18 Eylül 2007 Salı

Gerçeğe çağrı!...

Coşkun Büktel, bizim yazılarımıza, sürekli olarak link veriyor. Biz de, Büktel'in yazılarına link veriyoruz. Süreklilik kazanan bu link'leşme, beraberinde soru işaretlerini getiriyor:

"Bunlar (Büktel ile Bulunmaz) birbirlerine link vererek, ne yapmak istiyorlar?..."

Hemen yanıtını verelim: Gerçeğin doğmasını istiyoruz, gerçeğin yaşamasını istiyoruz, gerçeğin kök salmasını istiyoruz...

Bir de, şöyle bir soru gelebilir:

"Büktel ile Bulunmaz, sürekli olarak birbirlerine 'pas' verip, gerçek karşıtlarına 'pas' vermiyorlar..."

Onu da, bir benzetmeyle yanıtlayalım:

Varsayalım; Gerçekspor ile Sahtespor sahaya çıktı. İddialı bir maç başladı. Gerçekspor futbolcusu, ayağına topu aldı ve en yakın takım arkadaşına pas verdi. Bundan doğal birşey olamaz. Gerçeksporlu futbolcuya şunu söyleyemeyiz:

"Kardeşim, neden Sahtesporlu futbolcuya pas vermeyip, sürekli olarak Gerçeksporlu arkadaşlarına pas verip, gol atıyorsunuz?!."

İçindeki şarkı sözünün inceliğini duyumsayarak, aşağıdaki link yazısını, sırtınızı gerçek duvarına yaslayıp, tavşan kanı çayınızı yudumlarken, rahat rahat okuyabilirsiniz:


Orhan Aydın'ın isim vermeden, "kim yerse yesin" diyerek, "ortaya karışık" yaptığı suçlamaları, Hilmi Bulunmaz sert yanıtladı


Orhan Aydın, tiyatrom.com'da yayınladığı, hamasetten ibaret suçlama yazısına "Arınma" başlığını koymuş. Bir takım insanları isim vermeden suçluyor ve örgütlü olmayı, arınmayı savunuyor. Örgütlü olmanın önemini anlatmak için, yazısının bir yerinde Fransa'dan örnek veriyor:

"Örgütlü davranan sanat emekçisi yaratıcılar sistemle daha kolay hesaplaşmış ve haklarını mutlak almışlardır. Bir iki örnekle yetinirsek; geçen yıl Fransız tiyatrosunun kalbi Paris’te, gerekçesiz görevinden alınan bir sahne teknisyeni için tüm Fransa’daki tiyatro yaratıcılarının ayağa kalkması ve perde kapatmaya kadar uzanan direniş, teknisyenin görevine dönmesini ve haklarının verilmesini sağlamıştır."

Peki, acaba, Fransa'da, ülkenin en ünlü tiyatro profesörü, doğruları söylemek için halkın vergilerinden maaş alarak katıldığı otuz kişilik bir resmi toplantıda, bir Fransız yazarına iftira ederse; o yazarın (o anda oynanması talep edilen) bir oyunu için çalıntı imasında bulunur ve (aynı isimli bir başka oyun var olmadığı halde) aynı isimli bir başka oyunun var olduğunu söylerse ve bu yalanı söylediği, toplantının CD kaydıyla belgelenirse; Fransız tiyatrocular bu durumda ne yapar?

Türkiye'nin Orhan Aydın gibi "örgütçü" tiyatrocuları bu durumda sadece susuyorlar. Susarak, iftiracı Özdemir Nutku'yu pasif biçimde destekliyorlar. Yazar haklarını savunmak iddiasındaki bir örgüt (OYÇED) ise, iftirayı ve iftiracıyı savunmakta, pasif desteğin ötesine bile geçerek, iftiracı Nutku'yu OYÇED'e önce başkan, daha sonra da "onur kurulu üyesi" seçiyor (Bakınız: "Özdemir Nutku skandalı"); yani OYÇED denen örgüt, iftira ve iftiracıyla onur duyduğunu açıkça ilan ediyor. (Orhan Aydın gibi örgütçülerde yine "tık yok".)

Orhan Aydın gibi örgütçülerin sessizliğine güvenerek, OYÇED yarın öbür gün, iftiracı Nutku hakkında şöyle bir şarkı bile yapabilir:

Demokratik usuller
Sökmez bizim OYÇED'de
İftira zehir değil
Pekmez bizim OYÇED'de

Amaca giden yalan
Besin verir OYÇED'e
Şu gizli KU Klux Klan
Esin verir OYÇED'e

İftira onurumuz
Büktel'e kin doluyuz
Kariyer tutkunuyuz
Biz hepimiz Nutku'yuz

Orhan Aydın'ın isimsiz suçlamalarında, Nutku gibi iftiracılara, OYÇED gibi iftira destekçisi örgütlere, belgelenmiş iftirayı görmezden gelen site sahiplerine yönelik hiçbir ima yok. Bir profesörün otuz kişilik resmi bir toplantıda bir yazara iftira etmiş ve iftirasının, kendi itirafı ve CD kaydıyla belgelenmiş olması; sanki Coşkun Büktel'in özel sorunuymuş gibi; bu olay, sanki Türk tiyatrosundaki çürümeyi kanıtlayan en çarpıcı ve tek "belgeli" hakikat değilmiş gibi; Orhan Aydın dahil tüm "örgütçü" tiyatrocular susuyorlar. Susuyor ve "arınmaktan" bahsediyorlar.

Evet, Orhan Aydın gibi "suskun" aydınların "arınması" (görmezden gelinen "hakikate" sahip çıkması) gerçekten gerekli. Ama Orhan Aydın, ürkek imalar biçimindeki suçlamalarını ve arınma çağrısını, "kirli" tiyatroculara yöneltmiyor ki... Kirliliğe karşı çıkan üç beş "temiz" insana, hakikat severlere yöneltiyor.

Ben bir yazar olarak, hakikate sırt çevirip, sırf örgütlü olmak hatırına, OYÇED'e dahil olmayı ve OYÇED'le birlikte kirlenmeyi nasıl tercih edebilirim? Menfaatleri uğruna iftirayı savunan, iftiracıyla onur duyan insanlarla örgüt kurulmaz, ancak "çete" kurulur. Zaten OYÇED de, Ku Klux Klan'dan farksız bir yapı olduğunu pek çok kez kanıtlamıştır. (Bakınız: Büktel, "Hangisi daha gizli bir örgüttür: OYÇED mi, Ku Klux Klan mı?")

Orhan Aydın, örgütten yanaysa, "gerçekten" arınsın ve bize katılsın! Ben bu çağrıyı, umutla yapıyor değilim. Çünkü, örgütçülerin, "hakikate" değil, kelle sayısına önem verdiklerini ve hakikat etrafında örgütlenmeye yanaşmayacaklarını biliyorum.

Acar Burak Bengi ne demiş:

(...) "ama hakikat örgütlenemiyor. Belki de doğası müsait değil; örgütlenince hakikat olmaktan çıkıyor, din oluyor."

(Bengi, "Sansürlenen Tolstoy", Yokuş Yayınları, 2007. Sayfa 111.)

Aşağıda, önce Orhan Aydın'ın yazısına, sonra da, Hilmi Bulunmaz'ın cevabına link veriyoruz:

1. ARINMA..

2. ARINMAK İÇİN KİRLENMEK GEREKİR...

tıkla