20 Eylül 2007 Perşembe

Barışarock'ta neler oldu?...

ALTERNATİF KÜLTÜR MÜ YOZLAŞMA KÜLTÜRÜ MÜ?

Bu metin, 2000 yılında, Mehmet Esatoğlu’nun taciz pratiğinden örnekler vermek ve konuya yaklaşımlarını açıklamak üzere Özgür Sahne Oyuncuları tarafından yazılmış ve Amatör Tiyatrolar Çevresi’nde tartışmaya sunulmuştu. Tartışmanın odağını yazının "YAŞADIĞIMIZ VE TANIK OLDUĞUMUZ OLAYLARDAN BAZILARI" kısmı oluşturmuştu.

ATÇ’deki tartışmalarda, Mehmet Esatoğlu’nun "Yanlışlıkla ya da bilmeden birilerini kırdıysam özür dilerim" savunması kabul görmemiş, sözlü ve yazılı tanıklıklara başvurulduktan sonra, ATÇ’ye üye toplulukların çoğunluğu, daha sonra bir bildiriyle de ilan edecekleri gibi, kasıtlı ve sistemli bir dizi taciz vakasının yaşandığı görüşüne ulaşmıştı. Mehmet Esatoğlu’nun o dönemde yönetmenliğini yaptığı İstanbul Sahnesi’nin konuyu taciz bağlamında ele almayı reddetmesi ve yönetmenlerinin ATÇ temsilciliğini sürdürmesinde ısrarcı olması nedeniyle, sorunun taciz gibi ele alınmamasını savunan Tiyatro Simurg ve Bakırköy Oyuncuları dışında kalan topluluklar ATÇ’den ayrılarak İATP’yi kurmuşlardı. Taciz karşıtı kampanya ise, Tiyatroda Cinsel Tacize Karşı Kadın İniyisatifi tarafından yürütülmüştü.

Orijinal metinde, tacize maruz kaldığını belirten kadınların adları açık olarak yazmaktadır. Bu metinde ise adların yerine "…" işareti konuldu. Bunun dışında bir değişiklik yapılmadı. Adların çıkartılmasının nedeni, metnin bir iç yazışma olması ve tacize uğrayan ya da suistimal edilen kadınların iznini almadan adlarının yayımlanmasının yanlış olacağını düşünmemizdir. Şu anda eski Özgür Sahne’den İATP-G ile ilişkisini sürdüren ve konu ile ilgili doğrudan bilgi alınabilecek bir kişi Fadime Yılmaz’dır. Halihazırda Zeytinburnu Halk Sahnesi’nde tiyatro çalıştırıcılığı yapmakta ve bu topluluğu temsilen İATP-G toplantılarına katılmaktadır.

İATP-G Yayıncılık İnisiyatifi


Çok kötü bir çağda yaşıyoruz… Başı sonu belli olmayan bir kaosun ortasına bırakılmış gibiyiz. Bir yandan Ortadoğu’da savaş sinyalleri veriliyor, diğer yandan Prag’da insanlar IMF politikalarını ve yeni dünya düzeni masalını tek bir yürek halinde protesto ediyor, sekiz milyon insanın açlık tehlikesiyle yüz yüze yaşadığını ispatlayan raporlar arka arkaya yayınlanıyor, kendi kimliğine ve diline sahip çıkma uğraşısında olan insanlara uygulanan zulüm ve baskı çalışmaları hızlandırılıyor, barış için gerçekleştirilen yürüyüşler engelleniyor, hala ve ısrarla azınlıklar rencide ediliyor, katlediliyor.

Doğal olarak düşünmeyi becerebilen her insanın aklına "ben bir birey olarak bu dünyanın neresindeyim" "bir şeylerin farkına varıyorum ama nasıl mücadele edebilirim" soruları takılıyor. Mücadele etmek, inançları uğruna savaşabilme gücü insanı her alanda etkin duruma getiriyor. Bizler de insanı yok sayan bu sisteme karşı sanat alanında üretime yönelen bireyleriz. İnsanın "tüketildiği ortama" set çekebilen her birey bulunduğu alanda yeni bir şeyler yaratmaya çalışırken, kendisiyle birlikte dış dünyadan bir takım olumsuzluklar da getirir. Bu nedenle hataların, eksikliklerin olması kaçınılmazdır. Bizler de bu tüketilme ortamına tiyatro alanında hayır demek için çaba harcıyoruz.

Genelde sanat, özelde ise tiyatro, bir kısım insanların başkaları üzerinde ezici bir biçimde baskı kurup söz ve eylem haklarının yok edildiği, üretimlerin ancak kimilerinin işine geldiği ölçüde takdir edildiği, hatta sınırı aşarak pohpohlandığı, oyuncuların göğüs ve kalça ölçülerine göre oyun yazılarak sahnenin teşhire terk edildiği, günün yorgunluğunun her gün değiştirilmesi gereken (!) bir kadın bedeni üzerinde atıldığı bir alan değildir, olmamalıdır. Muhalif ve alternatif tiyatro anlayışıyla hareket eden bizler sistemin ürettiği tiyatro anlayışına karşı üretim çabası içindeyiz. Bu da beraberinde belirgin farklılıkları yaratıyor. Ticaret mantığının egemen olduğu ilişkilerde "alan razı veren razı" anlayışı yaşamın her alanında geçerliliğini tartışılmaz bir şekilde kabul ettirirken, tiyatro alanında da bu ilişki biçimlerinin egemen olduğunu görüyoruz. Günlük yaşamın her alanında varolan bu yozlaşma, kültürel alanda da bütün biçimleriyle insan ilişkilerine sinmiştir. Muhalif ve alternatif tiyatro hareketinin içinde yer alan insanların da zaman zaman bu yozlaşma biçimlerinin etkisi altında kalarak, egemen anlayışın varlığını sürdüren ilişkileri kendi alanlarında, insan ilişkilerinde, aşk ve dostluk anlayışlarında yaşadığı görülmektedir. Bu nedenle aydınlanma ve insani mücadele iddiaları sistem anlayışıyla hiçbir farklılık taşımamakta ve söylemde kalmaktadır. Yukarda söylediklerimize en yakın örneği kendi yaşantımızda görüyoruz. Bizler Özgür Sahne oyuncuları olarak alternatif bir tiyatro anlayışıyla çalışmalar yaptığımızı düşünürken bu anlayışı içeren büyük bir olumsuzluk yaşadık. Bizler bu sistemin içinde yaşayan insanlar olarak kişiliğini tanımlayamama, yetkinleşememenin yanı sıra "susma" anlayışını da içimizde taşıyorduk. Bunu yaşadığımız bir yıllık çalışma sürecinin bizde bıraktığı olumsuz etkileri fark etmeye ve tartışmaya başladığımız zaman anladık.

Bunların yanı sıra bir sene boyunca oyunculuk, teorik ve teknik açıdan sahne üzerinde birçok hatalar yaptık, kendi aramızda tartışmalı dönemler geçirdik, fark ettiğimiz önemli yanlışlıklar olduğunu saptamamıza karşın bunu dile getiremedik.

Şimdi size yönetmenimiz, hocamız, oyun yazarımızdan söz edeceğiz. İşçi semtlerine, İstanbul’un en uç noktalarında bulunan okullarına, sendikalara, işçi atölyelerine kadar hiç erinmeden, hiçbir karşılık beklemeden, bir gün olsun yorgunum, param yok gibi yakınmalarda bulunmadan, içtenlikle koşup giden, gece sabahlara kadar, soğuk kış günlerinde çalışan, yardım eden bizden biri… Hataları ve zayıflıklarıyla her şeyiyle kendini insani mücadeleye veren bu insan biziz aslında, bizim insanımız. Bizlerde de az sonra anlatacağımız onun hatalarından bir parça var. Bunu hepimiz biliyor ve yaşıyoruz. Yıllardır kendini muhalif, alternatif tiyatro yaşamına, insani mücadeleye veren Esatoğlu’nun kendisine olduğu kadar hepimize zarar veren az sonra anlatacağımız yanlarını büyük sorun yapıp aşması gerektiğini düşünüyoruz. Devrimci tiyatro yaşamında insani mücadeleye yaptığı katkılara bir çoğumuz şahit olmuşuzdur. Örneğin bir tek şu olay bile onun bu yanlarını görmemize yeter: Bir gün Adnan Kahveci’nin okulları ziyaret ederek oralarda yapılan tiyatro eğitimlerini Esatoğlu’nun verdiğini öğrendikten sonra, çalışmalardan çok etkilenip bu tür çalışmalara katkıda bulunmak istemesi üzerine Esatoğlu’nun verdiği yanıt nettir: "Sizden bir tek şey istiyoruz. İşkenceyi durdurun!" Kahveci’nin "ne istersen iste ama bunu yapmam imkansız" demesi karşısında Esatoğlu, Diyojen gibi "gölge etme başka ihsan istemem" tavrıyla "siz gidin kendi işlerinize bakın, bu alanları bize bırakın" dediğini hemen herkes biliyor. Bugünün star sisteminde olduğu gibi önce övüp sonra eleştirmek değil amacımız. İsteğimiz her şeyi her yanıyla görebilmektir. Çünkü sorun Esatoğlu değil, onun şahsında ortaya çıkan bizlerin kişiliğidir.

Ahlaki değerlerin, tabuların ve sistemin dayattığı yaşam biçiminin sorgulandığı bir alan olan tiyatroda Mehmet Esatoğlu bizler için hocalık misyonuyla ve söylemleriyle karşı duruşun ifadesiydi. İlk bakışta olumlu bir izlenim ve hayranlık uyandıran M. Esatoğlu her şeyi olurlayan tavırlarıyla, olağanüstü esnekliği, ilişkilerdeki yumuşaklığı ile oyuncular tarafından sevilen ve saygı gören bir insandı. M. Esatoğlu kültürel yozlaşma alanında en belirgin ilişkileri yaşayan biridir. Cinsel sömürüye en açık alanlardan biri olan tiyatro ortamını kullanmaktadır. Bir ya da birkaç kişiyle ilişkisi olmasına karşın, bu esnekliği ve yumuşaklığı nedeniyle tiyatro kursuna yeni başlayan ya da tiyatro eğitimi almış olsalar bile kişisel gelişimini tamamlayamamış kadınlarla girdiği ilişkilerde ciddi bir çürümüşlük ve kokuşmuşluk ortamıyla birlikte bu anlayışı da yaratmaktadır. Bu etkilenme altında kalan insanların ortak özelliklerine değinmek gerekirse;

Birincisi ve en önemlisi çoğunluğunun genç olmasıdır. Neredeyse M. Esatoğlu’nun yarı yaşındaki genç kadınlar bu çemberin en önemli halkasını oluşturmaktadır.

İkincisi, genellikle ilişkilerin uzun yıllara dayandırılması, zaten ufak yaşta berbaerlik kurduğu, kişiliği henüz yeni oturmaya başlayan insanlara çok eşliliğin erdemleri (!) ince bir kurnazlıkla anlatılarak, özgür yaşam ile sıradan yaşam arasında tercihlerinin belirlenmesinde yardımcı (!) olunmaktadır.

Üçüncüsü, seçilen insanların grubun söz sahibi yani lider konumuna getirilmeye çalışılmasıdır. İlişki, flört ya da hoşlanma düzeyinde de seyretse başrollerin kendisine verileceği yarı şaka yarı ciddi bir ifadeyle aktarılıyor, hatta çalışmalarda sık sık "yönetmenin sözünü dinleyen başrolü alır, iyi oyuncu yönetmen istediğinde omzunu da verir…" diyerek bu anlayışı kabullendiriyordu. Pek çok kez, seçtiği oyuncunun bir yönünü abartıp pohpohluyordu.. Çok yetenekli bir insan olduğunu düşünen oyuncu, kendi içinde büyük bir yanılsama yaşıyordu. Bu durum ise kişinin gelişimini engelliyordu.

M. Esatoğlu hocalık misyonu, konumuyla, yönetmenliğiyle, kadınlara yönelik sıcak yaklaşımıyla bir çok kadının gözünde ideal eş, baba ya da sevgili modeli çiziyordu. M. Esatoğlu kadınlar üzerindeki bu etkisini çok iyi kullanıyordu.

Bizim kimsenin özel hayatına müdahale etmek gibi bir niyetimiz yok. Bu zaten bizim konumuz değil. Bizim tek istediğimiz bu anlayışı sorgulamak. Bir hoca öğrencisine de aşık olabilir, yakın bir arkadaşına da… Eğer bunu kronikleştiriyorsa, gurup içerisinde iki-üç kişiyle beraber olup (birbirlerinden habersizce ve aynı anda) daha sonra hayallerini, çalıştırdığı diğer guruplara da yansıtıyorsa, orada başka bir anlayış vardır ve sorgulanması kaçınılmazdır.

İnsanlar, bir kalıp makinesinden çıkmışçasına aynı ölçü ve ebatlarda varolmamışlardır. Bizim seçtiğimiz yolu başkasının da seçmesini hatta onaylamasını bekleyemeyiz. Kişileri eleştirirken özel hayatına konulabilecek her nokta asla ve asla tercihleri ile ilgili olmamalıdır. Bizi ne M. Esatoğlu’nun çok eşliliği, ne diğerinin duygusal ve cinsel hayattaki nötrlüğü, ne karşı cinsle ilişkiye geçmektense kendi cinsine eğilimi, yani eşcinselliği, ne de bizlerin tuhaf karşılayıp yaşayanın ise gayet doğal gördüğü bir ilişki biçimi ilgilendiriyor. Olayın dedikodu malzemesinden çıkarılarak etik, sosyolojik ve psikolojik olarak ele alınması; her ilişki biçiminin, yaşayan insan için, insani bir değerler bütünü mü yoksa çıkar anlayışının hakim olduğu yoz bir kültür artığı mı biçiminde kendini gösterdiğini araştırmak gerekiyor. İlişkiler içindeki tutarlılık kişinin kendi özsaygısının doğal bir sonucudur. Bizler Özgür Sahne oyuncuları olarak bir yıldır tanık olduğumuz, yaşadığımız, ancak müdahalede bulunamadığımız olaylar nedeniyle kendimize güvenimizi ve üretkenliğimizi yitirdik. Yaşadığımız olumsuzluklar nedeniyle bizler M. Esatoğlu’yla bir oyun deneyimi daha geçirmek istemiyorduk ama kendi aramızda, iki tarafı da kırmadan ne olursa olsun yaşanılan üretim sürecini de göz ardı etmeden gerçekleştirmek amacındaydık. Olayın ÇTÇ veya ATÇ gündemine alınması demek, tarafların haklılığını kanıtlamak amacıyla girişecekleri söz düelloları ve belki de kişisel yaşantılara, kişilik haklarına uygulanması olası gelen saldırılara kapılarını açma anlamını taşıyordu. Ama, hiç istekli görünmesek de ortada bir saldırı vardı. O5/10/2000 tarihli ÇTÇ toplantısında Özgür Sahne’ye yönelik sert eleştirilerin gelmesiyle bizlerin, görünenin ardındaki gerçekliği dile getirmek gibi bir sorumluluğu üstlenmesi gerekiyordu.


YAŞADIĞIMIZ VE TANIK OLDUĞUMUZ OLAYLARDAN BAZILARI


…’nin yaşadığı ve tanık olduğu olaylar:


Birkaç yıl önce M. Esatoğlu "Ne Olacak Bu durumda Memleket" oyununu sergileyeceğimiz bir akşam, kuliste sahneye çıkmak üzere sıramızı bekliyorduk. Kulisin sahneye yakın kısmında dururken M. Esatoğlu yanıma geldi. Onu bir insan, bir yönetmen olarak gerçekten seviyordum. Kadınlarla ilişkisinin ne düzeyde olduğunu bilmiyordum, ancak ona iyi niyetle bakıyordum. Sahneye çıkmaya yakın bir zamanda M. Esatoğlu yanıma geldi ve birbirimize her zaman yaptığımız gibi sevecenlikle güldük. Elini omzuma attı, biraz sonra sağ omzumda duran elini göğsümde hissettim, şaşırdım; bir yanlışlık olduğunu düşünerek elini tutup yavaşça omzumdan aşağı ittim. Yıllar sonra tanık olduğum başka bir olay bana daha önce yaşadığım bu olayın yanılsama olmadığını gösterdi.

Çalışmalar hangi konuyla başlarsa başlasın sonunda cinsellik üzerine odaklanıyordu. Arkadaşımız F. Sönmez’in kadınlar üzerine yazdığı bir oyunun doğaçlamalarını yaptığımız bir çalışmadan söz etmek istiyoruz. Bu çalışmanın başlangıcında M. Esatoğlu yaklaşık bir saat çeşitli ilişki ve aldatma biçimlerinden söz etti. Konuşmanın ardından her oyuncunun yaşadığı ya da kurguladığı bir cinsel tacizden söz etmesini istedi. Bütün oyuncuların yüzü duvara dönüktü, ışıklar kapalıydı. Oyuncular bir süre sessiz kaldıktan sonra iç dünyalarındaki bir şeyleri anlatımlarla ifade etmeye başladılar. Duygusal bir ortamda insanlar, yaşadıkları ancak karşı koyamadıkları, her birinin yaşamında travma sayılabilecek olaylar anlattılar tek tek. Bu çalışmada adını koyamadığım bir tedirginlik, ortama ve anlatımlara yönelik kuşku ve güvensizlik hissediyordum. Bu güvensizlik yalnızca o anda anlatılanlardan kaynaklanmıyordu. (Çünkü o sıralar M. Esatoğlu Özgür Sahne oyuncularından ilki kişiyle (… ve …) birbirlerinden habersiz sevgili denilebilecek bir ilişki yaşıyordu. Bu konuyu birazdan açacağız.) Tüm bunlara karşın otuz yıldır sanatla uğraşan, yazar, yönetmen ve oyuncu olan, insan psikolojisini çok iyi bilen, tiyatro alanında bir misyon taşıyan M. Esatoğlu’nun tiyatro alanını böyle acımasızca kendi tatminleri uğruna kullanacağına inanmak istemiyordum. Gözlerimiz kapalı süren çalışmada, içimde oluşan tedirginlikle gözlerimi açtım. Gözlerimi bir süre karanlığa alıştırıp M. Esatoğlu’nun bulunduğu yeri, nerede olduğunu görmek istedim. Benden en fazla bir buçuk metre ötede ve çaprazımda kalan M. Esatoğlu’nun başka bir arkadaşımızı (…) belinden tutup öptüğünü gördüm. O an yaşadığım şaşkınlıkla gördüğüm şeyin yanılsama olduğunu düşündüm. Kimseye açmadım. Ancak olayın bir yanılsama olmadığını kısa sürede öğrendim, öğrendik. Olayın mağduru arkadaşımız birkaç çalışmaya suskun bir şekilde katıldı. O da diğerleri gibi olayı açıkça konuşma cesareti bulamadığından, arkadaşlarımızdan bir kişiye konuyu açtıktan sonra çalışmaları terk etti. Arkadaşımızın çalışmaları bırakmasının ardından bizler aramızda olayı konuşup ne yapacağımızı saptamaya çalıştık. Zaten o dönemde yeni kurulmaya çalışılan ve henüz tamamıyla birbirini tanıma sürecini yaşayamayan bizler aramızda neyin ne kadar konuşulacağını kestiremiyorduk. En önemlisi M. Esatoğlu ilişkileriyle, davranışlarıyla sürekli yaptığı cinsel esprileriyle bizlerde güvensizlik ve rahatsızlık yaratıyordu. Bu sırada başka bir olay patlak verdi.

M. Esatoğlu bir süredir Özgür Sahne oyuncularından biriyle (…) öğrenci ya da eğitimci ilişkisinin dışında duygusal ve cinsel ilişki yaşıyordu. Ancak bununla da yetinmeyip grubun diğer oyuncularından bir diğeriyle (…) benzer bir ilişki kurmaya çalıştığını öğrendik. Bu duruma maruz kalan iki oyuncudan biri diğerinin ilişkisinden habersiz ona açtığında olay açığa çıktı. Olayın mağduru iki arkadaşımız yaşadıklarını biz, diğer grup üyeleriyle paylaştı. Burada … arkadaşımız Esatoğlu’nun birlikte olma istemine net tavır alarak "ben böyle ilişkilerin içinde olamam" çıkışı yaptı. Bu süreçte ilişkide olduğu … arkadaşımız çelişkiler yaşıyordu. Esatoğlu’na olan duygusal zayıflığı ve içinde bulunduğu psikolojiyle sağlıklı düşünemiyor, net ve keskin tavırlar sergileyemiyordu. Bu durumun üstesinden gelebilmek için zamana ihtiyaç duyuyordu. Şimdilik geçelim. Bir gece sabaha kadar Esatoğlu’nun ilişkilerini, insanlar üzerindeki olumsuzluklarını yaşamak istemediğimizi konuşarak, yaşanan olayları bir araya getirip çözümlemeye çalıştık. Tiyatro ve sanatın ne kadar dışına itildiğimizi, yaşanan birkaç aylık süreçte deyim yerindeyse "cinsel yaklaşım ve ilişki" eğitimi aldığımızı fark ettik. Durumun en acı yanıysa, açıkça yaşanan cinsel sömürülerde, tecavüz ve tacizlerde bile yaşayan kişilerin egemen anlayışın bastırıcı ve susturucu gücüyle kişilerde yarattığı korku ve her birimizin duymasıydı. Egemen anlayış, olayı yaşayan mağduru bir anda suçlu konumuna getirebilir. Ayrıca Esatoğlu’nun bu yaklaşımı bir çok yerde biliniyordu. Olayların mağduru yalnızca bizler değildik. Ancak fark ettiğimiz bir durum var ki, kimse böyle bir şeyin rahatsızlığını hissetmiyor, dile getirmiyor ve bunu bir sorun olarak görmüyordu.

Bizler Esatoğlu’yla bu durumu konuşmaya karar verdik. Ve rahatsızlığımızı kendisine açtık. Grupla yaşadığı ilişkileri olumlu bulmadığımızı, bu ilişkilerin bizi sanatsal üretimin dışına ittiğini, her birimizde güvensizlik, kuşku ve gerginlik yarattığını söyledik. (Bu konuşmayı İnsancıl Atölyesi’nin açılmasından bir ya da iki ay sonra yaptık.) Esatoğlu bunun özel yaşantısı olduğunu söyleyerek konuyu kapatmamızı istedi. Israrcı olduğumuzdaysa konuşmamızı istemedi. Bizler, bunun "özel" yaşantıya sığdırılamayacağını, grup içinde genel olarak yaşatılmaya çalışılan bu durumun, yapılan çalışmaları, insan ilişkilerini, burada bulunmanın hedefini saptırdığını, böyle bir ortamda sağlıklı düşüncenin ve üretimin gerçekleşemeyeceğini söyledik. Esatoğlu grubun üzerindeki etkisini kullanarak susmamızı, bizlerle bu tür bir ilişkiye girmeyeceğini söyledi. Yine susmak zorunda kalışımız, konuyu çözümlemeye yönelik bir gelişmenin olmayışı, her birimizi güvensizlik duygusuna itti. Bu konuşmadan sonra Esatoğlu’nun tavırlarının değişip olumluya doğru gideceğini büyük bir olasılıkla düşündük. Ancak hiçbir şey değişmedi ve olumsuzluklar artarak üretimsizliğimizin en üst aşamasını yaşadığımız, yaratıcılıklarımızı yitirdiğimiz "Ortaoyunu" sürecine dek getirdi bizleri.

Esatoğlu ile yaptığımız her çalışmada gerginlik yaşıyorduk. O ise bu rahatsızlıklarımızı, sürekli gülen yüzüyle ve art arda yaptığı esprilerle savuşturmaya çalışıyordu.

Şimdi … arkadaşımız yaşadığı bir olay için soruyor:

"Söyler misiniz lütfen, ‘tacizci biri sizi yakalasa ne olurdu?’ şeklindeki bir doğaçlama çalışmasında bir oyuncunun iki kolunu da güya oyun gereği sıkı sıkıya tutan bir çalıştırıcının, sonra da oyuncuyu dudaklarından öpmesi ne anlama geliyor? Böyle bir durumda her prova esnasında sizin psikolojiniz ‘ya bana gereksiz yere dokunursa’ şeklinde etkilenmez mi?"

Aniden öpülme karşısında yönetmene tepki gösterdiğimde Esatoğlu "tacizi gösteriyorum" diyerek olayı kapatmaya çalıştı. Esatoğlu’nun oyuncularla olan ilişkisinin nerede sanat, nerede taciz, nerede gülmece olduğu karmaşası yaşanıyordu. Çünkü; toplumun ahlaki değerlerinin, tabuların sorgulandığı bir alan olan tiyatroda yerleşik değerler kabullenilmez, yaşanan çalışmalarda insanlar "namus" anlayışıyla hareket etmezler. Burada çalıştırıcı konumunu kötüye kullanıp oyuncularının mahremiyetine girerken bunu sanatla ört bas etmeye çalışırsa, oyuncu için bu durum yalnızca algılama ve sezgi düzeyinde kalır ve adını koyamaz.

Esatoğlu genelde sanatın özelde tiyatronun bu yanını açıkça kullanıyordu. Ancak bizler durumu yalnızca algı ve sezgi düzeyinde yaşamıyorduk. Anlattığımız çelişkiler bizim böyle bir çelişkide netleşmemizi sağlamıştı.

Esatoğlu’nun esnek alan olarak kullandığı bir şey daha vardı.: Gülmece. Yaşanan bütün gerçeklikler bir gülmece unsuru haline getiriliyor, insanların bu durumu ciddi bir biçimde ele alması engelleniyordu. En ciddi olumsuzluklar bile topluluklar içinde espri halinde dile getirilerek meşrulaştırılıyordu.

Yaşanan bir başka olgu da TİYATRO EĞİTİM ÇALIŞMALARI’ydı. Bu çalışmalara katılan oyuncu adaylarından bir çok kişi çalışmalara aktif olarak katılmıyordu. Çalışmalara kendi isteğiyle gelen bu insanlar neden üretimde bulunamıyorlardı sorusu sık sık aklımıza takılıyordu. Bu insanlar arasında da gizliden gizliye bir güvensizlik, çekingenlik ve kapalılık vardı. Oyuncu adayları bir yıl süren bu eğitim içinde sahne üzerinde yapılan çalışmalarda vücut gerginliğinden kurtulamadılar. Yıl ortasına doğru oyuncu adaylarında gözle görülen bir isteksizlik ve ardından azalma yaşandı. Bu çalışmalarda bulunan insanlarla yaptığımız konuşmalarda benzer olumsuzlukların yaşandığını öğrendik.

Örneğin, Pazar günkü çalışmalardan birinde, çalışmalara katılan oyuncu adaylarından biri hızla çalışma alanını terk ederek çay ocağının bulunduğu yere geldi. O sırada Özgür Sahne oyuncularından iki arkadaşımız oradaydılar (Özgür, Fidan). Kursiyer arkadaşımız elindeki çantasını hızla yere fırlatıp "Allah kahretsin bu ahlaksız herifi" diye bağırdı. Kendisiyle konuşmaya çalıştığımızda şöyle yanıt verdi: "Böyle bir yönetmenden ve onun yarattığı ilişkilerden nefret ediyorum." "Buraya bir daha ayak basmayacağım" diyerek çekip gitti. Bu arkadaşımızın ismini kendisinin çekinmesi üzerine burada vermeyeceğiz ama gerekirse sorumlu gördüğümüz arkadaşlara ayrıca belge olması açısından söyleyebiliriz.

Yine Pazar çalışmalarında yer alan insanlardan bir çoğu, Esatoğlu’nun nasıl biri olduğunu, kişiliğini, kadınlara nasıl baktığını atölyede bulunan herkese soruyorlardı. Pazar günkü çalışmalarda oyuncu adaylarının arasında bir dedikodu ortamı oluşmuştu. Herkes birbirine kuşku, güvensizlik ve acaba sorusuyla bakıyordu. Bu kuşku ve güvensizliğin nedenleri Esatoğlu’nun kadınlarla günlük ilişkisindeki tutumuydu.

Bu çalışmalarda yer alan bir kursiyeri (…), 27 Mart öncesi tek kişilik bir oyun üzerine çalıştırmıştır. Bu çalışmanın bitiminde, Esatoğlu, oyuncu adayını dudaklarından öpmüştür. Oyuncu adayı bu durumu kurstaki arkadaşlarına aktarıyor ve insanlar açıkça konuşmasalar da hemen herkes bu durumun farkında olarak çalışmalardan uzaklaşma süreci yaşıyorlar. … arkadaşımız kendisiyle ilgili bölümü ayrıca yazıp aktaracaktır.

Tiyatro grupları arasındaki ilişki hem atölyenin genel sanat yönetmeni hem de grupların yönetmeni, yazarı ve oyuncusu olan Esatoğlu tarafından görmezlikten geliniyordu. Yaşanan süreçlerin, insanları ve atölye çalışmalarını geri dönülemeyecek bir noktaya getirdiği, belli bir misyon yüklenmiş olan Esatoğlu ve sorumlular tarafından açıkça görüldüğü halde bu durumun vehameti göz ardı ediliyordu.

Sonuç olarak;

Ellisine merdiven dayamış bir adamın on sekiz veya yirmi yaşındaki genç-deneyimsiz insanlarla kurduğu bu çeşit diyaloğun açıklamasını eğer bizler yanlış algılıyorsak sizlerin de biraz gözlemleyerek tahlil etmenizi rica ediyoruz. Yanlı ve tek düze (‘zorla mı yaptık kardeşim, istemese olmazdı’ vb biçiminde) bir açıklamanın gerçekleşmemesi açısından çevremizdeki üçüncü gözlerin acilen devreye girmesi gerekiyor.

"Alan razı veren razı" mantığına şiddetle karşı çıkıyoruz. Özgür Sahne oyuncuları olarak sistemin dayattığı her türlü çirkin ilişkinin oyuncağı olmak istemediğimizi belirtirken, sadece kendimizin değil, çevremizdeki insanların da aynı sorunlarla karşı karşıya kalmasını önlemeye çalışıyoruz. Üç kuruşluk bir tatmin uğruna grubumuzdaki bazı arkadaşlarımızın grubu terk etmesine, Pazar günleri yapılan tiyatro kurs çalışmalarında insanların, kur yapılanlar ve yapılmayanlar, beraber olunabilecekler ve olunamayacaklar, kandırılabilecekler ve kandırılamayacaklar biçiminde ayrılarak verimin düşürüldüğüne şahit olduk. Bizler Esatoğlu’nun her grubunda aynı zaman diliminde beraber olduğu en az bir kadının varlığını biliyor, grupların aynı bizler gibi, çatışmalı süreçler yaşadıklarını, dolayısıyla verimlerinin düşüşe geçtiğini fark edebiliyoruz. Olay "ben bunu yaptım, sen de şunu yaptın" "ben buysam eğer, sen de şusun" mantığına dökülürse, bizlerin bu koltuklara oturup, ne tiyatro ne de varolan anlayışlara alternatif olma hakkımız kalmaz.

Bir toplulukta yer alan insanların zaman ilerledikçe birbirlerine daha sıkı duygularla bağlanması hatta içlerinden birini ya da bazılarını seçerek özdeşim kurması doğaldır. Önemli olan her sorun ve olaya objektif yaklaşıp değer verilen insanın da hatalarını görebilmek ve onu sağlıklı bir biçimde değerlendirebilmektir. Duygusal bakış açısının devreden çıkarılarak eleştirel bakışın getirilmesi işte bu yüzden gereklidir. Bir toplulukta bir kişiliğin analizi diğer insanların da iç dünyalarına girmemizi sağlayabilir. Bazen bir kişinin düşüncesi grubun ortak akarıyla çatışabilir. Hatta büyük kavgalara kapı aralayıcı olabilir. Böyle bir durumda insanlar, fikirlerindeki doğruluğa inanıyorlarsa sonuna kadar mücadele etmelidir. Bu yüzden de bizler, sizden kim olursanız olun bütün duvarlarınızı ve önyargılarınızı geride bırakarak birer birey olarak hiçbir etki altında kalmadan karar vermenizi diliyoruz. Aksi, egemenin hegemonyasında, tekrarcı, yenilikçi olmayan ve bazen de insanların sağlıksız bir pasifizasyonunu sağlar.

Olay artık tiyatro üretim sürecini aşarak bir çeşit cinsel tatmin olayına dönüştürülmüştür.

Son olarak diyeceğimiz şu ki; artık bu duruma birilerinin dur demesi gerekmektedir, bize yönelebilecek her türlü saldırıyı göze alarak, zayıflıklarımızın da bilinciyle kendimizden başlayarak üzerimize yapışan bir örtüyü hızla çekerek işe başladık.

Şimdi söz sizlerin arkadaşlar!

Özgür Sahne Oyuncuları

tıkla


(Ayrıca) tıkla:
Barışarock'ta neler oldu?... 1
Barışarock'ta neler oldu?... 2
Barışarock'ta neler oldu?... 3
Barışarock'ta neler oldu?... 4
Barışarock'ta neler oldu?... 5
Barışarock'ta neler oldu?... 6
Barışarock'ta neler oldu?... 7
Barışarock'ta neler oldu?... 8