22 Eylül 2007 Cumartesi

Koyunlara bile daha çok değer veriliyor!...

Yakın zamana dek, aşağıdaki gibi bir haber yada yorum okuduğumuzda: "İnsanları koyun yerine koyuyorlar!..." deme gereksinimi duyuyorduk... Ne var ki, insani değerler, o denli yozlaştırıldı ki, artık koyunlara ayıp olmasın diye, yukarıdaki benzetmeyi kullanamıyoruz... Şunu çok iyi biliyoruz ki, koyunların seçilmesi, beslenmesi, bakımı, gezdirilmesi, hatta eğitimi (evet eğitimi!) insanlarınkinden daha çok önemseniyor!...

Bize de zaman zaman gelen "Jüri Katliamları" ile ilgili bilgiler, somut kanıt içermediğinden, sitemize yansıtmıyoruz. Sözün burasında, okurların sesini duymaya başladık: "Ne yani, rüşvetin, tacizin, torpilin, avantanın, rezilliğin... kanıtı olur mu?!." Ne denir?... Okurlar da haklı...

tiyatrom'dan aktarıyoruz:


BİR İHTİMAL DAHA VAR ya da ÇOMAĞIN BİLİNMEYEN ÜZERİNDEKİ ETKİSİ


D. Cevat SAATÇİOĞLU


Her yıl olduğu gibi, bu yıl da birçok üniversitenin devlet konservatuvarı ve güzel sanatlar fakültesi, özel yetenek sınavları tamamlandı. ''Özel yetenek'' in anlamını ''bir türlü'' kavrayamamış (bilmeyen ya da anlamsız olduğunu iddia eden) öğrencilerin, Türkiye'nin dört bir yanına yayılmış konservatuvar ya da GSF.'lerin çeşitli bölümlerine hücum ettiklerini görmekteyiz.

Ben ''oyunculuk''tan bahsederken, diğer bölümler için dile getirmediklerimi, anlasın gelinim...

Üniversitelerin oyunculuk bölümleri için uyguladığı ''özel yetenek sınavları''nın gerekliliği / gereksizliği, doğru ve yanlışlığı, ahlaklı ve ahlaksızlığını tartışmayan, bu konuda çeşitli efsaneler duyup / üretmeyeni: Görmedim / duymadım / bilmiyorum. Bu efsanelerin aday üzerindeki etkisi: Jüri kaprisleri, adaya yaklaşımları, sınav içerisindeki manasız ya da sonunda elbet bir manaya dayandırdıkları / dayandıracakları istekleri; adayın neyi-nasıl düşünmesi, nasıl hazırlanması gerektiği fikrini -henüz sınava girmeden- altüst ediyor kanımca.

Örneğin X jürisinin Dario FO seviyor olması, adayın hazırlık süreci boyunca Dario FO okumasını, benimsemesini ve neticeten Dario FO çalışıp sunmasını zorunlu kılıyor. X jürisinin Türk Halk Müziği seviyor olması, adayın Türk Sanat Müziği okumaması için yeterli oluyor. Bu X jürisi siyah seviyor, lacivert hayranı, pembeden nefret ediyor, kahvesi bitip dışarıya çıkıyor, geldiğinde tiradı biten adayın seneye de gelmesi ifade ediliyor vs vs.

Bunlar, X diye adlandırdığımız jurinin, yıllar boyunca kendisi için çizdiği profil. Onlar, birilerinin (bu ''birileri'' genelde sınav öncesi sınav yeri önünde, oyuncu adaylarını toplayıp, hocalar ve sınavlar hakkında bilgi verip, adayların akıllarını ''çizilen profil'' olarak adlandırdığım saçmalıklarla dolduran / buna önderlik eden ve bunu neden yaptıkları çok çabuk anlaşılan (!), aynı bölümün 2. 3. 4. sınıf öğrencileri. Sınav jurileri, ''X hoca bundan hoşlanmaz, şunu yap'' denilmesi için bir şekil çizmişler, belli. Bunu yapmak için jurinin de bir yıl beklemesi gerek belki, belki de adayı anlayıp; kendisini onların yerine koyması için tek fırsat ve ''zorunluluk'' ama neticede bu izlenimi yaratmak için çok çalışmış, bunu da anlamamak zor değil... Bu sayede X jürisinin tavrı, Konya'da sınavı kaybedip, İzmir'de kazanmayı umut eden adayın; sınavı kaybetmiş olmanın verdiği sinirle, jürinin ismini ve tavrını zikretmesi -bir nevî reklamını yapması- için yeterli olmuş oluyor ve jüriyi görmemiş, duymamış, tanımayan aday için jüri ve tavrı; direkt efsaneleşip, ''deve'' yapılıyor.

İyi de kim bu X jürisi?

Bu yıl Yeditepe Üniverisitesi'ne 240 (birkaç aday eksik-fazla opsiyonu tanıyorum kendime) civarında ''oyunculuk adayı''nın başvurduğuna şahit oldum. Ve bu 240 adayın bir yıl boyunca hazırladıkları tirad-şiirlerin, yalkaşık ''2 dakika'' civarında ve bu 2 dakika içerisine, ''nerelisin ''küçük'' x, daha önce neler yaptın anlat bakalım'' sohbetini de iliştirerek yapıldığına şahit oldum. Ve aynı gün bitti sınav. (08.08.'07) 240 aday...

2 dakika süresince devam eden adayın, bölümü kazanıp kazanamamasının bir önemi olmadığı düşüncesindeyim. Yani 240 kişinin başvurduğu bir ''özel yetenek sınavı'' için sınavı kazanan ve kaybeden adayların birbirlerinden ne fazlası, ne eksiği olduğu düşünülmemeli.

Adana Çukurova Üniversitesi'nde (şu an) okuyan öğrencilerin bir kısmının ''s'' ve ''ş'' harflerini nasıl da ''utanarak'' kullandığını gördüm. Ya da aynı -renkleri atan- öğrencilerin, içinde bulundukları durum ''sağlanmamış'' ve ''yetmezmiş'' gibi, sınava girecek adayları (o meşhur jüri tanımlamalarıyla) hazırlamalarını gördüm. Ve sınavı kazanan adayların aynı okulda okuyan-mezun olmuş örencilerinin kardeşi, yeğeni, bilmem kimi olduğunu da...

Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nde bir aday, ''alt çenesi üst çenesinden önde'' olduğu için aşama dahi geçemezken, sınav esnasında hazırlandığı tiradını iki kez unutup ''kızaran'' adaya replik veren jüri tavrına da ve adayın ismini 2. aşamalar için listelerde görmesine de şahit oldum.

Erzurum Atatürk ve İzmir Dokuz Eylül Üniversiteleri'nin sınav yerleri önünde ''senin torpilin kimden'' şeklinde konuşulacak kadar rahat ve aday ve jürilerin de bu durumdan rahatsız olmadığı bir hava esmekte. Bunun adı ''işleyişe karşı teslimiyet''se, kimin ne söyleyeceği olur bilemiyorum; ancak 7. , 8. yılında inatla sınavlara girmeye hazırlanan bir adayın da aynı gemide olduğu bir yerlerde düşünülüyor/görülüyorsa: konu başlığını okuyucunun belirlemesini rica ediyorum...

300 küsur adayın başvurduğu D.T.C.F, 500 kişinin başvurduğu İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı, 600 küsur kişinin başvurduğu Mimar Sinan ve diğer üniversiteler için şahit olduğum bir şey yok:

-Ne güzel...
-Ne, güzel?
-Olumsuz bir şeye şahit olmamam.
-Ama ben şahit oldum?
-Peki, onu da sen anlat o zaman...

İyi de kim bu X jürisi?

Söyleyeyim...

Benim tanıdığım, bildiğim, ezberlediğim X jürisi; adayın bir senesini -adayın kapıdan girdiği andan itibaren- 40-45 saniye içerisinde gözlerinin önünden geçirir. Adayın adım atışından, adayın ilerki 20-30 sene içerisinde neler yapıp yapamayacağını bilir. Adayın Harpagon'u ''hırsız var!'' dediğinde, hemen gözlerinin önüne kendi Harpagon'unu getirir ve adaya o an ''teşekkürler'' der. Sınav yönergesine ''aday dilediği takdirde Sofokles, Tuncer CÜCENOĞLU, Aristofanes vs vs. oynayabilir'' diyerek adayın seçimlerini etkileyerek henüz adayla karşılaşmadan onun ''oyuncu olup olmayacağına'' karar verir ve tercihini o yönde kullanır. Zeki, çevik ve akıllıdır. Adayın hazırlandığı tiradı ve oyun yazarını / oyunu anımsamaz ve adaya ''pekii, bu oyun ne anlatıyor küçük x, yavrum?'' diyerek kızarmaktan kendini akıllıca çeker alır. Kahvesi soğur ve kahvesini tazelemek için dışarıya çıkar, diğer adaylara görünür, içerideki aday umurunda olmaz ama kahvesi taze bir şekilde yudumlanmaya hazır dururken; aday daha evvelden ''bir aksilik olursa'' (!) diyerekten kayıt olduğu diğer üniversitenin yolunu tutar. Gözün şaşı der, gözlüğünü takmaya üşendiği için. ''A! de bakayım, C! de bakayım'' der ve diksiyon problemini anında anlar / çözer ve ona göre davranır. X jürisi sahneye -yanına- kadar gelir, ilgilenir seninle sınavda. İlgilidir.. ''Bunu böyle yap, şunu da şöyle yap'' der. Zorunlu parça verir fakat oynamana müsaade etmez. Şiir-öykü ister, dinlemeye lüzum görmez. ''seni kim çalıştırdı yavrum'' demezse olmaz. X jürisinin tanımadığı ismi zikredersen hiç olmaz. Ağabeyin öğrencisidir, selam söyletir adayla; kerataya... Bunlar tabii işin magazinel boyutu. Önem teşkil etmez asla (!)

Siz deyin peygamber soyundan gelmiş, ben diyeyim Harry Potter el vermiş. Aday için hazırlanan ''özel yetenek sınav'' programı ''özel yetenekli'' X jürisinin adaylara karşı verdiği sınavdan öteye gidemez.

Kemal UNAKITAN'a atamalar için yapılması istenilen ''önemli'' ''torpilleri'' anlarım fakat; dramatik yazarlık bölümleri için yapılan torpiller ilginç gelir bana. (X Doçenti de şahsen tanırız, biliriz.) Oyuncu ''yapılmaya'' çalışılan adam okul da bitirir, 8-10 yıl devletten para yiyerek lokâlde de oturur. Ancak bir aday nasıl ''yazar'' yapılır anlamam.

X'in bildiği bir şey vardır muhakkak.

...

Kaybedenler sonunda fark eder ki, çomak her daim kendi ellerindedir...

tıkla