20 Kasım 2007 Salı

İnangül, Beckett'e bakıyor... 2

Polat İnangül
21 Kasım 2007


“HİÇ ADAM” SAMUEL BECKETT’E

(Yaşamı Sanatı Ve Yapıtları Açısından)


ÖZET BİR BAKIŞ

(II.BÖLÜM)


BECKETT’İN YAPITLARI


A - Düzyazıları ve Romanları


İlk romanın kahramanı Murphy bir anti-kahramandır. Belli bir eğilimden geçmiş olan Murphy yalnız ve edilgendir. İşsizdir, tek mutluluğu sallanan bir koltuğa kendini çırılçıplak bağlamak, iç dünyasına çekilip orada yolculuklara çıkmaktır. Sevgilisi Celia bir fahişedir. Bedensel bir aşkla sevildiği ve dış dünyaya ait olduğu için Murphy’nin reddetmek istediği bir kadındır. Murphy, peşini bırakmayan dış dünyadan kaçarken, sığındığı akıl hastaları tarafından dışlanır. Yapıtın traji-komik öyküsü bu merkezi çelişki etrafında gelişir.

Descartes’in ruh-beden ikiliğinden etkilenen Beckett, bu ilk romanında, ruhla bedenin, iç dünyayla fiziksel dünyanın kaynaşma zorunluluğundan uzakta bir arada yaşayabileceğini göstermek ister. Doğu mistisizminden hareketle, bedenin ait olduğu fiziksel dünyada asla tam özgür olamayacağı, gerçek özgürlüğün düşüncelerde yaşanabileceği fikrini ana izlek haline getirir. Murphy, sadece sözcük üreterek var olabilen anti-kahramanların ilk örneğidir.

Watt, Beckett’in ikinci romanıdır. II.Dünya Savaşı sırasında yazılan bu roman savaşa ilişkin bir şey içermez. Gülmeyi bile bilmeyen bir adam olan Watt, sessiz sinema komikleri gibi yürümektedir. Yaşamdaki her şeye bir de kendisi ad verdiği için, en sıradan işler için bile, örneğin köpeğe yemek verilmesi gibi bir iş için zihninde olası bütün biçimleri gözden geçirip en akla uygun biçimde, yeniden kurması gerekmektedir. Beckett Watt’da insan zihninin saçmalığını acımasızca teşhir etmektedir.1

Molloy, Malone Ölüyor ve Adlandırılamayan üçlemesinde Beckett, insan benliğinin kimlik sorununu kimliğin içinden bakarak ele alır. Varlığın özünü yakalamak için, bilinç akışını ele geçirmeye çalışır. Bulabildiği tek şey gözlemledikleri anda kendileri de yeni bir gözlemcinin gözlem nesnesi haline gelen ve sürekli uzaklaşan bir gözlemciler yada öykü
anlatıcıları korosudur.

Örneğin; Molloy ve Moran yani üçlemenin ilk bölümündeki kovalayanla kovalanan böyle bir gözleyen, gözlenen çiftidir. Molloy’un kişiliği sonunda ikiye bölünür. Dedektif Moran olmuştur artık. Kendisinin peşine düşer ve bu izleyiş sırasında o da sonsuz bir yanılgıya saplanır. Malone ise ölmekteyken zamanını açıkça kendisinin çeşitli yönlerini yansıtan insanlar hakkında öyküler uydurmakla geçirir.

Üçüncü bölüm en temele doğru uzanır. “Ses” adlandırılamayan birine aittir. Mezarın ötesinden mi, yoksa doğum öncesi karanlıktan mı geldiği belli değildir. Adlandırılamayan hiçbir zaman elde edemeyeceğini bildiği gerçek sessizliğe ulaşmak için mücadele eder.

..........“… O Adlandırılamayan’dır, varlıksız bir varlıktır. Yaşayamayan, ölemeyen, tükenemeyen, başlayamayan, pörsük ve can çekişen bir ‘Ben’dir…” 2

Beckett öznesinin anlattığı aslında düşünce olmayandır. Dili düşünce olarak örgütleyemez bir türlü. Molloy da Malone de her düşünme ediminin önlerinde açtığı kuşku çukurunda fazla oyalanmazlar. Düşünce diye putlaştırdığımız şeyleri hiç önemsemezler. Bu durumda “düşünülmeyen”le sıkı bir işbirliğine geçilir. Molloy ve Malone konuşurlar ama hiçbir şey demezler. Molloy’un ölüm yatağındaki annesinin yanına gidip başıboş dolaşması gibi.


B - Oyunları


Godot'yu Beklerken Samuel Beckett'ın en çok tanınan eseridir. 1952’de yazılıp 1953’de ilk kez Roger Blin tarafından sahneye konmuştur. Gülünçlük ve tekrar üzerine temellenen ve absürd tiyatronun şaheseri olarak kabul edilen bu oyun, çok anlamlılığı nedeniyle çeşitli yorumlara uğramış olmakla birlikte tematik açıdan “bekleme olgusu”nu insan yaşamına ilişkin ve evrensel biçimde komik olana indirgeyerek verir. Godot’yu Beklerken’de sürekli insanın varoluşuna ilişkin sorular sorulur sürekli de yanıt alınamaz, çünkü yanıt yoktur. Böylece varoluşun anlamına ve temel yaşam deneyimine yeni bir biçim ve anlam kazandırışıyla beraber dünyaya ve insana ilişkin geleneksel ve yaygın kabulleri derinden sarsar. Aristoteles'ten beri tiyatroya egemen olan kuralların, bu oyun için hiçbir geçerliği yoktur. Herhangi bir olayın dile getirilmesi, aksiyonun yükselmesi, alçalması ve çözüm noktasına ulaşması söz konusu değildir. Çünkü bu oyunda, bir olayın öyküsü yer almaz. Burada insanların neyi ve kimi niçin beklediği yada Godot’nun neyi ve kimi temsil ettiği belli değildir ancak sürekli aynı şeyler kendini yineler Martin Esslin ise “Absurd Tiyatro” adlı çalışmasında Godot’yu Beklerken’i tam anlamıyla çözümleme çabalarına şöyle yanıt veriyor:

..........“…godot’un kimliğini bularak açık ve kesin bir sonuca varma çabası, Rembrandt’ın bir tablosundaki ışık ve gölge oyununun ardındaki saklı çizgileri boyayı kazıyarak bulmaya çalışmak kadar aptalca olurdu…”3

Godot'yu bekleyenler, (Vladimir ve Estragon) kimi zaman bulundukları yeri ve zamanı unutan, kimi zaman çekip gitmek isteyen ama bunu yapacak cesareti içlerinde bulamayan, ancak yine de neden beklediklerini tam olarak bilemedikleri halde, beklemeyi kendilerine iş edinenlerdir. Bu iki karakter aynı zamanda birbirlerinin tamamlayıcılarıdırlar. Estragon düş kurarken Vladimir düşlerden bahsedilmesine katlanamaz. Vladimir’in nefesi kokar Estragon’un ise ayakları. Vladimir geçmişi anımsar Estragon ise unutkandır. Estragon gülünç öyküler anlatmayı severken Vladimir bunları duyduğunda hüzünlenir. Yaratılışlarındaki zıtlık aralarındaki çekişmenin nedenidir ve ayrılmamalarına yol açar. Bu tamamlayıcı kişiliklerinden kaynaklı birbirlerine bağlıdırlar ve birlikte kalmak zorundadırlar ancak sonuçta ikisi de sefil yaşamlarına bir anlam kazandırmaya çalışan, bunun için de kendilerine Godot'yu beklemeyi amaç edinen iki insandır.

Krapp’ın Son Bandı, Beckett’in 1958’de yayınlanan tek perdelik en lirik oyunudur. Beckett bu oyunda, insan doğasının karmaşıklığını göstermek için bir teyp kullanır. Krapp çok yaşlı bir adamdır. Yetişkinliği süresinde her yılın önemli olaylarını ve bunlarla ilgili izlenimlerini banda kaydeder. Sahnede onu yaşlı, bitkin, başarısızlığa uğramış olarak görürüz. Krapp bir yazardır ancak kitapları alıcı bulamamıştır. Beckett bu oyunda benliğin durmadan değişen yapısı sorununa grafik bir anlatım sağlamıştır. Bu oyunda dilin, gerçeği anlatma konusundaki kuşku ortaya konur. Geçmişteki Krapp ile bugünkü Krapp aynı insan olmamalarına rağmen birbirlerine hangi anlamda benzemektedirler? Sahnede, boşlukta dalgalanıp duran bu dil neyi kanıtlamaktadır? Boşa geçmiş bir yaşamı mı?

Tüm Düşenler’in adı kutsal kitaptaki 145. Mezmurdan alınmıştır. “Rab, bütün düşenlere destek olur ve bütün eğilmiş olanları doğrultur.” Ancak oyunun anlattığı bunun tam tersidir. Oyunda Maddy Rooney adında, çok şişman ve çok yaşlı bir kadın, saat 12.30 treniyle gelecek olan kocasını karşılamak üzere tren istasyonuna gitmektedir. Yaşlı kadın bir karabasandaki gibi ağır ağır ilerler. Yolda bir sürü insanla karşılaşır, onlarla konuşmak ister ama başarısızlığa uğrar, Minnie adlı kızını kaybetmiştir. Sevgisiz ve zor bir yaşamı vardır. Kocası Dan kördür.

İstasyona gelen bayan Rooney, bilinmeyen bir nedenle geciken treni beklemeye koyulur. Tren geldiğinde Dan ve Maddy eve doğru yola çıkarlar. Dan Rooney, çocuklar kendilerine bağırıp gülerken “bir çocuğu öldürmek istedin mi” diye sorar ve kışın kendisini eve getiren çocuğu öldürme isteği duyduğunu söyler. Tam evlerine yaklaştıkları sırada bir çocuk arkalarından koşar; bay Rooney’in trenin kompartımanında bıraktığı bir şeyi göstermektedir. bu bir çocuk topudur. Çocuk trenden düşmüş ve ölmüştür… Dan Rooney bir çocuğu trenden itmiş ve öldürmüştür.

Korlar da Krapp’ın son bandına benzer bir oyundur. Oyunun kahramanı Henry geçmişi üzerine düşünceye dalan yaşlı bir adamdır. Arka plandan denizin sesi gelirken Henry önce ölen babasıyla, sonra da ölen karısıyla bağlantı kurmaya çalışır. Dışarıda soğuk kış gecesi yaşanırken, içerideki ateşte sönmek üzeredir.

Henry geçmişi “hikayeler” biçiminde hatırlamasıyla ve bitmez tükenmez bir konuşma gereksinimi içinde olmasıyla, Beckett’in üçlemedeki roman kişilerine benzer.

Beckett’in Cascando oyununda ele aldığı konu, sürekli konuşma itisi ve kendi kendine hikayeler anlatma gereksinimidir. Bu radyo oyununda iki ses vardır. Ses ve açıcı. Ses, açıcının kafasındaki sestir. Bu ses Woburn adlı birini izlemesini anlatır. Bir kez Woburn’a ulaşınca tüm acılar son bulacaktır. Woburn’un öyküsü bitince, hem varoluşun gizini açıklayacak hem de varoluşa son verip artık hiçbir öykü anlatmadan huzurlu bir uykuya dalacaktır. Öte yandan “bilinç”in sesinin sürmesiyle “ölüm”e karşı direnildiği duygusu da oluşturur.

Words and Music (Sözler ve Müzik) adlı oyununda zorba bir adam olan Croak vardır. Bu adamın iki uşağının adları “Sözler ve Müzik”tir. Croak, uşaklarından, aylaklık, yaşlılık, sevgi gibi konularda doğaçlama yapmalarını ister, yaptıkları karşısında hiçbir zaman tatmin olmayarak uşakları tartaklar. Hep fazlasını ister. Bu oyunda karakter ikinci düzeye gerilemiş, sözler ve müzik insandan bağımsız bir varlık kazanmıştır.

Play (Oyun) adlı oyunda iki kadın ve bir erkek arasındaki aşk üçgeni anlatılır. Kadınlar ve erkek büyük toprak vazolar içindedirler yalnız başları görünür. Gövdelerini yitirmiş, yalnızca bilinçleriyle varolan üç kişinin “araf” olarak nitelenebilecek ‘eşik’te bekleyişlerini anlatan Beckett, tiyatro tekniği açısından büyük bir yenilik yaratmış, oyuncuyu bireysellikten iz kalmamış bir ‘ses’le sınırlamıştır.

Come and Go adlı oyunda kendi alın yazımızla karşılaşmak istemeyişimizi anlatır. Oysa başkalarının ne yapıp ettikleriyle her zaman ilgiliyizdir. Üç kadın vardır. Flo, Vi, ve Ru. Sırayla her biri dışarı çıkar ve onun ardından diğer ikisi, kendisinin bilmediği bir şey konuşurlar. Her biri için aynı şey üç kez yinelenir. Sonunda sessizlik içinde yüzleri seyirciye dönük dururlar.

Hayalet Üçlüsü ve Bulutlardan Başka adlı oyunlarda gelmeyen bir sevgili beklenir. İki yaşlı adamın duyarlık düzlemi anlatılır. Beethoven’ın “Hayalet” lakapıyla anılan “Beşinci Piyano Üçlüsü”nün eşliğinde gelişen oyunda televizyon kamerası yalnızca üç kez hareket eder. Önce bir kadın sesi duyulurken elinde kaset tutan ve hiç konuşmayan yalnız, yaşlı erkek gösterilir; kadının sesinin uyarısıyla kamera erkeğin yarı karanlık odasında gezinir. Son aşamasında ise kapı vurulur ve bir küçük çocuk başını iki yana sallar ve gider. Godot gibi sevgili de gelmeyecektir.

Beckett’in son oyunlarından olan Felaket, Çekoslavakya’daki kapalı rejim sırasında büyük baskılar altında ezilmeye çalışılmış ünlü oyun yazarı Vaclav Havel’e adanmıştır. Oyunda bir yönetmen ve yardımcısı tarafında iradesiz bir kukla gibi kullanılarak biçimden biçime sokulan “oyun kahramanı” oyuncu, bir “kurban töreni” süreci içinde tepkisiz bir görüntüye indirgenir ve son aşamada yalnızca yüzüne ışık tutularak seyirciyle göz göze getirilir.

Söyle Joe, televizyon için yazılmıştır. Yalnız ve yaşlı adam Joe, yatağında otururken sürekli bir kadın sesi tarafından azalır bu kadın Joe’nin katı kalpliliği yüzünden intihar etmiş bir kadına aittir. Joe pişmandır, suçluluk duymaktadır, ses onun iç sesidir.

O zamanlar adlı oyunda, uzun bir yaşam üç ayrı ses yoluyla özetlenir. ses A, kahramanın çocukluk anılarını tazelemeyi başaramadığını; ses B, sevilen bir kadını yitirişin anısına; ses C ise yaşlandığı aşamayı dile getirir.

Adımlar adlı oyun, orta yaşlı bir kadının görüntüsünden ve yaşlı bir kadının “ses”inden oluşur. Doğmasını engelleyebileceği kızını doğurup anlamsız bir yaşama tutsak eden yaşlı bir kadının hesaplaşmasını anlatır. Doğmamış olmayı şans kabul eden Beckett’in yazı dünyasında en büyük suçlu annedir.

Beckett’in bilinen son oyunu olan Ne Nerede insanların kuşaklar boyunca varoluşun gizini çözmelerini ve baskıcı düzenlerde egemenliğini sürdüren “işkenceyle söyletme” sürecini anlatır. Bam’ın megafonla verilen ve “ben” sözcüğünü kullanan egemen sesinin yönetiminde hem sorgulayıcı hem sorgulanan konumuna giren Bem, Bim ve Bom “insan”dan anlamlı bir açıklama alamazlar. Yalnızca onbeş dakika süren oyunda, insanın kurban konumuna getirilmesi ve anlamsız bir varoluşa tutsak edilmesi gösterilir. İnsanın insan karşısındaki acımasızlığı vurgulanır.4


BECKETT’İN YAPITLARINDA ANLATIM ÖZELLİKLERİ


Tüm Beckett oyunlarında sahne neredeyse boş gibidir. Godot’u Beklerken de yer, bir tek ağacın süslediği bir kır yoludur, Oyun Sonu yalnızca iki çöp tenekesi, hamın koltuğu ve yüzü duvara dönük bir resmin bulunduğu çıplak bir sahnede oynanır. Krapp’ın Son Bandı ise bir masa, bir iskemle ve bir teypten ibaret olan dekorla oynanır. Yalınlık en üst düzeydedir. Bu yalınlık seyircide oyunun temasına uygun bir zihinsel durum yaratır.

Sahnenin illüzyonunu yok etmek için Beckett sahne ile seyircinin bulunduğu salon arasındaki ayrımı ortadan kaldırır. Örneğin Clov teleskopunu seyirciye çevirir ve alaycılıkla “bir kalabalık görüyorum… sevinçten… kendinden geçmiş durumda” der. Godot’u Beklerken de Estragon öne ilerler ve yüzü seyirciye dönük “Latif manzara der. Dekor salona taşar, dekorun varlığı böylece zayıflatılır.

Beckett’da, yorgunlukla, alaycılıkla kişiler rollerini alırlar ve oynamaya başlarlar. Güldürü, sözden önce harekettir. Aksiyonu sağlayan soytarılık hem çabuk anlaşılan hem de halkın çok hoşlandığı bir dramatik biçimdir. Mim de sahnenin canlı bir unsurudur. Birinin gözlerini gök yüzüne kaldırması gibi basit aksiyonlar üzüntü ve umutsuzluk fikrini iletmek için yeterlidir. Beckett’ın oyunları yaşamının boşluğunu doldurmak isteyen insanın bir sürü girişimlerini yansıttığından bu türlere uygundur. Beckett kahramanı, vakit geçirmek için uğraşan bir çeşit soytarıdır ama gerçek bir soytarıdan farklı olarak başkalarını eğlendirmek değil, kendi can sıkıntısını gidermeyi ister; oynar ama kendisi için oynar. Beckett oyunları içinde, sirk oyunları en çok Godot’yu Beklerken’de belirgindir. Örneğin Estragon çizmesini çeker durur, pantolonunu düşürür. İkinci perdede bütün kişiler yerde yuvarlanırlar, tartışırlar, düşerler, öpüşürler, barışırlar.5

Beckett’ın oyunları atmışlı yıllarda giderek kısalmıştır. Karakter ortadan kalktığı gibi, kişiler bütünüyle grotesk bir konum kazanarak kavanoz yada küp içine tutsak edilmiş gövdelere, yalnızca “ses”e ve bu “ses”i çıkaran “ağız”a indirgenmiştir. İnsanın görsel, işitsel düzeyde yalnız bireysellikten değil, bilinç-beden bütünlüğünden de yoksun bırakıldığı görülür. Beckett oyun metnini giderek sınırlamakta, tiyatral anlatıma yönelmektedir.

Bu dünyaya yaraşan insan tipi, toplumla tüm ilişkileri kesilmiş, bireysel olarak sahip oldukları eşyalar bile sınırlı, bilinçleriyle baş başa kalmışlıklarını engelleyecek tüm toplumsal ayrıntılardan arınmış, uzam ve zamana bağlı olmayan başı boş kişilerdir. En iyi örnek Godot’u Beklerken’in Vladimir ve Estragon’udur. Oyunun dünya çapında oluşturduğu yankı Beckett’ı “uyumsuz tiyatronun” öncü yazarı konumuna getirmiş, oyunun uyumsuz tiyatronun baş yapıtı sayılmasına neden olmuştur.

Beckett yazın ve tiyatro yapıtlarında, son noktasına ulaşmış insanları, sıfır noktasındaki yazıyla anlatır. Anlatılacak hiçbir şey olmayışının, hiçbir anlatım yolu bulunmayışının, anlatma gücü ve anlatma isteği olmamasına karşın anlatmanın zorunlu oluşunun anlatımı diye tanımlanan bir uğraşın içindedir. Tüm yüzeysel gerçeklerin dışlandığı ve insanın gerçek benliğinin somut biçimde tanımlanamadığı bu dünyada, içerik de biçimde en aza indirgenmiş olmak zorundadır.

Beckett yaşamın zamanı doldurmak için ortaya konmuş sonuçsuz eylemleri içeren bir oyun olmadığını göstermektedir.1984 başında ünlülerin yeni yıldan neler beklediğini soran London Times’a verdiği yanıt, bunun kanıtıdır. “Beklentiler: hiç umutlar: hiç.” Ancak bütün bunlara karşın Beckett’in yapıtlarının kapkara bir umutsuzluk içerdiğini söyleyemeyiz. Çünkü yapıtlarındaki anahtar sözcük “belki”dir. Tüm yapıtları açık uçludur, karamsarlık iyimserlikle dengelenir. Belki de yaşamın bir anlamı vardır, belki de acı çeken insanlığın bir kurtuluşu vardır. Hüzünle, komiğin içiçeliği, acı çekmeyle mutluluk umudu arasında bir dengeyi oluşturur. Bu dengenin adı da “sevgi”dir. Vladimir ile Estragon ikilisi arasındaki sıcaklıkta bu sevgiyi hissedebiliyoruz. Beckett “sevgi”yi karşılıklı yakınma çölü olarak tanımlar ancak yinede sevgiden vazgeçemez. “Elli yaşından sonraki yapıtlarında ‘sevgi’ ye sırt çevirmiş olmanın getirdiği pişmanlık sezilir”6

En son sınavdır sevgi; kişinin gücünün sınandığı… Çünkü bu amansız çağda belki de en zor olan şey, sevgiyi bulabilmek ve ayakta tutabilmektir.

SONUÇ

Samuel Beckett, XX. Yüzyılın en önemli yazarlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Beckett, kendi yapıtları hakkında hemen hemen hiçbir açıklama ve yorum yapmamıştır. Absurd eğilime bakış açısını yansıtan herhangi bir yazıya da rastlamış değiliz. Yalnızca French Review’da yayınlanmış bir bildiri vardır. Bu bildiri, şiirsel hayal gücünün bağımsızlığını ve iç dünyanın dış dünya üzerinde egemen olduğunu savunur. Hemen hemen tüm yapıtlarında bu sava rastlamak mümkündür.

İnsanın insan olalı en korkunç kıyımlara uğradığı XX. Yüzyılın tanığı olan Beckett; hayallerin, umutların, mücadelenin, yenilginin ve düş kırıklıklarının öznesi ve nesnesi olan insanı anlatmaktadır. Başlangıçların ve sonların ama bir türlü kesin bir sonuca ulaşmayan sonların yazarıdır. Yinede var olunan, yaşamın üstlenildiği ve yapıtlar verilen bir yerdir bu “sıfır” noktası. Bu bir son mudur? Yoksa bir başlangıç mı? Bir türlü emin olamayız. O yüzdende Beckett’i anlatmaya çalışmak aynı zamanda bir absurdlük müdür? Hiçbir şeyi kesinleşmediği her şeyin ısrarla belirsiz bırakıldığı yapıtların yazarı Beckett’i…

“…ölene kadar uyu, elbet gelecektir yaşamın sonu…” diyen Beckett için en büyük erdem hiç doğmamış olmaktır, sonraki “en iyi” ise bir an önce yok olmaktır…

KAYNAKÇA

*Beckett, Samuel, Üçleme, ,Ayrıntı yayınları, İstanbul-1997
*Beckett, Samuel,Bütün Oyunları 1, çev: Uğur Ün, Mitos-Boyut yay,İst-93
*Beckett, Samuel, Murphy, Ayrıntı yayınları, İstanbul-1999
*Beckett, Samuel, Hiç için Metinler, ayrıntı yayınlar, İstanbul-1999
*Beckett, Samuel, Godot’yu Beklerken, Ayrıntı yayınları,İstanbul-1987
*Beckett, Samuel, Tüm Kısa Oyunları, Çev: Akşit Göktürk, Mitos-Boyut Yayınları,İstanbul-1993
*Brockett, Oscar G. Tiyatro Tarihi, Dost Yayınları, Ankara-2000
*Candan, Ayşın, Yirminci Yüzyılda Öncü Tiyatro, Yapı Kredi Yayınları,İstanbul-1997
*Çalışlar, Aziz,Tiyatro Adamları Sözlüğü,Mitos-Boyut Yayınları,İstanbul 1993
*Çalışlar, Aziz,Tiyatro Oyunları Sözlüğü-1,Mitos-Boyut Yayınları,İstanbul 1994
*Çapan, Cevat, Değişen Tiyatro, Metis Yayınları, İstanbul-1992
*Esslin, Martin, Absürd Tiyatro, Dost Yayınları, Ankara-1999
*İpşiroğlu, Zehra,Tiyatroda Yeni Arayışlar, Düzlem Yayınları, İstanbul-1992
*Nutku, Özdemir, Dünya Tiyatrosu Tarihi II, Remzi Kitabevi, İstanbul-1985
*Özgüven, Azize, Çağdaş Tiyatro’da Samuel Beckett’ınYeri, E.Ü.Yay. İzmir-83
*Pignarre, Robert, Tiyatro Tarihi, Gelişim Yayınları, İstanbul-1975
*Şener, Sevda, Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir-1991
*Yüksel, Ayşegül, Samuel Beckett Tiyatrosu,, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul-1997

Makaleler

*Zeynep Oral “Beckett Öldü Sorgulama Sürüyor”, Miliyet Sanat, sayı 232/5 s.14
*Orhan Koçak,”Beckett Geçiyor”, Defter,sayı 2, s 98
*Işık Ergüden, “Son Yazar Beckett”, Cumhuriyet Kitap, 16.03.1995, sayı 265, s 4
*Maurıce Blanchot, “Nerede Şimdi Kim Şimdi”, çev: Uğur Ün, Gergedean, Sayı: 96, Tem-87

Tıklayınız: İnangül, Beckett'e bakıyor... 1