15 Ocak 2008 Salı

Demirkanlı-Alkaya görüşmesi, Karga ile Tilki masalına döndü

...VE KARGA PEYNİRİ BIRAKMADI!


Hilmi Bulunmaz
17 Ocak 2008


La Fontaine'den bir masalla başlayalım:


Bir dala konmuştu karga cenapları;
Ağzında bir parça peynir vardı.
Sayın tilki kokuyu almış olmalı,
Ona nağme yapmaya başladı:
"-Ooo! Karga cenapları, merhaba!
Ne kadar güzelsiniz, ne kadar şirinsiniz!
Gözüm kör olsun yalanım varsa.
Tüyleriniz gibiyse sesiniz,
Sultanı sayılırsınız bütün bu ormanın."
Keyfinden aklı başından gitti bay karganın.
Göstermek için güzel sesini
Açınca ağzını, düşürdü nevalesini.
Tilki kapıp onu dedi ki: "Efendiciğim,
Size güzel bir ders vereceğim:
Her dalkavuk bir alığın sırtından geçinir,
Bu derse de fazla olmasa gerek bir peynir."
Karga şaşkın, mahcup, biraz da geç ama,
Yemin etti gayrı faka basmayacağına


Bu görüşmeyi gerçekleştiren; Mustafa Demirkanlı ile Orhan Alkaya yol arkadaşı. Uzun yıllardır birlikte hareket ediyorlar. Birbirlerine uyum sağlayan Demirkanlı ile Alkaya; Türkiye tiyatrosunun bu durumda olması için elbirliği, işbirliği, sözbirliği içerisindeler!…

Tiyatromuzun kötücüllüğünün birçok nedeni olmakla birlikte, Demirkanlı-Alkaya ikilisinin dayanışma ruhu, bu kötücüllüğü azdırıyor. Ellerindeki araç-gereçle tiyatronun soysuzlaşmasını hızlandıran ikili; Tiyatro… Tiyatro… dergisi, tiyatrodergisi.com.tr, BirGün gazetesi, Şehir Tiyatroları… gibi olanakları, kişisel amaçları için kullanıyorlar. Demirkanlı yalanları örtülsün diye çaba harcıyorlar. BirGün gazetesinde bir köşe kapmayı başararak, tiyatronun yozlaşmasını hızlandırıyorlar. Demirkanlı BirGün’deki köşesinden uzaklaşınca yada uzaklaştırılınca, Alkaya bir köşe kapıyor. Adamlar, BirGün’de bile köşe kapmaca oynuyorlar. Aslında tiyatroyla oynuyorlar. Demirkanlı yalanları iki düzineye çıkmasına karşın, bu adamlar işi pişkinliğe vuruyorlar. Demirkanlı yalanları ortadayken, bu yalanların hiçbiri, gerçek anlamda yalanlanmamışken, Orhan Alkaya, Demirkanlı'yla işbirliğini sürdürüp, bir yerde bu yalanlara da ortak olmuş, imza atmış oluyor. Demirkanlı yalanlarına kefil olan Alkaya, seçilmiş ve atanmış biri olup, Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni olarak vaftiz ediliyor. Böyle siyasal yönetime, böyle tiyatral yönetim; yada kel başa şimşir tarak!...

Hemen belirtelim; Demirkanlı ile Alkaya etle tırnak gibi. Masada yada herhangi bir yerde karşı karşıya otursalar da, aslında ruhsal olarak iç içeler. Ruh kardeşliği içerisindeler. Ruhsal anlamda Siyam ikizi gibi soluk alıyorlar. Demirkanlı yalanları örtülsün diye çaba harcayanların başında geliyor Alkaya. Öyle derinden bakıyor ve öyle filozof süsü verilmiş bir dille konuşuyor ki, insanları huşu içerisinde bıraktığını sanıyor. Özellikle "sol"un perişanlığı, bu aristokrat adamın prim yapmasına neden oluyor…

Tam on yedi yıldır yalan üretme çiftliği (Tiyatro… Tiyatro… dergisi) işleten Demirkanlı, bu gücünü aristokratlardan alıyor. Beyaz Rus edasıyla başlarındaki hale'yle dolaşan tiyatro esnafı, Demirkanlı'nın çiftliğine katkıda bulunuyor; Ahmet Levendoğlu, Ali Taygun, Üstün Akmen, Nihal Kuyumcu, A. Ertuğrul Timur ve Orhan Alkaya… Bulundukları ortamı çiftlik olarak gören kişiler, "Mustafa Baba'nın çiftliği"ne de çiftlik muamelesi yapmaktan geri durmuyorlar…

***

Her zamanki yöntemle "Demirkanlı-Alkaya monologu"nu diyalog durumuna getirmeye çalışalım…

Demirkanlı, okuru tavlamak için, uygun bir başlık bulmuş:


Orhan Alkaya ile Şehir Tiyatroları'nın Yarını Üzerine


Orhan Alkaya'yı sosyalist sanan okurun saflığına dayanarak, başlığa yapıştırdığı "yarın" sözcüğünün tılsımına güvenen Demirkanlı, "Şehir Tiyatroları Karaoğlan'ı" Alkaya'yı lanse etmek için, bayağı kafa patlatmış…

***

Demirkanlı diyor ki:

..........Orhan Alkaya, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni olduktan sonra, -Tiyatro… Tiyatro… baskıya yetişmek zorunda olduğu için- henüz göreve başladığı ilk saatlerde yaptığımız röportajı, yeni döneme ışık tutacağını düşündüğümüz için, portalde da yayımlıyoruz. Bu röportaj Tiyatro… Tiyatro…'nun 185 nci sayısında da yayımlanmıştır.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Karga gelecek yerden serçeyi esirgemeyen Demirkanlı, kilit altına aldığı önemli haberleri, "parayı veren düdüğü çalar" misali, sadece Tiyatro… Tiyatro…'da yayımlar. Sanal alemde yayımlamaz. Ancak bu kez, Şehir Tiyatroları'ndan alacağı reklamın kokusu burnunu yakmış olmalı ki, Orhan Alkaya'yı yağlar gibi yaptığı yazıyı, saniye geçmeden yayımlamış! Bu aceleciliği, kankasına kıyaktan çok, AKP'ye şirin görünme kurnazlığı. Tam bir tilki oğlu tilki Demirkanlı!...

Demirkanlı link veriyor:

Görev değişikliği haberi için tıklayınız.

Demirkanlı'nın linkini değerlendirelim:

Link cimrisi Demirkanlı, "en büyük asker bizim asker" sloganıyla Şehir Tiyatroları'na yolcu ettiği Orhan Alkaya'nın, bir asker gibi atanarak iktidara gelmesini de, hemen haber yapmıştı. Şimdi bu haberin linkini vermekten gurur ve onur duyuyor. Demirkanlı, Alkaya'yla gurur duyuyor! Demirkanlı asker eskisi olduğundan, bir cuntacıbaşı gibi iktidara gelen Alkaya'yla gurur duyuyor!...

Demirkanlı soruyor:

..........Sevgili Orhan, bundan 17 yıl önce Tiyatro… Tiyatro…'da başlayan yolculuğumuz, -Demokrat sürecini bunun dışında tutuyorum- yaklaşık bir buçuk yıl önce senin İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda seçilmiş Yönetim Kurulu üyesi olarak görev almanla kesintiye uğramıştı, yıllarca birlikte kafa patlattık, yorum yaptık. Şimdi de kader bizi karşı karşıya getirdi, sen "haber" malzemesi oldun, ben de seni deşmeye çalışacağım. İşimin zor olduğunu biliyorum, senin işinin -Genel Sanat Yönetmenliği'nin- zor olduğunu bildiğim gibi…

Yıllardır birlikte çalıştık, birlikte yedik, içtik… Bu süreçte, senin İstanbul Şehir Tiyatrosu'na Sanat Yönetmeni olmak gibi bir niyetini görmedim veya fark etmedim. Ben mi algılayamamışım?

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Demek ki birlikte çalışmışlar, birlikte yemişler, birlikte içmişler, yalan üretme çiftliğine birlikte çeki düzen vermişler. İçtikleri su gibi, işledikleri yalan üretme suçunun da ortak olduğu izlenimini veren Demirkanlı; "Ben mi algılayamamışım?" sözleriyle durumu bulanıklaştırmak istiyor. Ruhsal Siyam ikizi Demirkanlı-Alkaya, demek ki birbirlerine samimi davranmamışlar yada gökten bir elma gibi Alkaya'nın başına düşmüş Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği! AKP'li dostlarından öğrenememiş mi Demirkanlı, kankasının sevilen birisi olduğunu? Şehir Tiyatroları için iyi bir Truva Atı olabileceğini!...

Samimi bir dille soru sormaya çalışan Demirkanlı, bu yapay samimiyetle, Alkaya'yı da yalanlarına payanda olarak kullanıyor. 17 yıllık Tiyatro… Tiyatro…'nun oluşturduğu tahribatı, birlikte kotardıkları izlenimi veren ikili, şimdi de elde ettikleri mevzi nedeniyle ellerini ovuşturmaya başlamışlar. Alkaya'nın ne çıkarı olacağını tam kestiremesek de (Fareli Köyün Kavalcısı rolünü üstlenebilir!), Demirkanlı reklam pastasının kokusunu almışa benziyor. Kader denilen kavrama bel bağlayan Demirkanlı, Alkaya’yla karşı karşıya gelmişler gibi yapıyor. Oysa durum çok net: Demirkanlı-Alkaya ortaklığı sürecek. Hatta Demirkanlı-Alkaya ortaklığı, AKP patentiyle kutsanacak. İddia ettikleri gibi, işleri hiç de zor değil. Gayet kolay. Biri pas verecek, diğeri gol atacak. Biri reklam verecek, diğeri olumlu eleştiriler yazacak. Biri iktidarda kalacak, diğeri alkışlayacak. Biri yalan söyleyecek, diğeri yalanların üstünü örtecek. Abdullah Gül gibi olmasa da, gül gibi geçinip gidecekler!...

Alkaya diyor ki:

..........Yoktu, hiçbir zaman da olmamıştı. Ama biliyorsun 2006 yılı başından itibaren Şehir Tiyatroları'nın statüsü çok radikal bir değişikliğe uğradı. Katma Bütçe'nin kaldırılması, Şehir Tiyatrosu'nu özel statülü bir sanat kurumu olmaktan çıkartıp, belediyenin herhangi bir müdürlüğü olmaya doğru evrilmeye yöneltebilecek oldukça riskli ve kritik bir uygulamaydı.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Mübarek, bir sanatçı gibi değil, İsa Mesih gibi konuşuyor! Demek statü değişikliği olmasa, Alkaya kılını kıpırdatmayacak, 17 yıllık Tiyatro… Tiyatro… gemisini terk etmeyecek, eylemci değil de, söylemci muhalifliğini sürdürecekti! Madem ki gericiler Katma Bütçe'yi kaldırıp, herhangi bir müdürlük durumuna getirdiler Şehir Tiyatroları'nı; Alkaya da kendini bir kurtarıcı ilan etti! Matta'ya göre, Luka'ya göre, Marcos'a göre yada Yohanna'ya göre değil; Demirkanlı'ya göre…

Demirkanlı soruyor:

..........Orhan, bu konuyu açarak devam edelim mi? Şehir Tiyatrosu'nun Katma Bütçe'den çıkartılması ile ilgili çeşitli spekülasyonlar yapılıyor, AKP'nin tiyatroya yönelik bir hamlesi gibi yorumlar var, ikinci bakış ise, bunun böyle olmadığını, yasa taslağının Ecevit Hükümeti döneminde meclise geldiği, AKP'nin gelir gelmez kucağında bularak çıkarttığı ve biz dahil kimsenin haberdar olmadığı, -çünkü yasanın uygulama zamanı 2006 olarak belirlenmişti- bir yasa gündemimize geliverdi, bu hükümetlerin değil, IMF'in dayattığı bir yasaydı. Sen hangi görüşe veya yoruma daha yakınsın?

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

AKBANK çanağı yalayan Demirkanlı, AK Parti'yi AK'lamak ve Amerikan karşıtı bir söylem geliştirmek için, dağarcığında küflenen sözcükleri gündeme getirerek, son derecede zorluyor kendisini. Emanet, borç sözcüklerle hedef saptırıyor. AKP değil de, Ecevit Hükümeti gelinen noktadan sorumluymuş! AKP değil de, IMF gelinen noktadan sorumluymuş! Bu durumu şimdi çakmışlar! Şimdi çaktıklarına göre, daha önce çakmadıklarına göre; "Kahrolsun IMF, yaşasın AKP!" bile diyebilirler. Hemen arkasından teybi kapatıp, ayağa fırlar ve sağ ellerini iyice gerginleştirerek avuç içleriyle birbirlerine vururken, bir yandan da "Çaaak moruk!" diye yüksek sesle bağırabilirler…

Alkaya diyor ki:

..........İkincisi tabii ki, çünkü Kamu Mali Yönetimi Kontrol Kanunu'dur bu uygulamaya neden olan. Katma bütçeyi düzenleyen, 1927 tarihli kanunu da lağveden bu kanun bir mali programın parçasıdır. Bu mali programın gerekçesi de, Türkiye'nin çok yüksek dış borç yükü altında faiz çevirme kıstırılmışlığıdır. Sosyal devletten uzaklaşma yönünde bir mali program uygulanıyor. Ama burada önemli olan şu, bu tür kanunlar hazırlanırken istisnaların gözetilmesi gerekiyor. İzleyebildiğim kadarıyla birkaç kurum çok ağır bir biçimde zarar gördü 5018 sayılı kanunun uygulanmasından. Bunun başında üniversiteler geliyor, devlet hastaneleri keza çok büyük sıkıntı içinde şu anda. Bir diğeri ise, hacmi onlarla orantılı olmamakla birlikte tarihi Cumhuriyet'ten daha eski olan nadir kurumlardan İstanbul Şehir Tiyatroları çok ağır bir biçimde bu kanunun etkilerini yaşıyor. 5018 sayılı kanununun bütününe ait görüşlerimi ayrı tutarak, Şehir Tiyatroları benzeri sanatsal faaliyet gösteren sanat kurumları, üniversiteler ve devlet hastaneleri için bir istisna düşünülmesini zorunlu görüyorum. Şu anda da bu yönde bir çalışma, bir arayış içersindeyiz. Bir kere Şehir Tiyatroları'nın katma bütçe uygulamasına geri dönmesi gerekiyor, bu konuda da ancak Ankara'da yapılacak bazı yasal düzenlemeler sorunu çözüm noktasına taşıyabilir. Acil hedefimiz katma bütçe uygulamasının geri alınması, çünkü Türkiye'de sanat alanlarının sübvanse edilmesini sağlayacak yasal düzenlemeler hiçbir zaman olmadı. Kısmi devlet yardımları, devlet destekleri oldu ama bunlar bir sistem içine oturmadı. İngiltere'deki, Fransa'daki, Almanya'daki, Hollanda'daki ya da Rusya'daki gibi…

Alkaya'yı değerlendirelim:

Demek IMF, Ecevit Hükümeti'ne dayatıyor. Ecevit de, nasıl olsa yaşlandığını ve fazla ömrü kalmadığını hesaba katarak, basıyor imzayı ve 2006 yılında ne olacağını düşünmek bile istemiyor. Ama aslan AKP, iktidara gelir gelmez, IMF ve tüm emperyalist kurumlara karşı gelip, sosyalistlerle(!) işbirliğine gitme kararı alıyor. Bu karar doğrultusunda da Şehir Tiyatroları'nın başına sosyalist (!) Orhan Alkaya'yı getiriyor. Alkaya; 5018 sayılı yasanın bütününe ait görüşlerini ayrı tutuyor. Yani ağzındaki peyniri bırakmıyor. Şehir Tiyatroları'nın katma bütçe uygulaması konusunda adres olarak Ankara'yı gösteriyor ve pek bir görüş belirtmeyip, ağzındaki peyniri bırakmıyor. İngiltere, Fransa, Almanya, Hollanda yada Rusya'daki durumlara öykünerek yakınan Alkaya; o ülkelerde Demirkanlı yalanlarına benzer yalanlar üreten tiyatro yayıncılarının ekmeğine tereyağı süren tiyatro adamlarının bulunup bulunmadığı konusunda hiçbir şey söylemiyor. Yani karga peyniri bırakmıyor. Sosyal devletin kırıntısına bile tahammül edemeyen ABD taşeronu AKP, ABDullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı sayesinde rahatlar rahatlamaz, kırıntıları da kargalara yedirmek istiyor!...

Demirkanlı soruyor:

..........Senin de yakından bildiğin gibi ama herkesin görmemezlikten gelmeyi tercih ettiği şöyle bir savım var. Yerel Yönetimler Yasa Taslağı çıktıktan sonra, her ne kadar Devlet Tiyatroları kapsam dışında gibi görünse de bir biçimde bu kapsamın içine sokulacak, gerekiyorsa –ki gerekiyor mevcut yasası kadük edilecek- ve sizin kurumunuzun statüsüne bir biçimde sokulacak. Şimdi bu noktada yıllardır söylemeye çalıştığım gibi, sizin sorununuz aslında sizin olmaktan çok, Türkiye Tiyatrosu'nun yeniden yapılanmasını da yakından ilgilendiriyor. Ve öncü görevi bence Devlet Tiyatroları'nın değil İstanbul Şehir Tiyatrosu'nun. Bu görüşüme katılır mısın?

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Alkaya'yı şişirmek için, sanki otomobil pompasıyla söyleşi mekanına girmiş Demirkanlı. Alkaya'nın yakından bildiği, ama herkesin görmezlikten geldiği (Demirkanlı "görmemezlikten gelmeyi tercih ettiği" diyor) Yerel Yönetimler Yasa Taslağı çıkınca, pek bir şey olmayacak. Önemli olan yasa taslağı değil. Yasanın kendisi. Neyse, bizim kahraman Alkaya, yasa taslağını da, yasayı da haşat eder, alimallah… Yasaları yapanlar, yasa taslağını da, yasayı da haşat etmesi için Alkaya'yı, Muhsin Ertuğrul'un koltuğuna; ham hum şaralop indirdi yada çıkardı. Estetik kırıntıları toz duman etmek için önce seçildi ve ardından atandı Alkaya. Estetiğin sentetik karşısında son darbeyi yemesi için seçildi/atandı. Çift kaymaklı ekmek kadayıfı gibi hayatı var Alkaya'nın. Bir de tescilli yalancı dostu var ki değmeyin keyfine!...

Alkaya diyor ki:

..........Tabii, tabii kesinlikle. İstanbul Şehir Tiyatroları, Kocaeli, Eskişehir ve Bakırköy'ü katarsak toplam büyük ağabey İstanbul Şehir Tiyatroları olmak üzere dört tane ödenekli yerel yönetimlere bağlı tiyatro ve yaygın sahneleri olan Devlet Tiyatroları bu yasal uygulamalardan çok ciddi olarak etkilenecek, biz etkileniyoruz, Devlet Tiyatroları da bilahare etkilenecek. O yüzden artık yapmamız gereken şey bir kere bu kurumları özel statüde koruma altına almak, Devlet Tiyatrosu'nu bir yasası var ama 1949'da bir Ankara Tiyatrosu olarak kurulduğu için sonraki yaygınlaşmasını ön görmeyen 5441 sayılı yasa sıkıntı yaratacak gibi görünüyor. Bizim ise yasamız yok, katma bütçe bir korumaydı sadece.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Bir saniye düşün Orhancığım: Neye "tabii", neye "kesinlikle" dediğinin ayrımında mısın? Hemen George Orwell'in Big Brother'ının etkisiyle konuşma. 1949 yılından bu yana Devlet Tiyatroları'nı bir aşiret mantığıyla yürütenler, nasıl olacak da, bu duruma son verecekler? 1914 yılında bir Osmanlı çocuğu olarak dünyaya gelen Şehir Tiyatroları’nın, yasadışı olduğu, gayri meşru olduğu, en yetkili ve en etkili ağızdan, bir kez daha dünyaya haykırılıyor. Ne var ki kıçı kırık düzene payanda olsun da ne olursa olsun düşüncesiyle ayakta tutulmaya çalışılıyor. İETT denli işlevi olmayan Şehir Tiyatroları, sanırız Orhan Alkaya döneminde büyük bir hızla uçuruma, ait olduğu yere yuvarlanır. Durum onu gösteriyor. Hal ve gidiş onu gösteriyor. Milli birlik ve beraberlik ruhu onu gösteriyor. Tiyatro… Tiyatro…'nun çanak tutuculuğu onu gösteriyor…

Bu ülke yönetimleri çok acayip bir işleyiş içerisinde; çalışma yasalarını piyasaya süren Bülent Ecevit, çalışanların çanına ot tıkamak için kullanıldı. İdama karşı olduğunu günde beş kez haykıran MHP döneminde idam kaldırıldı. Müslümanlık dışında bir dinin ülkemize pek yarar sağlamayacağı propagandasıyla iktidara gelen AKP döneminde, Antalya'da, neredeyse her mahallede kilise açıldı… Bizim ülkemiz, çok acayip bir ülke canım. Şimdi de, sosyalist(!) Orhan Alkaya imzasıyla, Şehir Tiyatroları tarihin çöplüğüne gömülmek üzere…

Bizde hep böyle olur: Her işi karşıtına yaptırırlar. Bir yandan kitlelere umutsuzluk aşılamak isterler, bir yandan da söylem/eylem uyuşmazlığından yararlanarak, iktidarlarını sağlamlaştırmak için, Truva Atı kuramına dört elle sarılırlar. Önemli olan sömürü düzeninin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesidir!...

Demirkanlı soruyor:

..........Peki, tam bu noktada Türkiye'nin en eski ödenekli kurumu olan Darülbedayi, şu anda zorunlu olarak ön almak durumunda…

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Ne almak durumunda? Neyin önünü niçin alacak?... Şunu mu demek istiyor Demirkanlı: Yerel yönetimlerde "başarılı" olursa AKP, genel uygulamalara daha cesur yönelir. Demirkanlı ve yoldaşlarını kiralarsa, diğer tiyatroculara daha rahat kafa tutabilir. Oysa fazla uğraşmasına gerek yok. Demirkanlı zaten alışmış çanak yalamaya...

Alkaya diyor ki:

..........Evet, doğrudur.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Ne doğrudur?... Çanak yalanması mı?...

Demirkanlı soruyor:

..........O zaman, bu ön alma durumundaki projelerini konuşabilir miyiz? Yani, Orhan Alkaya Sanat Yönetmenliği'ni kabul ederken kafasındaki projeler neler, ne yapmak istiyor? Şehir Tiyatroları'nı derleyip toparlamak mı istiyor, bir vizyon mu oluşturmak istiyor, konuştuğumuz bu yasal çerçeve içinden bir yapı mı üretmeyi planlıyor? Neler var kafasının içinde?

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Tilki Demirkanlı, Karga'nın ağzındaki peynire (dergisine alacağı reklam pastasına) göz dikmiş. Tilki, karganın reklam verebilme ihtimalini seviyor. Onun dışında gözü hiçbir şey görmüyor. Gözünü tamamıyla hırs bürümüş, reklam bürümüş, çanak bürümüş. Sormak için soruyor. Kendini tutamayıp, yanıtlardan büyük sorular soruyor. Hiçbir şey yada çok şey anlatmaya çalışıyor Demirkanlı. Gizemli konuşuyor. Elinde AKP teksti var. Rolünü kötü ezberlemiş. Hatta ezberleyememiş. Ne var ki emredilenin dışına çıkmıyor. AKP yardakçılığı yapıyor. Yaptığı görüşme ne denli yüzey kaplarsa, o denli reklam alabilme ihtimalini düşünüyor. Hiçbir anlamı olmayan, hatta ne anlama geldiğini bilmediği sözcükleri bir araya getirerek, karganın üstüne atıyor. Karga, tilkiden kurnaz. La Fontaine'i bile dinlemiyor ve karga peyniri bırakmıyor!...

Alkaya diyor ki:

..........Çok basitten başlayayım, sanatsal üretimi merkeze alacağız.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Demek ki, Şehir Tiyatroları'nda en basit iş sanatmış. Sanatı merkeze alarak işe başlanacak ve ardından Demirkanlı'nın attığı "Çığlık" duyulacak sanırız. Hemen ardından da, Marmara Depremi enkazı altından kurtulur gibi, Tiyatro… Tiyatro…, "Çığlık" atmaktan kurtulacak. Demirkanlı, Munch'un "Çığlık" tablosuna bir daha gereksinim duymayacak…

Demirkanlı soruyor:

..........Ne demek bu, biraz açar mısın?

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Karga peyniri bırakmamak için, hiçbir şey söylemeden kocaman bir söyleşi gerçekleştiriyor. Tilki bile sabırsızlanmaya başlıyor! AKP'nin eline tutuşturduğu yol haritasına uymayan bir şey olursa, çok sinirleniyor tilki!...

Alkaya diyor ki:

..........Şehir Tiyatrosu'nun ana temposunu belirleyen sanatsal üretim olmaktan, sorunlar olmaya doğru evrildi. Şimdi bizim öncelikli hedefimiz, bir üst başlık olarak söylemek gerekirse, sanatsal üretimi yeniden merkeze taşımak. Her şeyi buna bağlı olarak düşünebiliriz. Yani Şehir Tiyatrosu'nun acilen katma bütçe uygulamasına dönmesi yönünde bir ihtiyacımız var. Bu ihtiyacın da gerekçesi sanatsal üretimin merkeze gelmesi zorunluluğudur, Şehir Tiyatrosu'nun benzerleri gibi, özel yasayla yönetilen bir tiyatro kurumu haline dönüştürülmesi de sanatın üretimin merkeze çekilmesi zorunluluğu ile ilintili. Zaten üretimin kalitesini artırmak, üretimin koşullarını iyileştirmek, fiziki koşulları; yani bina koşullarını olumlu yönde iyileştirmek, sanatçıların, tiyatrocuların ki benim algılayışımda bir tiyatroda çalışan herkes tiyatrocudur, yalnızca sahneye çıkan sanatçı değil, sahnedeki teknisyenden kapıdaki bilet kesen arkadaşıma, servis aracını kullanan şoför arkadaşıma kadar herkes tiyatro üretiminin bir parçasıdır, yaratım sürecinin bütün koşullarını iyileştirmek gerekiyor. Mutlu insanların yaptığı üretim seyircisini de mutlu eder. 1914'te bir konservatuvar olarak kurulmuş ve tüm çalkantıların içerisinden ayakta kalarak çıkmayı başarmış bir kurumun mottosunu yeniden ayağa kaldırmak öncelikli hedefimiz. Bu konuda yönetim görevinde bulunan bütün arkadaşlarımın çaba harcadığını biliyorum, hiçbir kuşkum yok ama sıkıntı hâlâ sürüyorsa belli ki yöntemle ilgili farklı arayışlar içersine girmemiz gerekiyor.

(Yukarıdaki sözleri okuyunca, usuma Süleyman Demirel geliyor: "Benim köylüm, benim işçim, benim küçük esnafım…")

Alkaya'yı değerlendirelim:

Şehir Tiyatroları, başlı başına bir sorun yumağı. Halkın istemleri doğrultusunda üretim yapmayan bu kurum, hangi dünya görüşüyle soluk alırsa alsın, çürümeye mahkumdur. Bu çürümede birçok insanın payı olmakla birlikte Orhan Alkaya'nın da payı var. Seçilmiş de olsa yönetim kurulu üyesi olarak iş yaptığı kurumun, her şeyinden Alkaya da sorumluydu. Hatta çaycıdan bile sorumluydu. Bu sorumluluktan kaçamaz, kaytaramaz…

Demirkanlı soruyor:

..........Yöntemin dışında, yapı ile ilgili sorunlar olabilir mi? Hem Devlet Tiyatroları'nın hem Şehir Tiyatrosu'nun hantallaşmış bir yapıları var…

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Şimdiye dek, Türkiye'de kim tiyatroyla uğraşmış ve tiyatroları eleştirmemişse, tümü bu hantallıktan sorumludur. Demirkanlı, bu sorumluların önde gidenidir. Demirkanlı sorumlu olduğu gibi, Alkaya da sorumludur…

Alkaya diyor ki:

..........Doğru söylüyorsun, bu bizim yıllar önce konuştuğumuz bir mesele. Çok iyi hatırlıyorum Tiyatro… Tiyatro… Dergisi'nde kapalı oturum yapmıştık, sanırım bundan 15 sene önce, Beklan Algan'ın, Ali Taygun'un, Yücel Erten'in katıldığı. Birkaç ay önce dokümanları tararken o açık oturuma baktım, 15 yıl önce de ben bunları söylemişim, bu kurumların yeniden yapılandırılması bir zorunluluktur, aksi takdirde bu kurumlar kaçınılmaz olarak erozyona uğrar, demişim. Hüzün verici. Evet, büyük planda gerçekten bu kurumların yeniden yapılandırılması gibi bir zorunlulukla karşı karşıyayız. Ama yakın planda çok acil sıkıntıları çözmemiz gerekiyor. Çok acil sıkıntıların sembolü de, kod adı da yasadır.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Hem "kapalı oturum" ve hem de bir sonraki tümcede "açık oturum" nasıl oluyorsa?... Kendi konuştuğunu, kendi dinlemiyor. Ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Derin bakışlı çiçeği burnunda yönetici, daha ilk röportajında, hiç de derin olmadığını belli ediyor. Yaldızı çabuk dökülüyor...

Alkaya haklı. Yasa olmadığına göre, istediği gibi konuşabilir. Yasa olsaydı; hem "kapalı oturum" ve hem de "açık oturum" diyemezdi. Her şey yasaya göre konuşulurdu. Şimdi yasa olmadığına göre, aklına geleni söylemekte serbest…

Demirkanlı soruyor:

..........Yasa bu uzun erimli sıkıntıları çözmeye yönelik bir başlangıç, ama bu yasanın muhtevası her şeyi belirleyecek…

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Karganın ağzındaki peyniri unutan Tilki, yine lafı orta sahada gezindiriyor. Yine reklam alabilme ihtimalini seviyor...

Alkaya diyor ki:

..........Doğru söylüyorsun, zaten bu yüzden yasa tartışmalarıyla ilgili olarak beyin fırtınaları düzenleyeceğiz, bütün tiyatro kamuoyuyla, yalnızca kendi içimizde değil. Belki bir sempozyum düzenlemek, bütün bu delilleri bir araya getirerek yasanın niteliğini, ruhunu oluşturmak niyetindeyiz. Çünkü yasaların yararlı olabileceği gibi, büyük sıkıntılar yaratabileceğine de inanıyoruz. Dolayısıyla artık enine boyuna, ince eleyip sık dokuyarak hazırlanılacak bir sürecin sonundayız bu çıkmazda. Bu süreç zannedildiği kadar da uzun bir süreç değildir.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Alkaya yada kod adı Karga, ikidir söze; "Doğru söylüyorsun" diye başlıyor. Türkiye'nin tek, evet tek tescilli yalancısına "doğru söylüyorsun" diyor…

Ne zaman bu "beyin fırtınası" lafını duysam, elim silahıma gidiyor. 12 Eylül'le birlikte moda olan söylemlerden biri de bu. Hay ben sizin beyin fırtınanızın içine!…

Demirkanlı diyor ki:

..........Ama kolay da değil…

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Demirkanlı peyniri aklının ucundan bile geçirmiyor. Aklında tek bir şey var; pasta. Reklam pastası. Demirkanlı, reklam alabilme ihtimaliyle yanıp tutuşuyor…

Alkaya diyor ki:

..........Hiçbir şey kolay değildir ama mümkün olan her şey zor da olsa yapılabilir.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Adam tam bir filozof. Amma ağır laf ediyor canım. Altından Kadir Topbaş bile kalkamaz...

Demirkanlı diyor ki:

..........Tam burada temel bir soru geliyor gündeme. Yeni yasa, yeni yapılanmalarla beraber istihdam sorunu gündeme geliyor. Speküle edilerek gündeme geliyor… evet yeniden yapılanma, Amerika'yı yeniden keşfetmeyeceğiz ama bire bir de modeli alamayız, bizim ülkemizin de öznel koşulları var. Türkiye'deki tiyatro geçmişi çok kısa, sosyal altyapılar yok, örneğin işsizlik sigortası model alacağımız ülkelerdeki gibi değil, yok.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Sevgili okurlar, ben, Demirkanlı ile Alkaya'yı iyice birbirine karıştırdım. Soru soruyormuş gibi yapanla, yanıtlıyormuş gibi yapanı iyice birbirine karıştırdım. Karga ile Tilki'yi iyice birbirine karıştırdım. Siz ayrımsayabiliyor musunuz? Demirkanlı, sanki soru soran değil, yanıtlayan. Demirkanlı, sanki kendisi genel sanat yönetmeni. Al birini, vur diğerine. Neyse ki, çaycı kapıda!...

Alkaya diyor ki:

..........Büyük alana girmeden önce, defalarca yıllar içinde söylediğim bir şeyi tekrar edeyim. Şehir Tiyatroları'nda ya da Devlet Tiyatroları'nda çalışan insanların bir tür memur statüsünde olmaları sübvansiyonun bir başka modelinin olmamasından ibaret. Dolayısıyla bu kurumlarda çalışan insanlara memur denmesini daima reddettim. Herhangi bir biçimde memur nitelemesini son derece yanlış buldum. Çünkü bu bir tür şemsiyedir. Neden bir tür şemsiyedir, çünkü bizim bu olanları düzenleyen senatlarımız, konsüllerimiz ülke çapında uygulanan merkeziyetçi yasalarımız, Amerika'daki gibi vergi muafiyeti sistemi ve sponsorluk teşviki sağlayan yasalarımız olmadı hiçbir zaman. Bu kurumlar ancak katma bütçenin ruhunu oluşturan bir tür sosyal devlet algısının sonucu olan uygulamalarladır. Nedir bu katma bütçe? Sen zorunlusun, ama bir otel kadar para kazanman mümkün değil. Bir otel de gerekli tabii, ama o para kazanıyor önemli olan ikisini bir havuzda birleştirip iki tarafa pay dağıttığımız zaman, korumak zorunda olduğumu da koruyabiliriz. Bu bir model, 1920'lerden kalma bir model, İzmir İktisat Kongresi üzerine şekillenen karma devlet modelinin bir sonucu bu. Biz 70 yılda üstüne bir şey koyamamışız. Var olanı korumak ihtiyacı içine giriyoruz, üstüne yeni bir şey koyamadığımız için. İstihdamla ilgili söylediğin başka bir şeyse, onu bir daha sor istersen.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Karga, yine bir araba laf etmesine karşın, hiçbir şey söylememeyi başarıyor. Kesinlikle peyniri bırakmayacak. Soruya benzemeyen soruyu aldı, evirip çevirdi ve yutamadığı için, sorunun bir daha sorulmasını emretti. Tilkiden bile kurnaz çıktı Karga. Sözcükleri o denli bulamaç yapıyor ki, yut yutabilirsen. Anla anlayabilirsen!... Karga kararlı; bir paragrafta ülkeyi kurtaracak. Gorbaçov'un Kremlin Kabe'sine yüz süren Özgürlük ve Dayanışma Partisi destekli BirGün, Karga'ya büyük bir özgüven vermiş gibi görünüyor!...

Demirkanlı soruyor:

..........Başka bir şey, evet bu modelde bir koruma şemsiyesi var, ama bu şemsiye sadece kamuya ilişmiş sanatçıları koruyor, niteliğine bakmaksızın. Bu hantallığı oluşturmuyor mu?

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Devlet enayi mi? Tabii ki kendine memurluk edenleri koruyacak. Sopadan korkup, havuca sığınanları koruyacak. Çanak yalayanları koruyacak. Lumumba'yı destekleyenleri değil, FORTISBANK'ı destekleyenleri koruyacak. Kapitalist ruha sahip olanları koruyacak. Sosyalizmi evcilleştirenleri koruyacak…

Alkaya diyor ki:

..........Tam bir yere oturtamadım doğrusu. Sade sor istersen sorunu.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Sevgili okurlar, Karga gerçekten çok zeki. Tam yağlı beyazpeyniri bırakmaya hiç niyeti yok. Beğenmediği soruları yeniden sorduruyor. Karga sadelikten hoşlanıyor. Şekerli, orta şekerli, az şekerliden hoşlanmıyor. Karga sadeden hoşlanıyor…

Demirkanlı soruyor:

..........Peki en açık biçimiyle sorayım. Bir oyuncu hasbelkader, bir biçimde ödenekli tiyatrolardan birine girmiş, yetenekli olsa da olmasa da, oynasa da oynamasa da, seçilse de seçilmese de, emekli olana kadar artık o kurumda, bu bir sıkıntı oluşturmuyor mu? Bir sıkıntı oluşturuyorsa, ara bir formülle bu nasıl çözülür?

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Hah şöyle. Aç, aç, aç!… En açık biçimiyle sor. Karga kahvenin sadesini, çayın açığını seviyor. Ona göre çaycıya tembihleyin. Yoksa çaycıyı attırıverir işten alimallah. Hemen yeni bir ihale açtırır ve yepyeni bir çaycı aldırıverir… Belki yeni çaycı "sosyalistim" de diyebilir. Şehir Tiyatroları'nda oynayan hiç kimse, nesnel anlamda yetenekli falan değil. Tam bir memur zihniyetiyle işe girip, başlarını sallayarak maaşlarını alıyorlar. Adamlar zorunlu mu; kuramsal bilgi edinmeye, dünya çapında işler yapmaya?...

Alkaya diyor ki:

..........Düşük oranda böyle bir sıkıntıdan bahsedebiliriz. Ben bu kurumda çalışan insanların, efendim ben bir kenarda durayım paramı alayım diye düşünen kişiler olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim, ha böyle insanlar çıkar mı, çıkabilir her yerde çıkabilir. Bu sistem insanları tembelliğe iter mi? İtmez, çünkü, aldığınız para dört kişilik ailenin yoksulluk sınırında yaşamasına ancak yeter. Bu kurumun verdiği en yüksek para yoksulluk sınırında bir paradır. Böyle bir para için insanlar burada kalayım da, buradan bir biçimde sebepleneyim demezler.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Yani ne yaparlar? Dizilerde oynarlar. Reklam metası olurlar. İnsan için meta yerine, meta için insan üreten kapitalizmin kıçını yalarlar. Sinemada görünürler. Adamlar üç otuz para için tepinmezler. Adamlar hiçbir bir şey yapabilecek yeteneğe sahip değillerse, "Kim Beş Yüz Milyar İster?" diye sorabilecek denli akıllıdır. Kültür Bakanlığı müşaviri olurlar. Anakent Belediyesi danışılmayan danışmanı olurlar. Banka tiyatrolarına parça başı iş yaparlar. Okulların tiyatro gruplarını yöneterek, yoksulluk sınırını aşarlar. Hatta TOBAV Bar yada Nevizade sokağındaki meyhanelerde kedi gibi dolaşabilirler. Tiyatro vatanı bölünmez, tiyatro bayrağı inmez, tiyatrocunun sesi susmaz!!!

Demirkanlı soruyor:

..........Demezler tabii, ben onu sormuyorum, sistemin bu yapısı hantallık oluşturmuyor mu? Ki bunun, yasa çalışmaları, tartışmaları sürecinde çokça gündeme geleceğini tahmin ediyorum, meselenin özü olmasa bile…

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Mustafa iyi misin? Başına saksı falan düşmedi değil mi? Burak Caney mi etkiledi seni? Sen mi Burak Caney'i etkiledin? Yoksa Burak Caney sen misin? Sormak için sormanın bile bir adabı var kardeşim. Karga baştan söylemiş; peyniri bırakmayacak. Sanırım Demirkanlı, Orhan Alkaya'nın reklam verme ihtimalini fazlasıyla seviyor. Bu arada, Orhan Alkaya'yla anlaşmazlığa düşme olasılığının düşünerek, daha üst düzeyde pazarlık geliştirme anıştırmaları da yapıyor: Kenan Işık'la, olmazsa Kadir Topbaş'la da anlaşma zemini oluşturabilir. Yeter ki dergisine reklam verilsin. Yeter ki kendisine sadaka verilsin. Yeter ki çanak yalatılsın...

Alkaya diyor ki:

..........Şu önemli, bütün bu tür tiyatrolarda dünyanın her tarafında bizdeki gibi düzenli maaş alan insanlar vardır.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Yukarıdaki tümceyi, biz de yeniden düzenleyerek dile getirelim: "Şu önemli, bütün bu tür kasaplarda dünyanın her tarafında bizdeki gibi düzenli ciğer bekleyen kediler vardır."

Demirkanlı diyor ki:

..........Tabii, ama çok az.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Adamlar sanki tüm dünyayı biliyorlar. Adamlar sanki tüm tiyatro sanatını biliyorlar. Adamlar sanki tüm kasapları biliyorlar. Adamlar sanki tüm kedileri biliyorlar!...

Alkaya diyor ki:

..........Ama şöyle orantı kur, kaç tane sahnesi var Royal Shakespeare Company'nin, benim kaç sahnem var? Devlet Tiyatrosu kaç şehirde çalışıyor. Comedy Française kaç şehirde çalışıyor? Yani bir şehirde bir sahnesi olan bir tiyatroyla, bir şehirde dokuz ya da 13 şehirde otuz beş sahnesi olan bir tiyatronun durumu aynı değil. Kaldı ki, biz istihdamla ilgili olarak çok ciddi eksiklik, yoksunluk içersindeyiz. Biz bunu çok uzun süre, yani 1931'den 2006'ya kadarki sürede statüyle bir yevmiyeli sanatçı, yevmiyeli teknik eleman uygulaması ve konuk sanatçı, konuk rejisör uygulamasıyla sürdürebildik. Bu olanaklar oldukça kısıtlanmış görünüyor, şu andaki uygulamada.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Biz de karga şarkısını anımsayalım;

karga karga gak dedi
çık şu dala bak dedi
karga seni tutarım
kanadını yolarım


Demirkanlı diyor ki:

..........Bu noktada da ihaleyle sanatçı alınması tartışması çıkıyor, ama bu yapı içinde bir zorunluluk, başka bir yöntemi yok gibi görünüyor.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Kadir Topbaş'ın, Recep Tayip Erdoğan'ın, IMF'nin görüşlerine ısınma turları başladı. Biz en iyisi Karga'dan uzaklaşmayalım:

karga fındık getirdi
fare yedi bitirdi
miyav dedi av dedi
fareyi tuttu kedi

Alkaya diyor ki:

..........Tamamen öyle, ama bu ihalenin yapılma koşullarıyla ilgili yeterli altyapı çalışması gerçekleşirse, ihale böyle şekilsiz, yakışıksız bir pozisyondan kurtarılabilir. Çünkü bu hizmet alımı sistemi bu ara dönemde kısmen uygulanan bir sistem. Katma bütçeli bir kurum olarak ihtiyaç duymuyorduk. Kendi sistemimizin içinde ihtiyaçlarımızı karşılayabiliyorduk. Ama şimdi bir tıkanıklık yaşıyoruz ve bu tıkanıklığı aşmanın bir modeli olarak bu "elde var" formülü ortaya çıktı. Ama o, "adetler" filan benim de herkes gibi tüylerimi diken diken etti.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Adam haklı. Şehir Tiyatroları'nı AKP'ye tam olarak teslim etmenin usulü var. Irza geçmenin bile bir usulü var. Öyle uluorta herkesin içinde yapmamak gerekir. Kapalı kapılar ardında yapmak gerekir. Usulünce yapmak gerekir. Acıtmadan yapmak gerekir…

karga uçtu gitti
dere tepe düz gitti
altı ay bir güz gitti

Demirkanlı diyor ki:

..........Doğru ama yapacak da bir şey yok.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Burak Caney'le online tavla atabilirsiniz. Bir yandan da Hamdi Mümkün eleştirisini ne denli beğendiğini fısıldayabilirsin!...

Alkaya diyor ki:

..........Bugünden yarına nasıl bir tarifimiz olabilir. Ara statüsüzlük dönemi diyelim buna. Bu bir ara dönem, biz buradan bir yere geçeceğiz, geçmek zorundayız çünkü. Bu geçeceğimiz yerin de gerçekten çağdaş kamu tiyatrosu normlarına uygun bir yer olması gerekiyor. Kesinlikle sanatsal bağımsızlığın elde edildiği, idari ve mali anlamda da kendi olanaklarını kendisi kullanan bir bünyenin oluşturulduğu yeni bir formülü edinmemiz gerekiyor.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Neden olmasın?!... Hatta biraz daha kendinizi sıkarsanız, sanatçı bile olabilirsiniz!...

vardı uzak ülkeye
bu ülke benim diye
kral aldı kargayı
kızı için hediye

Demirkanlı soruyor:

..........Biraz ara verelim ve gündemi bir başka biçimde meşgul eden bir soruyu sorayım. Sen de çok iyi biliyorsun ki, bu tür değişikliklerde yüzlerce soru ve rivayet dolaşır ortalıkta. Bunu açık açık konuşalım istiyorum. Talep senden mi geldi, teklif sana mı geldi? Senin kimliğin belli, çok ortada, açık ve şeffaf bir insansın. Aynı zamanda bu göreve atandığın güne kadar da muhalefette olan, tiyatronun özerkleşmesinden yana tavırlarını her platformda dile getirmiş, ciddi mücadeleler vermiş birisin. Şimdi kafamda şöyle bir soru var, bir anlamda sen Belediye yönetimi için çok da hoşlanılmayacak birisin, peki seni neden tercih ettiler o zaman? Ortada duran sorunu çözmeye yönelik, bilgilenerek, doğru bir çözüme gitmek, model üretmek için mi sen tercih edildin, yoksa çok net soruyorum, senin kimliğinden yararlanarak seni bir şemsiye olarak mı kullanmayı düşünüyorlar?

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Demirkanlı bir yayıncıdan çok; sağanak yağış başlar başlamaz, Tahtakale'ye koşup, Çin malı şemsiye alarak, ıslanmaktan fareye dönmüş vatandaşlara satan kurnaz işportacıya benziyor. Bu soruyu Mustafa sormuş olamaz. Çok tilkice bir soru. Demirkanlı kurnazlığını bile aşan bir tilkilik bu. Oh, my God!...

karga karga gak dedi
kral kızı bak dedi
fındık var mı fındık
olsa da yesek dedi

Alkaya diyor ki:

..........Ben her zaman şunu söyledim, muhalif olan ben değilim. Ben tiyatronun olmazsa olmazlarını binlerce yıllık evrensel ilkelerini, şartlarını, anayasasını savunuyorum. Ben tiyatronun yapılabilme koşullarını savunuyorum. Burada sıkıntılar olduğu zaman da bunu yüksek sesle söylemekten, uzun uzun anlatmaktan kaçınmayan biriyim. Dolayısıyla beni muhalif olarak kodlamak bir bakış açısıyla mümkün, ama benim durduğum yerde, yaptığım şey tam tamına mesleğin kendisini savunmaktır. Şuradan bakarsak bütün tarih boyunca sanat disiplinleri ve onların üreticileriyle siyasal iktidarın kullanıcıları arasında bir gerilim olmuştur. Çünkü bir tanesi sonsuz hayalleri, geleceği, olanaksızı mümkün kılınmasını ideallerini savunur, hayal gücüdür, yaratıcılıktır. Diğeri ise statükoyu savunur. Bunun için de aralarında zaman zaman sert, zaman zaman mutlu, ama bir gerilim hep olur. Dolayısıyla bütün tarih incelendiğinde bu görülebilecektir. Bu tür gelişmeler yaşadığımız çok fazla dönem oldu. Esas olan bizim 94. yaşına basmış olan bir tiyatroyu, bir sanat kurumunu en ideal pozisyona taşıyabilecek iradeyi gösterebilmemizdir. Burada bir sıkıntı doğarsa bir sorun çıkabilir ancak. Kullanılma meselesine gelirsek, Kullanıldığımı düşünmüyorum, çünkü başından itibaren ne söylediysem bu süreçle ilgili, tiyatroyla ilgili ne yazdıysam, ne önerdiysem bugün de aynı şeyleri söylüyorum. Bunların üstüne bana, "peki öyleyse buyurun uygulayın" dendiğini düşünüyorum. Projenizi hayata geçirin dendiğini düşünüyorum. Ve bu da olumsuz bir durum değil.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Adam iktidar koltuğuna oturur oturmaz, muhalif olmadığını dile getiriyor. Doğru söylüyor. Koltuğa oturunca muhaliflik kalmaz. Adam, bir "daş düşebilü, ayu çıkabilü" dememiş. Onun dışında ne denli yuvarlak laf varsa sıralamış. Ne denli soyut söz yumağı varsa üstümüze boca etmiş. Kılıcına güvenen İskender'i bile şaşkına çevirebilecek denli karmaşık sözler etmiş. Çözümsüzlüğün geometrisiyle bizi korkutmuş. Kırk satır, kırk katırdan bahsetmiş. Konuşmak için konuşmuş. Ama asla peyniri bırakmamış…

Masalcı - Tilki, dalda duran kargayı kandırır ve karganın ağzından düşen peyniri yer... Karga kaybetmiş olmanın verdiği mahzunlukla tilkinin ağzından salyalar akıtarak peyniri yiyişini seyreder. Tilki peyniri yiyip, son artıklarını da yuttuktan sonra karga ona "afiyet olsun" der ve uçar gider. Karganın arkasından bakan tilki onun hakkında, "aptal olduğu kadar da nezaket sahibiymiş" diye geçirir içinden.

Demirkanlı soruyor:

..........Ben de tam bunu anlamaya çalışıyorum, sen meçhul biri değilsin, sonrasında hay Allah yanlış yapmışım denebilecek biri değilsin. O zaman, umutla bakmak istiyorum, bile bile birine bu görevi önermişler, o zaman anlamak, çözmek gibi bir dertleri mi var? Tersinden bakarsak, Şehir Tiyatroları dağılsın, sünsün gibi bir bakış açısı varsa, görev önerilecek insanın Orhan Alkaya olmaması gerekir. Bu noktada Belediye Başkanı'nın da bir proje arayışı içinde olduğunu ummak istiyorum. Sen de bunu mu gördün, böyle mi algıladın da görevi kabul ettin?

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Sözü yine yuvarlamaya başladı Demirkanlı. Adamlara bir taşeron gerekiyordu; bu taşeron da Alkaya oldu. Sözü uzatmak yerine, peynire uzanmakta yarar var!...

Masalcı - Ertesi gün karga, aynı yere ağzında bir lokma peynirle tekrar gelir. Tabii ki tilki yine aşağıdadır. Tilki, tam kargayı konuşturarak peynirini almaya kalkışacaktır ki karga kendiliğinden peyniri onun önüne atar. Tilki bir anlık şaşkınlığını atlattıktan sonra peyniri yemeye koyulur. Karga yine onu seyretmektedir. Tilki peynirin son artıklarını da yiyip ağzındaki salyaları sildikten sonra kafasını yukarıda karganın durduğu dala doğru kaldırarak kargaya "teşekkür ederim" der ve arkasını dönerek oradan uzaklaşırken ona bakan karga, "kurnaz olduğu kadar da nezaket sahibiymiş" diye geçirdi içinden.

Alkaya diyor ki:

..........Tamamıyla bunu düşünüyorum. Projelerini, önerilerini açıkça dile getirmiş olan bir sanatçıya… Bu projelerin hayata geçmesi yönünde bir iradenin de belirdiğini gösteriyor bence. Çünkü ben olumsuz bir durumla karşılaşana kadar her şeye olumlu yönden bakmaktan yanayım. Bu tedbirsizlik değildir ama pozitif bir enerji üretmek için kaçınılmazdır. Çünkü hayat sürprizlerle doludur, her an her şey olabilir. Ama bir projeniz varsa onu hayata geçirebilmek için yapabileceğiniz tek şey adım atmaktır. Uygun koşul bekleyemezsiniz, uygun koşul yoktur çünkü. Her zaman bir sorunla karşı karşıya kalma olasılığınız vardır, uygun koşul o andır. Bir projeyi hayata geçirmek için en uygun an şimdidir, gelecek değildir.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Bir gün Timur, Nasreddin Hoca'ya, dünyanın merkezinin neresi olduğunu sorar. Hoca da eşeğinin ön sağ ayağının bastığı yer olduğunu iddia eder. Timur sinirlenir ve nereden emin olduğunu sorar. Hoca da dilerse ölçebileceğini söyler…

Alkaya'ya inanmayan, süreci bekler. Uygun koşul bekleyen, uygunsuz koşulu da değerlendiremez. Hem aydın dediğin nedir ki; iki umut bir heves!...

Masalcı - Üçüncü gün karga yine ağzında bir parça peynirle gelip aynı dala konar. Tilki ise her günkü gibi aşağıda beklemektedir. Karga konduğu dalın üstünde peynirini yemeye koyulur. tilkinin ağzından salyaları akmasına rağmen, ne karga ona bir gram peynir verir, ne de tilki ondan bir parça peynir ister. karga peynirini yiyip bitirdikten sonra tilki ona "afiyet olsun" der. (Kaynak: Orkun Levent Boya, "Bendeki Karga ile Tilki")

Demirkanlı soruyor:

..........O zaman net olarak şunu soracağım, şunu gerçekten algıladın mı? "Buyurun Orhan Bey, projelerinizi gündeme getirin, bunun için sizi göreve davet ettik."

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Mustafa, sosyolojiyi bile ters çeviriyor. Egemenler "muhalif" görüş taşıyan Orhan Alkaya'nın dediğini yapacaklar! İşte buna kargalar bile güler! Kargalar hem güler ve hem de peyniri bırakmaz!...

Alkaya diyor ki:

..........Sübvansör kurumun en üst düzey yetkilisi Sayın Kadir Topbaş’tır. Tiyatroyla ilgili danışmanı, arkadaşım Kenan Işık’tır. Bazı soruları benden daha çok onlara sormanda yarar var. Sonuçta ben kendi algımdan bahsedebilirim. Ama hangi saiklerle tercih edildiğim konusunda sübvansör kurumun en yetkili kişisinin vereceği cevap en doğru cevaptır.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Yukarıdaki sözlerden Orhan Alkaya'nın bir robot yada bir kukla olduğu sonucu çıkabilir. İçinde bulunduğu durumu tanımlamakta zorlanıyor yada tanımlamak istemiyor Alkaya. Karga peyniri bırakmıyor. Kadir Topbaş emrediyor, Kenan Işık emrediyor, Orhan Alkaya uyguluyor...

Adama soru sorulamıyor. Demirkanlı'nın da sormaya niyeti yok zaten. Çünkü adam yanıt verebilme donanımına sahip değil. Adam, toplumsal kaygılarla değil, kişisel kaygılarla sanat yapıyor. Tiyatroyu kişisel mutluluğu için kullanıyor. Sanat yaptıkça arınıyor. Bir tür gusül aptesti işlevi görüyor sanat Alkaya için...

Demirkanlı diyor ki:

..........O zaman sana daha genel ama somut bir soru sorayım. Tiyatro… Tiyatro..’da yazdığın Ertuğrul Muhsin’e Mektuplar’ın birinin sonunu şöyle bitiriyordun: “Ama halledeceğiz Aziz Hocam.”

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Demirkanlı, reklam alabilme ihtimalinin dışında hiçbir ihtimal düşünmeden, bodoslamadan üfürüyor...

Alkaya diyor ki:

..........Evet, aynen öyle…

Alkaya'yı değerlendirelim:

Çok yaşa!...

Demirkanlı soruyor:

..........Peki, neyi halledeceksin, nasıl halledeceksin?

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Hiçbir şeyi halledemeyecek. Taşeronluk yapacak. Siyasal iktidarın dümen suyundan gidecek. Tiyatrallığı, siyasallığa teslim edecek. Tiyatronun Bürütüs'ü olacak. Elinde hançer, hançerde kan olacak!...

Alkaya diyor ki:

..........İnsan ölene kadar yaşar. Demek ki son ana kadar yapılacak bir şeyler vardır. Bizler de bu kurumun eski toprağını koklamış olan, tahtasında bu eski kokuyu almış olan sanatçılarda kurumun tarihine büyük bir bağlılık vardır. Bunun simgesi de Ertuğrul Muhsin Hocamız’dır. Yoktan var edilmiş, savaş koşullarında ayakta kalmayı başarmış, bir konservatuvardan talebelerin birbirlerini eğitmesi yoluyla kendi kendini inşa etmiş devasa bir gövdedir Şehir Tiyatroları. Buranın yaşadığı bütün sorunlar, yapısal sorunlar ve dönemsel sorunlardır. Yapısal sorunlar çok uzun geçmişlere dayanan sorunlardır. Dönemsel sorunlar işte bugün yaşadığımız katma bütçe uygulaması benzeri, ihale uygulaması benzeri sorunlardır. Bu sorunların tamamının aşılabileceği konusunda da tam bir inanç sahibiyim, çünkü bu tiyatronun yaşaması bir bilincin sürekliliğidir, bir bilincin kendini bugünden yarına taşıması imkanıdır. Bak Mustafa, Türkiye’de kaç yer adı değiştirilmiş biliyor musun, geçenlerde küçük bir araştırma yaptım. Şehir, kasaba, ilçe, mahalle, köy olarak tam 49.000. Sonra biz bellek arıyoruz, nasıl olur bu bellek. Bu belleği oluşturabilmek için Tiyatro Dergisi’nin 17 yıl yaşayabilmesi ve devam edebilmesi gibi direnç göstermek gerekiyor. Tiyatro Dergisi’nin başından itibaren içinde oldum, iki yıl öncesine kadar, ne kadar büyük sıkıntılarla, özverilerle, zahmetlerle çok sık uçurumun kenarından dönerek bugüne geldi, ama geldi. Ve biz bir bellekten bahsedebiliyoruz artık, en azından on yedi yıllık bir bellekten bahsedebiliyoruz. Şehir Tiyatrosu’nun da bugünden yarına götürülebilmesi bu belleğin 1914’ten devam etmesi demektir, çok az, çok nadir kurumumuz var böyle. Dolayısıyla Şehir Tiyatrosu için yapılabilecek daha çok şey var. Ne yazık ki arşivimiz darmadağınık. Çok değerli arşivlerimiz saklanmamış, korunmamış… yıllar içinde, 30-40-50-70-80 yıl içindeki sorunlar bunlar. 1994’te arşivdeki fotoğrafları isimlendirmeye çalışırken, merhum Necdet Mahfi Ayral’ın bile ismini hatırlamadığı sanatçılarımız vardı. Şimdi artık, bir restorasyona neden ihtiyacımız olduğunu bundan daha iyi bir örnekle anlatabilir miyim?

Alkaya'yı değerlendirelim:

Eşeği seven, önüne ot koyar. Şehir Tiyatroları'nı o denli seviyor ki Alkaya, bu kurumu Allah kurtarsın Alkaya'nın elinden. Gerdek gecesi kapıda nöbet tutan damat taraftarlarının sloganı klavyemin tuşlarına dek geliyor. "Kan, kan, kan" sesleri Mısır'daki Sağır Sultan tarafından bile duyuluyor...

Demirkanlı soruyor:

..........Haklısın da, ben eski bir soruya dönmek istiyorum. Orta vadede diyelim, projelerinin içinde Yerinden Yönetim Modeli var mı?

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Hangi pozisyonda olursa olsun, damat işi bitirecek. Hangi zahmetle olursa olsun, eşek sevilecek. Hangi hançerle olursa olsun, Bürütüs öldürecek!...

Alkaya diyor ki:

..........Yerinden Yönetim Modeli de dahil olmak üzere her şeyi tartışmak ve ortak akla ulaşmak zorundayız. Ben kişisel olarak, Yerinden Yönetim Modeli’nden yana olan biriyim, başından itibaren. Bunun istihdamla hiç ilgisi olmayan hantallığı giderebilecek olan asıl model olduğunu düşünüyorum. Şehir Tiyatroları’nın İstanbul’un coğrafi konumlanması gereği iki yakada çok prestijli binalarda üretimini sürdürmesi ve kendi dışını olabildiğince özerkleştirerek, ademi merkezileştirerek takviye etmesi gerektiğini düşünüyorum. Olabildiğince merkezin dışında, bütünlüklü kumpanyalar üretmek gerektiğini düşünüyorum. Ama burada benim ne düşündüğüm çok önemli değil, tiyatro kamuoyunun tamamıyla, Şehir Tiyatroları’nın Genel Kurulu’yla, akil insanlarıyla birlikte ürettiğimiz fikirler, varacağımız ortak fikirler önemli. Birden çok insanı ilgilendiren konularda kendi fikrimi ön plana almadım, almam da.

Alkaya'yı değerlendirelim:

İyi kötü işleyen, ruhunu yitirse de fiziğini yitirmeyen tiyatro binaları var. Onların da tarihin tozlu sayfalarına gömülmesi için ortak arıyor Alkaya. Yada kendisi hala ayrımında olamadığı bir düşkünlük içerisinde, başka insanları da suçuna ortak etme çabasında. Yemezler! En azından biz yemeyiz!...

Demirkanlı soruyor:

..........Aslında orta vadenin de ötesine taşarak, uzun vadeyi bile en azından başlıklarıyla konuştuk. Yakın vade için neler tasarlıyorsun?

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Kadir Topbaş ne derse, o yapılacak. Kenan Işık ne derse, o yapılacak. Neyse ki Demirkanlı'nın reklam alabilme ihtimali hala var!...

Alkaya diyor ki:

..........Savaş Dinçel’in doğum tarihi 1 Nisan’dır. Biliyorsun Savaş’ın karakterine bundan daha uygun bir doğum günü de olamazdı zaten. 1 Nisan’da Savaş için bir oyun ve bir sergi planlıyoruz. Serginin kuratörlüğünü de Barış Dinçel yapacak. Savaş’ın yazdığı bir oyunu da yetiştirmeye çalışacağız.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Pamuklar içerisinde büyüttüğünüz Tiyatro... Tiyatro...'nun sitesi, 65 yıllık SAVAŞ'ı ŞAVAŞ yaptı. Defalarca uyarmamıza karşın, 17 yıldır onurunuzla, gururunuzla büyüttüğünüz derginin yalancı patronu, ŞAVAŞ sözcüğünde ısrar etti. Herşeyi, ama herşeyi yalanlarına meze yapan Demirkanlı'yla yoldaşlığınız; sizi, tiyatronuzu, kişisel mutluluğunuzu... yalanlar okyanusunda boğacak. Sizi değil Kenan Işık yada Kadir Topbaş'ın kıyağı, Muhsin Ertuğrul'un mirası bile kurtaramayacak. Kılavuzu karga olanın burnu boktan kurtulmadığı gibi, kılavuzu Demirkanlı olanın burnu yalanlardan kurtulamaz...

Demirkanlı diyor ki:

..........Bu çok özel ve çok önemli bir proje, bunun dışında…

Alkaya diyor ki:

..........Genç yaratıcı arkadaşların, kendilerini ifade edebilecekleri alanlara çok fazla ihtiyaç var. Bizim de elimizde sahne var, stüdyo var, marangozhane var, kostüm deposu var, aksesuvar deposu var, ışığımız, efektimiz var yani genç arkadaşlarımızın önünü açacak, açık tiyatro benzeri bir uygulamayı hemen başlatacağız. Projesi olan arkadaşlarım, projelerini hayata geçirebilecek alanlara kavuşacaklar. Şundan da çok umutluyum, ortaya çıkacak ürünlerden repertuvarımıza katabileceğimiz kalitede işler de çıkacak.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Gençler üretirken Orhan Alkaya'nın söylemek istediklerine göre mi tiyatro yapacaklar. Kenan Işık'ın söylemek istediklerine göre, yoksa Kadir Topbaş'ın söylemek istediklerine göre mi? Yada her birinin aynı şeyi söylemek istediklerini kavrayıp, ona göre mi tiyatro yapıtı üretmeye çalışacaklar...

Demirkanlı soruyor:

..........Şunu da sormak istiyorum, Türkiye’deki iki büyük ödenekli kurum hep birbirine uzak durmuştur, oysa her birinin olanakları bir diğerini tamamlıyor. Bu iki kurum arasında işbirliği var mı ufkunda?

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Şehir Tiyatroları, madem ki AKP kıskacına tutsak oldu; Devlet Tiyatroları da tamamıyla bu kıskaca tutsak olsun ve Demirkanlı da AKP'nin tiyatral sözcüsü gibi dergi yayımlayarak, tek koldan reklam pastasına konsun...

Alkaya diyor ki:

..........Devlet Tiyatroları’nı zaten öz kardeş görüyorum, ama bütün tiyatro ortamını kardeş görüyorum. Sadece bu da değil, bütün sanat ortamını kardeş görüyorum. Sadece Devlet Tiyatroları’na değil bölge tiyatrolarına da bir kan bağı ile yaklaşmak arzusundayım.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Alkaya'nın kardeş görmediği kimse yok anlaşılan. Kadir Topbaş ve Kenan Işık'ı da kardeş görüyor...

Demirkanlı diyor ki:

..........Özel tiyatrolar…

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Özel tiyatro diye birşey kalmadı. Hepsi devlet çanağını yalayan düzen tiyatroları oldu. Hiçbirinin bir gram özgürlüğü kalmadı...

Alkaya diyor ki:

..........Zaten doğal olarak alanımızdadır… Şehir Tiyatroları yaşı gereği büyük ağbidir, bir ağbi gibi davranması gerekiyor. Ama büyük ağbinin biraz toparlanması, kendi ayaklarını yere sağlam basması da gerekiyor. Büyük ağbinin kendi içinde de biraz mutluluğa ihtiyacı var, mutlu olması gerekiyor.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Bu mutluluğu din sağlayabilir!... Gizemcilik sağlayabilir!... Hatta AKP saflarında namaz kılmak sağlayabilir!...

Demirkanlı soruyor:

..........Pekiii, benim başımın belası, başımı büyük belalara sokan ve hâlâ Tiyatro Dergisi’ni bu sıkıntıdan kurtaramadığım ama bir türlü de vazgeçemediğim, çocuk tiyatrosuna gelmek istiyorum. Artık klasikleşti ama yine de sorayım, Orhan Alkaya çocuk tiyatrosu ile ilgili ne düşünüyor, programında bir yenileşme, yepyeni bir yapılanma var mı?

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Demirkanlı, tiyatro dünyasının başının belası olmasına karşın, yalancılığı tescillenmiş olmasına karşın, sanki tiyatro dünyasının kurtarıcısı pozlarıyla soru sormaya çok meraklı...

Alkaya diyor ki:

..........Çocuk tiyatrosu birimi de dahil bütün birimleri yeniden yapılandırmaya alıyoruz, çocuk tiyatrosu birimini Aslı İçözü yapılandıracak.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Birbiriyle konuşacak şeyi kalmayanlar, nasıl geyik muhabbetine başlarsa, Demirkanlı-Alkaya ikizi de tam bir geyik muhabbeti içerisindeler...

Demirkanlı soruyor:

..........Orhan, bu çok klasik ve benim nefret ettiğim bir yanıt oldu. Somut ne yapacaksın?

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Sevsinler. Tescilli yalancının da nefret duyguları varmış. O da nefret edebilecek duyguya sahipmiş. Soyuttan değil, somuttan hoşlanırmış. Bir daha söyle bakayım!...

Alkaya diyor ki:

..........Şu kadarını söyleyeyim, çocuk tiyatrosunda yapılacak her kötü iş cinayettir, dolayısıyla böyle bir hakkımızın hiç olmadığını düşünüyorum.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Tiyatronun düşünsel katili Demirkanlı'nın elbirlikçisi, işbirlikçisi Alkaya, cinayetten bahsediyor!...

Demirkanlı diyor ki:

..........Ama bu cinayet işleniyor…

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Katil, cinayeti gölgesinden tanır!...

Alkaya diyor ki:

..........Geleceğe doğru bakacağız.

Alkaya'yı değerlendirelim:

AKP'nin tiyatral tetikçileri anlaşıyorlar...

Demirkanlı soruyor:

..........İşte ben de tam bunu söylemek istiyorum, artık, gerçekten artık, çocuk tiyatrosu birimi dediğimizde, -üzgünüm ülkemizde olmadığı için- yurtdışında eğitim alarak gelip, bu birimi oluşturacak, çocuk tiyatrosunu yetişsin veya cezalandırılsın diye kullanılan bir alan olmaktan çıkartıp, çocuk tiyatrosunda uzmanlaşmış oyunculardan, yönetmenlerden oluşan bir birimin temelleri atılacak mı? Bunu soruyorum.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Her saniye, sirkteki maymunu göstererek, ruhumuzu ve paramızı aşıracakmış duygusu veren Demirkanlı, konuşmanın kitlendiği yerde, "çocuk tiyatrosu maymuncuğu"nu kullanıyor...

Alkaya diyor ki:

..........Peki, seni sevindirecek bir şey söyleyeyim, 14 Ocak’ta ihaleye çıkacak Beyoğlu Sahnesi’nin içinde bir de çocuk tiyatrosu salonu olacak, fiziki koşulları tamamen çocuklar için tasarlanmış bir salon olacak; sahnesiyle, fuayesiyle tamamen on yaşındaki bir çocuğun ölçüleri esas alınarak gerçekleştirilecek. Bu tür salonlar dünyada da ancak birkaç ülkede var. Bu Ertuğrul Muhsin Hoca’mın bir projesiydi ve hiçbir zaman gerçekleşemedi, şimdi gerçekleşecek, bunun da önemli bir kazanım olduğunu düşünüyorum.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Bu ruhsal Siyam ikizi, sırt sırta verip, 10 yaşındaki çocuklardan elde edecekleri rantı da kişisel çıkarları için kullanabilirler. Çocuk tiyatrosu reklamı için Tiyatro... Tiyatro...'ya ayrıca reklam verilebilir. Demirkanlı, çocuk tiyatrolarından da reklam alabilme ihtimaliyle hareket ediyor...

Demirkanlı diyor ki:

..........Bu anlattıkların, tabii ki sevindirici, ama ben sorumun yanıtını alamadım.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Bırak bu sahtekarlığı Tilki! Her zaman yaptığın gibi, yayıncılığı şantaj için kullanıyorsun. Elinde bulunan dergi olanağını, kişisel çıkarların için acımasızca kullanıyorsun. İnsanları köşeye sıkıştırıp, reklam alabilme ihtimalini artırmak için kullanıyorsun!...

Alkaya diyor ki:

..........O zaman şunu söyleyeyim, çocuk tiyatrosu özel uzmanlık gerektiren bir alandır, bir deneme sahası değildir diyelim, geleceğe doğru buradan bakalım.

Alkaya'yı değerlendirelim:

Karşımızda bir sahne. Sahte oyuncular oyun oynuyor. Kuklalar kurulmuş ve AKP yönetmen olarak, istediği gibi yönetiyor oyunu. Bizim sahte oyunculara da lafı orta sahada gezdirip, tribünleri uyutma görevi düşünüyor. Konuşacakları birşey kalmayınca, peynirlerini bırakmadan, çocuk tiyatrosuna dek gevezelik edebiliyorlar. Karga peyniri bırakmadığı gibi, Tilki de peyniri bırakmıyor!...

Demirkanlı diyor ki:

..........Bakalım, ama şunu iyi biliyorsun ki yıllar sonra nasıl baktığını soracağım. İşin zor, meşakkatli, ama tanıdığım Orhan Alkaya 50 yılını, Sanat Yönetmenliği için feda etmez, bunu biliyorum ve başarılar diliyorum, sabırlarla yüklü bir süreçten alnının akıyla çıkacağına da hiçbir kuşkum yok.

Demirkanlı'yı değerlendirelim:

Adam aba altından sopa gösteriyor. Orhan Alkaya üzerinden düzen karşıtı sözler etmeye çalışsa da, aslında bal gibi AKP'nin çanağını yalamak için dilini uzatıyor...

(Bakınız: Demirkanlı, "Orhan Alkaya ile Şehir Tiyatroları'nın Yarını Üzerine")

(Ayrıca bakınız: Büktel, "BİR İPTE İKİ CANBAZ")