6 Ocak 2008 Pazar

Say konuşuyor; Büktel değerlendiriyor / 2

SAY'IN SANATÇI YALNIZDIR TARTIŞMASI VE BÜKTEL'DEN KATKI


Özlem Gürses: Klasik müzik camiasının sizden yana tavır takınmaması, aynı gemide gibi gözüküyorsunuz...

Fazıl Say: Biz bireyiz. Hepimiz bir bireyiz. Bir sanatçı bireydir. Benim yalnızlığım 38 yıllık bir yalnızlıktır. Piyano çalmak yalnızlıktır. Piyano resitali vermek 2 bin kişinin önünde yalnızlıktır. Onun adı yalnızlıktır. Yalnızlıktan ne ürettiğini açığa çıkanan mesleklerden birisi piyano çalmak.

2. mesele sürekli bazı edebiyatçılarla yanyana konulma durumu. Edebiyatçılar daha rasyonel insanlardır. Onların sanat dalları daha rasyoneldir. Müzisyenler hali itibariyle daha hayalperest dünyanın insanlarıdır. İlk bakışta derinliğine bakmak istemezseniz yüzeye bakarsanız tuhaf görünürler. Edebiyatçılarsa ilk bakışta tuhaf görünmez. Edebiyatçıların siyaset ve toplumla ilgili konuşma tarzları müzisyenlerden çok farklıdır. Hayatım boyunca yalnız olmak benim işim zaten. Ne beklentim olabilir ki sadece birisi benimle yandaş fikirde olursa şaşırabilirim sadece. Oda müziği yapıyor olurum o zaman.

Özlem Gürses: İşin bu tarafıyla ne kadar hüzünlü bir meslek bu!

Fazıl Say: Yalnızlıktan ne yarattığınıza bağlı. İşin güzelliği orada. İnsanoğlu fidanının bir şeye dönüşmesiyli ilgili bu. Ben inanıyorum ki bilimadamları, yazarlar, müzisyenlerin en güzel eserlerini yalnızken oluşturduklarını düşünüyorum.

(Kaynak: HaberTürk)


Coşkun Büktel değerlendiriyor:
6 Ocak 2008

Fazıl Say, konsantre olabilmek için eserini tenha bir yerde yaratmak ya da kalabalık içinde dahi eserine konsantre olabilmek gibi basit ve teknik bir problem olarak yalnızlıktan söz ediyor.

Oysa "sanatçı yalnızlığı" denince asıl anlamamız gereken şey, sanatçının dik durabilmesi, sanatından ve kişiliğinden ödün vermemesi nedeniyle yaşadığı yalnızlıktır. Fazıl Say, hayatı boyunca istenen ödünleri daima vermeseydi, örneğin, Genco Erkal'la birlikte Nâzım'ın şiirinden Ermeni meselesine değinen dizeleri çıkararak Nâzım'ı sansür etmese veya sansür edilmesine boyun eğmeseydi (Say'ın Nâzım'ı sansür etmesiyle ilgili olarak, bakınız: Koray Düzgören, "'Sansüre uğradım' demek için sansüre karşı olmak gerek") Say haksız dayatmalara boyun eğmesine izin vermeyen bir kişilikle dünyaya gelseydi; sanatsal yeteneği toplum ve devlet tarafından desteklenmiş ve dünya çapında lanse edilmiş olmayacaktı. Yeteneği bu toplumun ürünü olmasa bile, Say'ın başarısı, (sessiz ve derinden giderek "yol alırken" on yıllar boyunca karşı çıkmayı aklından bile geçirmediği ve desteğinden yararlanarak yokuşu çıkıp düze vardıktan sonra bugün dönüp "sığır toplum" diye aşağıladığı) bu toplumun ve bu "devletin" ürünüdür. Bundan sonra ne olur bilmem ama, bu toplum ve bu devlet Say'ı hep arkalamış, onu yalnız bırakmamıştır. Say, bu toplum ve bu devlet sayesinde, (artık bu toplum ve bu devlete ihtiyacı kalmamış) uluslararası bir sanatçı haline gelmiştir. Yalnız kalabilmeyi, ancak yalnız kalma ihtimali ortadan kalktıktan sonra göze alabilmiştir.

Sanatçı'nın "asıl" yalnızlığı konusunda, 2001 yılında yazdığım satırları aşağıya alıntılayarak tekrar gündeme getirmeme vesile olduğu için Say'a teşekkür borçluyum:

Sanatçılar, kimseden talep beklemezler. Satış garantisi istemezler. Yarattıkları şeye talep yok diye şikayet etmezler. Talep yok diye, yaratmaktan vazgeçmezler. Yaratmak için kimseden izin istemedikleri gibi, yarattıkları şeyi umursamaya da kimseyi mecbur bilmezler. Umursanmak isterler, ama, umursanmak için tedbir almayı, eserini varolan talebe uygun biçimde tasarlamayı veya talebe göre “revizyon” yapmayı, reddederler. Bir sanatçı, kendi doğrusu neyse, ne yapması gerektiğine inanıyorsa, “onu” yapar. Yapması gerektiği gibi yapar. Ödünsüz yapar. Toplumcu bile olsa, (topluma ille karşı çıkmayı marifet saymaz ama) toplumun nabzına göre şerbet vermeyi utanç sayar. Toplum tarafından onaylanmayı (hatta) alkışlanmayı ister ama, gerekiyorsa (gerektiğine inanıyorsa) toplum tarafından lanetlenmeyi göze alır. Topluma söylemeye gerçekten değer bir sözü olan sanatçı, “politik davranmaya” tenezzül etmeden, toplumun tepkisinin ne olacağına kafa yormadan; söylemek zorunda olduğu şeyi “dosdoğru” söyler. Söylemekle yetinmeyerek, ortaya bir laf atıp kenara çekilmeyerek, sözünü piç gibi terk etmeyerek, sözünün eri olur. Karşı çıkan, hesap soran herkese karşı, göğsünü gere gere, sözünü savunur. Sözünü sakınmaz; ortam uygun mu, toplum buna hazır mı, birileri bana kızar mı? diye sormaz. Kazanç ya da kayıp hesaplaması yapmaz. Piyasayı kollamaz.

Kaynak: Coşkun Büktel, "Konuşan Türkiye"(!)nin Susan Eleştirmenleri

(Bakınız: coskunbuktel.com)