Şimdiye dek, tiyatrom'dan alıntı yaptığımızda, yazı aktardığımızda, bir engelle karşılaşmıyorduk. Kopyalayıp, yayımlıyorduk...
Şimdi, tiyatrom'dan bir alıntı yapmak, yazı aktarmak oldukça zor. Hatta olanaksız!...
tiyatrom'dan bir yazıyı kopyalamak istediğinizde, şöyle bir uyarıyla karşı karşıya kalıyorsunuz:
"Lütfen verilen emeği kopyalamayınız Link vermek için birebir kopyalamanız gerekmez.. Teşekkür ederiz"
Biz de, Coşkun Irmak'ı aradık ve yazısını yayımlamak için izin istedik. Hiçbir ikirciklenmeye düşmeden, hemen izin verdi. tiyatrom'dan aktarıyoruz:
Yeni bir tiyatro dergisi çıktı: “Yeni Tiyatro”. Derginin Sorumlu Yazı İşleri Müdürü ve Genel Yayın Yönetmeni, Kocaeli Ün. Sahne ve Görüntü Sanatları Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr. Erbil Göktaş. Eşi, Yrd. Doç. Dr. Sema Göktaş, bölümün başkanı. Birkaç ay önce, öğrencilerle söyleşi yapmak üzere beni davet etmişlerdi. Söyleşiden sonra yemekte sohbet ederken, konu, çıkarmayı düşündükleri dergiye geldi. Sordum:
“Neden dergi çıkarıyorsunuz, buna neden gerek duydunuz?”
“Tiyatroda yeni bir soluğa gerek var. Bu dergi, yeni düşüncelerin, yeni insanların buluşacağı bir zemin olsun istiyoruz.”
“Derginin adı ne olacak?”
“ ‘Yeni Tiyatro.’”
“Bir dergi, tiyatroda nasıl bir yenilik yaratabilir ki; tiyatroda ‘yeni’ olarak ne yapılabilir?”
“Sanatsal, estetik bir yenilikten sözetmiyoruz. Daha çok, etik bir yenilik bu. Yeni bir duruş. Cesur, dürüst, açık bir duruş.”
Bu yanıt, bugünün koşullarında soruma alabileceğim en gerçekçi yanıttı. İlk sayıda yazı yazmam için de yeterliydi. İlk sayı çıktı. Derginin, adına ne kadar layık olacağı zaman içinde görülecek. Benim de “Malın Gözü” başlıklı bir yazım var dergide. “Sanat eseri”nin, kapitalist sistem içindeki “mal” oluş sürecine bir bakış. Konuya dair bir güncelleme.
“Yeni Tiyatro”daki yazılardan biri de, Sema Göktaş’a ait. Sema Göktaş, Gürcü rejisör Varlam Nikoladze’yle bir söyleşi yapmış. Güzel ve ilginç bir söyleşi. Bu yazıyı okurken, Varlam Nikoladze’nin Türkiye’de yaşadıkları karşısında kâh güldüm, kâh üzüldüm. Ama asla şaşırdığımı söyleyemeyeceğim. Anlattıkları içinde kendi yaşadıklarımla benzeştirdiğim yönler oldu. İçin için sevindiğimi de saklamayacağım. Hani filmlerde adam hayalet görür de; bunu söylediği zaman insanlar inanmaz, adama deli muamelesi yaparlar ve bir süre sonra adam da sessizliğe bürünür, yaşadığı gerçeği içine gömer. Benzer bir duyguyu yaşarım zaman zaman. Varlam Nikoladze’nin yaşadıklarını okuyunca, şöyle dedim:
“Oh be... Başka biri de görmüş işte hayaleti...”
Varlam Nikoladze diyor ki:
“(...) V.N.- (...) Ben aldatılarak Türkiye’ye getirildim.
S.G.- Aldatılarak?
V.N.- Evet. Aldattılar beni.
S.G.- Kimler aldattı?
V.N.- Bir grup insan. Gürcüler. Geliyorlardı, gidiyorlardı, her seferinde bana diyorlardı ki, ‘senin burada ne işin var, hadi gel bizimle beraber’, nereye ‘biz Trabzon’da çok büyük iş yapıyoruz falan’. Ne iş yapıyorsunuz? En son bana dediler ki, ‘Biz şimdi orada bir restoran satın aldık, o restoranı Gürcü restoranı yapacağız. Otelin altında bir restoran olacak, Gürcü restoranı olacak, iç dizayn yapmamız lazım, kültür programları filan falan...’ Ya dedim ne güzel. Gideyim ben yapayım bunu. Geldim buraya ve Trabzon’un çok kötü bir mahallesinde, neden yaptılar bunu, ben onu hala anlamış değilim, amaçları neydi anlamış değilim. Trabzon’un çok kötü bir mahallesinde, fuhuş yapılan bir otelde kalmak zorunda kaldım ve geri gitmek için para bulamadım. Temizlikçi olarak çalışmaya başladım. Bir süre çalıştım, sonra (...) Trabzon’da yeni açılmış bir Amerikan barında (...) müzisyen olarak çalıştım. (...)”
Varlam Nikoladze’yi kandırıp, Gürcistan’dan Türkiye’ye getiren Gürcü arkadaşları, O’na esaslı bir kazık atmışlar. Peki ya Türkiye’de yaşadığı sürü içinde edindiği arkadaşları? Bence hiç arkadaş edinememiş. Edinmiş olsaydı, biri çıkar, Hitler’in Nazi Almanya’sından kaçıp Türkiye’ye gelen profesörlerden söz eder, örnek verir ve Varlam Nikoladze’ye engel olurdu. Hangi konuda mı? Elbette, Türk vatandaşlığına geçmesi konusunda:
“(...) V.N.- (...) 2004’te Türk vatandaşı oldum. Çok bekledim ben bunu. (Sekiz yıl. y.n.) Her şey düzelecek, iyi olacak diye, ama tam tersine her şey çok kötüye gitti. Çünkü 2004 yılına kadar ben yabancı uyruklu sözleşmeli bir tiyatrocu olarak bütün rütbelerimle, bütün unvanlarımla...
S.G.- Doçenttiniz...
V.N.- Evet doçentliğimle, her şeyimle kabul edilmiştim ve uzun yıllar bu işi yapmıştım bu ülkede bu titr altında. Sonra Türk vatandaşı oldum ve her şey elimden alındı. Dediler ki, ‘Sen ilkokul mezunu musun?’ İlkokuldan başladık. Birinci sınıftan ikinci sınıfa geçerken, hangi sınavlara girdin, hangi puanları aldın, onu soruyorlar. Hepsini tek tek tanıtlamak zorunda kaldım ve YÖK benim üniversite mezunu olduğumu daha yeni onayladı. Şimdi sırada Sanatta Yeterlilik ve Doçentlik var. (...)”
Ya!.. Tükiye’de yaşamak kolay değil. Ama Varlam Nikoladze dua etsin ki, kendisi bir Gürcü. Ya Türk olsaydı? Kendisi adına çok memnunum ki, yarım asır Gürcistan’da yaşadıktan ve orada kariyer yaptıktan sonra gelmiş Türkiye’ye. Ya Türkiye’de doğmuş olsaydı?
Alışılmış, bilindik ve belirli kalıplar dışında bir sanat anlayışınız ve sanatsal gelişiminiz varsa, Türkiye’de kurumlar ve kurumlaşmış kafalar tarafından kabullenilmenize olanak yoktur. Ağızınızla kuş tutsanız, hatta aynı anda birkaç kuş tutsanız, şöyle derler:
“Evet, kuşları ağızınla tutmuşsun, güzel ama... Kuşlardan birinin poposu dışarda kalmış...”
Bakın Varlam Nikoladze neler de diyor:
“(...) V.N.- (... ) Bir rejisör oyunculuk yeteneği sahibi olabilir mi? Olsa da olur olmasa da. Ama çoğu zaman rejisör oyunculuk yapamıyor ve oyuncular da rejisörlük yapamıyor. Çünkü bunlar ayrı ayrı yeteneklerdir. Bunu iyi kavramalıyız. Ayrı ayrı.(...)”
Hiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii...
“(...) V.N.- Biz (reji bölümü öğrencileri. y.n.) oyunlarda veya parçalarda ve etüdlerde oyuncularla birlikte oynamak zorundaydık, oyuncunun kılığına girip onun yaşadığı sıkıntıları ve ihtiyaçları daha iyi anlamak için. (...)”
Ben de, tiyatro yönetmenliği için eğitim almayı isterdim. Ama benim bu eğitimi alabileceğim yaşlarımda, tiyatro bölümlerinde reji eğitimi verilmiyordu. DT’de önüme konan akla hayale gelebilecek engelleri aşmak için harcadığım enerjiyi, kendimi daha da geliştirmek için kullanmayı isterdim. Ben çalışkan ve çalışan biriyim, bununla gurur duyarım. En büyük gücüm budur. Pes etmem. Ama keşke enerjimin tamamını sanatım için harcama lüksüm olsaydı. Keşke engelli koşmasaydım...
Evet, Varlam Nikoladze. Yine de şanslısınız.
tıkla