Foto: Orhan Aydın
Bazen, tam konuşma ortasında duruveririz. Adeta donarız. Aradığımız sözcüğü bulamamışızdır. Aranır dururuz. Anlık bir durumdur bu. Eee'leriz, ııı'larız... Sözcüğü o an bulamadığımızda, başlarız eşkal vermeye:
"Çok büyük bir hayvan. Eee... Karada yaşayan en büyük hayvan. Iıı... Yerlere dek uzanan bir hortumu var. Eee... Yelken gibi iki kulağı var. Iıı... Çok küçük gözleri var. Eee... Kılıca benzeyen, pırıl pırıl beyazımsı iki dişi var. Iıı... Derisi çok serttir. Eee..."
Söz uzar da uzar. Sonunda dinleyenlerden biri dayanamaz ve biraz da serzenişte bulunarak:
"Fil"
diye bağırır...
Hem biz rahatlarız ve hem de dinleyenler. Artık konuşma rayına girmiş demektir. Eee'ler, ııı'lar unutulur. Sulh kurulur...
***
Orhan Aydın, 3. Abdülhamid'in sitesinde "Mandal" başlıklı bir yazı yazdı. Hoşuma gitti. Link vermeyi düşündüm. Gelgelelim, link verirken: "Filin adı yok!" diye başlık atmayı düşünüyordum. İçimden gelmedi. "Filin adı yok!" sözünü, bir başkası için kullanmak üzere, rafa kaldırdım. Ne var ki Coşkun Büktel link verince, raftan "Filin adı yok!"u çıkarıp, ad vermeme inadının dışında (bakınız: "İnsanların isimlerini vermeyi ise etik bulmuyorum.") , hoşuma giden yazıyı, bir de ben gündeme getireyim dedim... HB
***
Coşkun Büktel
8 Ocak 2008
Orhan Aydın suçladığı insanın ismini vermemekte hâlâ çocuk gibi inat etse de, suçlamalarını belgelemeye hâlâ tenezzül etmese de; yazılarını anlamsız genellemelerden ve kocakarı "vıdı vıdılarından" öteye götürmek yönünde önemli bir adım atmış
Orhan Aydın, "mandal" diye tanımladığı Kenan Işık'ı suçlarken, isim vermese bile, gayet net ve somut biçimde "eşkâl" veriyor.
(...)
"Adam gelmiş bilmem kaç yaşına, utanmadan eli gözü, kaşı sözü işmar ediyor.
Kimin sesidir, neyin nesidir? Aslında belli. Ortada bir ip. Üstünde cambaz.
Ancak vatandaşımız pişkin. Kirli sakalı, takım elbisesi ile hep “böyük” adamların yanında poz vermekle geçiyor hayatı.
Eli ayağı güçlü. Yarışma programlarından götürdükleri ile edindikleri azımsanamayacak değerde olsa gerek. Aslında muhteremin para sorunu yok. Bu belli. İkide bir çalışmaya ihtiyacı olmadığını ünleyip duruyor.
Çevresinde at oynattığı geniş bir alan var. Ülkenin dinci sermaye gruplarının aranan adamı. Zemzem sularının eksik olmadığı, 'ikram' sofraların vazgeçilmezi.
Şimdilerde İstanbul Belediye başkanının sanat danışmanı!
Buraya kadar tamam. Tamam da, adam şehir tiyatrolarındaki son 'ihale ile sanatçı alma' rezaletini savunurken, laf arasında yumurtladıkları çekilir gibi değil.
Aziz Nesin’e sözü olduğu için Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz’ı sahneye koymuşmuş!
Utanmazlığın böylesine de pes doğrusu.
Aziz Nesin usta eğer yaşıyor olsaydı, bu AKP’nin kapı koluna iliştirilmiş, plastik mandalına ne cevap verirdi acaba?" (...)
Orhan Aydın'ın Kenan Işık hakkında yine "kanıtsız, belgesiz", çalakalem yazdığı, kolay okunan yazısında yer alan suçlamalara "kalben" katılıyoruz. Ama neden katılıyoruz? Orhan Aydın'ın yazısını inandırıcı bulduğumuz için mi? Hayır. Kenan Işık'ı Orhan Aydın'dan daha iyi tanıdığımız için... Işık'ın magazine düşmesinden çok önceki dönemde, (herkesin Işık'ı yarışma sunucusu değil de önemli bir yönetmen zannettiği dönemde) Işık'ın sanatsal yetersizliğini iki kere iki dört gibi kanıtlayan, "inandırıcı" yazılar yazdığımız için (Örneğin, bakınız: Büktel, "Sanata Evet Diyen Vandallar", "Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları", Dramatik Yayınlar, 1998. Sayfa 247 ve devamı)...
Gayet net biçimde "eşkâl" verip de, isim vermemek için anlamsız biçimde direnmesine rağmen, Orhan Aydın'ın Işık hakkında (3. Abdülhamid'in sansür kurallarına itaat çerçevesinde yazarak, 3. Abdülhamid'in sitesinde yayınladığı) yazısını, ilk kez, düşman kazanmaktan ve risk almaktan daha az korkarak "somut" bir hedefe yöneltmiş olması nedeniyle, Aydın'ın yazı serüveninde bir gelişme olarak görüyor ve okurların dikkatine sunuyoruz:
"MANDAL"
(Bakınız: Büktel, "Ortaya karışık")