Fügen ve Melih Anık
6 Şubat 2008
Tiyatro Pera Shakespeare'in Venedik Taciri isimli oyununu "güncelleştirerek" oynuyor. Oyuna ait dergideki yazılara ve de oyuna baktığımızda Tiyatro Pera'nın çağımıza ait pek çok sorunu, oyuna yüklemeye (yığmaya da denebilir) çalıştığı izlenimini ediniyoruz.
Son yıllarda başka tiyatrolarda da gördüğümüz bu "Güncelleme / Zaman Zıplatması / Uyarlama" gibi adlarla ortaya çıkan sahnelemelerin, tiyatrocularımız tarafından yeterli bir şekilde tartışılmadığını düşünüyoruz. Zaman zaman çıkan bir kaç "ahbap işi" ya da "öğretmenin öğrencisine sempatisi" ile ortaya çıkmış eleştiri ile bu konunun aydınlatılamayacağı kanısındayız.
Shakespeare oyunlarının içeriğini şöyle özetlemek mümkün: Evrensel doğrular; mükemmel yapılmış yerel söz oyunları / söylemler; çağın karakterleri ve olaylarına göndermeler / ironi; masal içinde masal.. (Bu oyunda da bir masaldan esinlenmiş - Park Honan - "Shakespeare - Bir Yaşam")
Güncelleştirmede dikkat isteyen husus söz oyunlarını anlaşılır kılmak, çağın karakterleri ve olaylarına göndermeleri bugüne taşıyabilmek, ironiye güncel karşılıklar bulmaktır. (Can Yücel bu hususu mükemmel anlatmış bir ustadır.)
Türkiye'deki Shakespeare uygulamalarında kimi zaman "Uyarlanmış çeviri"ler ya da kendinden önce yapılan çevirileri yetersiz görmeler; Shakespeare'den daha iyisini söyleyecek vehmi ile yapılan eklemeler; sahneleri kaldırma ya da sırasını değiştirmeler; mekanları değiştirmeler; dialogları başka dudaklara söyletme / birleştirme; uşakların yerini cep telefonu ile doldurma vb. bin çeşit "atraksiyon" görüyoruz.
Tüm bu "atraksiyon"lara güne ait ceket, pantalon, cep telefonu, borsa ekranı vb. ekleyip oyunun ismindeki ülkeye ait pelerinler, masklar katılınca iş "bitmiş" sayılıyor galiba.
Bunları yaparken oyun içinde "Dük - markiz - lordum - sinyor - prens" gibi kelimelerin kullanıldığını görmek tuhaf bir durum yaratıyor. (Bunların çağımızda halen kullanılmakta olduğunu bilsek bile.)
Tiyatro Pera, oyuna bir Musevi yemek masası ile başlıyor. Tel Aviv'e giden uçağı bekleyen Musevilerin (Sanki Museviler sadece Tel Aviv'delermiş gibi) toplanması ile bitiyor. Nesrin Kazankaya'nın arkadan gelen ışık önünde, uzaktan görünen bir tabloya ya da sahnenin sonundaki üflenen klarnet eşliğindeki kapının kapatılmasındaki "resimsel an"lara bayılmasını anlıyoruz ama şamdanlar, Musevi müziği ve danslarının oyuna ne kattığı ise anlaşılmaz. Shylock'un kızıyla barışması(!) ise Türk film seyircisinin gözlerini yaşartmak için olmalı. Ayrıca Yahudiliğin bu kadar vurgulanması karşısında oyundaki karşıtı Hıristıyanlık aleyhine denge bozuluyor. Oysa Shakespeare istememiş bile olsa, zaten Shylock'un şahsında Yahudilik yeterince kuvvetli oyun boyunca.
Oyun birbirine paralel iki olay ile gelişiyor. Bir yanda Portia'nın koca seçmesi, diğeri ise arkadaşının borcuna kefil olup senedinin gereğini yerine getirmediği için yargılanan Antonio'nun başından geçenler. Tüm oyun kitapta 5 Perde ve 20 sahneden oluşuyor.
Oyunun gidişatını belirleyen her iki konu da bugünün dünyası ile kavranması zor konular. Bu nedenle oyunu güncelleştirmenin önünde -kıvam tam tutturulmazsa- oyunun metninden gelen zorluklar yatıyor.
Shylock'u nefrete sürükleyen, 16 yy'ın özel bir sorunu olan Hıristıyanlık ve Yahudilik arasındaki düşmanlık bugüne baktığımızda artık bir sorun değil . (Bugünün dünyasındaki dinler arası ilişkiler ile benzerlik kurulmasın lütfen!). Temelinde böyle bir düşmanlıktan da beslenen oyunu güncelleştirme gayreti de amacına ulaşmıyor.
Bir de buna çağa özgü hukuk anlayışlarından çıkan tartışmalar eklenince iş daha karışıyor.
Shakespeare için söylenen en büyük övgü belki de şudur: Globe tiyatronun balkonundakiler ile salonundakiler aynı anda oyundan alacak bir şeyler bulurlar. (Asiller - Halk)
Shakespeare bu nedenle oyunlarında mükemmel bir karışım kullanmıştır. Bu hem kullandığı dil hem de sahne sıralamasından kaynaklanır.
Shakespeare oyunlarında, sahne sıralarını belirlerken bu konuya özel bir önem verdiği görülür. Örneğin Launcelot'in bulunduğu ya da Portia'nun taliplerinin kutuları açma sahneleri, oyun süresince "uyuyanları uyandırmak" ve de merakı sürdürmek amacı ile öyle sıralanmış olmalı.
Kazankaya, iki sandık açmayı arka arkaya almış, Launcelot'un hakkı olan değeri de ıskalamış. (Yanılmıyorsam Launcelot'un babası ile karşılaşma sahnesini de kaldırmış.)
Venedik Taciri'nde Launcelot tipik bir İbiş karakteridir. Komikçe işler yapar, konuşur. Halkın sahnedeki yansımasıdır. Halkı da uyandırır. Bu konuların önemsenmemesi, oyuna çok şey kaybettirmiş.
Zaten mahkeme sahnesinden hemen sonra düşen gerilimi de düşündüğümüzde, oyun aralarına serpiştirilen sandık seçimi sahnelerini de öne çekince oyunun akışı aksamış.
Kazankaya'nın yaptığı doğru iş, Dük'ü ekrana yansıtması ve sesi hoparlörden vermesi olmuş. Ancak bu sahnede de Antonio takmazken Bassanio'nun maske takması, pelerinlere bürünmesi nedendir? (Antonio'nun giysisinin renklerine de dikkat gerek!) Oysa o sahnede Shylock, Antonio, Bassanio, Gratiano normal halleri ile sahnede yer alsalar; Portia ve de Nerissa sadece maske ile oynasalar (seyirci de zaten onların kim olduğunu biliyor); diğer pelerinli tiplere de yer verilmese "güncelleştirilme" iddiası taşıyan bir oyunda ünlü mahkeme sahnesi güzel bir parantez içine alınır, bu kadar "yabancı" kalmazdı.
Mahkeme sahnesi tek başına oynansa değer, operadaki unutulmaz aryalar gibi. Ama içerdiği sav ise çağımızın hukuk taşlarından yoksun. Düşününce Portia'nun savunması ancak masallarda olur cinsinden. Ama gene de ortaya attığı sorularla önemli.
Shakespeare'in oyunları, söyleyişi, yaptığı kelime oyunları ve de ortaya koyduğu tipler, o zamanın seyircisine hoş gelen göndermelerle önemli. Örneğin Portia ve Nerissa'nın talipler ile ilgili konuştukları sahnede anılan tiplerin günümüz seyircisine doğrudan yansıyabilecek tiplerle yer değiştirmesi hoş olabilirdi. Her ne kadar yönetmen bu amacı hedeflese de Merakeş emirini bugünün arabı; Arragon Prensi'ni de bir işadamı yapması yeterli derinlikte değil.
Güncelleştirme denilirken, anlaşılmayan ya da cesaret isteyen şey de bu zaten.
Bu açıdan bakıldığında Shakespeare'in cesaretine ulaşabilmek her babayiğitin harcı da değil. Shakespeare'in sözlerinin iyice anlaşılması ve güncel karşılıklarının bulunması icap ediyor.
Belli bir açıdan bakıldığında, Shakespeare'in zamanının kabare yazarı olduğunu söylemek bile mümkün.
Ama karakterlere dokunurken seksi çağrışımlarla Portia - Nerissa, Antonio - Bassanio ilişkilerine başka ağır yükler yüklemek de haksızlık. O zaman oyunun sözlerine bağlılığınız, özüne yaptığınız ihanetle ortadan kalkıyor. Dostluk kavramı bu anlamda yorumlanmasaydı keşke. Park Honan "Shakespeare –Bir yaşam" isimli kitabında "Ahlaki konulara verdiği önemle ruhsal rahatsızlık görünümleriyle ve çarpıcı karakterleriyle Venedik Taciri'nde ısrarlı bir içsellik var" diye altını çizmiş. Tiyatro Pera'nın oyununda ise bu konu şematik kalmış.
Oyundaki altın ve gümüş sandıkları seçen koca adaylarının seçim konuşmaları Bassanio'nun karakterini belirlemek için çok önemli. Oysa çabuk ve "vaww... oooo...." larla geçilmiş. Bu nedenle de Bassanio'nun karakteri yaralanmış.
Özellikle ilk sahnelerde zamanımızın iş adamlarına benzetilen erkek ve kadın karakterlerin ağızlarından dökülen Shakespeare cümleleri ise havada kalıyor. Shakespeare'in "söz"ü güncelleşmeye direniyor. Shakespeare'in "Kafiyesiz nazım"ı tadını yitirmiş, yok olmuş.
Oyuna söz olarak bağlı kalınmış olsa bile Portia'yu Bassanio ile yatmış gösteren; Portia ve Nerissa ile Salanio ve Salarino'nun uyuşturucu koklama sahneleri zamanımıza yapılan "ucuz" göndermeler olarak sırıtıyor.
Oyunun müzikleri ise bir curcuna, her telden çalıyor. Mekan düzenlemesi ise müziği aratmıyor. Yansıltılan modern bina resimler yanında bir duvarı kapsayan eski İtalyan binaları; zaman zaman hatırlanan su sesi bir "hoşluk" olarak kalmış. Bilgisayar yansıtmaları, naif görüntüler olarak "cılız". Onlara bakıp çıkarılan "zamanımızın" sesleri (vaw..vooooov.....hııı) ise komik kalıyor.
Oyunun sonunda Shakespeare seyirciler arasındaki kadınların gururunu da okşuyor. Zira olay çözen, erkekleri parmaklarında oynatanlar onlar. Bu sahnelerin "feminist"leri mutlu edeceğine eminiz.
Sanatçı performanslarına gelince... Tiyatro Pera'da şu gerçeği görmüş olduk. Tiyatroda oyunculuklar birbirine eşit olmasa da birbirine yakın olmalı. Yani ortalama çizilen çizginin hemen altında hemen üstünde gibi. Buna bir de oyunu yorumlamaktan kaynaklanan oyunculuk girince iş daha da karışıyor. Mehmet Ali Kaptanlar'ın oyun kalitesi, gücü ve de yorumu diğerlerinin yanında çok farklı, üstün duruyor. Ama Kaptanlar'ın mükemmel oyunculuğu (Bence yılın oyuncusu adaylarından. Kaptanlar'ın mesleğine saygısı ayakta alkışlanmalı.) oyunun, oyunculuk notunu düşürüyor. İster istemez diğer oyuncuları onunla karşılaştırıyorsunuz ve hatalar ortaya çıkıyor. Aytunç Şabanlı iyi bir kumaş ama keşke söyledikleri daha iyi anlaşılabilse. Nesrin Kazankaya ise bu kadar işi yapmaktan sanırım kendi oyunculuğuna yeterli özeni gösteremiyor. Portia'da hem ses hem de beden olarak fazla abartılı. Can Başak ve Kayhan Teker ise "canlı" değiller.
Güncelleştirmede imgeler çok önemli. İmgenin bugünün seyircisine aktarılmasında şemalardan değil derinlikli analizlerden yararlanılmalı. Örneğin Lorenzo'nun varsıl halinin tenis oynaması ile anlatılması karşısında -bir diğer "güncelleştirilmiş" Shakespeare'de de benzer bir durum vardı - sonradan "zengin" deyince bizimkilerin aklına başka şey gelmiyor diye düşünüyoruz.
Shylock herhalde "sempati duyulan kötü karakter" olarak Mehmet Ali Kaptanlar'ın yorumuyla daha da sevimli hale geliyor. Dinlerarası çatışmada ise dengeyi bozuyor. Ama Hıristiyan Antonio'nun kestiği "adalet" belki de bir dengeleme.
Sahne değişimlerinde Nesrin Kazankaya'nın bir türlü vazgeçemediği bir tarz var. Onu takip edenlerin hatırı için artık "danslı dekor kurmalardan" vazgeçse daha iyi olacak .
Oyunun tercümesi ise kendinden önceki çevirilerden daha iyi değil. Kazankaya bu konuyla da bölüneceğine yapılmış bir tercümeyi kullansa daha iyi olurdu diye düşünüyoruz.
Tiyatro Pera'nın her oyun için hazırladığı dergi takdire değer bir çalışma oluyor. Venedik Taciri için de böylesine titiz bir dergi hazırlamışlar. Dileğimiz her yazının adresi ve kaynakçası olmasıdır.
Günümüzde Shakespeare güncelleştirmelerini görünce "Arabın İntikamı"nın çağına uygun bir yorum olduğunu mu düşünmeliyiz acaba? Venedik Taciri'nin "Yahudi Borsacının Sonu" diye adlandırsak, Seda Sayan, İbrahim Tatlıses'in kanaat önderi olduğu ve dizilerle aklı bulanmış bir toplumda daha mı çok doğruya yaklaşırız?
Bize bu yazıyı yazdırtan, Tiyatro Pera'nın Venedik Taciri'dir. Shakespeare sahnelemeleri üzerinde yeni bir tartışmaya neden oldukları için onlara teşekkür etmeliyiz. Salt bu nedenle her şeye rağmen geçirilen 2 saat 40 dakika boşa gitmiş olmayacak. Yeni düşünceler, tartışmalar bizleri bekliyor. Gidin ve oyunu görün. Son yıllarda yapılanlardan daha iyi ve üzerinde kafa yorulmuş bir güncelleme ile karşılaşacaksınız.
Oyunun sonlarına doğru, Lorenzo'nun şu sözleri (oyunda var mıydı?) Shakespeare'in nasıl bir evrensel değer olduğunun ufacık bir göstergesi:
"Yüreğinde bir parça müzik bulunmayan yahut güzel seslerin ahengiyle coşmayan adamdan cinayetler, desiseler, yağmalar, insan oğlunun bütün kötülükleri çıkar. Tıyneti gecelerin renginden bulanıktır, sevgisi gayya kadar karadır, karanlıktır. Böyle bir insana hiç inanmak olmaz. Müziği dinle. (İngilizce'sinde "Mark the music..")" Nurettin Sevin çevirisi.
Bizler Shakespeare'in eserlerini yeni kuşaklara aktarırken "Günceli" veriyoruz diye gerçek değerleri ortadan silmemeliyiz. Bu günlerde ortaya konulan "Güncel", Shakespeare 'in sözleri yanında çok değerli değil de ondan.
Yüreğinizde müzik ve tiyatro olsun!
Kaynak: Anık, "Venedik Taciri ya da 'Güncel'(?) Shakespeare")
(Ayrıca bakınız: Coşkun Büktel,
"YÖNETMEN TİYATROSU"NA KARŞI
BİR SHAKESPEARE VE NÂZIM HİKMET SAVUNMASI)
ve
(Coşkun Büktel, SHAKESPEARE’SİZ HERİFLER)
ve de
(Bulunmaz, Shakespeare'sizler iş başında!)