Mustafa Kara
“Kalemden Sahneye” adlı beş ciltlik çalışma, beş yazarın kaleminden Türk tiyatro yazarlığını ayrıntılı biçimde ele alıyor. 1970-80 arasını kapsayan ve Doç. Dr. Semih Çelenk’in hazırladığı üçüncü cilt, YGS Yayınları’ndan geçtiğimiz günlerde çıktı.
Daha önce 1946-60 arası dönem Dr. Uğur Akıncı tarafından incelenmişti. İkinci cilt ise 1960’lardan 1970’e kadar olan süreci kapsıyor. Dr. Özlem Belkıs’ın ele aldığı bu bölüm, kalıcı yapıtlar bakımından da, metin üzerine yapılan tartışmalar bakımından da verimli bir süreç olarak değerlendiriliyor.
Kitabın yeni yayımlanan üçüncü cildinin ardından, 1980-90 dönemini ele alan Dr. Zerrin Akdenizli’nin çalışması yayımlanacak. 1990 sonrasını ise Prof. Dr. Hülya Nutku hazırlıyor. Son iki cilt ile birlikte çalışma tamamlanacak ve 1946’dan bugüne bir Oyun Yazarlığı Tarihi ortaya çıkmış olacak.
1970-80 arasını inceleyen Doç. Dr. Semih Çelenk ile incelediği dönemde tiyatro yazarlığının seyri ve 12 Eylül’ün tiyatro sanatına etkileri üzerine görüştük.
İncelediğiniz 1970-80 arası dönemin tiyatro açısından sizce temel özelliği nedir?
Çalışmamda öncelikle ülkemizde bir oyun yazarlığı geleneği olup olmadığını sorguluyor ve bunun nedenselliklerini, kaynaklarını bulmaya çalışıyorum. Kuşkusuz, ele aldığım dönemin kendine özgü ayrıntıları var ve bunlar da vurgulanıyor kitapta ama, asıl üzerinde durmak istediğim batılı anlamda bir dram sanatının gelişimi...
Biliyorsunuz bizde batılı anlamda dram sanatının geçmişi yüzelli yıldır ancak... Bu yüzelli yıl içinde batı dram sanatının neredeyse iki bin yılda yanattığı sentezlerin, gelişimin sindirilmesi içselleştirilmesi söz konusudur. Bunun ne kadar zorlu bir süreç olduğu bilinmektedir. Ancak bu noktada dram sanatımızın hiç de kötü bir sınav vermediğini söyleyebiliriz...
Oyun yazarlığımızın zirvesini 60’lı yıllarda yaşadığını düşünüyorum ben... 1970’ler ise grup yazarlığının, pratik yazarlığın, yaşama müdahale eden acil oyun yazarlığının geliştiği bir dönem. Dikkat edilirse, bugün elimizde kalan oyunların çoğu 60’lı yıllara aittir. 70’li yılların oyunları hızla yazılmış, oynanmış, etki yaratmış ama yazınsal anlamda da dramatik anlamda da kalıcı olmamıştır.
1970’lerde yine de Bilgesu Erenus, Oktay Arayıcı gibi dram sanatımızın önemli yazarları ilk çıkışlarını yapmışlardır. 1970’lerin daha çok sahne pratiği bakımından önemli yıllar olduğunu söyleyebiliriz. Sahne-sokak iletişiminin Türkiye’de en güçlü olduğu yıllardır... Bugün böyle bir elektriğin özlemi içindeyiz...
Özellikle “işçi tiyatrosu” ve “politik tiyatro”nun bu dönemde gelişim seyri nasıl oldu?
1970’li yıllar politika ekseninde bir yaşantının söz konusu olduğu yıllar. Sol ve onun politikaları sokağı ve yaşantıyı olumlu ya da olumsuz olarak etkiliyordu. Tabii ki önceki döneme göre daha kır kökenli bir kültürden bahsetmek mümkündür. Bu dönemde ortaya çıkan köy gerçeğine yönelik oyunların bu dönem öncesinde ve sonrasında pek görülmemesi de ilginçtir.
1970’li yıllar boyunca sol siyasetin sokağa ve yaşantıya yön vermesi ve tiyatronun da etkili bir medya olmasından ötürü, sanatsal olmaktan öte propaganda ve duyuru amaçlı olarak tiyatronun kullanıldığını görüyoruz. Böyle olunca tiyatro dinamik bir sürece girmiştir ancak aynı anda nitelik bakımından da bir düşüş göstermiştir diyebiliriz. Yine de yeni yeni biçimlerin denendiği; tiyatronun mutlak politik olması gerektiğine inanılan bir dönemdir 1970’ler....
12 Eylül darbesi, tiyatro yazarlığı açısından nasıl bir değişim yarattı; tiyatro sanatı nasıl etkilendi?
Bu dönemin bitimi 1980 darbesiyle olmuştur. Küçük bir olumlu nokta var, tiyatro bakımından burada.. “Politik Tiyatro” kisvesi altında kalitesiz kimi işlerden tiyatro sanatı kurtulmuştur. Kuşkusuz tiyatro tüm sanatlar gibi politiktir. Ancak tiyatro politikanın basit bir borazanı gibi algılanırsa, kendi niteliğinden, kendi gerçekliğinden kaybeder.
Bu gerçeğin algılanması bakımından 1980 kesintisinin iyi olduğunu söyleyebiliriz. Ancak 1980 darbesi birçok bakımdan tiyatro sanatımızın cellatı olmuştur. 1980 ile birlikte toplumsal içerikli bir tiyatro yapma ya da toplumla ilişkisi olan, gündeme müdahale eden bir tiyatro yapma şansı ortadan kalkmıştır. Böylesi bir eğilimi olan tiyatro grupları, sanatçılar bugün bile akıl almadık soruşturmalara, kovuşturmalara, yasaklamalara uğramaktadırlar.
İkincisi tiyatro tartışmanın ve tiyatro eleştirisinin bitmesidir. Kısacası bir toplumsallık alanı olarak tiyatro darbe ile birlikte bu özelliğini yitirmiştir. Bugün tiyatroya belli bir kesimin rağbet ettiği, önemsenmesi, itina gösterilmesi gereken düşkün bir sanat gibi bakılmaktadır. Bugün daha varsıl kesimlerin itibar ettiği ve medyatik isimlerle yaşamını sürdürmeye çalışan bulvar tiyatroları damarı güçlenmektedir. Bunda kuşkusuz ki bir sakınca görmüyorum. Bu alan ne kadar güçlü olursa güçlü bir karşıt ya da arayış da yaratabilecektir.
Ayrıca türü, biçimi ve yöneldiği seyirci kim olursa olsun, ülkemizde tüm tiyatroların kaderinin “seyirci yaratma” sorununda ortaklaştığı görülüyor. Tiyatro seyircisi geleneğinin yok olması da 1980 darbesiyle başlayıp bugün televole, BBG ve popstar çizgisinde gelişen bir süreçtir. Tiyatro ile toplum arasında bu elektiriğin, çekim gücünün kaybolması aynı zamanda bu alanda nitelikli işlerin üretilmesini de engeller hale gelmiştir.
Bugün iyi oyun yazabilecek yazarlarımız reklam, dizi yazmakta; çok nitelikli oyuncularımız reklam ve dizilerde oynamaktadır. Yine de tiyatro sanatının yaratıcı enerjinin yoğunlaşacağı bir alan olarak yeniden keşfedileceği umudunu taşıdığımı söylemeliyim. Çünkü dizi, reklam, show benzeri gelip geçici eğlence kültürüne yönelik üretimlerin sanatçı nosyonu taşıyan yazarlar ve oyuncular için para dışında hiçbir doyum sağlamadığı gerçeği gözler önündedir.
Bundan sonra gündeminizde ne gibi çalışmalar var?
Ben insanlık tarihi içinde önemli bir yaratıcı alan, bir paylaşım momenti olarak gördüğüm tiyatroyu çok önemsiyorum. Ve tıpkı düşünme, okuma, tartışma, sorgulama, araştırma gibi insanı insan yapan temel özellikler gibi belli bir zaman ve mekan içinde yaşamı yeniden yaratıp değerlendirmek üzerine düşünmek anlamına gelen tiyatral eylemin de yaşamasının, değişerek gelişmesinin ve bir çekim alanı oluşturmasının insanlığın kaderiyle doğru orantılı olduğunu görüyorum.
Yoksa tiyatroyu eski bir eğlence biçimi, müzelik bir sanat olarak değerlendirirseniz bunun ölmesinden doğal bir şey olamaz. Önemli olan bu sanatı nasıl gördüğünüz ve ona nasıl bir değer yüklediğinizle ilgilidir. İnsanlığın bugün her dönemden çok hikayeler yaratmaya, bunlar üzerinde düşünmeye tartışmaya ve birbirine hikayeler anlatmaya ihtiyacı olduğunu düşünüyorum...
tıkla: Evrensel