Hilmi Bulunmaz
23 Temmuz 2008
Habibe Merih Atalay, geç kalmışlık duygusu içerisinde olsa da, yazarlığa soyunduğu için kutlarız. Habibe'nin 8 Temmuz 2008 tarihli, tiyatronline sitesinde yayımlanan "21.YY VE 'TÜTÜNÜN ZARARLARI'" yazısına da değinmiş ve link vermiştik. (Bakınız: Bulunmaz Tiyatro, "Anlamsız sitede anlamlı yazı!...").
Yaşam Kaya gibi bir yaşam ve tiyatro cahili kişinin (Bakınız: Büktel, "Yaşam Kaya, 'İngiltere basınında yazan ilk Türk tiyatro eleştirmeni' olmakla övünüyor") editörü olduğu tiyatronline sitesinde yazsa da, "yeni bir ses" olduğu için Habibe'yi önemsiyoruz...
Habibe, şimdi de, 21 Temmuz 2008 tarihinde, yine tiyatronline sitesinde; "Sayın Özdemir Nutku, Merhaba…" başlıklı bir yazı yayımladı. Yazısının içeriğiyle pek uyumlu olmayan başlık, bizi bayağı düşündürdü. Özdemir Nutku'nun iftira CD'sinin "piyasaya düştüğü" bir süreçte, Habibe, içeriğiyle uyumlu olmayan bir başlık atmıştı yazısına!...
İyice köşeye kıstırılan, iftiracılığı belgeyle kanıtlanmış Özdemir Nutku'yu bir Şeyh-ül İslam sanan ve okurların da öyle sanmasını arzu eden Habibe, hiç de içeriğin gerektirmemesine karşın, Nutku'yu kutsuyor. Nutku'ya koltuk çıkıyor, koltuk değneği oluyor; hatta, daha yerinde bir deyişle "tahta bacak" oluyor. Bir biçimde iftirayı sahipleniyor: "Ben de Özdemir Nutku'yum, ben de iftiracıyım" demek istiyor!...
***
Yazısına Özdemir Nutku (iftiracı) adını bulaştırmasaydı, Habibe'nin yazısını okuyup geçecek, belki link de verecektik. Çünkü beğendiğimiz yanlar da var yazıda; her ne denli "vıdı vıdı" koksa da...
İmdi gelelim yazıya:
Yazının başlığı ne diyor?...
..........Sayın Özdemir Nutku, Merhaba…
Biz de hemen karşılık veriyoruz:
Aleykümselam ya Habibe!...
Benim bir tanıdığım var: Mason ve laik biri... Kuyumculuk yapan bu kişi, Anadolu'dan biri gelip de: "Selamünaleyküm" dediğinde, önce gözlüklerinin üstünden yavaş yavaş gariban esnafı süzüp hemen "Günaydın" sözünü yapıştırıveriyor. Yazısının içeriğiyle pek de uyumlu olmayan, Özdemir Nutku'yu kutsayan bir başlık atan Habibe'ye, yukarıdaki gibi seslenmekten başka çare bulamıyorum. Bu "Aleykümselam"ın konumuzla ne ilgisi var?... Hemen yanıtlayalım; hiçbir ilgisi yok. Tam bir "Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı" muhabbeti. Yada Özdemir Nutku'nun Habibe'nin yazısıyla ne denli ilgisi varsa, o denli ilgisi var!...
Habibe diyor ki:
..........Tiyatronline sitesinde bulunan tüm yazılarınızı henüz okuyabildim. Ve size teşekkür edeceğim öncelikle, belleğimi tazeledi bu yazılar, kafa karışıklığımı bir nebze de olsa giderdi ve çerçöpten süzdü beynimi az çok. Sağolun varolun.
Habibe'yi değerlendirelim:
Ben, tiyatronline sitesinde yayımlanan Özdemir Nutku yazılarının hemen hemen hiçbirini okumadım. Çünkü bir iftiracıdan öğrenebileceğim hiçbir şey yoktu. Habibe kardeşim; iftirası CD'yle saptanmış biri, nasıl oluyor da, senin kafa karışıklığını giderip çerçöpten süzer?... Olsa olsa, kafanı Ümraniye çöplüğüne çevirir. Sanırım, büyük bir yanılgı içerisindesin!... Türkiye tiyatrosunun Everest'i Theope ve onun yazarı Coşkun Büktel'e iftira atabilecek denli kafası karışık ve beyni çerçöple dolu birinden nasıl medet umabilirsin?... Bence, Çemberlitaş'ta bulunan Ali Baba Türbesi'ne çaput bağlarsan daha çabuk sağaltılırsın!...
Habibe diyor ki:
..........Ancak 'Oyunculuğun Eşkenar Üçgeni' başlıklı yazınızın şu kısmına takıldı biraz aklım; diyorsunuz ki: “Gelişmiş ülkelerde seslendirme sanatçılarıyla, tiyatro oyuncuları ayrılmıştır. Sanatçıların kimi tiyatro kadrolarında yer almış kimi de seslendirme kadrolarında; çünkü tiyatro kadrosundayken seslendirme yapmanın sakıncalarını yaşamışlar. Bunun için de sanatçının sözleşmesine bu seçeneği getiriyorlar. "Ya bizle çalışırsın" diyorlar, "ya da seslendirmeye gidersin!" Oysa bizde bu iş öyle karışık bir durum almıştır ki, bazen seslendirme yüzünden oyuncunun genel provaya bile gelmediği olmuştur. Böyle bir oyuncunun tiyatronun kadrosunda yeri yoktur. Televizyon reklâmları da öyle. Tiyatronun gelişmiş olduğu ülkelerde, ünlü hiçbir bir oyuncunun deterjan reklâmına ya da ne bileyim dişlerini göstererek diş macunu reklâmına çıktığı görülmemiştir. Bunları yapsa yapsa ancak iş bulamayan aktör eskileri yapar. Reklâmlar için deneyimli mankenler ya da yalnızca bu işi yapan, tiyatrolarda iş bulamayan figüranlar vardır. Bu ülkelerde iyi bir oyuncunun reklâma çıkması o sanatçının sonunun geldiğini gösterir.”
Habibe'yi değerlendirelim:
Habibe kardeşim, kusura bakma ama, gerçekten beyninde çerçöp varmış anlaşılan. "Oyunculuğun Eşkenar Üçgeni"ni değil, "Bermuda Şeytan Üçgeni"ni bile anlatsa, Özdemir Nutku'dan medet ummamak gerekiyor. Nutku, "Allah bir" dese bile inanmam. 30 kişilik Devlet Tiyatroları Koordinasyon Kurulu'nda iftira attığı belgelenen bir kişinin hiçbir şeyine inanmamak gerekiyor!...
"Gelişmiş ülkelerde"n bahsediyor Nutku... Bir ülkenin tiyatrosu gelişebilmesi için, tiyatro profesörlerinin iftira atmaması gerekir. Atarsa da, o ülkenin tüm tiyatrocuları ayağa kalkıp "hayııır!" diye bağırması gerekir. Fakat sen ne yapıyorsun Habibe kardeş?... İftiracıyı kutsayıp iftirayı legalize ediyorsun!...
Tiyatro, sinema, televizyon... arasındaki ilişkileri, çelişkileri gündeme getirmek istiyorsan, Özdemir Nutku'dan değil; bu konuda onlarca yazı yazıp özü-sözü bir olan Hilmi Bulunmaz'dan örnek verebilirsin. Tabii iftiradan yana olup iftiracıyı merşulaştırmak gibi bir misyon sahibi değilsen!...
Nutku'nun yukarıda alıntı yaptığın "Oyunculuğun Eşkenar Üçgeni" yazısındaki tüm sözler birer hamaset. Ad vermeden kotarılan, ortaya karışık salata benzeri sözler. Hiçbir kıymet-i harbiye içermiyor. Kutsadığın Nutku, iftira atacağına, dersini iyi çalışıp somut örneklerle yazı yazmasını becerebilirse daha iyi olur. Madem ki, bu denli sevdiğin biri, lütfen selamımızı söyleyip önerilerimizi ilet kendisine Habibe kardeş...
Habibe diyor ki:
..........Evet. Bu belirlemeleriniz bende bir soru işaretine yol açtı ve içimden bunu size sormak geldi: Sayın Nutku, bu yazınızda bir güncelleme yaparak, yeniden yazsanız nasıl olur?
Habibe'yi değerlendirelim:
Bence, Nutku öncelikle iftira konusunda bir "güncelleme" yapmalı!...
Habibe diyor ki:
..........Neden derseniz, Devlet Tiyatroları'nda yirmi üç yıldır çalışmaktayım; ilk yıllarımda son derece idealisttim, tek tutkum sahneydi ve tüm konsantrasyonum oyunculuğumu geliştirmek üzerineydi. En küçük rol için dahi içim titrerdi. Öte yanda, durmadan kurumsal tiyatromuzun maaş bordrolarını kontrol eden, çalışanlar arasındaki kendi puan farkını daha çok irdeleyen, ekstra kazanç için sağda solda dublaj için koşuşturan yakın arkadaşlarımız vardı ve beni oldukça şaşırtmışlardı o dönem. Sonra ise tv. de boy gösterme yarışı başladı aralarında. Hiçte sizin dediğiniz gibi yeteneksiz, ya da işsiz güçsüz, aktör eskileri falan değillerdi, hatta bir çoğu mesleklerinde oldukça başarılı oyuncu meslektaşlarımız ve büyüklerimizdi bu tarz yönelimde olanlar ve 'başarı' mefhumunun nelere dayandığını görmek açısından eni konu etkilemişlerdi beni. Ama benim için seslendirme, sinema, tv. filmi, dizi gibi seçenekler içine giremediğim oyunculuk sahaları olarak kalırken, bu arkadaşlarım ve büyüklerim hali hazırdaki sinema, tv. filmleri ve dizilerinde olsun, bilumum reklam seslendirmeleri ve hatta görüntülü reklam piyasasını tamamen ele geçirmiş durumdalar. Onlara da her gün yenileri eklenmekte. Ben ise aldığımız eğitim doğrultusunda sizin de yazdığınız gibi kendimi o alanlardan mümkün olduğunca korumaya çalışırken şu dediğiniz 'rate' pozisyonundaki oyuncular gibi kendimi evime kapanmış buldum. Her ne kadar okuyup araştırmalarımı sürdürüyor olsam dahi, bir oyuncu olarak boy gösterebileceğim sahalarımı tek tek kaybettiğimi gözyaşları içinde izlediğimi söylemeliyim. Hatta benim gibi, şehir tiyatrolarında oyuncu bir arkadaşımın da başına gelen şuydu:
Gencay Gürün'ün dönemindelerdi o sıralar, yolda karşılaşmıştım, bir oyunda rol almak isteğinde bulununca, sayın Gürün kendisine şunu önermiş: 'önce dışarıda (tv. ya da sinemada - orada burada, nerede olduğu fark etmez artık - ) kendini kanıtla, sonra gel rol iste'.
Habibe'yi değerlendirelim:
Devlet Tiyatroları gibi bir cangılda bulunup yirmi üç yıl sahnenin dışında başka bir işe yoğunlaşmayan bir insanın varlığını bilmek beni şaşırttı doğrusu!... Bir insanın; karısını, kocasını, hocasını... seçmesinden daha önemli bir durum; tiyatronun dışında başka bir şeyi seçmemesi!... Şaşkınlığım sürüyor...
Habibe kardeş; "Ama benim için seslendirme, sinema, tv. filmi, dizi gibi seçenekler içine giremediğim... " diyor. Dikkat ediniz; "girmediğim" demiyor. İstenç göstermekten öte, rastlantıların "kurbanı" Habibe!...
"Her ne kadar okuyup araştırmalarımı sürdürüyor olsam dahi" diyor Habibe. Bir de, bu tümceyi kullandığı paragrafta; "hiçte" diye yazacağına, "hiç de" yazabilmeyi becerebilse, okuyup araştırdıklarının bir işe yaradığını anlayacağız Habibe'nin!...
Bir zamanlar Mustafa Avkıran'la "görkemli"(!) işlere imza atan Habibe, ne yazık ki, şimdilerde "bir oyuncu olarak boy gösterebileceğim sahalarımı tek tek kaybettiğimi gözyaşları içinde izlediğimi söylemeliyim" diyor. Bir tür itirafta bulunan Habibe, çok kısa zaman sonra da Özdemir Nutku iftirasını desteklediği yada tarafsız kalarak iftiradan yana gönül düşürdüğü için, gözyaşlarına boğulabilir!...
Kardeşim Habibe; Gencay Gürün'ün yaptığı haksızlığı, haksızlık yapıldığında, anında deşifre ettin mi?... Ettinse nerede ettin?... Belge gösterebilir misin?... İftira atan adamı sahiplenmeyiz; ama sana yapılan haksızlığı, anında karşılık verdinse, biz de karşılık verir, senin yanında saf tutarız!...
Habibe diyor ki:
..........'Hani belki de çok yeteneksiz bulunuyorsunuzdur da ondan' mı diyeceksiniz sayın Nutku? Hayır. Bu ke-sinlikle doğru değil. Bizler oyunculuk eğitimimizi konservatuarda almış oyunculardık zaten. Kendimizi de az çok kanıtlamış olduğumuz da bir gerçekti. Ama ne var ki, günün koşulları nedeniyle eğitim çok da önemsenmez olmuştu. Zaten pek çok yönetmen de yok mu, eğitimsiz oyuncuyu yeğleyen? Türk sinemasını var eden duayenlerimizin de kaçı eğitimliydi mesela? Sinema Tv okulu mezunları daha şimdilerde, yeni yeni ortaya çıkıyorlar.
Habibe'yi değerlendirelim:
Habibe kardeş, konservatuarlar yetenek artırmaz, yetenek sündürür. Konservatuarlara girebilmek için genellikle torpil gerekir. Torpille girenler (siz torpille değil, rastlantılarla girmiş olabilirsiniz) de genellikle yeteneksiz kişilerdir...
Habibe diyor ki:
..........'Çirkinliğinizdendir o halde' diyecek olursanız, evet bakın bu olabilir. Hatta kesinlikle çirkinliğimizdendir, muhtemelen öyledir, çünkü çoğu güzellik yarışmalarından apartılmış, şimdilerde top modellerden geçilmeyen bir artistik seçkiler ortamında, estetik güzelliği doğal güzellik ya da tıp estetiği olarak algılayıp, kabul ettiğimiz, süper starlarımızın da, sağolsunlar dahiyane yaratmaları olarak, apaçık ortada, öyle değil mi? Bunun için daha fazla kanıta ihtiyaç olmasa gerek.
Habibe değerlendirelim:
Ben, hiçbir insanın çirkin olduğu kanısında değilim. Özel bir konunuzu gündeme getirdiğiniz için, özel bir yanıt vereyim: Herkes gibi sen de güzelsin Habibe kardeş... Güzellik-çirkinlik görecelidir. İnan olsun güzellik ölçütü bile sınıfsaldır!...
Habibe diyor ki:
..........Bir anekdotum da Sayın Yıldız Kenter 'den olacak. Bu kendisiyle bizzat diyaloğumdandır.
Habibe'yi değerlendirelim:
Özdemir Nutku, Gencay Gürün, Yıldız Kenter... herkese veryansın ediyorsun Habibe kardeş. Benim sana önerim, sadece üç "suçlu" kişiyi değil; tüm tiyatral suçluları, hem de bilimsel yöntemlerle yargılayan Coşkun Büktel'in Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları kitabını oku, rahatlarsın. Üstelik kafandaki çerçöp, gerçekten yok olur...
Habibe diyor ki:
..........Oresteia Üçlemesi'ni oynuyoruz, Yıldız Tiyatrosunda, bir akşam oyun çıkışı Sayın Kenter'in yanıma yaklaştığını gördüm heyecanla. Çok duyguluydu. İyice yaklaştı ve gözlerimin içine baktı baktı: 'Senin gözlerin Yeşil miydi caniko?' dedi. 'Hayır hocam!'. Evet. Maalesef ne yeşil ne mavi ne de elâ değildi. Basit bir kahverengiydi. Ama severim ben gözlerimin rengini. Ayrıca sağ kulağımda biraz işitme engelim vardı, buna rağmen cesaret etmiştim oyunculuk sınavlarına girmeye, rahmetli Mustafa Yalçın hazırlamıştı bizzat sınava. O da başka bir yeteneksizdi belki de bu durumda! Toprağı bol olsun.
Habibe'yi değerlendirelim:
Yıldız Kenter'in tiyatro körü olduğunu biliyordum da, renk körü olduğunu bilmiyordum. Sayende onu da öğrendim: Allah razı olsu ya Habibe!...
Habibe diyor ki:
..........Boyum hep 1.50 idi; Yine bir başka proje 'Hamlet' provaları sırasında - uzun boylu, yakışıklı mı yakışıklı bir aktör abimiz vardı - Kral'ı oynayan: 'Canım sen çok yetenekli bir oyuncusun, ama ah biraz, birkaç santim daha boyun olaydı!' dediğinde de; Bir D.T. oyunu 'Abdülcambaz' ın son versiyonunda, soytarı kılığında sahnedeyken, tüm seyirci bakışlarının, bir diğer oyuncunun güzel bacaklarında olduğunu şaşkınlıkla keşfederken de, taa konservatuar son sınıf projesi ve seyirciyle ilk buluşma oyunumuz olan, Turgut Özakman'ın 'Ocak' oyununda anne karakterini canlandırdıktan sonra, aşık olduğum bir aktörün, yanıma gelerek: 'Ne biçim bacakların var öyle? Hiç güzel durmuyorlar.' diyen 'o çok özel' eleştirisini işittiğimde de, 1.50 idi.
Habibe'yi değerlendirelim:
Benim eşim de 1.50. Ben 1.69'um. Boyumdan da, eşimin boyundan da bir şikayetim yok. Akıl boyda değil, baştadır!... Devlet Tiyatroları'nda "Abdülcambaz" diye bir oyun oynandı da ben mi bilmiyorum?!... Ancak, "Abdülcanbaz" adıyla bir oyun izledim Devlet Tiyatroları'nda. Hatta o oyunda, yanılmıyorsam Sumru Yavrucuk da oynuyordu ve bacaklarını göstermek için yedi takla attığı için, bir seyirci olarak, ister istemez gözlerim, sürekli olarak Sumru'nun bacaklarına gidiyor ve oyundaki soytarı kılıklı bayan oyuncuya bir türlü yoğunlaşamıyordum. Yönetmen bana soytarıyı değil, Sumru'nun bacaklarıyla göğüslerini sunuyordu. Ha bir de, sanırım seslendirmeden apar topar sahneye hücum eden oyuncu müsveddelerinin altın künyeleri kalmış aklımda; oyunla ilgisi olmayan... İlahi Devlet Tiyatroları!...
Habibe'nin bacaklarını göremediğim için; "Ne biçim bacakların var öyle?" deme hakkına sahip değilim. Habibe'nin yada bir başkasının bacaklarını merak etmiyorum. Zaten gösterilecek bir bacak yada göğüs varsa, yönetmenler bize sunarlar!...
Habibe diyor ki:
..........Her neyse, diyeceğim, benim dönemimde kimse sizin dediğiniz, benim yaptığım gibi yapmadı. Hele bugün için - değil deterjan-diş macunu reklamları - 'görsellik' içeren hangi arena varsa, hepsinde hiç sakınmadan deniyor, sınıyor oyuncular kendilerini. Çağımız görsellik çağı ya artık, oyunculuk mesleğinin de tek alanı sahne olmaktan çıkıp gitti çoktan. Hele yine şimdilerde tv. ekranlarında çok çarpıcı programlar var sahneyi tv ekranlarına taşıyan: 'Çok Güzel Hareketler Bunlar', 'Komedi Dükkanı' vb. gibi adeta doğaçlama teknikleri üzerine çeşitlemelerle dopdolu programlar bunlar ve tiyatro mutfağını seyircilerin burnuna iyice dayıyorlar.. Zaten sahnelerin de bir bir kapanmaya yüz tuttuğu bir zaman dilimindeyken, belki de tiyatrosuz bir tiyatrodan söz etmemiz gerek artık, teori olarak.. Tıpkı geçen gün Nurgül Yeşilçay'ın bir röportajında, sanki yeni bir tarzmış gibi tanımladığı 'üstün gerçekçilik' yani 'senaryosuz film' dayatmasında da sezinlediğim gibi belki de çok yakın bir zamanda olacak olan şu: Bütün Dünya Bir Sahne Kadın Erkek Hepsi Birer Oyuncu…
Habibe'yi değerlendirelim:
Habibe kardeş, sen ve senin gibi piyadelerin savaştığı Devlet Tiyatroları; halka karşı, karşın, karşıt işler yaptığı için oluştu, tüm bu televizyon halleri ve gülleri. Televizyonun halka sunduğu afyona karşı çıkmak için, Devlet Tiyatroları'na da karşı çıkmak gerekir. 657 sayılı yasaya tutsak olmuş insanların suskunluğundan yararlanan Özdemir Nuktu gibi insanların iftira atma "özgürlüğüne" itiraz etmedikçe, ağlayıp sızlamaya hakkın yok Habibe kardeş...
Habibe diyor ki:
..........Ee' Shakspeare'den buyana da öyle değil miydik zaten?
Habibe'yi değerlendirelim:
Kalubela'dan beri öylesiniz!...
Habibe diyor ki:
..........Ha bir de 'Futbol' var artık. Kim tutar bizi? İşin gerçeği, coşkunun en yükseği sokaklara taşmışken kim sokar seyirciyi eski tiyatrolara?
Habibe'yi değerlendirelim:
Yapma ya Habibe!... Topu taca atma!... Yanı başında Özdemir Nutku iftirası dururken, ofsayttan gol atma ya Habibe!...
Habibe diyor ki:
..........Sayın Nutku, belki özelimden fazlaca söz ettim ama konuya içerden bir bakış sergilemezsek derdi nasıl çözebiliriz? Şiddetle merak ediyorum: Siz konunuzda bir uzman düşünür gözüyle, bu son durumları nasıl gözlemliyor ve değerlendiriyorsunuz? Hali hazırda yaşını başını almış ama hâlâ bir şeyler öğrenmeye çalışan şu öğrencinize, yeni olana dair şimdi ne diyorsunuz? Eğer bu konularda bir güncelleme yapabilirseniz çok minnettar kalacağım.
Habibe'yi değerlendirelim:
Başlıkta belirttiğin gibi, yine Özdemir Nutku adını anarak yazıyı sonlandırıyorsun. Ne var ki, ısrarla iftiradan bahsetmiyorsun. Yumurtasız omlet yapıyorsun. İftirayı gözünden ve gözlerden uzak tutma çabası içerisindesin. Yineliyorum: Özdemir Nutku güncelleme yapmadan önce, attığı iftiranın özrünü dilemesi gerekir...
Habibe diyor ki:
..........Saygılarımla.
Habibe'yi değerlendirelim:
Sabah Şerifleri hayrolsun... Aleykümselam ya Habibe!...
(Bakınız: Habibe Merih Atalay, "Sayın Özdemir Nutku, Merhaba…")