Orhan Aydın, çocuk ruhunu yitirmeyen biri. Zaman zaman, taban tabana karşıt düşünce ve eylemlere sahip olsak da, sürekli olarak izlemekle yükümlü olduğumuz bir tiyatrocu. Tiyatroyu idealize edip, Kaf Dağı'nın ardına gizlemeyen; dili, eli vardığınca, kitlelerle paylaşmak isteyen bir fani. Bir çocuğun arılığıyla kaleme aldığı "İkinci yıl..." yazısını, bir kadirşinaslık örneği olarak okuduk. Her salı günü yazdığı soL gazetesinde yayımlamadan önce, bize e-posta olarak yolladığı yeni yazısını, okurlarımızın dikkatine sunuyoruz... (HB):
İkinci yıl…
Orhan Aydın
18 Ağustos 2008
Sevgili ustam: İki yıldır o yol kenarındaki gömütlükte yatıyorsun upuzun.
Yanı başından geçenler okuyor mudur mezar taşını?
Bunun bu ülkede ne kadar önemi var bilmiyorum. Ama okunsun istiyorum.
Senden geriye kalan onca şeyin yanı sıra, o beyaz taşın üstüne kazılmış adının bazı insanlara bir şeyler anımsatacağını umuyorum belki.
Mesela bu ülkede, senin adın okunduğunda oyuncu olmanın ne demek olduğunu yeniden düşünmek gerektiğine inanıyorum.
Kaç yaratıcı, öfke ile inadını birleştirip sevgiye ve barışa dönüştürmesini becerebilmiştir?
Kaçımız, acının yaşamı yeşertmek için önemli bir fırsat yarattığını düşünmüştür?
Sen, yaşamını bu ülkenin yoksullarına, işçilerine, emekçilerine ve onların yaşam haklarına sahip çıkmaya adadın.
Her koşulda; ama her koşulda hiçbir dayatmayı kabul etmeyerek, kendi bildiğin doğruların izinde oldun.
Ne oynayacağına, nasıl oynayacağına, en önemlisi kimler için oynayacağına sen karar verdin.
Emek katarak diriltmediğin hiçbir yaratının içinde olmadın.
Hep sözünü kattın yol arkadaşlarının sözlerine.
Ben bilirim; başkaca dostların da bilirler; tartışmalarda gururla koruduğun inat, politik düşüncelerinden taviz vermeyişinin en önemli duvarı oldu hep.
Sınıf mücadelesi için yapılacak sanatın tavizsiz olması gerektiğini söyleyerek yaşadın.
Bu amacı güden kaç sanat yaratıcısı var?
Sevgili Ustam, sana yeniden yazarken dertleşmek de isterim elbet. Fazlaca dinleyeceğini sanmam; ama anlatmalıyım.
Şimdi senin canını sıkmadan şunu söyleyeyim ki, öngördüklerinin hemen hepsi gerçek oldu.
Ülke uçurumun kıyısında.
Bu yüzyılın aymazları, memleketi her şeyi ile talan ettiler.
Cumhuriyet’i bitirdiler!
Bu günler, sistemi olduğu gibi dönüştürmenin son günleri.
Açlık, yokluk, yoksulluk, işsizlik ve yolsuzluk ülke tarihimizde olmadığı kadar arttı.
Dış borç ile iç borç rakamları talan boyutunun da göstergesi.
Hep birlikte yoksullaştık.
Dinci gericilik, kuşandığı ırkçılık ile ülke geleceğini ipotek altına aldı.
Bu cümleden anlaşılacağı üzere tarikatlar ve cemaatler memlekette cirit atıyorlar.
Tarihimizin en büyük bilgi kirliliği yaşanıyor.
Gelecek kuşaklarda onulmaz yaralar açacak olan kavram kargaşalığı, bile bile halka servis ediliyor.
Liboşlar ve dönekler AKP’nin değirmenine can havli ile su taşıyorlar.
Gazetelerin birinci sayfalarını görsen, utanırsan.
Büyükçe bir bölümü el-etek öpme yarışındalar.
Kara, kapkara gülücüklerle servetine servet katan para avcıları ise bu can ticaretinden memnun, perde arkasından sırıtıyorlar.
Birazcık daha anlatırsam hiddetle susturacaksın biliyorum ya da yine küfürbazlığın tutacaktır Can Baba gibi.
Sahi hiç söylemiş miydim sana, siz Can Baba ile ikiniz birbirinize ne kadar da benziyorsunuz.
Aslında bunu bir Kuzguncuk sabahında keşfetmiştim. Evet siz ikiniz, benziyorsunuz!
En azından öfkeniz öfkelerinize ortak.
Söylemlerinizin zenginliği ise, aynı kuşağın kavga adamları olmanızdan olabilir mi?
Gorki tartışmanızdan çıkarmıştım bunu. İkiniz de hem kızıp, hem “ama” deyip övüyordunuz, hem Gorki'yi hem yazdıklarını.
Bu günler Can Baba’nın da ölüm günleri. Nasıl örtüşmedir bu.
Biriniz Can'ını Datça boylarında bir yamaca yatırmış, bir diğeriniz İstanbul'da bir yol çatağına.
Sizin topraklarınızı birbirine karıştırmak lazım. Bunu Öcal Necmioğlu ve Su Yücel ile konuşmalıyım.
Acı tütün kıvamında ve de bolca votka tadında, kucaklaşmalı sizin topraklarınız.
Hem sen seversin deniz havasını, Baba da tütün kokusunu.
Tamam uzatmayacağım.
Ancak bilmelisin, yeni bir tiyatro sezonunun kapı aralığındayız ve bu sezona daha güçlü girme inadındayız.
Yağma yok buradayız deyip çıkacağız sahnelere. Haklarımızı talep edeceğiz.
Yeni ve tüm sanat emekçilerini bir araya getirecek bir birlik oluşturacağız.
Bazılarının saltanatlarını sarsacak, içimizdeki döneklerin yakasına yapışıp sahnelerden avazımız çıktığı kadar hayata sesleneceğiz.
Unutmadan. Songül evi değiştirdi. Yine aynı mahallede, daha küçük ama şirin.
Baran, adam gibi büyüyor.
Elif iyi. Yine her gün senin yanı başından geçip işe gidiyor.
Eylem Şafak Aydın, yeni döndü dışarıdan tekrar gidiş hazırlıkları yapıyor.
Oğlun Öcal Necmioğlu artık burada yaşıyor.
Canın yanacak biliyorum ama yazmalıyım. İlk aşkın, ilk kavga gülün Suna Necmioğlu’nu yitirdik.
Ne yaparsın; zaman kalleş. Onu da seni alan illet aldı. Oysa, iyiydi Bozcaada'da.
Senin süzülüp gidişine dayanamamış olabilir mi?
Bir güz kapısında belki; belki bir bahar sabahında yeniden selamlaşmak dileği ile, seni hasretle kucaklarım sevgili ustam Tuncer Necmioğlu.
oaydinoaydin@gmail.com
***
(Ayrıca bakınız: Aydın, "TUNCER NECMİOĞLU 1938-2006")