Yıl 1994... Muammer Karaca Tiyatrosu'nda üç büyük oyunu, iki de çocuk oyunu oynuyoruz. Çocuk oyununa ilgi büyük. İyi para kazandırıyor. Hem öyle polis - molis baskısı da yok. Şirketimiz adına Milli Eğitim Müdürlüğü'ne başvurup yasal iznimizi alarak, okullarda da çocuk oyunu oynamak istiyoruz. Ama sadece istiyoruz...
İşin yasal boyutunu halletmek, oyun oynayacağımız anlamına gelmiyor. Okullara gidildiğinde, bizi müdürler karşılıyor. Sıcak karşılama sonucu, pazarlığa gelmemiz gerektiği vurgulanıyor. Oysa biz yasal bir tiyatroyuz. Yüzde yetmiş beş bizim, yüzde yirmi beş Milli Eğitim Bakanlığı Vakfı'nın olduğunu biliyoruz. Yasalara güvendiğimizden, başımız dik giriyoruz ilim irfan yuvalarına. Ama sadece giriyoruz...
Müdür, elinde tesbih, bir yandan şangur şungur dikkat dağıtırken, diğer yandan da dikkatimizi çekiyor: "Ben vakıf - makıf anlamam. Paranın yarısı sizin, yarısı benim." Oysa biz oyun oynamak istiyoruz. Ama sadece istiyoruz...
İdeolojik, siyasal, genel, nesnel... sloganlarımızı, bir de müdüre / müdürlere karşı yinelemek zorunda kalıyoruz: "Kahrolsun İlköğretim Okulları'ndaki müdürlerin tiyatral sömürüsü!" Milli Eğitim Müdürlüğü'nden aldığımız izni yırtıyoruz. "Böyle bir alçakça pazarlığa gireceğimize, hiç tiyatro yapmayız." diye düşünüyoruz. Hala öyle düşünüyoruz...
Yüreğimizi daraltıp, bizi insanlığımızdan utandıran, kendimizi alçak ve şerefsiz hissetmemize neden olan bu süreci anımsattığı için Orhan Aydın'a teşekkür ederiz. Aydın'ın beni, bizi, herkesi aydınlatacağına emin olduğum yazısını okumanızı öneririm... (HB)
Çocuk aklını çalan hırsızlar…
Orhan Aydın
20 Ekim 2008
Bu hafta okuyacağınız yazıyı yazarken, günlerce düşündüm.
Alanımızdaki kirlenmenin boyutları, artık kabullenemez durumlara ulaştı.
Tiyatro, kendi kendini yiyip bitiren ve giderek, kendi geleceğini karartan iç düşmanlar oluşturmuş durumda.
Tuhaf değil mi?
Ama ne yazık ki gerçek.
Mesleğimizin görülen tarafında olup biten siyasi cambazlıkların dışında, daha aşağılarda yaşananlar buz dağının asıl yüzünü oluşturuyorlar.
Ülkemde, ‘Çocuk Tiyatrosu’ başlığı altında yapılan üretimlerin yüzde yüze yakını, kendi geleceği ile oynuyor.
Sözümün tamamı, okul okul dolaşıp ‘dilenci parası’ toplar gibi çocuklarımıza el açan bir takım aymazlar ile bu duruma çanak tutan Milli Eğitim Müdürleri, Okul Müdürleri ve kendini yetkili sayan tüm yetkisizleredir.
“İki kalas bir heves” eski bir tanımlamadır.
Mesleği hafife alıp, dikkatsiz davranan, özensiz davranan bazen de amatör olmaktan bile ‘beter’ olanlar için kullanılır.
Aslında amatörlüğe saygı duymanın da ifadesidir.
Ama yapılanlar, bu durumu bin kez aşmış ve sistem, bir sömürü çarkı halinde işler duruma getirilmiştir.
Ne okuduklarınız ne de okuyacaklarınız düzmece ya da kurmaca bir öykü değildir.
Bu ülkede binlerce okul ve bu okullarda binlerce çocuk vardır.
“Çocuk Tiyatrosu” adı altındaki bu akıl hırsızlığının hedefleri de tam da burasıdır.
Gerçekten her şey çok basittir.
Bir akıl kurnazı, dört kafadarla birlikte bir araya gelirler, ortada öyle tiyatro metni’nin filan olmasına da gereksinme yoktur.
Oradan buradan hırsızlanmış sözcükler ezberlenir, iki renkli ya da yamalı kostüm meseleyi çözer.
Topluluğun ve oyunun şatafatlı bir adı olması gerekir!
Hemen halledilir.
Sonra ilk yapılacak iş, hedef kitle çocuklara yönelik saldırıya geçmektir!
İlçe Milli Eğitim müdürleri’nden, “uygundur” diye bir yazı almak, nerede ise gereksizdir.
Okul müdürlerine başvurulur ve o andan itibaren, “Çocuk başına” hesaplar yapılmaya başlanır.
Kimi müdürler, “ver üç yüz lira, ne yaparsan yap” der kimileri ise, “yarı yarıya”
Bu pazarlık, yaklaşık bin çocuğun, bazen daha az, bazen daha çoğunun üstüne yapılır.
Okulun tiyatro salonu var mıdır?
Ne gerek var. En büyük, sınıf anında derme çatma bir salon haline getirilir.
Sahneye gereksinme yoktur, ışık malzemesine, efekt ve dekor gereklerine de gereksinme yoktur.
Parasını okul müdürünün eline sayanlar seyirci olurlar.
Başlanır oynanmaya!
Aynı gün içinde en az beş “seans” aynı sözcükler farklı çocuklara aktarılır.
Değişen tek şey toplanan paranın miktarıdır.
Ne anlatılır?
Söyleyelim, kocaman bir hiç.
Bu sıradanlık, başta İstanbul, Ankara, İzmir gibi iller olmak üzere, Anadolu da hemen her il de her gün yaşanılır hale gelmiştir.
Tiyatro denen, hayatın büyüsü mesleğimizin karalanması olan bu durum; aynı zaman da çocuklarımızın ruh ve akıl sağlığı ile oynanır olmasına izin vermektedir.
Yapılan ise, mesleğe hakaret etmenin dışında hırsızlıktır.
Bu insanların hiç biri, hiçbir metin için telif ödememektedir.
Hiç biri tek kuruş vergi ödememektedir.
Ayrıca işin sahibi durumundakiler tarafından emek hırsızlıkları yapılmaktadır.
Bütün bu anlatılanları yapanların isimleri, sıfatları, cinsleri, cibilliyetleri ise önemsizdir.
Ama yapılması gerekenler vardır.
İlki, hemen ama hemen bu gidiş durdurulmalıdır.
Durdurulmuyorsa, bu işlere izin veren Milli Eğitim Müdürleri, okul müdürleri hemen görevden alınmalıdırlar.
Bu pis kokular yayan ilişkiler ağına karşı, meslek örgütleri ortak reaksiyon göstermelidirler.
Oyun yazarları ve ÇOGED gibi kuruluşlar ve Çocuk Tiyatrosunun gerçek anlamı ile nasıl yapıldığının örneklerini yaratmak için çabalayanlar, işin izleyeni olmalı, ak ile kara ayrıştırılmalıdır.
oaydinoaydin@gmail.com