12 Eylül Faşizmi'ne dek, burjuvazi, kendi çocuklarını gösteri dünyasına yönlendirmekten erinirdi. Daha çok, taşeronlaştırılmış işçi sınıfı çocukları görünürdü gösteri dünyasında...
12 Eylül Faşizmi yaşama el koydu ve herşey gibi, gösteri dünyasını da değiştirdi. Artık, burjuvazinin çocukları, büyük para kazandıran gösteri dünyasına da el koydu!...
"Bıçak Sırtı" dizisinde halka ninni söyleyen Melisa Sözen, şu sözlerle bu durumu gözler önüne seriyor:
"Hafta sonları Polonezköy'de, yazları da Büyükada'daydık. Biz zor hayatları olmuş oyuncuları biliyoruz ama bu başka bir edebiyattı, şimdi o edebiyata gerek kalmadı. İnsanlar yaptıkları işlerle var olmaya başladı. O yüzden de herhangi bir hikayeye, alt metne gerek kalmıyor. Oyuncu olmama ailem hiçbir zaman karşı çıkmadı, aksine çok da desteklediler."
Milliyet gazetesinde yayımlanan röportajın tamamı:
"Oyunculukta başka hayatları yaşama şansım oluyor"
"Bıçak Sırtı" dizisinin Nisan'ı Melisa Sözen: "Oyunculukta başka hayatlar var. Belki gerçek hayatta hiç tercih etmeyeceğim hayatlar bunlar ama oyunculuk sayesinde onları tecrübe etme şansım oluyor"
MELİS ALPHAN
Daha 22 yaşında olmasına rağmen rol aldığı filmler ve dizilerle şöhreti yakalayan Melisa Sözen'in oyunculuk kariyeri çocukluk yıllarında aile efradının karşısında canlandırdığı karakterlerle başlıyor. Hafta sonlarını geçirdikleri Polonezköy'de akşam yemeklerinden sonra anne ve babaları içkilerini yudumlarken Sözen, kuzenleri ve kardeşiyle birlikte oyunlar sahneler. Sözen bazen Marilyn Monroe olur, kardeşi Elvis Presley'i, kuzeni Seda ise Michael Jackson'ı canlandırır.
Yönetmen Seda'dır, her şeyi o organize eder, rolleri dağıtır. Bazen hep birlikte senaryoyu yazıp oynarlar. "Çocuktuk, kendimizce bir şeyler yapardık işte. Annemler de çok büyük bir ciddiyetle, sanki önemli bir şey yapıyormuşuz gibi 'Bravo evladım, çok güzel, çok güzel' der, bizi fişteklerdi" diyen Sözen o kadrodan çıkan tek oyuncu olur.
Sözen'le Ulus Parkı'nda buluştuk. Bir ortama girdiğinde orayı aydınlatan insanlardan. Kapıdan girdiği an onun neşesi kaplıyor etrafı. Sıcakkanlı, hemen arkadaş olabileceğinizi hissedersiniz ya bazı insanlarla, işte öyle. 22 yaşında birini beklerken, olgunluğuyla şaşırtıyor sizi.
Bir özelliğini de hemen fark ediyorsunuz. Haksızlığa gelemiyor. Kafede yerleri silen adam ve bir masada oturan kadın küstah bir tavırla "Oradan geçmeyin, buradan geçin!" diye efelenince altta kalmadan cevabını yapıştırdı ve insanların öfkelerini başkalarının üzerine boşaltmasından duyduğu rahatsızlığı anlattı.
Çocukluğunuz Etiler-Polonezköy arasında geçmiş. Hali vakti yerinde bir aileden geliyorsunuz. Sizinki pek oyuncu profiline uymuyor. Aileniz meslek seçiminize bir direniş gösterdi mi?
Hafta sonları Polonezköy'de, yazları da Büyükada'daydık. Biz zor hayatları olmuş oyuncuları biliyoruz ama bu başka bir edebiyattı, şimdi o edebiyata gerek kalmadı. İnsanlar yaptıkları işlerle var olmaya başladı. O yüzden de herhangi bir hikayeye, alt metne gerek kalmıyor. Oyuncu olmama ailem hiçbir zaman karşı çıkmadı, aksine çok da desteklediler.
Anneniz balerin olmanızı istiyormuş ama...
Baleyi sevecek türden bir kız çocuğu değildim. Saçlarım kısacık olsun, kot pantolon giyeyim, elbise giymeyeyim isterdim. Annem de iyice reddettiğim dönemde baleye gitmemi istiyordu. Kendisi bale yapmayı çok istemiş ama yapamamış. "Yavrum sen git" diyordu. Ben de "Yok gitmem" dedim. Bunun üzerine baleyle ilgili kitaplar aldı. Ben de kitaplardan çok etkilendim; iyi taktikti anneminki. Dansa karşı da çok büyük bir tutkum var ama bu hayatımın sonuna kadar büyük aşkla yapabileceğim bir şey değil.
"Keyif almadığım noktada baleyi bıraktım"
Baleye başladınız. Sonra ne oldu?
Annem kazandı ama sınıfın en başarısız öğrencisi bendim çünkü diğer kızların idealiydi bale. Keyif almadığım noktada bıraktım. Aynı zamanda okulun dans grubundaydım. Latin, tango ve modern dans dersleri aldık. 14 yaşında "Yedi Kocalı Hürmüz" müzikalinde dans ettim. Levent Özdilek ve Nilgün Belgün'le beraber çalışıyorduk. Oyuncu olmayı çok istediğimi biliyorlardı. "Kadınlar Kulübü" diye bir dizi yaptılar, bana da orada bir dakikalık bir rol verdiler. Sonra Levent abiyle beraber "Aşk Güzel Şeydir" adlı bir televizyon filminde oynadım. Arkasından Çağan Irmak'ın "Bana Şans Dile"si geldi ve böyle devam etti.
İlkokula Ata Koleji'nde başladım, sonra Lütfü Banat'a geçtim. Liseye kadar çok iyi bir öğrenci değildim. Liseden sonra iyiydim ama. Pera Güzel Sanatlar Lisesi Tiyatro Bölümü'nden mezun oldum. Şimdi de Bilgi Üniversitesi Sahne ve Gösteri Sanatları Bölümü'ne devam ediyorum.
"Bıçak Sırtı"nda 30'larında, çocuklu bir kadını canlandırıyorsunuz. Ve 22 yaşında olmanıza rağmen bu rol üzerinizde eğreti durmuyor. Bu sırf makyaj mucizesi değil herhalde.
Şu gördüğünüz saç ve makyaj dışında bir şey yapılmıyor sette. Bu kadın 30'larında ve bir çocuğu var ama kendi çocuğu değil. Yine de o çocuğa kendi çocuğuymuş gibi bir aşkla bağlı. Bu noktada kendime döndüm ve şunu sordum: "Hayatımda bu sevgiye benzer sevgi ne? Nisan'la eş gittiğim yerler ne?"
Benim hayatımda da tamamlanmamış, yarım hissettiğim, acısını çektiğim, Nisan'ı anlayabildiğim bir sevgi var. Bu, Nisan'ın oğluyla kurduğu iletişime çok benziyor. İkisi birbirine çok yaklaşıyor. Benim hayatımda yaşadığım bu şey Nisan'ın oğluyla ilişkisine çok yardımcı oldu. Bu noktada kadının yaşı falan çok önemli olmuyor. O kendiliğinden çıkıyor.
Diziden sizi tanıyanlar sokakta karşılarında 22 yaşında bir kız gördüklerinde şaşırıyorlar mı?
Evet, ilk tepkileri "Nasıl oluyor bu?" oluyor. Sonra da "Bu anne-çocuk ilişkisini nasıl kuruyorsun?" diye soruyorlar. Geçenlerde bir teyze "İleride çok iyi bir anne olacaksın" dedi.
Bu kadar genç bir yaşta neredeyse olgun bir oyuncu kadar tanındınız. Çok erken yaşta oyunculuğa başlamanın sıkıntılarını yaşıyor musunuz?
Yaptığım işler doğrultusunda tanınıyorum; rahatsız edici bir durumla karşı karşıya gelmedim. Daha ziyade sokakta tebessümler ve tebriklerle karşılaşıyorum. Ne ben kendimi rahatsız edecek kadar tanınıyorum ne de tanındığım ölçüde kimse beni rahatsız ediyor.
Avantajlarını yaşıyor musunuz şöhretin?
Öyle olsa sinirlenirim. Sırf tanınıyorum diye yanımdakine başka muamele yapılması hoş bir şey değil. Eskiden beri aynı yerlere gidiyorum. O yüzden oradaki kişileri bire bir tanıyorum. Belki arkadaşlığımızdan ötürü özel muamele yapılıyor olabilir.
Popüler olmaktan özellikle kaçınır bir yanınız da var.
Çok popüler olmak çok çabuk tüketilir hale getiriyor insanı. O zaman kendi özel hayatın olmuyor, yaptığın işlerde inandırıcılığın kırılıyor ve mutlu olmuyorsun çünkü hayatına çok fazla müdahale ediliyor. Ben bu mesleği sevdiğim için yapıyorum, başka bir şey için değil. Oyunculuk hayatta yapmaktan en çok zevk aldığım şey.
"Yaptığım işte sınırlarımın ötesine geçmek istiyorum"
Nedir oyunculuğun en sevdiğiniz yanı?
Oyunculuğun gerektirdiği yaşam biçimini seviyorum. Kendine dönmek zorundasın. Başta sıkıntılı, yorucu oluyor. Bir karakteri canlandırırken hayatın stresinden, bana ait olmadığı halde bana giydirilen şeylerden kurtularak saflığıma dönüyorum ve oynarken hem bedenimi hem ruhumu rahat bırakmaya çalışıyorum. Bunu başarırsam o karakteri doğru bir yerinden yakalayabileceğimi düşünüyorum. Orada başka hayatlar var. Belki gerçek hayatta hiç tercih etmeyeceğim hayatlar bunlar ama oyunculuk sayesinde onları tecrübe etme şansım oluyor.
Kendinizi oyuncu olarak nereye oturtuyorsunuz?
Başkalarının gözünde nasıl algılandığımdan çok ben yaptığım işte kendi sınırlarımın ötesine geçip çıtamı yükseltmek, kendimi eğitmek istiyorum.
Kimi insanlar başkalarının maceralarını yaşama adına çok film izler. Sizinki de böyle bir şey mi?
İnsanlar kendi hayatlarından uzaklaşmak adına televizyon izliyor, dizilerdeki karakterlerle özdeşleştiriyorlar kendilerini çünkü kendi mutsuzluklarından kaçıyorlar belki. Benim böyle bir derdim yok. Belki hiçbir zaman "Bıçak Sırtı"nda canlandırdığım Nisan'ınki gibi bir hayata sahip olamayacağım ama bunu merak ediyorum. Uzun metrajlı filmlerde de yönetmenin yarattığı bir hayal dünyası var. O hayale inanıyorsan ona ortak olmak çok keyifli bir şey.
"Güzellik anlayışım kusursuzluktan yana değil"
Yaşınızdan olgun duruyorsunuz. Yaşıtlarıyla iletişim kurmakta zorlananlardan mısınız?
Genelde benden büyüklerle arkadaşlık ettim hep. 11-12 yaşında dans etmeye başladığım için o gruptaki arkadaşlarımın hepsi benden çok büyüktü. 16 yaşıma geldiğimde hep düğünlerdeydim çünkü hepsi evlenip çoluk çocuk sahibi oluyordu. Ama kendi yaşıtlarımı da anlaşabildiğim ölçüde inkar etmiyorum.
Genç kuşaktaki güzellik takıntısı hakkında ne düşünüyorsunuz? Ekranda da aranan kadınlar güzel oluyor. Sizin bunların dışında duruyor gibi bir haliniz var.
Çocukken bize hep masallar anlatılıyor. "Pamuk Prenses", "Uyuyan Güzel" vs. Sen de o masal kahramanlarını güzellik kriteri olarak algılıyorsun. Onlara benzemek gerektiğini düşünüyorsun. Benim güzellik anlayışım kusursuzluktan yana değil. Ben de kendimi bazen güzel, bazen çirkin hissediyorum. Birinin fizik olarak role uygun olması ayrı bir şey; sadece eli yüzü düzgün olduğu için birini oynatmak ayrı bir şey. Ben insanların hayattaki seçimleri, duruşları, davranışları, başkalarıyla kurdukları iletişim doğrultusunda güzel olduklarını düşünüyorum. Kendin olduğun noktada biri seni beğeniyormuş, beğenmiyormuş, hiçbir önemi kalmıyor.
"Poide ateş yakma aşamasına geçmedim"
İlginç hobileriniz de var. Poi çeviriyor, kukla yapıyormuşsunuz.
Poide iplere takılı iki top var. İplerin ucunda da parmağınızı geçireceğiniz yerler var. Bu toplarla dans ediyorsun; en son aşamada da topları yakıp ateş dansı yapıyorsun. Ben daha o aşamaya geçemedim. Çok istiyorum. "Cenneti Beklerken"in setinde sanat yönetmenimiz Nadide Ergun poi çeviriyordu, bana öğretti. Arkasından evde kendi kendime çalıştım. Daha sonra "Eve Giden Yol"un setinde Sirena ve Deniz de poi çeviriyordu.
Setlerde poi çevirmek bayağı yaygın galiba...
Evet. Poi üzerine bana yardımlar yağdı. Şimdi de Nadide'yle benim ateş yakma aşamasına gelip gelmediğime bakacağız. Kukla değil, bezden küçük oyuncaklar yapıyorum aslında. Kukla yapmayı deniyorum. Kumaşta dans edebilmeyi çok istiyorum. Sirk De Soleil beni çaycı olarak alsa girerim.
tıkla: Milliyet