2 Mayıs 2008 Cuma

Bir saat önce korkunç bir kabustan uyandım!...

Hilmi Bulunmaz
2 Mayıs 2008


Başında “Devlet” olan hiçbir kuruma sıcak bakamıyorum. Çünkü devlet, halka sıcak bakmıyor. 1 Mayıs 2008'de, İşçi Bayramı nedeniyle, devletin halka nasıl baktığını bir kez daha gördük!…

Dün, oğlum İran’dan geldi ve bugün canı tiyatro çekti. Internet sağ olsun; hemen mybilet’ten iki bilet aldık ve 20.00'de sahnelenecek Sersemler Evi’ne gitme planları yapmaya başladık. Denilebilir ki karar vermişsiniz, bilet almışsınız; daha ne planı yapıyorsunuz?...

Neyse ki oğlum, garantiyi sevdiğinden 18.00’de Taksim’e, oyunun oynanacağı AKM’ye yakın bir yere kendini attı. Ben, 19.15’de Çemberlitaş’ta bulunan işyerimden ağır ağır ayrılıp taksi durağına yöneldim ve oyundan çok önce AKM’de olabileceğime kanaat getirdim. İşyerimdeki hesap, taksi durağındaki karmaşaya uymayınca, kendimi Gülhane Parkı tramvay istasyonunda buldum. Sirkeci’ye dek olan bir istasyonluk mesafeyi 10 dakikada zar zor alınca, Sersemler Evi’ni izleyemeyeceğim korkusuna kapılıp buram buram terledim…

Oyun başladıktan 5 dakika sonra salona girdim ve büyük bir sevinçle oyunu izlemeye koyuldum. Ne var ki hemen hemen tüm izleyiciler, oyunun dışında ne varsa, onunla ilgileniyorlardı: Hemen sağımdaki çift, birbiriyle o denli ilgilenip ön sevişme sürecine başladılar ki, oyunu izlemedikleri için hiç de kızmak gelmedi içimden. Çünkü ortada oyun namına birşey yoktu. Önümde bulunan iki genç kız, bacaklarının uzunluğundan rahatsızlık duymuş olacaklar ki, önlerinde boş duran koltuklara bacak ihracatı yapmışlar ve birbirleriyle ilgileniyorlardı. Onlara da kızmak gelmedi içimden. Nasıl olsa ortada oyun yoktu!...

Allah’tan salonun yarısı boştu da, insanlar sere serpe oyun izler gibi yapıp başka ilgilerini tatmin ediyorlardı: Tespih sallayanlar, Fesupanallah çekenler, türbanını çekiştirenler, koltuklarının gıcırtılarını ritmik jimnastik müziği olarak kullananlar, cep telefonlarından çıkan ışıkla birbirinin göz rengini anlamaya çalışanlar, bir de benim gibi etrafı gözlemleyenler!...

Biz geç kaldığımızdan, oyun bizi beklemeden başlamıştı. Tiyatrocular böyle yapmakla haklıydılar. Bizi beklemeleri doğru olmazdı. Ne var ki biz, oyunun ne zaman sadede geleceğini; yani ne zaman konuya gireceğini beklemeye başladık. Hemen söyleyelim; oyun tam bir saat yirmi dakika (cem'an 80 dakika) sürmesine karşın, bir türlü konuya girmedi!...

***

Canı sıkılan biri ( Toby Wilsher), can sıkıntısını gidermek için bir oyun yazmış!... Yine canı sıkılan biri (yine Toby Wilsher), bu can sıkıcı oyunu yönetmiş!... Can sıkıntısından patlayıp beden dili uzmanı olan biri (James Greaves), oyuna bedensel katkıda bulunarak can sıkıntısını gidermek istemiş!... Medine Yavuz, kostümleri düşünerek can sıkıntısını gidermeye çalışmış!... Önder Arık, ışıklarla oynayarak kendini avutmuş!... Levent Güner ve Erkan Taşdöğen, İngiliz yönetmene yardımcı olmak için kollarını sıvayarak, can sıkıntılarından kurtulur gibi olmuşlar!... Mizansen metni ve prodüksiyon çevirisiyle oyalanarak kendine gelmeye çalışan Selen Korad Birkiye de, bu oyunla cebelleşip bütün dertlerini unutmuş!...

Hele oyuncular; Mehlika Balkan, Erkan Taşdöğen, Burak Karaman, Mustafa Uğurlu, Kubilay Karslıoğlu ve Tülin Özen, izleyicilerin çektiği sıkıntıları görmemek için yüzlerine taktıkları maskelerden bayağı yararlanmışlar!...

***

Oyun boyunca, oyunu izlemeyip kendi kurdukları küçük dünyalarda kurguladıkları oyunlarla oyalanan insanlar, salon ışıkları yanınca kendilerine geldiler. Birden, korkunç bir kabustan uyanır gibi davranıp ayağa fırlayarak, kendilerini yırtarcasına, ne olduğunu anlamadıkları oyunu alkışlamaya başladılar!!!