Aşağıda sunduğumuz Mustafa Demirkanlı tarafından yazılan yazıyı okumadan önce, Televizyon Gazetesi.com sitesinde yayınlanan ve "Yedi Tepeli Aşk skandalı"yla ilgili olarak Can Gürzap'ın "Ben sansüre karşıyım" dediği haberden tadımlık:
.........."NTV'de 'Haydi Gel Bizimle Ol' programına konuk olan Can Gürzap, Kenan Işık'ın sansüre karşı birisi olmadığını bildiğini belirtti ve bu oyun ile ilgili durumu ilk kez duyduğunu anlattı.
..........Gürzap, 'Ben sanatta sansürü kabul etmiyorum. Milleti ayaklandıracak çeşitli yasalar bütün dünyada vardır. İyi tiyatro vardır, kötü tiyatro vardır. Oyuna sansür uygulanmış, ben sansüre karşıyım. İyi oyun vardır, kötü oyun vardır' diye konuştu.
..........Oyunların sahneye gelmeden önce kuruldan geçtiğini hatırlatan Can Gürzap, bu oyunun kuruldan geçmesine dikkat çekerek, gösterimden kaldırılmasının yanlış olduğunu ifade ettti."
(Bakınız: Televizyon Gazetesi.com)
***
Aşağıda sunduğumuz Mustafa Demirkanlı tarafından yazılan yazıyı okumadan önce, Tiyatro Fanzini sitesinde yayınlanan ve Mustafa Demirkanlı'nın sansürcü olduğunu kanıtlayan Feridun Çetinkaya'nın “Mustafa Demirkanlı ‘ilkel ve iğrenç’ olmaya devam ediyor!” başlıklı yazısından tadımlık:
.........."Bu süreçte, tiyatromuzla ilgili önemli görüşler ortaya koyan, emek ürünü yazılar, kitaplar yayımlayan tiyatro yazarı ve eleştirmeni Coşkun Büktel her türlü 'ilkel ve iğrenç' yöntem meşru sayılarak sansürlenip susturulmaya çalışılmış; Mustafa Demirkanlı gibi tiyatro ile hiçbir ilgisi olmayan ve menfaatleri söz konusu olduğunda yalan söylemekten, kara çalmaktan ve sansür uygulamaktan çekinmeyen insanlar da Türk tiyatrosunda söz sahibi olmuştur."
(Bakınız: Çetinkaya, “Mustafa Demirkanlı ‘ilkel ve iğrenç’ olmaya devam ediyor!”)
***
Mısır'daki Sağır Sultan'ın bile duyduğu "Yedi Tepeli Aşk skandalı" konusunda, Mustafa Demirkanlı, uzun zaman geçtikten (köprülerin altından çok su aktıktan) sonra yazı yazmak zorunda kaldı. Can Gürzap "Yedi Tepeli Aşk skandalı" konusunu televizyonda, milyonlarca izleyici karşısında dile getirince mi Mustafa Demirkanlı uyandı? Sormadan edemiyoruz!
www.tiyatrodergisi.com.tr sitesinden alarak aşağıya aktardığımız Mustafa Demirkanlı'nın yazısını "imla bilgisizliği"ni koruyarak yayınlıyoruz. (HB)
Sansür mü? İdari Karar mı?
Bu soru her zaman sorulur ve "Yedi Tepeli Aşk" oyununun belirsiz bir süre sahnelenmesine ara verildiği süreç gibi süreçlerde de hep bu biçimde tartışılmıştır. Kararı verenler "idari karar" olarak niteler, karşı çıkanlar da bunu her zaman "sansür" olarak niteler, Orhan Alkaya da böylesi bir karar almadan önceki gerek sanat yaşamında gerekse politik yaşamında ikirciklenmeden "sansür" diyenler safında olmuştur her zaman.
Yargımı başta aktardıktan sonra olayın biraz daha detayına girerek görüşlerimi açmak istiyorum. Öncelikle neden on gün kadar uzun sayılabilecek bir süre görüş belirtmeden sadece izlemekle yetindiğimi açıklamakla başlayayım. Tek gerekçesi var; inandığım ve hâlâ inanmak istediğim, aynı dergide 17 yılını birlikte geçirmiş, oğlumun kirvesi, arkadaşım, hâlâ dostum olduğunu düşündüğüm Orhan'ın yaptığı yanlışı göreceğini ummam ve bu yazıyı yazmaktan kurtulacağımı düşünmemdi, yani kaygım mesleki değil sadece duygusaldı, mesleki anlamda olmaması gerekendi anlayacağınız. Ama olmadı, -amiyane tabirle- sıyıramadım. Orhan Alkaya yanlışında direndi.
Bu tür idari görevler –ki ödenekli kurumlar Sanat Yönetmenlikleri, sanatsal olmaktan çok idari görevleri ağırlık kazanan kurumlar oldu uzun süredir, bu nasıl oldu, nasıl bu noktalara gelindi sorusu çok daha uzun, bir başka tartışma konusu, bunu şimdilik geçelim- hata kabul etmeyen, hataya izin vermeyen hassas görev noktaları oldu. Yumurta küfeleri artık sadece "sanatsal" yumurtalarla dolu değil, daha da kırılgan "politik" yumurtaların ağırlıklı olduğu küfeler olduğunu unutmadan adımların atılması gereken, bir anlamda artık cambazlık maharetinin öne çıktığı ömür törpüsü süreçler. Önemli olan bu süreci "tiyatro" adına doğru yönetebilmek.
Uzun gevezelik gibi görünecek olan bu girişten sonra sadede geleyim. Her "sansür" bir “idari karardır”, yani “idari kararlara” sanatın penceresinden bakılan adıdır "sansür". Bugüne kadar hiçbir idari makam "sansür" uyguladım dememiştir, demez de, her kararın ardında: "Bu, tehlikeli sonuçlar doğurmaya aday provokatif ortamda, tiyatromuzu, seyircimizi ve ekibimizi koruma amacıyla, ‘Yedi Tepeli Aşk’ oyunumuzu oynamaya ara verdiğimizi, özellikle Şehir Tiyatroları seyircilerinden özür dileyerek kamuoyuna duyururuz," benzeri gerekçeler olduğunu Orhan Alkaya benden daha iyi bilir. Eminim ki bu duruma verebileceği örnek birikimi, benimkinden birkaç kat daha fazladır, her idari kararın ardında "kamu güvenliği", "genel ahlak", "gençleri korumak", "provokasyona izin vermemek" yani son tahlilde "hamilik" yatmamakta mıdır? Biz bu "hamilikleri" her zaman "sansür" diye adlandırmadık mı?
3 Ocak ve öncesine dönersek. Orhan Alkaya, Milliyet muhabiri Ömer Erbil'in ilk haberinde geçen "Belediyeden de oyuna tepki var. Hayatta en son düşüneceğim şey sansür ama Alevi toplumunun tepkisi beni ürkütüyor. Sivas kısmı rahatsızlık yaratır diye o kısmı kaldırttım. Benim algımla baktığımda bir sorun göremiyorum. Kadını savunan bir hikâye bu. Ama tedirgin oldum.” (Milliyet, Ocak 2009) açıklamasının ve diğer açıklamalarının tam olarak bu olmadığını, çarpıtıldığını söylüyor. Telefonla görüştüğüm Ömer Erbil ise haberini savunuyor, yazılanların aynen Orhan Alkaya’nın cümleleri olduğunu iddia ediyor. Bu durumda iki tarafa da inanmak zorundayız.
Bu “tahrifat” meselesi -var ise- önemli olmakla birlikte, konunun özünü değiştirmiyor, aslında tedirginlik, Milliyet'in haberinden önce başlamış, buna politik baskı diyemeyiz, belediyeden resmi bir tepki yok, desek desek "mahalle baskısı" diyebiliriz. Gazete haberinden 5-6 gün önce Başkan Danışmanı Kenan Işık oyunu izliyor, bekaret ve kızlık zarı dikme konusunda kahramanın "Alevi ve Sivaslı" olarak belirtilmesinin ayrımcılık olduğunu ve faşizan bulduğunu bizzat Alkaya'ya iletiyor ama Başkan Danışma sıfatıyla değil meslektaşı olarak. (Kenan Işık tepkisinin bu biçimde olduğunu söylüyor.) Alkaya'da bu görüşü kabul ediyor ve yönetmenle konuşarak "Sivaslı" tanımlamasını oyundan kaldırıyorlar. Ama "Belediyeden de oyuna tepki var." kuşkusu hâlâ belleklerdeki yerini koruduğu için, 3 Ocak tarihli Milliyet Gazetesi'nin haberi üzerine aynı gün (Cumartesi) Yönetim Kurulu acilen toplanıyor ve oyuna belli olmayan bir süre için ara verildiği duyuruluyor. Ama haberin (Alevi toplumunun tepkileri) gerçeği yansıtıp yansıtmadığı tam olarak bilinmiyor.
"Yedi Tepeli Aşk" örneğine dönersek, "Yedi Ağlı Don" öyküsüyle başlıyor tepkiler aslında, oyunun galasında (23 Aralık 2008) Belediye’den iki kişi "Yedi Ağlı Don" öyküsüne tedirginliğini belirtiyor, oyunu izleyen arkadaşımız Nalân Özübek'in yanında oturan bu kişiler daha oyun sırasında sağa sola mesajlar gönderiyor, biri oyunu terk etmeyi öneriyor, diğeri karşı çıkıyor…
Zaten Alkaya da yukarıdaki açıklamasının devamında: “Oyun, ‘Yedi Ağlı Don’ hikâyesinden dolayı İslami kesimden de tepki aldı. İş daha fazla büyütülür mü, bundan endişe duyuyorum. Bu ülkede tiyatrolar yakıldı. Fatih tiyatromuz 1978'de bombalandı. Doğrusunu söylemek gerekirse, güvenlik endişesi duymaya başladım." diye açıklamasını detaylandırıyor.
Bu endişeleri duymuş Orhan Alkaya ve "Hayatta en son düşüneceği şey sansürdür," diyen Orhan Alkaya'nın samimiyetine de inanırım, hatta eminim, ama başta söylediğim gibi "sanat yönetmenliği" ile "idari görev" arasındaki dengesizlik, "idari kriz"i yönetebilme "cambazlığı"nda yatmıyor mu? "İdari kararlardaki" algıyı "sanatsal pencereden" bakarak yorumlamak ve karar vermekte değil mi "sanat yönetmenliği" becerisi?
Çok geriye gitmeye gerek yok, Dostlar Tiyatrosu, kısa bir süre önce Kahramanmaraş'ta "Sivas '93"ü "idari makamların", "idari kararı" ile engellendi ve sahnelenemedi, bu "idari karar"ı verenlerin de kaygısı "tiyatro-muzu(yu), seyirci-mizi(yi) ve ekibi-mizi koruma amacıyla," diye açıklanmamış mıydı? Ve daha yüzlerce örnekte olduğu gibi gerekçeler bunlar değil miydi?
Bu kararı Cengiz Semercioğlu şu soruyla yorumluyor: "Yani gerçekten Aleviler'in tepkisi yüzünden mi yasaklanıyor Yedi Tepeli Aşk yoksa müstehcen olduğu için mi?..” Bu soru herkesin kendine sorduğu bir soruydu, yine Semercioğlu'nun şu sorusunu da sordu herkes kendine: "Yaksalardı zamanında Star televizyonunu yakarlardı, oysa onlar sadece demokratik bir baskıyla Güner Ümit'i ekrandan uzaklaştırdılar."
3 Ocak'a kadar Aleviler'in bilinen bir tepkisi, ne Şehir Tiyatroları'na ulaşmış ne de biz dahil herhangi bir basın kuruluşuna ulaşmış durumdaydı, sadece Milliyet Gazetesi'ne (Söylendiğine göre) birkaç tepki gelmiş, belki başka yayın kuruluşlarına da münferit tepkiler gelmiştir. Orhan Alkaya’da zaten bunu "var ise" parantezi ile açıklıyor.
Şimdi eldeki bu veriler ile meseleye tekrar bakalım.
1. Sahnelenen bir oyunun, gösterimine ara verilmesi veya kaldırılması Sanat Yönetmeni veya Yönetim Kurulu kararı ile yapılmalı mıdır? Bence olabilir, bu Sanat Yönetimi'nin sorumluluğundaki tasarruftur, sonuçları ve sorumluluğu taşınabildiği süre.
2. Sahnelenen bir oyunun, gösterimine ara verilmesi veya kaldırılması münferit tepkilerle gerçekleştirilebilinir mi? Bence bu da anlaşılabilinir bir durum, sonuçları ve sorumluluğu taşınabildiği süre.
3. Sahnelenen bir oyunun, gösterimine ara verilmesi veya kaldırılması, bağlı olunan kurumun tepkileri dikkate alınarak yapılabilinir mi? Bence bu bile olabilir, sonuçları ve sorumluluğu taşınabildiği süre.
4. Sahnelenen bir oyunun, gösterimine ara verilmesi veya kaldırılması "Alevi toplumunun böyle bir tepkisi var ise eğer, bundan sanat özgürlüğü adına korkarım." diye açıklanarak yapılabilir mi? Bence yapılamaz, "var ise" , yani olduğu bile belli değilken veya emin değilken bir oyunun sahnelenmesine ara verilebilinir mi? Bence verilemez, verilmemeli.
5. Sahnelenen bir oyunun, "mahalle baskısı" veya "bağlı kuruluşun" tepkileri nedeniyle gösterimine ara verilmesi veya kaldırılması sanatın özgürlüğünü savunanlar tarafından kabul edilebilinir mi? Bence edilemez. Edilmemeli.
Orhan Alkaya’nın, İBBŞT Sanat Yönetmenliği'ne atandığının ikinci günü yaptığım söyleşinin sonunu şöyle bitirmişim: "…işin zor, meşakkatli, ama tanıdığım Orhan Alkaya 50 yılını Sanat Yönetmenliği için feda etmez, bunu biliyorum ve başarılar diliyorum, sabırla yüklü bir süreçten alnının akıyla çıkacağına da hiçbir kuşkum yok." (Ocak 2008, sayı 185) ve hâlâ buna inanıyorum ama Orhan Alkaya’da şuna inanmalı "mahalle baskısı" veya "bağlı kurum" tepkileriyle bir oyunun sahnelenmesine belirsiz bir süre ara verilmesi "mahalle baskısı"na ve "bağlı kurum" tedirginliğine teslim olmaktır ve bunun adı da her yerde "sansür"dür. Alkaya’nın söylediği "Hayatta en son düşüneceğim şey sansür"dür cümlesine tüm yüreğimle katılıyorum ama bu konuda acele ettiğini ve yanlış yaptığını da belirtmek istiyorum, Orhan Alkaya da bu kriz yönetiminde acele davrandığını ve yanlış yaptığını kabul ederse hedeflerine daha sağlam adımlarla yürüyecektir, bunu bekliyor ve bunun böyle olacağına inanıyorum. Türk tiyatrosunun, özellikle İBBŞT’nin Orhan Alkaya’ya daha çok ihtiyacı var, Alkaya’nın da ileriye dönük yapacağı çok işler var.
(Kaynak: tiyatrodergisi.com.tr