Üstün Akmen, aşağıdaki yazısında;
"birilerini", "bazılarını", "kimilerini"... eleştiriyor. Bu eleştirdiklerinin adını vermiyor, veremiyor. Akmen, bunu sürekli olarak yapıyor...
Halbuki "ortaya karışık salata" gibi görüş belirteceğine, ad verse; varsayalım "Demirtaş Ceyhun" dese, sanırız ağzının payını alacak. Ağzının payını almak yerine, yandaşlarına şirin görünmeyi yeğleyen Akmen, "orta saha oyuncusu olarak" performansını konuştuyor!...
Coşkun Büktel'in özdeyiş haline gelen yazısını aktaralım:
"İnsanları, ismimi ve isimlerini vermeden suçlayacak kadar alçak değilim." (Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları, s.58, Dramatik Yayınlar, 1998.)
Şimdi de yazıyı aktaralım:
Üstün Akmen
Operanın görkemli evi Milano’daki La Scala Tiyatrosu, yeni sezonu Yaşar Kemal’in “Teneke”siyle açtı. Anadolu’da kasaba gerçekliğini anlatan roman, La Scala’da da Türkçe adıyla, “Teneke” olarak operalaştırıldı. Türkiye’de çeşitli tiyatrolarda yıllar boyu oyun olarak izleyici karşısına çıkan “Teneke”nin opera versiyonu, iki yıl önce kapsamlı bir yenileme geçiren La Scala’da yarın ve perşembe günkü temsilleriyle yedi kez sahnelenmiş olacak. Telefonla görüşmek olanağını bulduğum La Scala’nın yönetim kurulu üyelerinden Alberto Zorzoli’den, “Teneke”nin 2007-2008 sezonunda aralıklarla sahneleneceğini de öğrendim, kendimi mutlu ettim...
Vacchi aradığını bulmuş
Yaşar Kemal’in İtalyanca’ya ilk kez 1997’de Antonella Passaro tarafından, özgün adı korunarak çevrilen ve Sogni Yayınevi tarafından yayımlanan romanı; Franco Marcoaldi’nin librettosundan, Fabio Vacchi tarafından bestelenmiş. Ermanna Olmi’nin “Il Mestiere delle Armi” adlı filminin müziğini yapan, “El Fuego Fatuo” operasını besteleyen ve başta İtalya olmak üzere dünyanın birçok yerinde eserler sahneleyen, Koussevitzky ödüllü Vacchi, “Teneke”nin üzerinde uzun süre çalışmış ve besteyi 2005’te bitirmiş. Vacchi “Teneke” için; “Yaşar Kemal’de tam aradığımı buldum. Epik, hümanist bir yapıt, üst düzey bir anlatım. ‘İnce Memed’i de operaya yansıtmak isterdim. Ancak çok güç bir iş o, Homeros’un İlyada’sını çevirmek kadar zor” demiş.
Yaratıcı kadro
La Scala’nın 2000 yılında repertuvarına aldığı “Teneke”nin orkestra şefliğini New York’ta “Ernani”, Firenze’de “Sevil Berberi” gibi eserlerde görev alan Roberto Abbado üstlenmiş. 80 yaşının üzerindeki Ermanno Olmi’nin yönettiği eserin dekor ve kostümü, gene 80’li yaşlarını sürdüren Arnaldo Pomodoro’ya ait. Yapıt, solistlerin dışında geniş bir koro ve elektronik enstrümanların da yer aldığı büyük orkestra tarafından icra edilmiş.
Dramatik gerilim çizgisi
“Teneke”yi ben izleyemedim/dinleyemedim, ama yapıtı izleyen/dinleyen dostlarım Fabio Vacchi’nin müziğinin kolay bir tür olmadığında sözbirliği ettiler. Bestenin, gizemli akorlarla başlayan ilk temalarından itibaren, dinleyeni yorumuyla etkisi altına aldığını söylediler. Uvertürdeki minör gamların hüzünlü havasını övdüler. Yapıtın orkestra tarafından pek güzel verildiğini, art arda sıralanan gel-gitlerle salınan majör gamların yorumlanışını anlattılar. Romandaki ikilemlerin dramatik gerilim çizgisi içinde güçlü bir etkileşimle somutlandığını belirttiler.
Pomodoro’nun dekoru
Edindiğim bilgiler arasında, dekor tasarımını yapan Pomodoro’nun ayrıntılı çalışmasının altı özellikle çizilmişti. Gerçekçi parçaları stilize ederek kullanmış Pomodoro, öyle dediler. Ön alanları karakterlerin yaşam alanları olarak tutarken, geri planları ön sahneyi ve kişilerin dünyasını çepeçevre sarmalayan bir uzam olarak tasarlamış. Uzamsal bir boşluğa oturttuğu somut doğayla karakterlerin yaşam çizgilerini, kaderlerini simgelemiş.
Fabio Vacchi eseri iyi kavramış
Yaşar Kemal’in Anadolu insanının sözlü anlatım geleneğinin ürünleri olan destanlardan, ağıtlardan, halk öykülerinden, masallardan, türkülerden ve çağdaş roman tekniklerinden yararlanarak vardığı biçemin Yaşar Kemal’i her bakımdan özgün bir çağdaş sanatçı kimliğine ulaştırmış olduğunu, İtalyan sanatseverlerin bizlerden daha iyi kavramalarına üzülmemiz mi gerek, sevinmemiz mi bilemiyorum! Kurduğu mit dünyası, benzetmeler, betimlemeler, doğanın tüm yönleriyle anlatımı, kullandığı dil, yerel sözcükler ve deyimler, atasözleri, sövgüler, yani onun anlatımını canlı ve etkileyici kılan ve pek iyi bilinen özellikler, Fabio Vacchi tarafından pek iyi kavranmış. Özellikle Evrensel’de Ragıp Duran, Cumhuriyet’te Zeynep Oral pek bir güzel anlattılar.
Gene bana “özel” olarak aktarıldığı kadarıyla Vacchi, Yaşar Kemal’in yarattığı dünyanın dış görünümünü sahneye mükemmel etkileyici bir biçimde aktarmış, her gösteri ayaklarda alkışlanmış.
Şaştım da kaldım
İyi de, ben esas tanıdık tanımadık yazarların, şairlerin, ressamların, müzisyenlerin, sinemacıların, heykeltıraşların, tiyatrocuların, yayıncıların ve öğretim üyelerinin bir araya toplaşıp;
“İtalyanlar Yaşar Kemal’in çözümsel berraklıklarını, yüksek düzeylerini, analitik zekâsını anlayamazlar ki”,
“Yaşar Kemal’in romanı nasıl olur da opera için bestelenir”,
“’Teneke’nin opera için bestelenmesi Yaşar Kemal’e verilmiş bir ücrettir”,
“… bizim uygarlığımızın, mistisizmimizin, romantizmimizin, epik coşkularımızın, insancıllıklarımızın La Scala’da ne işi var”,
“… bu işte mutlaka bir iş var” diye vaveyla koparmadıklarına şaştım, kaldım.
Şaştım kaldım kalmasına da, aralarında; “‘Türkler bir milyon Ermeni, otuz bin Kürt’ü öldürmüştür’ şeklinde düşüncelerini açıklayan Orhan Pamuk’a nasıl Nobel’i verdilerse, (alın bakın işte) bunu da Kürt asıllı yazar olduğu için La Scala’ya çıkardılar” diye söylendiklerine o an kalıbımı bastım.
Şimdi ne diyorlardır?
Eminim “1995 yılında bölücülükten yargıladık, tamı tamamına yirmi yıl hapse mahkûm ettik. İşte şimdi verdiler ücretini” de diyorlardır.
Tıpkı, 1960’lı yıllardan bu yana Türk edebiyatını Batı’ya, dünyaya tanıtan en önemli Türkiyeli romancı olarak, taaa 2000’li yıllara kadar neredeyse her yıl Nobel’e aday gösterilenler arasında adı anıldığında takınılan “müstehzi” tavır gibi. “Yer Demir Gök Bakır”, Fransa’da 1977 yılında “Edebiyat Eleştirmenleri Sendikası” tarafından “Yılın En İyi Yabancı Romanı” seçildiğinde dedikleri gibi. “Binboğalar Efsanesi”, 1979 yaz dönemi için Büyük Edebiyat Jürisi tarafından seçilen kitaplar arasında yer aldığında bıyık altı sakal üstü gülenler gibi. 1982 yılında uluslararası “Del Duca Ödülü”ne değer görülme başarısını görmezden geldikleri gibi. 1984 yılında Fransa’nın “Légion D’Honneur” nişanını aldığında demediklerini bırakmadıkları gibi…
Entelektüel değil, aydın değil; yazar, şair, ressam, müzisyen, sinemacı, heykeltıraş, tiyatrocu, yayıncı ve öğretim üyesi de değildir bunlar.
Kürt avcılığı, demokrasi şıllıklığı, düşünce aşağılığı, fikir yobazlığı yapanlardır onlar.
Ve ne yazık ki, şimdi suspus olsalar da aramızdalar…
Evrensel Gazetesi
tıkla