12 Ocak 2009 Pazartesi

Tiyatro Eğitiminde Cinsel Taciz Konusunun Yeniden Gündeme Gelmesi Üzerine

Esra Aşan
9 Ocak 2009


Tiyatro eğitiminde cinsel taciz konusu ve Esatoğlu vakası son dönemde tiyatro çevrelerinde yeniden gündeme geldi. Mehmet Esatoğlu’nun Kadıköy Belediyesi’nin 24 Aralık 2008 tarihinde düzenlediği düzenlediği “Brecht’i Anma Gecesi”nde sunucu olarak yer alması ve Tiyatro Avesta’nın Mehmet Esatoğlu ile ilişkilenirken tacizi tiyatro eğitiminin bir parçası haline getiren pratiklerini sorgulamaması kadın hakları konusunda ilkeli hareket eden kültür sanat çevrelerinde ve muhalif odaklarda sorunsallaştırıldı.[i] Ancak cinsel taciz konusunda yapılan bu duyarlılık çağrılarının ya cevapsız bırakıldığı ya da tepkilere neden olduğu görülüyor.

Söz konusu tepkileri ele almaya çalışacağım bu yazıda öncelikle sıkıcı bir hal alan Esatoğlu vakasının 10 yıllık tarihine kısaca değineceğim:

Mehmet Esatoğlu’nun tiyatro eğitimini cinsel hazlarını tatmin için araçsallaştırdığını ortaya çıkaran çok fazla tanıklık var. Konu ilk olarak 2000 yılında Amatör Tiyatrolar Çevresi (ATÇ) içinde Özgür Sahneli Kadınlar'ın kaleme aldığı "Alternatif Kültür Mü Yozlaşma Kültürü Mü?" yazısıyla gündeme getirildi. Eğitmenleri Esatoğlu’nun tacizine maruz kalan tiyatrocu kadınlar, bu konudaki kişisel tanıklıklarını yazıya döktüler. Konu platform içinde tartışmaya açıldığında Esatoğlu ve çevresinin savunusu bunun bir çalışma yöntemi olduğuydu, daha sonra kendilerine komplo düzenlendiğini iddia ettiler. Tiyatro sanatının cinsel taciz pratiklerine sahne olmasına izin vermek istemeyen ATÇ'li bir grup kadın Tiyatroda Cinsel Tacize Karşı Kadın İnisiyatifi'ni kurarak konuyu önce kadın hareketinin gündemine taşıdı. Muhalif kurumların ve çeşitli STK'ların haberdar edilmesinin ardından “Sanatta Cinsel Taciz Paneli”ni örgütlediler ve cinsel tacizi muhalif yapılar içinde tartışmaya açarak muhalif kültürün içeriden kirletilmesine engel olmaya çalıştılar.

2007 Barışarock etkinliklerinde başka bir taciz mağduru daha ortaya çıktı. Eski tiyatro çalıştırıcısı Esatoğlu ile Barışarock şenlik alanında karşılaşması üzerine genç kadının yaşadığı travmanın izleri yeniden açığa çıkmıştı. Feministlerin ve eşcinsellerin geliştirdiği duyarlılık karşısında 2007 BarışaRock festivali taciz karşıtı protestolara sahne olmuştu. Kendiliğinden gelişen bu eylem, tacize uğrayan genç kadına büyük bir cesaret vermiş, başta annesinin desteği ve bu dayanışmanın verdiği güçle yaşadığı taciz deneyimini kamuoyuna açıklayabilmişti.
Bu genç kadınla yapılan ve Tiyatro Eğitiminde Cinsel Taciz Üzerine Bir Görüşme adıyla yayımlanan söyleşiyi gerçekleştirenlerden biriyim. 17 yaşında tiyatrocu olma hayalleriyle konservatuar sınavlarına hazırlanan bir kadının eğitimcisinin tacizine maruz kaldıktan sonra yaşamının alt üst oluş hikâyesine bu görüşmede tanıklık ettim. Yaşadığı taciz deneyiminin kendi iç dünyasına, ailesiyle, arkadaşlarıyla ve erkeklerle kurduğu ilişkilere negatif etkileri, çevresindekilere ve kendine olan güvenini yitirmesi gibi pek çok sorunla genç yaşta mücadele etmek zorunda kalmıştı.

Bu, cinsel istismara maruz kalan her kadının yaşadığı ve çoğu zaman da kolay kolay dile getirilemeyen bir durum. Özellikle taciz yakın çevremizden, güvendiğimiz birisinden, kendimizi emanet ettiğiniz bir eğitimciden sistematik olarak geliyorsa kendimize açıklamak bile çok kolay olmuyor. Tacizi açıklama cesaretini gösteren bir kadını güçlü kılan en önemli şey ise gördüğü dayanışma, yalnız olmadığını hissetmesi. Bu cesaret, aynı mağduriyetleri paylaşan başka kadınlara da yaşadıklarını açıklama gücü veriyor.

Esatoğlu vakasında, tiyatro eğitiminde cinsel taciz meselesini sürekli gündemde tutan ve kadın mağduriyetleri konusunda duyarlılık geliştiren kültür sanat çevrelerinin, feministlerin ve eşcinsellerin yaptığı örnek bir dayanışma pratiğidir. Bu, sadece tacizi yaşayan kadınlara yönelik değil; hayatlarını cinsel taciz riski altında yaşayan tüm kadınlara yönelik bir dayanışmadır. Birinin mağduriyetini diğerinin sahiplenmesidir.

***

Bugün Esatoğlu vakası yeniden gündeme geldiğinde cinsel tacizi ortaya koyan, tanıklıklara dayalı belgeler kamuoyuyla paylaşılmışken yaşanan kadın mağduriyetleri karşında ya tavır alınmakta zorlanılmakta ya da duyarlılık çağrısı yapan çevrelere karşı bir tepki örgütlenmekte.
Tavır almakta zorlanılmasının nedenlerinden biri Esatoğlu’na tacizci diyebilmek için ortada ‘yeterli' kanıtın olmamasıymış. Mesela, tiyatrocu Hilmi Bulunmaz bu nedenle net bir tavır almakta zorlandığını dile getirirken; Coşkun Büktel’in vicdanı Esatoğlu’nun tacizci olduğunu söylese de yeterli kanıtları olmadığı için net bir tutum alamıyor. Mağdurların yaptığı açıklamalar yeterli bulunmuyor; çünkü Esatoğlu’nu taciz pratiklerini gerçekleştirirken belgeleyen bir kanıt yok. Taciz karşısında taraf olmak ve Esatoğlu’nu daha fazla onore etmemek için nasıl bir kanıt arandığını bilemiyorum.

Cinsel taciz, kadınların nerede ve ne zaman karşısına çıkacağı belli olmayan bir hak ihlali. Bu noktada kadınların her an tacize uğrayabilirim ve bunu ispatlamak zorunda bırakılabilirim paranoyasıyla hareket ederek yanlarında taciz anını belgelemek için teknolojinin nimetlerinden yararlanarak ses cihazı ya da kamerayla mı dolaşması gerekiyor? Nüfusun yarısını oluşturan kadınların gündelik hayatlarını bu şekilde örgütlemesini beklemek bir delilik değil mi? Taciz karşındaki konumunuzu açıklarken öncelikle bunun yaratacağı toplumsal etkiyi hesaba katmanız gerekiyor. Bu tarz bir tavır, kadınların yaşadıkları mağduriyeti dile getirmesi için onlara güç verebilir mi?

Feministlerin cinsel taciz gibi bir kadın mağduriyeti karşısında geliştirdiği politika oldukça açık: Toplumsal pek çok baskı nedeniyle tacizi açıklamak kadınlar için yeterince zorlu bir süreçtir. Dolayısıyla her seferinde tacizi kanıtlamak zorunda bırakılarak kadınların ikinci kere mağdur edilmemesi için kadının beyanı esas alınmalıdır. Bu durumda tacizle suçlanan kişinin tacizde bulunmadığını ispat etmesi beklenir. Esatoğlu vakasında tavır almakta zorlanan hiçbir çevre kendisine bu tarz bir yaptırımda bulunmuyor. Kadınları kanıt göstermeye zorlayanlar kadınlar üzerinde başka bir mağduriyet yaratarak suça ortak oluyorlar.

Esatoğlu vakasına geliştirilen diğer bir yaklaşımsa tacizi dert edinenlerin meseleyi kişisel kini indirgediği. Mesela Hekîm Kılıç, Tiyatro Avesta’nın Araf oyununu değerlendiren yazısının[ii] bir bölümünde Tiyatro Avesta’nın Esatoğlu ile ilişkilenirken cinsel taciz meselesini sorunsallaştırmadığına dikkat çekiyor. Aldığı yanıt ise konuyu şahsi kine indirgediği... Taciz karşısında sessiz kalmak, duyarlılık çağrısında bulunanlara tepki örgütlemek, suça ortak olmaktır. Tacizlerini pervasızca gerçekleştirebilmesi için Esatoğlu gibilerine cesaret vermektir. Kürtlerin yaşadığı mağduriyetleri sanatsal bir pratik üzerinden dile getirmeye çalışan bir tiyatro topluluğunun kadınların yaşadığı bu mağduriyete nasıl seyirci kalabildiğini aklım almıyor. Ülkemizde yaşanan kirli savaşta Kürt kadınlarına yönelik taciz ve tecavüz vahşetine, bunun nasıl bir savaş politikası haline getirildiğine hep birlikte tanıklık etmedik mi? Devlet kaynaklı şiddet karşısında tavır alırken, sol çevrelerde gelişen kadın hakları ihlallerine seyirci kalabilir miyiz?

Kadın ve insan hakları aktivisti Eren Keskin Esatoğlu’nun taciz pratikleri karşısında kaleme aldığı yazısında sol hareketler içinde tacizin ne kadar yaygın olduğunun ve bu konunun nasıl da geçiştirildiğinin altını çiziyor. Mehmet Esatoğlu bugün sol çevreler içinde rahatlıkla konumlanabilen ve örgütlenebilen bir tiyatrocu. Pek çok sol kurum kendisinin “devrimci” kimliğine sahip çıkıyor ve tacizlerin yayılması için zemin sağlıyor. Bunun temel nedeninin Türkiye’de sol hareketlerin, toplumsal cinsiyet meselesini öncelikli bir konu olarak gündeme almaması ve kadın mağduriyetlerinin nasıl giderileceği konusunda net bir kurumsal politika geliştirmemesi olduğunu düşünüyorum.

***

Feminist hareketler kadınların, kadın olmaktan kaynaklı özgül sorunlar yaşadığını ve toplumların, erkeklerin kadınlar üzerinden kazanç sağlayarak örgütlendiğini muhalif hareketlerin gündemi getirdi. Artık hepimiz cinsiyetçilik diye bir ideoloji olduğunu ve bu ideolojinin erkeklere kadınların sömürülmesi üzerinden bir avantaj sağladığını biliyoruz. Ancak sosyalist hareketlerde hakim olan görüş; devrimci dönüşümün esas gücünün sınıf mücadelesi olduğu, sermayeye karşı kazanılacak mücadele ile devrimin sağlanabileceği. Bu nedenle de toplumsal cinsiyet, ırk, etnik aidiyet, kültürel kimlik, cinsel kimlik gibi toplumsal hayatı şekillendiren kategorileri tali bir konu olarak ele alıyorlar. Sorunları belli bir öncelik sırasına dizerek yaşanan kadın ve insan hakları mağduriyetlerini ya çözümsüz bırakıyor ya da daha sonra ele alınacak bir mesele olarak öteliyorlar.

Bugün ülkemizde sosyalist hareketlerin, Kürtlerin, Ermenilerin kimlik sorunlarına, eşcinsellerin, travesti ve transseksüellerin cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğinden kaynaklı sorunlarına, kadınların toplumdaki ikincil pozisyonlarından kaynaklanan sorunlarına çözüm üretmekte zorlanılmasının temel nedeni bunların öncelikli bir konu olarak görülmemesidir. Dolayısıyla muhalif çevrelerin gündemine kadın haklarıyla ilgili bir konu geldiğinde nasıl ele alacağı bilinememekte, olayların üstünü örten manipülasyona açık ortamlar rahatlıkla kurulabilmekte ve konu girift çıkar ilişkileri içinde çözümsüz bırakılmaktadır. Haliyle bu yapılar içinde çeşitli mağduriyetlerinin yaşandığı ilişki biçimleri gelişebilmektedir.

Muhalif olduğunu iddia eden hareketlerin öncelikle yanıtlaması gereken soru devrimci bir dönüşümün sağlanabilmesi için toplumsal cinsiyete, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğine, etnik ve kültürel kimliğe; birincil önem atfettikleri sınıfsal kimlik kadar yer verip vermeyeceğidir. Devletin faşizan politikalarına karşı bir duruş geliştirilmeye çalışılırken hareketlerin kendi içinde gelişen mağduriyetlere seyirci kalınamaz. Gün gelir de sermayeyi tahtından eden bu sol hareketlerin kuracağı düzen eskisinden ne kadar farklı olacak? Devrimci bir toplumsal dönüşüm, ancak yaşanan tüm bu mağduriyetlerin birlikte ele alınarak çözüm geliştirilmesiyle mümkün olabilir.

Esatoğlu meselesi muhalif çevrelerde yaşanan taciz pratiklerinin örneklerinden sadece bir tanesi. Belki de en çok kanıta sahip olanı. Bu konunun ele alınıp kadınlardan yana bir çözüme ulaştırılması konusunda ne bekleniyor? Kültür ve sanat eşit, özgür ve adil bir dünya yaratmanın yolunda işlevlendirilecekse yolumuz öncelikle birbirimizin sorunlarına sahip çıkarak hareket etmekten geçiyor.

***

[i] Konuyla ilgili tartışmalara İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu – Girişim web sitesi ve Kültürel Çoğulcu Gündem’in web sitesi üzerinden ulaşılabilir.
[ii] İlgili yazılar için bkz: Araf: Di Navbera Profesyonelîzm û Amatorîzmê De, Hekîm Kılıç, 20 Berçile 2008 Kürtçe Kazanımlar ve “Araf” Oyunu, Hekîm Kılıç, 30 Aralık 2008

(Kaynak: istanbul alternatif tiyatrolar platformu - girişim yada bir diğer kaynak feminisite)