6 Ekim 2007 Cumartesi

Aslankara OYÇED'i vaftiz ediyor!...

İlk başkanı Prof. Dr. Özdemir Nutku'nun skandalları etrafı sarmışken, OYÇED ele alındığında, son derecede dikkatli olmak gerekir. Aslankara, bu dikkati göstermiyor yada göstermek istemiyor. OYÇED (Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği) için tüm gücünü kullanan Aslankara, Cumhuriyet KİTAP Eki'nin sınırlarını da zorlayıp, her hafta bir sayfa yazmasına karşın, OYÇED için bir buçuk sayfa methiye döşenip, bu derneği, adeta vaftiz ediyor...

Henüz bir yaşına bastı-basacak olan OYÇED'in, tam dört başkan (Prof. Dr. Özdemir Nutku, Bilgesu Erenus, Fikret Terzi, Dersu Yavuz Altun) "eskitmesi" ve Aslankara'nın bu durumu okurlardan gizlemesi ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir durum... Her nedense, Aslankara, bu konuda da, dikkat göstermiyor yada göstermek istemiyor. Oysa özellikle "bunları" bilmesi için, okurlara hizmet sunmak gerekir. Gerçeği dile getirmenin zorunlu olduğunun ayrımında olmak gerekir... Yoksa, Aslankara'nın, "onur duyarak kurucu üyeleri arasında yer almıştım" dediği OYÇED'in geçirdiği fırtınalardan haberi yok mu? Coşkun Büktel'in belgelerle teşhir ettiği "Özdemir Nutku ve OYÇED skandalı"ndan haberi yok mu? Var da, okurların öğrenmesini mi istemiyor? Bilinmesi gereken asıl gerçekleri, okurlardan niye gizliyor? Yoksa Aslankara da, OYÇED'in dezenformasyon sürecine dahil mi olmak istiyor?... O da, "Hepimiz Özdemir Nutku'yuz" sloganıyla, gerçeğin üstünü mü örtmek istiyor?...

Aslankara, eline geçirdiği kürsüyü (Cumhuriyet gazetesi), gerçeklerin daha gerçek, yalanların daha yalan olarak görünmesini sağlamak için kullanmıyor: Olmuşların olmamış gibi ve olmamışların olmuş gibi görünmesine hizmet ediyor. Örnekse Turgay Nar'ın OYÇED'den istifa ettiğini, nedenleriyle birlikte öğrenemiyor okur!... Bırakın nedenlerini, Turgay Nar'ın istifa ettiğini bile gizliyor Aslankara!... Öyle bir gizliyor ki, Turgay Nar'ı, hala OYÇED'in suç ortağı gibi gösteriyor!...

Bu arada, şunu da belirtmek gerekir: OYÇED, tüm yasal olanaklara sahip olmasına karşın, kamuoyunu gözeten bir tarzda çalışmıyor. (Aslankara'nın yazısından anlaşılacağı üzere), kendi aralarında kurdukları elektronik posta ağıyla iletişiyorlar!... OYÇED'liler, bize ait olan üç siteye haberlerini gönderdiklerinde, anında yayımlarız. Diğer tiyatro sitelerinin de, anında yayımlayacağına eminiz. Peki öyleyse bu yeraltı örgütü (Ku Klux Klan) havasına bürünüp, yarasa yada karafatma gibi gizlenmenin anlamı ne?

M. Sadık Aslankara'nın yazısını sunuyoruz:


Tiyatro mu yazarını arıyor yazar mı tiyatrosunu?

M. Sadık Aslankara

"Güz şenliği" günlerine geldik işte...

Güzden söz ettiğinizde bir kırpım da olsa Dionysos'u anımsamamak, tiyatroya gönül düşürmemek elde mi?

Gelin öyleyse, biz de tiyatro mevsiminin açılışına özgüleyelim bu "Oyun Zamanı" yazısını...

Tiyatroya aşinaysanız eğer, bir biçimde gazetelerin tiyatro haberlerine, televizyonların sahne programlarına karşı istekliyseniz, OYÇED kısaltısını yine de duymamış olabilirsiniz, ama on yıllardan bu yana Türk tiyatrosunun hiç durmadan, yana yakıla, dili neredeyse bir karış sarkmış halde, elinde fener kendine oyun yazarları aradığını duymamış olamazsınız, inanmam çünkü...

Çocuktum, kulağıma ilişmişti tiyatromuzun kendisine oyun yazarları aramakta olduğu. Profesyonel tiyatroya başladım, yine kulağımdaydı bu, şimdi şunca yaş almışlığımın ardından bugünlerde yine aynı arayış ya da kavuşamayıştan söz ediliyor topluca...

OYÇED'in açılımını hadi ben söylemiş olayım: Oyun Yazarları ve Çevirmenleri Derneği. Yılını yenice doldurmuş bir dernek. Hasan Erkek'le yazar, çevirmen arkadaşlarının (Özdemir Nutku, Yılmaz Onay, Bilgesu Erenus, Haşmet Zeybek, Aytül Akal, Bilgin Adalı, Nilbanu Engindeniz, Dersu Yavuz Altun, Nurhan Tekerek, Sema Göktaş, Erbil Göktaş, Fikret Terzi, Cengiz Özek, Cuma Boynukara, Turgay Nar...) başlattığ bir girişim. Çatısında seksen dolayında oyun yazarıyla çevirmen üye barındıran güçlü bir örgüt. Çağrı üzerine, onur duyarak kurucu üyeleri arasında yer almıştım derneğin. İlk adımlarını Özdemir Nutku'nun kurucu başkanlığında atan OYÇED'in şimdiki başkanı Dersu Yavuz Altun.

Uzaktan gözlemleyebildiğimce OYÇED'in bugünlere gelişinde Hasan Erkek, önemli rol üstlendi Eskişehir İstanbul arasında durmadan yolculuklar yaparak. Yanı sıra Ankara, İzmir, Bursa, Kocaeli, Isparta, Muğla... Temsilcilikleri de var buralarda artık.

Diyeceğim, Türkiye'nin nice oyun yazarını, çevirmenini temsil ediyor OYÇED. Bu tiyatroda görece bir oyun yazarlığı atlası yansıtmak bakımından ilginç kuşkusuz.

OYUN YAZARI VAR MI YOK MU...

İyisi mi baştan anlatayım olup bitenleri... Cumhuriyet'in Hafta Sonu ekinde Haldun Dormen'le yapılan söyleşiye bilmem göz atma fırsatı bulabilmiş miydiniz? OYÇED'liler arasında bir iletişim ağı var. Bu söyleşinin ardından ilk ileti Mine Ölce'den geldi.

Mine Ölce, Haldun Dormen'in sözlerini de alıntılayıp şunları söylüyordu iletisinde:

"Tiyatro konu edildiğinde sorular ve yanıtların nasıl klasikleştiğini bir defa daha görmüş oldum.

Soru: 'Bugünkü tiyatroyu nasıl buluyorsunuz? Tiyatro nerelere geldi?' / Yanıt: 'Belki bana kızıyorlar ama ben herkesten daha farklı düşünüyorum bu konuda. Tiyatronun çok geliştiğine, olgunlaştığına ve dünya standartlarına uygun bir hale geldiğine inanıyorum. Ama iki tane sorun var. Bu iki sorunun ikisi de sadece Türkiye'ye özgü gibi geliyor, ama değil. 60'lı yıllarda bir sürü yeni yazar çıktı. Türkiye'de de, İngiltere'de de, Fransa'da da, Amerika'da da... Şimdi ise parmakla gösterilecek kadar az yazar var maalesef. Oysa tiyatroya tiyatro denilebilmesi için yazarların fışkırması lazım. İkincisi, Türkiye'de tiyatro izleyicisi, oyunlarımızın çok gelişmesine rağmen azaldı.'

'Çok haklı' deyip geçebilecekken, incindiğimi hissettim. Haldun Dormen çok haklı, çünkü gerçekten de, soruyu 'oyunları sahnelenen yazarlarımız' diye sorarsak, parmakla sayılacak kadar olmasa da, az yazarımız var.

İncindim; çünkü yedi tane oyunum var ama görmezden geliniyorum. Benim durumumda birçok (Bir sürü mü? Sanırım insanlardan bahsederken 'bir sürü' yerine 'birçok' desek daha kibar olur, öyle değil mi Sayın Dormen?) yazar olduğunu da biliyorum, hatta bilmediklerim olduğunu bile biliyorum. Peki ben biliyorum da, tiyatro ile ilgili oyuncu, yönetmen, hoca ve yazar gibi birçok etiketi bir arada taşıyan Haldun Dormen neden bilmiyor? Küba'nın (taaa Küba!) en genç ve yetenekli yazarlarından birinin oyununu büyük bir gururla sahneleyen Işıl Kasapoğlu, neden bilmiyor? Yeni yazarlara çağrı yaptığı halde, bir tekinin bile oyununu okumadan 'İstediğimiz gibi bir oyuna rastlayamadım' diyen Murat Daltaban neden bilmiyor? Örnekler o kadar çok ki, ama ben sıkıldım artık. Sıkıldım ama öyle kötü bir durum ki bu, ne 'Aman canım bilmezlerse bilmesinler, bu onların cahilliği' deyip, kenara çekilecek kadar umursamaz biriyim, ne de 'Bu ülkede iyi yazan ve adı duyulmamış çok yazar var' diye bağırmaya gücüm var.

"Tiyatronun bu kadar içinde olan insanlar bile, tahrikkar bir şekilde 'yazar yok' derken, diğerleri nereden bilsin bizi? Sanırım, artık eylemlerle adımızı duyurmalıyız. Duyurmalıyız ki, yok sayılmayalım. (...) Ben Haldun Dormen'e hitaben bir duyuru yazarak başlayabiliriz diye düşündüm. Ne dersiniz? Haldun Dormen'in deyimiyle, 'fışkıralım mı'?"

Hemen herkesin katıldığı bir tartışmaya yol açtı Ölce'nin iletisi. Bu arada tanımayanlara, yayımladığı oyunlardan örnek de vermek isterim Ölce'den: Toplu Oyunlar 1: Dün, Bugün, Yarın / Biletler İki Kişilik. (Mitos-Boyut, 2003)

İlk olarak Aytül Akal, Nurhan Tekerek, Hasan Erkek yanıt verdiler ona. Ama yanıtlar yeterli gelmemiş olmalı ki Ölce, ardı sıra bir ileti daha gönderdi:

"Dikkatinizi çekmek isterim ki, bu tür söylemler; varlığınıza, mesleğinize, isminize, eserlerinize, çabanıza, umutlarınıza, onurunuza, yarınlarınıza yapılan bir saldırıdır. Bu, sahip olduğunuz en değerli şeyin görmezden gelinmesidir.

Tehlikenin farkında mısınız?

Ben görmezden gelinmek istemiyorum! Oyunlarım oynansın veya oynanmasın -ki kesinlikle çok isterim oynanmasını, yadsıyacak değilim- bu ülkede, 'oyun yazarı' olarak anılmak istiyorum.

Oyun yazarlığının, saygın bir iş haline gelmesini istiyorum.

Saygı göstermeyenlere, hadlerini bildirmek istiyorum."

Bunun ardından biraz daha hareketlendi OYÇED ep grubu. Dinçer Sezgin, Kerem Kurdoğlu, Erhan Özçelik, Erbil Göktaş, genç yazar İnanç Su katıldı bu kez tartışmaya...

Demek oyun yazarları da "Tehlikenin farkında mısınız?" biçiminde bir soruya gelip dayandırmıştı işi...

ELDE FENER, NEYİ ARIYORUZ BİZ?..

On yıllar önce, artık aramızda olmayan bir arkadaşımızı Ankara'dan İstanbul'a uğurlamıştık, orada tiyatro yapmaya karar vermişti. Ertesi yıl, günlerini çokluk birlikte geçiren bir grup genç tiyatrocu olarak arkadaşımızdan çağrı aldık. Bizleri İstanbul'a bekliyordu, önemli bir konu vardı konuşmamız gereken, bunları tartışacaktı bizimle. Kararlaştırılan gün üç arkadaş yola çıktık, gece yarısı, otobüsün en arka koltuğunda yaptığımız yolculuğu bugünmüş gibi anımsıyorum.

Büyük düş kırıklığı yaşamıştık. Biz, kafamızda ne düşlerle gitmiştik, oysa arkadaşımız, konunun "kendisi" olduğunu söylemişti bize kısaca. Tiyatro yapmaya yapacaktı, ama bu tiyatro kendisini öne çıkarmalı, Türk tiyatrosu içinde ona özgü bir yer sağlamalıydı. "Yazıcıların Nusret" olarak da ünlenen arkadaşımız Nusret Çetinel, sonraları çeşitlendirerek yeniden yeniden öylesine yazdı ki bunu, her anlatışında gülmekten kırılırdık.

Evet, tiyatroda bir şeyler aradığımız ortada, iyi de neyi arıyoruz acaba?

Tiyatro topluluklarımız, tiyatro oyuncularımız, deneysele açılan genç gruplar neyi aradıklarının ayırdında mı dersiniz? Gerçekten hiç mi oyun yazarımız yok bizim? Yoksa aradığımız oyun yazarı değil de başka şey mi?

Geçmişten günümüze uzanan bir süreci dikkate alırsak neler söyleyebiliriz bu konuda?

Türkiye'de oyun yazarlığının, 1920'ler Ankarasındaki Ulusal Kurtuluş Savaşı paydaşlığından etkiler alarak (Buna Namık Kemal'in Vatan Yahut Silistre -1873- deneyimi de eklenebilir) yola çıktığı, bunun Halkevi döneminde pompalanan "cumhuriyet yurttaşı yaratma" davranışına dayalı oyun yazarlığı anlayışıyla günümüze ulandığı söylenebilir bana göre.

Tiyatromuzun söylemci yapısı, tiyatronun ille "okul" vb. eğitim kurumu niteliğinde alınmak istenmesi, estetik kaygıların hep geri plana itilmesine yol açıyor ne yazık ki. Bunun, bir şairler kuşağı tarafından ancak dizginlenebildiği kanısındayım kendi payıma. Örneğin Sabahattin Kudret Aksal, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, Necati Cumalı gibi oyun yazarı şairler sözünü ettiğim kuşak üyeleri arasında sayılabilir herhalde.

Tiyatromuzun oyun yazarları arayışının Muhsin Ertuğrul'dan kaynaklandığı da düşünülebilir. Nitekim ülkemizde Batı tarzı modern tiyatronun kurumsallaşmasında, bu çerçevede yapılandırılışında önemli pay sahibi olan Muhsin Ertuğrul'un çok oyun okuduğu, yeni yazarlara olanak sağladığı, onları desteklediği, sürekli oyun yazarı arayışı içinde olduğu biliniyor.

Bizde oyun yazarları, kaleme aldıkları oyunları sorunsal boyutuna çıkarabilmekte hep sıkıntı çekiyor görüldüğünce.

Bunu yalnız oyun için değil, roman, öykü türleri için de söylemek olası. Bu nedenle yapıtlar bir sorunun aktarımı, çizgiselliğe dayalı çözüm önerileri biçiminde geliyor genelde önümüze.

İşte 1950'lerde bu bağlamdaki değişimin öncüleri şairler oldu belki de. Onlar, tiyatronun olanakları içinde sanatı çizgisellikten çıkarırken ele alışlarını sorunsal boyutuna taşıyabildiler.

Yine bu dönemde, bunların yanında Aziz Nesin, Haldun Taner, Orhan Asena, Turgut Özakman, Güngör Dilmen, Adalet Ağaoğlu vb. yazarların da adları anımsanmalı. 1960'larla birlikte düzey iyice yükseldi. Özellikle Keşanlı Ali (1964) ile Sermet Çağan'ın Ayak Bacak Fabrikası (1965) adlı oyunları, sorunsalın sahne düzlemindeki söylemsel yanını kaldırdı neredeyse, tiyatroyu, gösteri sanatlarının en içinden kaynaklanan zenginliğiyle buluşturdu aynı zamanda.

Bundan sonrasında, dönemleri içinde 1960'lardan 1980'lere dek oyunları peş peşe sahnelenen yazarlarla karşılaştık: Güner Sümer, İsmet Küntay, Vasıf Öngören, Oktay Arayıcı, Dinçer Sümer, Bilgesu Erenus, Yılmaz Onay, Tuncer Cücenoğlu vb. 1980 sonrasında bunlara yenileri eklendi: Memet Baydur, Haluk Işık, Coşkun Irmak, Behiç Ak, Cuma Boynukara, Özen Yula, Civan Canova vb.

Peki yaklaşık kırk yılda ortaya çıkan, tiyatro izleyen kesimlerin kitlesel, yaygın desteğini kazanmış bu yazarlar kabul görmüyor da mı "oyun yazarı yok" diye kestirip atıyor kimileri? Bu görüşü benimseyenlerin ne kadarı ne oranda yazarları tanıyor acaba?

Öte yandan bu yazarlar gözden geçirildiğinde, her birinin ülkemizdeki toplumsal evrilişlere denk gelecek biçimde ortaya çıktıkları da söylenebilir.

Size şu kadarını olsun söylemeden bitirmeyelim yazıyı: Bizde yazarını arayan tek bir tiyatro hareketi, ötesinde grubu yok bana sorarsanız, ama dosyaları için kendilerine tiyatro arayan yüzlerce, evet evet yüzlerce oyun yazarı var!

Topluluklar, tiyatro yapıcılar kendilerini "dişi"leştirip ortaya çıkaracak oyun daha doğrusu dayanak arıyor, o kadar. Oyun yazarı dediğiniz de at izinin it izine karıştığı böyle bir dönemde süslenip püslenip piyasaya çıkıyor.

Ötekilerse bu tiyatro-tüketim yarılmasına bakıp küskünleşerek OYÇED'liler gibi içe kapanıyor bir ölçüde. Ödenekli tiyatroların vurdumduymazlığına, dramaturg raporlarıyla edebi kurul mizahına hiç girmeyelim bu yazıda.

Türk tiyatrosu kendi oyun yazarlarını aramadığı için geleceğe dönük açılımında sağlam dayanak bulamıyor bir türlü. Oyun yazarı da sahne bulamadığı için iyi oyunlar verimleyip yazamıyor... Ne oyun yazarlığı içselleştirilip sanatın kozasına gönül indiriliyor ne de tiyatro yapmak sahnede soluk alıp verme biçemine dönüşüyor.

Neydi bunun Türkçesi? Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan, değil mi?... İkisi de ittiği için birbirini, hiçbiri yok!


Cumhuriyet / KİTAP sayı: 920 / 4 Ekim 2007