12 Ekim 2008 Pazar

Orhan Aydın, talana karşı çıkıyor!...

"Türkiye'nin üç tarafı deniz, dört tarafı keriz!..." anlayışına karşı çıkmak gerekir. Orhan Aydın, bu anlayışa karşı çıkanlardan biri. Salt tiyatroyla sınırlı yaşamayıp, diğer alanlara da ilgi duyan Aydın, zaman zaman genellemecilik hastalığına tutulmakla birlikte, kapitalizmin insana düşman ruhiyatına karşı çıkarak, insani görevini yerine getiriyor. Türkiye tiyatrosunun çürüdüğü, küflendiği bir süreçte, Orhan Aydın gibi insanları bulunması, yüreğimize su serpiyor. Kılgısalla kuramsalı bireşimleştirme çabasındaki Aydın'ın, yarın soL gazetesinde yayınlanacak yazısını, bugünden okurlarımıza sunuyoruz:


Talan…


Orhan Aydın
13 Ekim 2008


Ülkede öncelikli onca olay varken, kültürel varlıklar, sanatsal durum ve kentsel talanlar, memleketi ne kadar ilgilendiriyor fazlaca kestiremiyorum.

Ama, bildiğim bir şey var ki; ayağımızın altındaki topraklar, birileri tarafından planlı bir şekilde çekiliyor.

Anadolu’nun uygarlıklar beşiği olması gerçeği, kültürel kalıtlar konusunda ne denli zengin ve şanslı olduğumuzun da göstergesi olarak anlatılmıştır.

Doğrudur da.

Hitit, Frig, Lidya, İyon, Urartu, Roma gibi onlarca uygarlığa yurtluk etmiş bir coğrafyadayız.

Bunca uygarlığın insanlık tarihine bıraktıkları elbette azımsanacak değildir.

Bir ülke düşünün ki, dört bir yanı, binlerce yıllık anıt kalıtlarla doludur.

Ancak, İslam ve Osmanlı eserleri dışında kalan milyonlarca eser, senin için bir şey ifade etmiyorsa, burada sorun var demektir.

Bugün, AKP hükümeti ve onun Kültür Bakanlığı'nın bu alana yaklaşımı da aynen böyledir.

Hiç birimiz unutmayalım, Bizans surları için; “Bunlara dünyanın parasını harcıyoruz, yıkalım gitsin” diye görüş belirten dönemin Belediye Başkanı, bu gün Başbakan'dır.

Aynı anlayışın birçok temsilcisi, hep gereğini yapmışlardır!

Ya tükürmüşler, ya balyozlarla parçalamışlar, ya yakmışlar yada yıktırmışlardır.

Hiç olmazsa bu konuda belleklerimiz tazedir. Bu ülkede, yıkılan tiyatro salonları da vardır yakılanlar da. Tüküren adam İ. Melih ise, halen ülkenin başkentinin belediye başkanıdır.

Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün durumuysa, gerçek anlamıyla içler acısıdır.

Personel sayısı en alt düzeye indirgenmiş, var olan kadrolar, ehil olmayanlarca doldurulmuştur.

Bakanlığa bağlı ‘müze’ adıyla anılan birçok yerde, müdür düzeyinde yöneticiler bulunmamaktadır!

Vekil ve meslekten olmayan kadrolarla müzecilik yapılmaktadır!

Bu bilgiler, alanda çalışan arkeologların ve bir bölüm bakanlık personelinin ortak düşünceleridir.

AKP’nin politikası ise, “daha önce sürdürülen işlere, kaldığı yerden devam” anlayışıdır.

Bu olsa olsa, fakir akıllı olmanın net bir ifadesi olabilir.

Zaten, birkaç zar-zor sürdürülen kazı dışında önceden yapılan kalıcı bir çalışma da yoktur.

Nasıl olsun?

17 yıldır sürdürülen Çatalhöyük kazı çalışmaları, her yılın toplam altı ayında “bütçesizlik” nedeniyle; 21 yıldır sürdürülen Kinidos kazı çalışmaları ise, “eserlerin talan edilmesi” gerekçesiyle mahkeme kararı ile durduruldu. Kazı başkanlığını yapan Prof. Ramazan Özgan için dava açıldı.

Side, Bergama, Efes antik kentleri ve Ani de yürütülen çalışmalar ise yıllardır bir arpa boyunda bile yol almamışlardır.

Ani antik kentindeki kazı çalışmaları, “güvenliksiz bölge”de olduğu için sağlıklı yürütülememektedir.

Oysa, Ermenistan sınırındaki bu antik kent, en azından barış ve kardeşliğin köprüsü olması adına, bir an önce gün yüzüne çıkartılmalıdır.

Dimdik ayakta kalmış ve yaşamını insan yaşamı ile birleştirerek bu güne gelmiş, Aspendos antik tiyatrosu ise; “yüksek sesli etkinlere kapatılması gerekir” biçimindeki raporlara karşın, bol davul-zurnalı folklor ekibinin patronu Mustafa Erdoğan’a peşkeş çekilmiştir. Herhalde Pamphylia halkının kemikleri sızlıyordur.

Hasankeyf’de yaşanan kifayetsizlik ise ortada. Bütün bir uygarlık Ilısu baraj gölünün altında kalacak!

Adıyaman Kommagene Krallığı’nın o eşsiz değerdeki kalıtları ise doğa şartlarına yenik düşmekte.
Ege ve Akdeniz’de kalıtlar, konut yapımlarında inşaat malzemesi olarak kullanılıyor.

Bu ülke, benzeri uygulamalar yüzünden, yıllardır eser kaçakçılarının cirit attığı bir ülke değil midir?

Topraklarımızdan çıkartılıp kaçırılan kalıtlar, Avrupalı emperyalistlerin müzayedelerinde alıcı buluyor.

Müzelerimizde olması gereken yüzlerce eser, koleksiyoncularda, onlarca özel müzede yada kara para aklayıcılarının kasalarında bulunmaktadır.

Kültürel varlıkların korunması için 1970 UNESCO sözleşmesi, Avrupa Arkeolojik Mirasın Korunması Sözleşmesi gibi, uluslararası anlaşmalara rağmen, dünya bildiğini okuyor.

Zeus sunağı, Afrodisyas İhtiyar Balıkçı Heykeli, Troya eserleri, Herakles Heykeli, Kumluca eserleri gibi, topraklarımızdan çalınmış onlarca eser; Almanya, Amerika, Rusya, İngiltere ve Danimarka ülkelerinin saygın(!) müzelerinde sergilenmektedir.

Ülkemiz Kültür Bakanlığı ise, olup biten karşısında adeta teslim alınmış gibidir.

“Kara haberci” olanı halk sevmez ama, İstanbul’da kentsel üleşme ile yapılması planlanan talan, Anadolu’da kültürel kalıtlar üstünde çok yakın zamanda uygulanmaya başlanacaktır.

“Turizm gelirlerini artırmak” adı altında AKP’li vekillerce hazırlanan yeni paketin içinden çıkacak uygulamalar, tam da AKP’nin pazarlamacı mantığına denk düşmektedir.

Orman yangınlarından sonra, çıplaklaşan kültürel dokuların içine yapılacak çok yıldızlı turistik tesisler, golf sahaları ve alternatif turizm adı altında yapılacak eser katliamlarını birlikte izleyeceğiz!

Devlet, uygarlıkların dili olan kalıtları, “taş yığını” olarak gördüğü sürece bu hazin son kaçınılmazdır.

oaydinoaydin@gmail.com