Yaşamı sanallaştıran kapitalist imgecilerin dışında, bir de yaşamı estetize etme uğraşı veren oyuncular var. Yaşamı estetize etmek için değiştirmek gerekir. Oysa statükocu tiyatro esnafı, hiç de değişimden yana değil. Özellikle yaşamı kapitalize eden Devlet Tiyatroları, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için tiyatral piyade birliği gibi hareket ediyor. Daha yerinde bir deyişle hareketsizliği temsil ediyor...
Değişim Atölyesi Oyuncuları ile yapılan bir söyleşiye dikkat çekip link veriyoruz:
(...)
Teknolojinin gelişimi, hayatın hızla akmaya başlaması, izleyiciyi tiyatrodan koparıyor mu?
“Tiyatro öldü” dedikodusu dolaşıyor etrafta. Bu anlamda “suç kimde?” Bugün her şeyin, yaşamlarımızın, duygularımızın, aklımızın, mutluluklarımızın kısırlaştırıldığı, teknoloji bombardımanının bir “Atom Bombası” etkisiyle yaşamlarımızı felce uğrattığı bir ortamda, bireyin, “ruhunu” kurtarmak adına sanata sarılmak dışında bir şansı yok. Ancak o zaman aklını ve duygularını yeniden kazanabilir. Kapitalist çağda, aklı kurcalanmış, deneğe dönüştürülmüş birey, bir böcek gibi, nereye gideceğini, nerede duracağını, yaşama nasıl bakacağını, kendi varoluşunu nerede gerçekleştireceğini şaşırmış, durmadan savruluyor. 21. yüzyılda işte böyle bir izleyiciyle karşı karşıyayız. Öte yandan bu düşünce, yaşadığımız topraklar üzerinde tiyatro yapmaya çalışan birçok sanatçıya da sirayet etmiş durumda. İzleyiciyi değiştirmek gibi bir itkiden yoksun kalmış, çünkü kendini de değiştirememiş. Oysa tiyatro sanatçısının temel işlevi toplumu dönüştürmeye, harekete geçirmeye yönelik girdilerde bulunabilmek olmalı.
(...)
(Bakınız: soL)