13 Eylül 2007 Perşembe

Barışarock'ta neler oldu?... 8

Mehmet Esatoğlu ile Söyleşi...

Gölge Tiyatro


Soru: Kendinizi tanıtır mısınız?

M.Esatoğlu: Ben bir amatör tiyatrocuyum. 1969 yılında lisede tiyatroya başladım. Fatih Halkevi’nde sürdürdüm. 38 yıl değişik amatör tiyatrolarla çalıştım. 15 oyun yazdım. 28 oyun sahneledim. Başta Küba olmak üzere dünyanın 7 ülkesinde sahneye çıktım oynadım, oyunlarımı sahneledim. 4 yıl radyo tiyatrosu yaptım. 100 oyun seslendirdim. Çocuklarla, gençlerle drama çalışmaları yaptım. Evrensel Kültür ve İnsancıl Dergileri’nde yazılar yazdım. Yazdığım denemeler “Düşten Gerçeğe Perdeci” adlı kitapta toplandı.

Soru: Yazılarınızda ve konuşmalarınızda genellikle amatör tiyatro yaptığınızı ifade ediyorsunuz. Sizce nedir amatör tiyatronun anlamı ve profesyonellikten farkı?

M.Esatoğlu: Sanat amatörce yapılması gereken bir etkinliktir. Profesyonellik yani sanatın para karşılığı yapılması sanatın özüne aykırıdır. Gördüğünüz bir güzelliği ya da doğruyu topluma anlatmanın, onu insanlarla paylaşmanın parasal bir karşılığı olamayacağını düşünüyorum. Bu yüzden zaman zaman profesyonel alanda çalışsam da sanat üretirken bunu hep amatörce yaptım. Amatör tiyatroyu bir yaşam biçimi haline getirdim. Amatör Tiyatroların tarihi çok eskidir. İnsanın ilk oyun oynayışından bu yana vardırlar. Her şeyin alınır-satılır olduğu dünyada ise amatör tiyatro yapmak sanat alanında farklı bir duruş demektir. Bu duruş kendi içinde sanatın metalaşmasına karşı bir tavır anlamına gelir. Ben de amatör alanı böyle bir bakışla seçtim ve ürettim.

Soru: Ülkemizdeki amatör tiyatroların örgütlenme çabalarından söz eder misiniz?

M.Esatoğlu: Amatör tiyatroların ilk örgütlenme çabaları 60’lı yıllarda başlıyor. Değişik şenliklerde, festivallerde bir araya gelen topluluklar örgütlenmek için tartışmalar yapıyorlar. Ancak henüz kendi iç örgütlenmelerini var edemedikleri için bunu başaramıyorlar. 70’li yıllarda kurulan iki ayrı dernekleşme çabası da yine aynı nedenlerden ötürü kalıcı olamıyor.

Soru: Amatör tiyatroların örgütlenme çabaları içinde Amatör Tiyatrolar Çevresi’nin yeri, durumu ve yaptıkları nedir?

M.Esatoğlu: 80’li yılların başında örgütlenme çabalarına girişen Amatör Tiyatrolar Çevresi (ATÇ) kendi iç örgütlülüğünü kotarmış toplulukların çabasıyla uzun yıllar amatör toplulukları bir arada tutmayı başardı. ATÇ yalnızca amatör topluluklar arası bir dayanışma örgütlenmesi olarak kalmadı, ülke tiyatrosu ve onun sorunları üzerine önemli tartışmalar yaptı. Çözüm önerileri getirdi. 12 Eylül karanlığında kurulan ve mücadele eden ilk örgütlenmelerden biri oldu. Sanatı kuşatmaya çalışan her türden gerici yaklaşımı teşhir ederek onlarla mücadele etti. Tiyatro alanına gerek ideolojik gerekse estetik kaynaklar sundu. Sahnenin devrimci atılımlar yapabilmesi için olanaklar ve ortamlar hazırladı.

Soru: ATÇ’nin iç yapılanması nasıl işliyor?

M.Esatoğlu: ATÇ İstanbul içindeki amatör tiyatroların bir örgütlenmesi. Yönetimi yok, başkanı yok. Masanın etrafında kimler varsa onların kararlarıyla yürümüş bir örgütlenme. Tabela örgütlerinin aksine onu savunacak ve yaşatacak bir taban yoksa var olmayacak bir örgütlenme.

Soru: ATÇ amatörlerin ülke çapında ve uluslararası örgütlenmesine nasıl bakıyor? Bu alanda çabalar harcamış Amatör Tiyatrolar Üretim Kooperatifi (ATÜK) ile nasıl ilişkiler kurdunuz?

M.Esatoğlu: Amatörlerin ülke çapında ve uluslararası düzeyde birlikteliği ATÇ’nin hep gündeminde olmuş bir konu. ATÇ 1980’li yılların ortasından itibaren bir yandan kendi iç örgütlenmesini genişletirken öte yandan da katıldığı her türlü şenlik ve etkinlikte bu örgütlenmenin oluşmasının koşullarını araştırdı. 80’li yılların ikinci yarısında gerçekleşen gerek İstanbul gerekse Ankara şenliklerinde bir araya gelen topluluklar yoğun bir biçimde birlik tartışmaları yapıp bazı adımlar atsalar da uzun vadede bunun yükünü taşıyamadılar. ATÇ bu koşullarda kendini ülke çapında bir birlikteliğin adresi ilan etmedi. Birliğin ülkenin dört bir yanında hareketlenmeye başlayan amatör toplulukların kendi çabalarının eseri olması gerektiğini söyledi. ATÇ’nin bir başka çabası da uluslararası alanda oldu. 1990 yılından itibaren Uluslararası Amatör Tiyatrolar Birliği (IATA) ile bağlar kurmaya çalıştı. 1991’den itibaren IATA’nın kongrelerine temsilci gönderen ATÇ, bu alandaki örgütlenme çabalarını ve tartışmaları ülkedeki amatör tiyatroların gündemine taşıdı. Amatörlerin ülke çapında birlikteliği ise 1997’de Denizli’de bir amatör tiyatrolar kurultayındaki tartışmalar ve bunun ardından Ankaralı ve İstanbullu amatör tiyatrocuların örgütleme çabalarıyla gerçekleşti. Amatör Tiyatrolar Üretim Kooperatifi (ATÜK) 2005 yılına kadar bu alanda önemli çabalar harcadı. Ancak birliği var eden toplulukların gücünü yitirişi ve geri çekilmesiyle etkinliğini sürdüremez oldu.

Soru: Uzun yıllar İstanbul Sahnesi ve Tiyatro Simurg’la oyunlar ürettiniz. Bu deneyimler hakkında neler söyleyeceksiniz?

M.Esatoğlu: İstanbul Sahnesi ve ardından Tiyatro Simurg benim son 20 yıl sürekli çalışma yaptığım topluluklardır. Tabii bu arada başka topluluklarla da çalıştım yurt içinde ve yurt dışında. İstanbul Sahnesi 1986’da kuruldu. Bu toplulukta benim 1970’li ve 80’li yıllarda birlikte tiyatro çalıştığım arkadaşlarım vardı. 1977’de birlikte tiyatro yapmıştık. İstanbul Sahnesi kurulurken 11 yıl geçmişti. Biz hala birlikteydik. 1986’da Mehmet Bayazıd Lisesi’nden yetişenler de aramıza eklenince ortaya çok iyi bir topluluk çıktı. Deneyimli, tiyatroyu deliler gibi seven bir ekip. 10 yıl boyunca ülkede ve Avrupa’da önemli çalışmalar sergilemiş bir topluluktur İstanbul Sahnesi. 80’lerde ele aldığı konular ve 1990 ortasında ulaştığı estetik düzey önemlidir. Yalnızca oyun üretmekle kalmamış sanat alanının örgütlenmesinde de önemli çabaları olmuştur.

Tiyatro Simurg ise 1997’de kuruldu. Zorlu koşullarla boğuştu. Topluluğu oluşturanlar kendilerini hızla geliştirip zorlu oyunlarla boğuştular. Süreç içinde üç oyuncunun yarattığı bir iç örgütlenme ile onlar da 10 yılı arkalarında bıraktılar. İstanbul Sahnesi’nin yarattığı dayanışmacı ve örgütleyici tavra sahip çıktılar. Ne yazık ki İstanbul Sahnesi’ne sunulan bir dolu olanağa onlar kendi çabalarıyla ulaşmak durumunda kaldılar. Her iki topluluk da kendine özgü birer örgütlenme biçimi yarattılar. Kendi metinlerini yaratma konusunda yeteneklerini geliştirdiler. Metinlerin yazarı her ne kadar ben görünsem de onlar bu metinlere çok yoğun metin ve oyunculuk malzemesi taşıdılar. Kendi içlerine kapanmak yerine çevrelerindeki topluluklarla ilişkiler kurdular. Onların üretimlerine destek verdiler. Geçmişte tiyatroya emek vermiş sanatçılarla yakın bağlar geliştirdiler. Onları yeni kuşakla buluşturmaya çalıştılar. Bunlar amatör tiyatro alanında önemli geleneklerdir.

Soru: Çeşitli eğitim kurumlarında ve kitle örgütlerinde eğitmenlik yaptınız. Bu çalışmalarda perspektifiniz neydi?

M.Esatoğlu:
70’li yıllardan bu yana eğitim kurumlarında, demokratik kitle örgütlerinde, halkevlerinde, sendikalarda, mahallelerde tiyatro çalışmaları yaptım. Hala da yapıyorum. 1980 öncesi gençlerin, olgunların sanatla tanışacağı, sanat üreteceği alanlar vardı. İstanbul’un bir dolu yanında var olan Halkevleri, bir yanda sanat insanlarının öte yanda izleyicilerin oluştuğu mekânlardı. Bu kurumlar her türlü sanatsal birikimi çevrelerindeki insanlarla paylaşırlardı. Yeni çıkan dergilerle, yeni yazarlarla, yeni oyun metinleri ve sahnelemelerle, yeni müziklerle, resimlerle, heykellerle hep bu mekânlarda buluşurdu izleyici. Ben de küçük bir çocukken Eminönü Halkevi’nde oyun seyrederek, Fatih Halkevi’nde oynayarak, sanat-politika dergileriyle, kitaplarıyla tanışarak bir sanat insanı oldum. 1980’de askeri darbe sonrası bu alanlar yok edildi. Ülke insanı adeta bir çölün ortasına düştü. Biz o dönem yani 1980 başında lise tiyatrolarını çalıştırarak yeni insanlar yetiştirmeye çalıştık. 90’ların ortasından itibaren giderek okulların yozlaştırılması, nitelikli eğitimcilerin özel okullara gidişi sonucu buralar da birer çöl haline getirildi. Birkaç geleneği olan eğitim kurumu dışında nitelikli çalışmaların ürediği alan kalmadı. Biz bu alanlarda 10 yıl boyunca 12 Eylül karanlığı içinde gençlik yığınlarını sanatla tanıştırdık. Kokuşmuş konservatuar eğitimi yerine sanatın her dalıyla ilgilenen; belli bir dünyaya bakışı, belli bir estetik kaygısı olan; sanata sahneye saygılı, üretken kuşaklar yetiştirdik. Bugün tiyatro sahnesinde, beyaz perdede ya da televizyonda bu gelenekten gelme oyuncuları hemen fark edebilirsiniz. Bizim geleneğimiz geçmişini 60’lı yılların o güzel duyarlığından alıyordu. Bizler Vasıf Öngörenlerin, Oktay Arayıcıların saçtığı ışıkta yetişmiştik. Yeni kuşakları da aynı duyarlıkla yetiştirmeye çalıştık.

Soru: 7 yıldır konu edilen, hakkınızdaki "tacizci" suçlamalarıyla ilgili süreci anlatır mısınız?

M.Esatoğlu: Bu konuda kamuoyu önünde tartışmıyorum. Benimle sorunu olan herkesle yüz yüze konuşmaya hazırım. Ben 38 yıldır hiçbir maddi karşılık beklemeden bu ülkenin çocuklarına, gençlerine, yetişkinlerine sanat konusunda bazı bilgilerimi ve gözlemlerimi aktardım. Bundan ötürü beni seven de var. Bana söven de var. Bu konuda açık ve net söylediğim bir tek cümle var. Ben her türlü tacizin karşısındayım. 38 yıl boyunca tiyatro konusunda bildiklerimi, gördüklerimi aktarmaya çalıştım. Doğrular, güzellikler yaptığım gibi bilmeden yanlışlar da yapmış olabilirim. Kimi incittiysem özür dilerim. Bundan başka da söyleyeceğim bir şey yoktur.

Soru: Tüm bu suçlamaların İATP-ATÇ arasında yaşananlarla ilgisi var mıdır?

M.Esatoğlu: ATÇ içinde 80’li yılların ortasından bu yana kadar farklı yaklaşımlar, farklı görüşlerden topluluklar yer aldılar. Sanata dünyaya farklı bakanlar ATÇ bünyesinde tartışıyorlardı. Aramızda bir koltuk kavgası yoktu. Çünkü ATÇ’nin yapılanması buna uygun değildi. Tartışmalarımızı mümkün olduğunca yan yana durarak yapmaya çalışıyorduk. Örgütlenmelerdeki köklü hastalık olan, her sorunda parçalara bölünme geleneğine karşı direniyorduk. 1996 yılında İstanbul’da gerçekleşen Habitat Zirvesi’nde ABD Başkanı Bill Clinton kitle örgütleri için yeni bir yol çizdi. Neydi bu yol? Kitle örgütleri yani dernekler, sendikalar, vakıflar, kooperatifler var olan sisteme muhalefet alanları olmayacak aksine sistemin eksik ve gediğini toparlayan bu yönde çalışmalar yapan kuruluşlar olacaklar, sistem de bu kuruluşlara gereken desteği verecek. O günden itibaren ülkemizde tüm kitle örgütlerinde bir yol ayrımı ortaya çıktı. Bu iki eğilim bir süre kendi içinde çatıştı. ATÇ içinde de bu tartışmanın yansımaları oldu. İçimizde bazı topluluklar ATÇ’yi sisteme ve onun yoz kültürüne karşı çıkan duruşundan uzaklaştırmaya çalıştılar. Onlara göre ATÇ yalnızca tiyatro eğitim seminerleri ve atölyeler yapan bir “sivil toplum kuruluşu” olacaktı. Ben bu eğilimlere karşı “Sisteme Başkaldıran Amatör Tiyatro” başlıklı bir yazı yazdım. Bu yazıdan sonra aramızdaki yol ayrımı keskinleşti. BGST bünyesinde yer alan Tiyatro Boğaziçi bu yeni eğilimin başını çekiyordu. Bu nedenle 1999 -2000 sezonunda aramızda ATÇ geleneğine uymayan sert tartışmalar yaşandı. Bu tartışmalar sırasında kimi grupları bana karşı kışkırtmaya çalıştılar. Başaramadılar. 2000 yılı sonbaharında benimle iki yıldır çalışan bir topluluk olan Özgür Sahne oyuncuları ellerine tutuşturulan bir metinle beni suçladılar. Bu bir komploydu. Bir ay önce benim kendilerine yeterince zaman ayırmadığımdan yakınan topluluktaki oyuncular bir ay sonra benim kendilerini taciz ettiğimi söylediler. Bu iddialar üzerine bazı toplantılar yapıldı. Ama bir sonuca varılamadı. Bunun üzerine toplantılara katılmayan bazı topluluklar benimle hiçbir şey konuşmadan ATÇ’den ayrıldılar. İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu (İATP) böyle bir komplo ile kuruldu. Bill Clinton’ın 1996’da formüle ettiği yolda ilerlemeye koyuldu. Suya sabuna buluşmadan bazı seminerler, atölyeler ve şenlikler yaptılar. Bir süre sonra da dağıldı. Şimdi 7 yıl geçtikten sonra üç-beş topluluk “girişim” adı altında tekkeyi yaşatmaya çalışıyorlar. Bu arada 7 yıl boyunca sürekli aleyhime yazı yazıp arkamdan konuştular. Yalanlar uydurdular. Ama beni tanıyanlar ve sanat alanındaki çabalarımı bilenler bu suçlamalara inanmadılar. Bu yalanlara inananların kaç kişi olduğunu Barışarock’ta herkes gördü. Onların da bir kısmı karşılıklı konuşunca şöyle söylediler: “Ben Esatoğlu’nu tanımıyorum, siz de haklı olabilirsiniz, olayları bilmiyorum, taciz var dediler geldim.”

Soru: Bu yapılanlara yönelik tepkiniz ne oldu?

M.Esatoğlu: Yapılan eylem ATÇ’yi parçalamaya yönelikti. Bu yüzden 2000 yılında ATÇ’li topluluklar durumla ilgili bir açıklama yaptılar. Bunun ardından biz kendi çalışmalarımıza devam ettik. Bu konuyu da bir daha gündemimize bile almadık. Çünkü ortada saldırgan bir tutum vardı. Provokatif bir ortam körükleniyordu. Suçlanan yalnız ben değildim. Onların yalanlarına inanmayan herkes “tacizci” ilan edilmişti. Biz geçmişteki tutumumuz neyse bugün de onu sürdüreceğiz. Bu yıl Barışarock’ta da yaşadık, körüklenen bir şiddet ortamı var. Ancak biz bu provokasyona gelmeyeceğiz.

Soru: Siz iki yıldır Barışarock’ta Tiyatro Koordinasyonu içinde yer alıyorsunuz. Bu yıl festivalin son günü ortaya çıkan bu eylemi nasıl değerlendiriyorsunuz?

M.Esatoğlu: Ben yalnızca Barışarock’ta etkinlik yapan biri değilim. İstanbul’un ve ülkenin dört bir yanında oyunlar sahneliyorum. Seminerler veriyorum Atölye çalışmaları düzenliyorum. İki yıldır da Barışarock’ta Tiyatro organizasyonu içindeyim. Nedense –ki nedenleri ve kimler tarafından körüklendiği bizce malum- bu yıl 28 tiyatro topluluğunun bir araya geldiği ve savaşa, emperyalizme karşı güçlü bir ses yükselttiği sırada bu eylemler örgütlenmeye başladı. Bana ulaşan bilgiler çerçevesinde elimden geldiği oranda Barışarock’a zarar gelmesin diye uğraştım. Barışarock yöneticileriyle toplantı yaptım. Onları doğabilecek olayların sonuçları konusunda uyardım. Onlar da bu uyarılara hak verdiler. Zaten bir gece önce bir protesto eyleminde bıçaklama olayları olmuştu. Ama daha sonra neler olup bittiyse sözlerinde durmadılar. Ben protesto eylemi sırasında da bir provokasyon olmaması için gayret gösterdim. Ancak karşımızdakiler gittikçe azgınlaştılar. Bunun üzerine yüzlerce oyuncu sesini yükseltti. Sonunda da istenmeyen olaylar meydana geldi. Verdiği sözleri tutamayan Barışarock Koordinasyonu, saldırganları engelleyeceğine İzmir’den gelmiş bir topluluğun gösterisini engellemeye çalıştı. Ne yazık ki faşizan bir tutum içindeydiler. Oyun tüm saldırılara rağmen oynandı. Biz olayların daha da büyümemesi için ekipleri dışarı çıkartmaya uğraşırken, onlar bu kez de konser sahnesine çıkarak linç çağrıları yaptılar.

Barışarock’ta protesto olmayacak mı? Elbette olabilir. Ama onun da bir sınırı olmalı. Şimdi siz bir konuda protesto yapıyorsunuz. Karşınızda da sizinle aynı düşünceyi paylaşmayanlar var. Bu durumda ne olacak? Bizim ülke özelinde ortaya şiddet çıkıyor. Kimin kime gücü yeterse… Birkaç yıl önce benim hakkımda taciz kampanyası düzenleyenler, bulundukları üniversitede sol görüşlü grupların yayın organlarını satmalarını engelliyorlardı. Sonunda bir kavga çıktı. Kol kırıldı. Bu olayın ardından yayın organları satılmaya başlandı. Şimdi ölçü bu mu olmalı? Birileri beni suçluyor. Birileri de bu suçlamalara karşı çıkıyor. Şimdi bu durumda ne olacak? Tartışılan konu Barışarock içinde çözülemiyorsa iş nereye varacak? Barışarock Koordinasyonu’nun bu konuda bir ölçüsü yok. Bir de yapılan protesto kendilerine de uygun geliyorsa taraf olmayı seçiyorlar. Bu yıl onların yaklaşımlarından güç alanlar iyice azıttılar ve sonunda bıçaklanmalar oldu. Gelecek yıl bu tutumları değişmezse ölüm kapıda bekliyor. Ama ne yazık ki onlar hala dikensiz gül bahçesi olursa sorun çıkmaz yaklaşımındalar. Olayların ardından yaptığımız değerlendirme toplantısında bile bu yaklaşımlarını değiştirmemişlerdi.

Soru- Son olarak, Barışarock’taki olaylardan sonra yapılanları nasıl değerlendiriyorsunuz?

M.Esatoğlu- Barışarock sonrasında internet ortamında yazılanlara bakıyorum. Ortada sağlıklı bir tartışma yerine salya sümük bir lümpenlik kol geziyor. Futbol ve magazin kültürü her yanı sarmış durumda. Yazılan her satırın ortalığı kışkırtmaktan başka bir işlevi yok. Sorunları tartışmak isteyen kimse yok. Yazılan tartışma yazılarında ileri sürülenler ve söylenen sözler yalanlar üzerine kurulu. Bir yandan yalan üreterek diğer yandan da bu yalanlara inanmayanları “tacizci” ilan ederek ilerleyebileceklerini düşünüyorlar. Türkiye’de sol çevreler bunların kim olduklarını ve nerelerden beslendiklerini iyi biliyor.

tıkla


Esatoğlu'na yanıt:

Tacizlerin Tanığıyım

Fadime Yılmaz / Zeytinburnu Halk Sahnesi (13.09.2007)


Ben de mağdur oldum, ben de tiyatrocuyum, ben de eğitmenim, ben de feminstim, ben de kadınım, BEN DE TANIĞIM.

- Neye mi? Mehmet Esatoğlu’nun sayısız ve sınırsız cinsel tacizine.

- Nerde mi oldu? Tiyatroda. İnsancıl Atölyesinde, sokakta...

- Kimler mi vardı? Yaşları 20 ile 30 arasında olan bir yığın tiyatrocu kadın, felsefeci,tiyatrocu, erkek.

- Kimlere mi tacizde bulundu? Bütün kadın oyunculara, hepimize.

- Nasıl mı yaptı? Tiyatro çalışmalarında söyleyerek, dokunarak, öperek, sarılarak ve bütün bunların bir yöntem olduğunu söyleyerek.

- Kimler mi ortaya çıkardı? Mağdur kadınlar

- SONUÇ? Tiyatroyu bırakan onlarca kadın, dağılan tiyatro grupları..

Evet arkadaşlar “Şapka düştü kel göründü” yıllardır söylüyoruz yazıyoruz, ama kimseler duymadı sesimizi yada duymak istemedi. Bir iki tiyatro sitesi dışına çıkmadı - çıkamadı. Tacizlerin, mağduriyetlerin ardı arkası kesilmedi. Bu sefer üç beş sağlam feminist olan biteni kalabalığa anlatmaya, seslerini duyurmaya çalıştı.

Günlerdir tiyatro sitelerinde çeşitli yazılar okuyorum. İnsanlar enini, boyunu, önünü ve sonunu bilmedikleri meselelere tanıklık yazıları yazıyorlar. Ve ben bu yazıları okudukça gülüyorum. Bu tecrübesiz ve “tertemiz” gençlere hem gülüyor, hem acıyorum. Hepsi bulanık camdan bakar gibi bakıyorlar dünyaya ve yaşanan olaylara. Feministler ve mağdurlar dışında hiç kimse hiçbir şey anlamıyor. Bizim olsun kirli olsun felsefesi almış başını gidiyor.

Tiyatroda, sanatta, işte, evde, sokakta, erkek egemen “sol kültür”de bu taciz mevzusunu anlamakta insanlar zorlanıyor. Çünkü anlamak başkalarına anlatma sorumluluğunu yüklüyor. Anladığında kirlendiğini farketme korkusu sarıyor. Madalyonun görünen yüzüyle ilgilenmek çok daha kolay geliyor. Mağdurla empati kurmak başına iş almak gibi bir şey oluyor. Bunun için İstanbul’da yaşayan eğitmenlik-yönetmenlik yapan “insanı” İzmir’den, Aydın’dan gelen insanlar savunuyor. Ne için? “Sol kültür”, “devrimci kültür”, “alternatif kültür” adına. Peki neye tanık bu arkadaşlar? Sonuca. E biz de çıkar tacize ve mağduriyete tanık olduğumuzu söylersek, ve her türlü platformda söyleyeceğiz dersek? Gözümüzün önünde, yanımızda bu kişinin, eğitmenin-yönetmenin, kendisini eğitmenine koşulsuz teslim eden öğrencilerini taciz ettiğini ve bu insanların tiyatrodan uzaklaştığını söylersek n’olur?

Olgularla konuşmak gerekirse konuşalım. 1999 yılında benim de üyesi olduğum Özgür Sahne, Tiyatro Simurg ve İstanbul Sahnesi Beyoğlu’unda bir atölye tutmuştuk. Atölyenin adını da İnsancıl Atölyesi koymuştuk Bizler Özgür Sahneli kadınlar 10 kişinin üzerindeydik. Bu atölyenin her şeyinde yer aldık. Aidatından, kirasından temizliğine kadar. Nede olsa bizim atölyemizdi ve her şeyine ortaktık. Taaki tacize uğrayıp dağılana kadar.

Bir süre geçtikten sonra grubumuzun eğitmenliğini ve yönetmenliğini üstlenen (Hangi aşamada yönetmenimiz olduğunu anlayamadığım) Esatoğlu hepimizi taciz etmeye başladı. Taciz ettiği yetmiyormuş gibi bizim gruptan üç kişiyle, Tiyatro Smurg’tan iki kişiyle, İstanbul Sahnesi’nden bilmem kaç kişiyle aynı anda ilişki yaşadığı ortaya çıktı. Ya onaylayacak ya kaçacaktık. Üçüncü bir yol olduğunu düşündük. Bir yazı yazdık [*] ve bu yazıyı o zaman grubumuzun da üyesi olduğu ATÇ (Amatör Tiyatrolar Çevresi) toplantısında grupların görüşüne sunarak mağduriyetimizi dile getirdik. Söz konusu yazıyı biz yazdık. Ben ve dört arkadaşım. Amacımız.tiyatroda tacizi tartışmaya açmak, Esatoğlu ve onun gibilerinin eğitim pratiklerini sorgulamaları, sol içinde cereyan eden bu olaylardan daha fazla kadınlar-tiyatrocular mağdur olmasın idi. Ama durum beklediğimiz gibi olmadı. Tiyatro Simurg, Bakırköy Oyuncuları, İstanbul Sahnesi ve İnsancıl Dergisi (Bunlar Esatoğlu’nun yönetmenlik yaptığı gruplar, dergi ise Esatoğlu’nun sanat yönetmenliği yaptığı dergi idi) etten bir duvar örerek tartışmayız, tartıştırmayız dediler. Bunların dışındaki ATÇ üyesi diğer gruplar, bunun eğitmen etiğine aykırı olduğunu, bu konuların tartışılması gerektiğini, tacizcilerle birlikte yürüyemeyeceklerini belirttiler. Velhasıl sonuçta bu etik ve ciddi bir sorundur diyenler ayrıldı ve ATÇ dağıldı. Ayrılan grupların çoğunluğu ayrı bir platform kurdular.

Güya olgular ve belgelerle konuşan “BARIŞAROCK” katılımcısı tiyatrocular. Sizler de yukarıda bahsettiğim grup üyeleri gibi bir tacizciyi savunduğunuzun farkındasınız sanırım. Belge istiyorsanız, buyrun o dönemde yazılan yazıları tek tek yayınlayın sitelerinizde. Sizin için mağdurların beyanları hiç mi önemli değil? Esatoğlu (namı diğer Behruz) deyim yerindeyse cinsel organı elinde dolaşan bir tacizcidir. Bu adam sapıklık derecesinde bir istismarcıdır, hastadır. Bize göre derhal tedavi olması ve tiyatro eğitmenliğini bırakması gerekmektedir. Yoksa mağdurların sayısı artmaya devam edecektir. Yalnızca bizleri değil kaç tane ortaöğrenim öğrencisini taciz ettiği, kaç okuldan atıldığını bilmeyen yoktur. Varsa da İstanbul dışında yaşayan ve festivalden festivale “ilk kez misafir olarak“ katılan insanlardır.

Bizim için sorun yalnızca Esatoğlu sorunu değildir. Bizler biliyoruz ki, partilerde, sendikalarda, derneklerde bu gibi vakalar yaşanmaktadır. Fakat bu meseleler kurumlar içerisinde örtülerek mağdurlar bir kez daha mağdur edilmektedir. Ben şahsım adına susmayı düşünmüyorum. Söylediklerim ne “Komplo”dur ne de “Yalan”. Talep edilen bütün platformlarda çıkıp konuşacağımı buradan herkese bildiririm.[*]

“Alternatif Kültür Mü Yozlaşma Kültürü mü?”

tıkla


(Ayrıca) tıkla:
Barışarock'ta neler oldu?... 1
Barışarock'ta neler oldu?... 2
Barışarock'ta neler oldu?... 3
Barışarock'ta neler oldu?... 4
Barışarock'ta neler oldu?... 5
Barışarock'ta neler oldu?... 6
Barışarock'ta neler oldu?... 7
Barışarock'ta neler oldu?... 8