13 Mayıs 2008 Salı

Tiyatro Doçenti Erbil Göktaş, Coşkun Büktel'in yanlışlarını deşifre ediyor!


Coşkun Büktel'in ve Başkalarının Merak Ettikleri

Doç. Dr. Erbil Göktaş

(Bu yazının 1. bölümü yayınlandıktan sonra gözle görülür bir hareketlilik yaşandı. Hüseyin Hilmi Bulunmaz sitesinde çektiği filmlerde bana ve yazıya değindi. OYÇED, 30 Mart'ta "Tiyatromuzda Yazarlık Örgütlenmeleri" başlıklı bir panel düzenledi. Bu Panel'in tamamını dergimizin sayfalarında okuyabilirsiniz. OYÇED Başkanı, "Tiyatro Gazetesi"nin 6. sayısında yayınlanan söyleşisinde "açıklamalar" yaptı. O yüzden ben sadece "beni ilgilendirdiği kadarıyla" konulara değineceğim.)

Merak Edilenler 1'de yazdıklarım beni de ilgilendiren şeylerdi. Çünkü Prof. Dr. Özdemir Nutku'yu 25 yıldır tanıyorum. Nutku'nun bu kadar üzerine gidilip "İFTİRACI" diye suçlanmasına, "açıklama" yapıp durumu aydınlatmasına karşın bu kadar yıpratılmasının, şu var olduğu söylenen "zavallı Türk Tiyatrosu"nun da yıpratılması olarak gördüğümden, bunlara vicdânım ve düşüncem elvermediği için, ben de bildiklerimi, gördüklerimi söyledim. "Bilim insanı" olmama karşın burada yazdıklarım, "inceleme-araştırma" değildi ve "makale" olarak da düşünülmemişti. Ancak, "Eleştiri Çözümlemesi" başlığı altında yazdıklarımın tamamen "bilim dışı" ve "bilimsellikten yoksun" olduğunu da kimse iddia edemez, ederse de "gülünç" duruma düşer. Ben bunları sergileyip eksik noktaları vurguladığımda kimse kalkıp da "kendisini aşağıladığımı" söylemesin. "Bilim dışı" suçlamalarına karşı da 1. yazımda ileri sürdüğüm tezleri başlık hâlinde sıralamak istiyorum.

Tez 1: Coşkun Büktel'in "Theope" adlı oyununun Devlet Tiyatrolarında sahnelenmemesinin sorumlusu Prof. Dr. Özdemir Nutku değildir. Tersine, Nutku, altını çizerek yayınladığımız açıklamasında "Theope'nizin oynanması gerektiğini Kurul'da birkaç kez dile getirmiştim..." diyerek bunu belirtmektedir.

Tez 2: Özdemir Nutku, Türk Tiyatrosu'na, gerek Üniversitede Bölüm kurarak, gerek çeviri, araştırma, deneme ve başka türlerde yazarak çok büyük hizmetlerde bulunmuştur. Bir kez "yanlış" yapmış olsa bile, bu daha önce yaptığı "binlerce olumlu işin" yok sayılmasını gerektirmez. Bu hem akla, hem de vicdâna sığmayacak bir şeydir. (Kaldı ki, izlediğim CD kaydında da Nutku'nun "İFTİRA" diye nitelenen konuşmasının ben "kasıtlı" olduğunu düşünmüyorum. Çünkü izlediğim CD kaydında, Şahin Ergüney konuşmasını bitirdikten sonra Esen Çamurdan "Theope"nin yazarının tavrı yüzünden sahnelenmediği söylemiş ve Nutku, "başkan" olarak başkasına söz vermeden önce gayrı ihtiyari "Theope" diye yazılmış başka bir oyun olduğunu, Fransızca bilenlerin buna bir bakmaları gerektiğini söylemiştir. Tabii "aradaki benzerliği görmek için" sözü "kasıtlı" gibi görünmesine karşın, sonuca etki edecek bir söz olmadığından, bence "doğaçlama" konuşma sırasında "öylesine" söylenmiş, "bir bakılsın" anlamında söylenmiş bir söz olarak durmaktadır.)

Tez 3: Şahin Ergüney, yaptığı açıklamalarla "gereksiz bir polemiğin" iyice alevlenmesine yol açtığı gibi, Özdemir Nutku'yu da "töhmet" altında bırakmıştır. (CD kaydını hakkında yazdıklarımdan sonra izlediğim Ergüney'in, bu toplantıya ilk kez katılmış olmasından dolayı çektiği acemiliği ve "iyi niyetle" dile getirmek istediği sorunları toparlayamayıp "genel olarak" söz verildiği halde "özel"de takılıp kalması kamuoyunda oluşan polemiklerde de "yanlış" ve "eksik" anlaşılmasına yol açmıştır.)

Yâni Ergüney'i dikkatle izledim. Güzel bir "giriş" yapıyor, "repertuvar politikası"nın gerekliliğinden söz ediyor ama bunun nasıl olması gerektiğini açıklayacak yerde 3 tane örneğe takılıyor. Nutku da "başkan" olarak birkaç kez, "genel olarak" konuşmasını istiyor. Yeni Tiyatro Dergisi'nde yazan dostlarım aracılığıyla, Ergüney'in "iyi niyetli" bir kişi olduğu için çok kırıldığı ve "hakarete uğradığı"nı düşündüğü, yazımdan sonra bana bildirilmiştir. Ben Ergüney'e hakaret etmedim, sadece hiç tanımadığım bir kişinin söylediklerinin bana yansıdığı kadarıyla çözümlemesini ve değerlendirmesini yaptım. Çok kırılıp içerlemesine de ayrıca üzüldüm; tıpkı Nutku'nun bu kadar yıpratılmaya çalışılmasına üzüldüğüm gibi Ergüney'in de yıpranmasını istemediğim için, CD kaydında gördüklerimden ve bana ulaşan bilgilerden sonra bu konuda bir "yanlış anlaşılmayı" da düzeltmek istiyorum: Ben Ergüney'e "trak geldi" demedim, "trak da gelebilir, insanî bir durumdur" dedim. "Anlık bir unutma" da, "dil sürçmesi" de oyunların hele prömiyerlerinde sıklıkla rastlanan bir şeydir. Yâni demek istediğim "istenildikten sonra" "herkese kusur" bulunabileceğiydi. Ben bu bağlamda hiç kimsenin böyle polemiklerle yıpratılmaması gerektiğine inanıyorum. Ne Ergüney'in ne de Nutku'nun... O yüzden bu konuyu "lastik" gibi uzatmanın anlamı yok... Ama hamama giren de terliyor işte... Diyeceğim, bırakalım Özdemir hoca da, çevirilerini yapsın, yeni kitaplarını yazsın, hattâ anılarını yazsın. "Okur" olarak bundan biz kazançlı çıkarız.

Tez 4: Devlet Tiyatroları Koordinasyon Toplantısı'nda gerçekleşen yukarıdaki olaylarda, Başkan Nutku'nun ve üyelerin görevleri, "oynanacak oyunları seçmek" değil, "bölge müdürlerinin" ve "yönetmenlerin seçmesi için" havuza atmakdır, yâni repertuvara katmaktır. Büktel'in oyunu ise zâten repertuvardadır. Nutku'nun o kuruldan ayrıldıktan sonra, çok etkili bir yönetmenin Büktel'in çeviri bir oyununu sahnelemek istediği hâlde sahneleyememesi, konunun Nutku'yla hiç ilgisi olmamasının bir göstergesidir.

Tez 5: Elbette Büktel'in de oyunları sahnelenmelidir. Ama sadece Büktel'in değil, ödül aldıkları hâlde hiç oyunu sahnelenmemiş başka oyun yazarlarının da hiç olmazsa "bir oyunu" DT sahnelerinde yer almalıdır. Bu bağlamda DT yönetimine şu öneriyi yapabiliriz, yapmalıyız:

A) Devlet Tiyatroları'nda bir-iki sahne sadece "ilk oyunları oynanan yazarlar"a ayrılmalıdır. "Genç" yazarların, oyunu "genç" olanların oyunlarının oynandığı sahne, Ankara'da Şinasi, İstanbul'da AKM Oda Tiyatrosu olabilir. Kezâ İstanbul B. B. Şehir Tiyatroları'nda da aynı sistem yer almalıdır. Bunun için Kadıköy Haldun Taner Sahnesi, bunun için biçilmiş kaftandır.

B) Klasikleşmiş oyunlar ve yazarlar yerine yeni yazarlara daha fazla şans tanınmalıdır. Temcit pilavı gibi, 50 yıldır ısıtılıp ısıtılıp önümüze getirilenlerden bıktık. Bunlar ancak, farklı rejiler ve projeler olduğu zaman ele alınmalı ve sahnelenmelidir. Repertuvardaki yerleri de bu kadar ağırlıklı olmamalıdır. Bu ülke önce kendi yazarına sahip çıkmalıdır, onun oyunlarını sahnelemelidir. (OYÇED bunun mücadelesini vermek ve bunun önemini vurgulamak için Türkiyedeki tüm ödenekli tiyatroların repertuvar kurullarına "temsilci önermiş" ve bunları yazılı olarak da ilgili yerlere göndermiştir.)

C) Sadece DT ve Şehir Tiyatroları değil, ülkedeki bütün ödenekli tiyatrolar oyun seçimlerinin nedenlerini çok iyi açıklayıp hesabını verebilmelidirler. Bu, "niçin" tiyatro yaptıklarının da "yanıtı" olacaktır. Sâdece, "sevdiğim için" yanıtını verenlere de, biz şu yanıtı veririz doğal olarak: "Peki tiyatro seni seviyor mu bakalım?"... Çünkü TİYATRO, KENDİSİNE VE YAZARINA KÖTÜLÜK YAPANLARI SEVMEZ. Yâni hiç kimse VAZGEÇİLMEZ DEĞİLDİR. Bu bağlamda HERKES tiyatrodaki yerini ve konumunu SORGULAMALIDIR.

D) Repertuvar kurullarındaki "oyun seçimleri" KAMUOYUNA AÇIK olmalıdır. Sadece SONUÇLAR DEĞİL, NEDENLER DE kamuoyuna bildirilmelidir. Hele SAHNELENEN HER OYUNUN HESABI kamuoyu önünde YÖNETMENLERİ TARAFINDAN DA çok açık ve net olarak verilebilmelidir.

E) Oyun seçmenin ve sahnelemenin ÖLÇÜTLERİ olmalıdır. Bu ölçütlerin KESİNLİKLE DEMOKRATİK olması gerekmektedir. "Ben yaptım oldu", "Ya ben bu oyunu çok sevdim", "Bu yazar benim baş destekçim" anlayışları artık tarihin tozlu sayfaları arasına karışmalı ve sonsuza kadar orada kalmalıdır.

OYÇED, bunların mücadelesini verecek olan ve bu "kararı" almış olan bir dernektir. (Tabii tüzüğünden, genel kurulda alınan kararlardan bu MADDELEŞTİRMELERİ ben yaptım.) Kaldı ki, DT de tek kıstas değildir; birçok Şehir Tiyatrosu'nda ve özel tiyatrolarda da olmasa bile "prodüksiyon tiyatrosu" denen bir şey vardır. Örneğin, zengin biri -ironi yapıyorsa pek çıkmıyor- olduğunu sürekli söyleyen Hilmi Bulunmaz, Bulunmaz Kuyumculuk ya da Bulunmaz Tiyatro adına "Theope"ye yapımcı olabilir. Sevgili Hilmi, o kadar bağıracağına, kesenin ağzını biraz açsın, okul mezunu oyunculardan ve uygun olan "iyi" tiyatroculardan "cast"ı ben yapacağım.

Tez 6: Büktel, OYÇED'i eleştirebilir ama, Nutku'ya kızıp sâdece "bir olguyu" dayanak yapıp, "KÜFÜR ETMESİ" yakışıksızdır. (Daha da ötesi, kendi aleyhine yol açacak "HUKUKSAL BİR SORUN"dur. Coşkun Büktel, kendi adıyla kurduğu sitesinde yazdığı yazılarında OYÇED'e saldırmıştır ve hak etmediği sözler söylemiştir. Örneğin, "CERAÂT", "KÖPEK SÜRÜSÜ", "YARASA", "KARAFATMA", "KU KLUX KLAN", "VANDAL AKADEMİSYENLER", ve benzeri... Buna dayanak olarak da "Theope"nin sahnelenmemesine neden olduğunu savladığı Özdemir Nutku'nun, OYÇED'e önce "kurucu başkan", sonra da "onur kurulu üyesi" seçilmesini göstermiştir.)

Yâni sapla samanı birbirinden ayırmamış, elmalarla armutları ve ayvalarla şeftalileri birlikte toplamış ve "şeftalileri" ezmiştir. Sevgili Hilmi Bulunmaz da, sitesinde çektiği filmlerde sâdece bunlara takmış, yukarıdaki "tezleri" görmezden gelip, beni "bilimsel olmamakla" suçlayıp çok güldürmüştür ve benim gözümde "Şeftali Devrimi"nin önderi olmayı hâk etmiştir.

KUYUMCU MEDDAH HİLMİ ÇELEBİ'YLE "ŞEFTALİ DEVRİMİ"

Öncelikle "Kuyumcu" sözcüğünü kullanmadan başlığı atmıştım, ancak sevgili Meddahımızın, "Kutulaştırma" oyununda Coşkun Irmak tarafından tanıştırılmamızdan sonra "o süreci" irdeleyen konuşmalarında sürekli "burjuva" olduğunu, parası olduğunu söylemesi tersinleme yapıyorsa pek çıkmıyor ve Çankaya Belediyesi'nin "yol ve konaklama" giderlerini karşılamasına şiddetle karşı çıkıp "SOSYALİSTLİĞİNİ" de vurgulaması karşısında, ben de var olan bu gerçeği vurgulamasının ötesinde çok severek anlattığını görünce "bir saptama" olarak başlığa "Kuyumcu" ibâresini eklemek zorunda kaldım. (Ne yapalım, herkes "ticaret"le uğraşmadığı için "kısıtlı" bir bütçesi var. Hele oraya gelen arkadaşımız da bir öğrenciydi. Çankaya Belediyesi giderleri karşılamasaydı, değil oraya gelmesi, havaalanına bile gitmesi söz konusu olamazdı. O yüzden ben, Çankaya Belediyesi'ni ve bu tür etkinlikleri düzenleyenleri kutluyor, teşekkür ediyorum. Yaptığınız doğrudur, kim ne derse desin sanata, tiyatroya yapılan yatırımlar, "boşa" yapılan yatırımlar değildir. Ama "parası olanların" kendi cebinden gitmesi de "güzel bir davranış"tır.)

Ayrıca, oyundan sonra kendisinin "acı biberle işkembe çorbası" içip benim "şirden ve tuzlamayı da karıştırmamı" ballandırarak anlatması karşısında neredeyse öleyazdım. Dedim ki kendime, bir önceki konuşmasında, "ezilen şeftalilerin birliğinden" söz etti, şimdi de lâfı "işkembe, şirden ve tuzlamanın kardeşliğine" getirecek; neyse ki korktuğum olmadı. Bu Meddah beni gülmekten öldürecek!...

Ama hakkını da yemeyelim: Devlet Tiyatroları'ndan ve Şehir Tiyatroları'ndan "diğer tiyatro dergisi"nin "reklâm alması" karşısında Yeni Tiyatro Dergisi'ni "daha iyi, daha dolu, kaliteli ve şirin" bulmasını "içtenlikle" söylemesine, her ne kadar "tatlı-sert" eleştirse de, çektiği "Kutulaştırma 1" filminde, şahsıma karşı gösterdiği "teveccühlere" çok teşekkür ederim. Çorbaya da o kadar takmasaydı iyi olurdu. (Ne yapalım, öğleden beri yemek yememiş insanlar, gece saat 23:00'de çorbacıya götürülürse, çorbayı büyük kâsede içerler tabiî.)

Son Tez: Coşkun Büktel'in henüz 2 yaşına girmemiş olan OYÇED'e, Özdemir Nutku'ya kızarak saldırması ve Türk Tiyatrosu'nu yaratan yazarları görmezden gelip Haldun Dormen'e uyması yanlıştır; bu, pireyi deve yapıp, pire için yorgan yakmaktır. Yani "eksik" alıntının hepsini buraya alabilirim ama gerek yok, çünkü Büktel'in "sanatçı" tanımına katılıyorum. Katılmadığım nokta, O'nun, Dormen'in dediklerine katılması...

Haldun Dormen'in şunu demesi gerekirdi: Engellenen Türk yazarları vardır; görmezden gelinen ve "aforoz" edilen Türk yazarları vardır, bunun için "yazar" yetişmiyor. "Yazar"ı tırnak içine aldım, çünkü bizim anladığımız "yazar" gerçekten "yazar", her şeye karşın, "yazarlık" zâten öyle bir eylemdir. "Teknik" bilgilerle, "öylesine" yapılacak bir iş değildir. Oyun yazarlığı, "teknik" bilgiyle de yapılabilir ama, "ruh" olmayınca "düşünce" ve "özgün bakış açısı" olmayınca bir "eksiklik" sürekli duyumsanacaktır. Her dönemde olduğu gibi, Türk Tiyatrosunun bu dönemde de yazarları vardır ve her şeye karşın bir gün muhakkak "fışkıracaklardır" ve eserlerini de fışkırtacaklardır.

Gelecek Sayı:

TEB (Türkiye Eleştirmenler Birliği) Sitesinde Ragıp Ertuğrul'n Basın Bültenleri


(Kaynak: Yeni Tiyatro Dergisi, yıl: 1, sayı: 4, sf. 38-41, Mart-Nisan 2008)