğini görüyor, ama bir türlü “Esatoğlu tacizcidir” diyemiyordu. Üstelik, taciz eylemi ikinci kez ve çok daha ayrıntılı bir şekilde belgelendiği halde.

Esatoğlu’nun devrimci tiyatroya ne katıp katmadığı, ayrı bir tartışma konusudur. Başka bir deyişle, elmalarla armutları karıştırmamak gerekiyor. Şöyle ki, Esatoğlu’nun devrimci tiyatro adına çok önemli tiyatro eserleri ürettiği varsayılsa bile, tiyatro eğitiminde cinsel taciz eylemlerini haklı çıkarmaz. (Böylece, “Tacizci olsa da adam sanatçı” tavrına da bir yanıt vermiş oluyorum.) Birisi eğitim etiğine ilişkin, diğeri sanatsal üretime ilişkin iki ayrı bağlamı birbirine karıştırmamak gerekir. Sıradan bir insan için mesele nettir. “Bir insanın çocuğunu tiyatro eğitimcisi olduğunu iddia eden Esatoğlu’na teslim etmesi doğru olur mu?” sorusunun yanıtını vermek zor olmasa gerek.

Esatoğlu’nun bir iddiası cinsel özgürlükçü olduğudur. Başka bir deyişle, uzun süre kaba saba feodal ahlâka bulaşmış devrimcilerden olmamakla övünür. Fakat feministler ve eşcinseller Esatoğlu’nu protesto ettiklerinde, meselenin aslında cinsel özgürlük olmadığı netlikle anlaşılır. Pekiyi Esatoğlu’nda oyun biter mi? Bitmez elbette. Bu defa da sosyalist çevrelerdeki feminizm ve eşcinsellik anti patisini sömürmeye kalkar. Gider bir sol kuruma kapağa atar. Diyelim ki bu sol kurumda deşifre oldu; o zaman sol içindeki çelişkileri kullanarak başka bir sol kuruma kapağı atar. Mesela EMEP çevresinden ÖDP çevresine, ÖDP çevresinden TKP çevresine ve oradan da Kürt tiyatro çevrelerine ve hatta insan hakları çevrelerine rahatlıkla sıçrayabildiği görülür. Oralardan da mı tepki ya da çekinceler gelmeye başladı, bu defa da zaten devrimci çevrelerin ahlâkçılığından ya da sekterliğinden şikâyet eden profesyonel tiyatro çevrelerine doğru yelken açar. Ayrıca, 2000’lerde şekilsiz ve oldukça sorunlu bir patlama yaşayan amatör tiyatro dünyasının büyük ağabeyliğine soyunmayı sürdürmektedir. Yalnız olmadığını ve her daim kurumsal varlık edinebileceğini göstermek için yönetmenliğini yaptığı Tiyatro Simurg ise, 1990’ların sonuna gelindiğinde İstanbul Sahnesi’nin cenazesi kaldırılırken amatör tiyatro dünyasına zerk edilen bir garabetten ibarettir.

Bu absürt tablo karşısında mesele Esatoğlu’nun devrimci sanata ne kadar katkı sunup sunamadığı değildir. Esatoğlu’nun çoğu çalışmasının aslında yüzeysel ve gelişi güzel olduğu kolaylıkla iddia edilebilir. Fakat, yanlış hatırlamıyorsam, İstanbul Sahnesi’nin son prodüksiyonu olan “Bir Dreyfus Davası” öyle hafife alınabilecek bir eser değildi. Asıl sorun şurada: Bu eserin de cazibesine kapılan ve İnsancıl Atölyesi’nde ondan eğitim almak için yarışan öğrencilerin sonu hiç de iyi olmadı.

Özellikle sol ve devrimci çevreler resmin tamamına bakıp, kültür-sanat politikalarını sorgulamak ve nerede hata yaptıklarını iyi tartmak durumundadır. Olgular, tanıklıklar, belgeler hâlâ orta yerdedir. Birkaç yıl daha geçtiğinde ne olur bilinmez. İATP-G’nin İATP’den devraldığı Esatoğlu ihtilafının 10. yıl kutlamasının da yapılacağının garantisini hiç kimse veremez. Ya da belki Esatoğlu bir gün bir şekilde ortadan kaybolur. Fakat tarihe düşülecek bir dipnotta şunlar yazacaktır: Öyle birisi vardı ki, en az on yıl boyunca, kâh orada kâh burada, sol ve devrimci çevreleri tacizciliğini meşrulaştırma aracı olarak kullanmayı başardı.

(Kaynak: istanbul alternatif tiyatrolar platformu - girişim)

***

Oyun'un notu: Yukarıdaki konuyla ilgili olarak bakınız;
"TAKSAV'ın 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talat Sait Halman'a 'Emek Ödülü' verdiği bir süreçte, A. Ertuğrul Timur'dan 'tiyatroda taciz'e nesnel yaklaşım"
"TAKSAV'ın 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talat Sait Halman'a 'Emek Ödülü' verdiği bir süreçte, Bülent Sezgin'den 'Tiyatroda Taciz' konusuna yaklaşım"
"TAKSAV'ın 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talat Sait Halman'a 'Emek Ödülü' verdiği bir süreçte, Erbil Göktaş'tan 'Tiyatroda Taciz' konusuna yaklaşım"
"TAKSAV'ın 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talat Sait Halman'a 'Emek Ödülü' verdiği bir süreçte, Hilmi Bulunmaz'dan 'Tiyatroda Taciz' konusuna yaklaşım"


***

Oyun'un notu: Ayrıca bakınız; "Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf'ın (TAKSAV) 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talat Sait Halman’a verdiği 'Emek Ödülü' haber linkleri"