15 Temmuz 2007 Pazar

Ayak-Bacak Fabrikası Üstüne Birkaç Söz

Ahmet Çakır


15 yıl sonra niçin yine "Ayak - Bacak Fabrikası" sahnelerde gibi bir soru gelmiyor değil akla. Hele öteki oyunlara da bir göz attığımızda, "Ne oluyoruz?" diye sormak da olası. Öyle ya, yıllar sonra yine aynı oyunlar: "Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım", "Sersem Kocanın Kurnaz Karısı", "Dilekçe", "Hadi Öldürsene Canikom", "Murtaza"...

İlk söyleyeceğim şu: Bu soruların yanıtını tiyatro dışında aramak zorundayız gibi geliyor bana. Eğer bu bir yanlışlıksa ve bir sorumluluğu da birlikte getiriyorsa, yanlışlığı yapan tiyatrocular değil, ülkeyi 15 yıldır yönetenlerdir. Hani, "Laf mı bu da!" diyeceksiniz ama, söylemekten kendimi alamıyorum: "Sanki politikacılar yıllardır bu oyunların güncel kalması, başka bir deyişle, bozuk düzenin sürdürülmesi için görevli saymışlardır kendilerini."

15 yıldan beri, "dar boğazlar", "Cumhuriyet tarihinin en bunalımlı günleri", "dış yardım", "milli birlik ve beraberlik ruhu" en çok işittiğimiz sözler. Bir de bunlara eklenen, kötü politikacıların "...cektir, caktır"ları.

Eh, Sermet Çağan'ın bundan tam 15 yıl önce sözünü ettiği de bundan başka bir şey değil zaten...

Ayak - Bacak Fabrikası Nedir?

Ayak - Bacak Fabrikası hiç tartışmasız Türk Tiyatrosu'nun en önemli oyunlarından biridir. İlk kez 1964-65 yıllarında Gençlik Tiyatrosu'nda Amatörlerce oynanan oyun, aynı dönemde Almanya'da yapılan uluslararası Erlangen Şenliği'nde 28 oyun arasında 4. olarak ödüllendirildi.

Daha sonra Ankara Sanat Tiyatrosu'nda gerek oyun, gerekse AST çok parlak günler yaşadı.

1967'lerde bu kez yazarı Sermet Çağan yönetiminde TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) Tiyatrosu'yla tüm yurdu dolaştı.

1970'de de İstanbul Sanat Tiyatrosu'nda Güner Sümer'in yönetiminde sergilendi. Ve sayısız amatör topluluklar tarafından oynandı.

Hemen şunu söylemek isterim: Sermet ÇAĞAN, ta 1964'lerde bugün için şaşılacak denli denk düşen bir "durum saptaması" yapmış. Eğer kendisini genç yaşta yitirmemiş olsaydık, bizlere daha nice değerli oyunlar armağan edebilecekti...

Yönetmen Cüneyt Türel, Ayak - Bacak Fabrikası'nı iyi tanıyor. Neyi, nasıl yapacağını bilerek girişmiş işe; "15 yıl sonra yine Ayak - Bacak Fabrikası olur mu?" diyenlere eylemiyle yanıt vermeyi yeğlemiş.

Aslında, o günlerin gereği olarak oyunda birçok şeyin çağrışımlarla anlatıldığı metnin bugünkü durumu bir şans. Çünkü, güncelleştirme çabası, "günlük politikanın içine balıklama dalmak" gereksizliği sonucunu da getirebilirdi. Böylesi seyirciye daha yakın, daha anlaşılır. "Yetti artık!" tehlikesi de yok. Ön ve son oyunlarla "derebeyler"in tertiplerine kazandırılan güncellik, isteneni sağlamaya fazlasıyla yetiyor.

Dost ve müttefik ülkeden gelen yardımın canlandırıldığı sahne, deyimin tam anlamıyla bir "Tiyatro olayı"dır. Halkın, dış yardımın ağırlığı altında nasıl ezildiğini en ilgisiz kişiye bile gösterebilecek, anlatabilecek bir düzenlemeydi bu.

Politikacıların seçim konuşmalarının "cektir, caktır; ceğiz, cağız ve dır dır dır"larla anlatılması da, onyılların en büyük gerçeğinin altının (belki de üstünün) kalın bir çizgiyle çizilmesiydi.

Kurulu düzenin savunucusu "3. Vatandaş"a ek olarak konulan "oyuncak", oyunun akışına uygun ve anlaşılır. Kurduğunuz zaman yürüyen, duran, selam veren, oturan, tekrar yürüyen... uslu bir oyuncak bu. İhtilal'de parçalanmıştır (ya da ortadan kaybolmuştur). Ama, onarılır. Oyunun sonunda da, yeniden tıkır tıkır işlemeye başlar.

Yeni deyimle "Kara Aydın"ın oyunda "Öküz" olarak verilmesi, bir yanlışı da birlikte getirmiyor mu? diye düşündüm ilkin. Çünkü, "Öküz"ün davranışları kendi içinde tutarlıdır; en azından davranışlarının hesabını vermek zorunda değildir. Oysa, bizim kara aydınımız en belirli yönüyle kaypaktır; ikiyüzlüdür. Oyunu ikinci kez izlediğimde, bu "kuramsal kaygımda" pek haklı bulmadım kendimi. Güçlüye onursuzca boyun eğen, doğruları bildiği halde "sessizce söylemeyi" yeğleyen, topluma yararlı halkla birlikte hiç bir şey yapmayan, ama onların sırtından geçinmesini bilen ve sıkışınca da başka ülkeye kaçan, ikiyüzlü bir "bilgi hamalı"nı "Öküz"le anlatmak yerindeydi ve pek de güzel olmuştu.

Seyirci Ne Diyor?

Bütün bu güzelliklere seyircinin de katılması, "Ayak - Bacak Fabrikası" 1978-79'a emek verenlerin en büyük sevinçleriydi sanıyorum. Üstelik, bu katılım salt nicel bir olgu da değil; seyircinin oyuna katılması da söz konusuydu.

Yeri gelmişken anlatmak isterim; oyunu ikinci kez izlerken tanık olduğum bir olaydır. Oyunun başlarında 3. derebeyinin şeytanca planlarına karşı halkı uyarmak için 5. sıranın ortalarında oturan yaşlı bir bayan seyirci, oturduğu yerden yüksek sesle oyuna katılmaktan kendini alamadı: "Bak hınzırlara, milleti kötürüm edecekler!" diye söylenip durdu.

Bence, Türel'in oyuna en büyük katkısı "son oyun"dur. Başı, Delikanlı, Genç Kız, Kadın üçlüsünün çekeceği yeni oyundur bu. Ozan da onların yanındadır. Yeni oyunda "Öküz"lere yer olmadığı gibi, kimseye darbe (ihtilal) filan da yaptırılmayacaktır. Ve en önemlisi "Derebeylerini etkisiz kılmanın yolu" bulunacaktır. (Gene kendimi alamıyorum: Ayak - Bacak Fabrikası gibi oyunları izledikçe, "derebeyleri"nin Şehir Tiyatroları'nın kapatılması için açtıkları kampanyanın nedenini pek güzel ayırdedebiliyor insan. Neyse, bu konumuz değil.)

Başta Sermet Çağan olmak üzere (saygıyla anıyoruz) "Ayak - Bacak Fabrikası" 1978-79'a tüm emek verenleri içtenlikle kutlarken, sizleri de yeni oyuna çağırıyorum: "Gelin, birlikte oynayalım. Yeni oyunu biz oynayalım. "Derebeyleri"ni etkisiz kılma yolunda düşünce üretip eylem ortaya koyalım...


sanat emeği dergisi, sayı 13, Mart 1979, sayfa 88-90