17 Nisan 2007 Salı

Dün gibi yakın bir zamandan bir yaprak: Değer mi, değmez mi?!.

"Değer mi, değmez mi?!." adlı yazıyı, daha önce www.bulunmaztiyatro.com adlı sitemizde yayımlamıştık:
http://bulunmaztiyatro.com/index.php?option=com_content&task=view&id=318&Itemid=5
Mart/2007 OYUN dergisinde de yayımladığımız "Değer mi, değmez mi?!." adlı yazımızı, güncel değeri nedeniyle, yeniden yayımlıyoruz:


Değer mi, değmez mi?!.
Salı, 30 Ocak 2007

Çok önemli not: Mustafa Demirkanlı, Coşkun Büktel’e bir e-posta yollamış ve anında yanıtını almış. Dürüstlükten ve hakikatten başka sermayesi olmayan Büktel’den aldığı yanıttan hoşnut kalmayınca, bir e-posta daha yollamış ve bu kez, çok sert bir yanıt alınca, dürüst olamayacağını anlayıp, susmayı yeğlemiş…

Coşkun Büktel, gelen e-postayı bana yollamadı ve ben de ısrar etmedim. Çünkü bildiğim bir şey vardı: Büktel, bir şeyi yapmak isterse yapar, yapmak istemezse yapmaz!.. Ayrıca, e-postayı bana yada bir başkasına yollamamayı kafaya koymuş… Üçüncü e-postayı yollarsa, Demirkanlı’nın yazdıklarını yayımlayacağını dile getirmiş ve iki seçenek sunmuş: “Bana yolladığın bilgileri yayımla, ben de sitemde yayımlayayım yada sus ve yazdıklarını çöpe at!..”

Bana e-postayı yollamama kararı veren Büktel’i, fazla “kızdırmamak” için, Demirkanlı, her zaman yaptığını yapmış ve yalanını yalayıp yutmuş!..



Coşkun Büktel’e değen her söz, benim için değerlidir!.. Coşkun Büktel’in elinin değdiği her söz, benim için önemlidir…

Coşkun Büktel’in “Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları” kitabını okuyan, daha 11. sayfada, “aramızda kalsın” sözünün ne denli anlamsız olduğunu görür:

“Oysa benim, tüm dostlarımın çok iyi bildiği, bir başka ilkem de şuydu: ‘Aramızda kalsın’ diye başlayan konuşmaları asla dinlemem.”

İmdi, tastamam 15 yıldır, Türkiye Tiyatrosu’nu kirleten, Tiyatro…Tiyatro adlı bir dergi ve bu derginin tiyatro sanatını bilmeyen bir sahibi var: Mustafa Demirkanlı…

Bu adam, şimdiye dek meydanı boş bulduğundan, aklına eseni yaptı/yapıyor. Hoş birkaç kez, Coşkun Büktel adlı, “tiyatronun Uğur Mumcu’su” denilebilecek birine takılma şanssızlığında bulundu ve ağzının payını aldı…

Şimdi de bu tiyatro cahili adam, bana “takmış” bulunuyor!.. Hem benim yaptıklarımı, yapmak istediklerimi ciddiye alıyor ve hem de beni ciddiye almıyor!.. Bir adam ciddi olmayacak, ama yaptıkları ciddi olacak!.. İnanılır gibi değil!..

Yaptıklarımı haftalar boyu ciddiyetle izleyip, hakkımda dedikodular üreten tiyatro cahili Mustafa Demirkanlı’nın, ne demek istediğini tam olarak anlayamadığından, sizlere de anlatamama durumunda kaldığımdan, ne denli üzüldüğümü tahmin etmekte zorlanabilirsiniz!..

Peki, ben ne yapmışım yada ne yapmamışım?..

Ben, sahtekarlık yapmışım!.. Evet, yanlış okumadınız: Ben, sah-te-kar-lık yapmışım!.. Nasıl mı?.. Elmas ve altın ticareti yapmama karşın, bunu gizlemişim!.. Kimden yada kimlerden?.. Mustafa Demirkanlı ve Mustafa Demirkanlıgiller familyasından… Bu işleri (elmas ve altın ticareti işlerini) nerede yazmamışım?.. www.bulunmaztiyatro.com sitesinde yazmamışım. Bir “tık” kadar yakın olan Internet’e girelim ve okuyalım. Peki, gerçekten gizlemiş miyim?.. Bakalım, görelim:

“10 Temmuz 1955 yılında İstanbul’un Beykoz ilçesinde doğan Hilmi Bulunmaz, 8 yaşında bir kundura atölyesinde çalışmaya başlar. 10 yaşına kadar ailesi Beykoz’da oturur, ancak ekonomik nedenlerden Bayrampaşa’ya taşınırlar. 10 yaşında bir kuyumcu atölyesinde işe verilir ve bu yeni sektördeki ilk patronu Atasay Kamer (bugünkü Atasay Kuyumculuk’un sahibi) olur. Hilmi Bulunmaz’ın sahnelerle tanışması da Atasay Kamer’in yanında çalıştığı sırada olur…

…Asker dönüşü kendi kuyumculuk atölyesini açan Hilmi Bulunmaz…”

Mustafa Demirkanlı’nın yalan söylediğinin resmidir!.. Demek ki, gizlememişim!..

Bir “tık” daha yapalım: yine aynı sitede (www.bulunmaztiyatro.com) hem de çok yeni tarihli (05 ocak 2007) “Ücretsiz Oyunculuk Çalışması” adlı yazımızdan küçücük bir alıntı daha yapalım. Gizlediğimiz bir şey var mı?.. Bakalım görelim:

“Para kazanıp, yaşamımızı sürdürdüğümüz işimizi (kuyumculuk) yürüttüğümüz mekan, bayram günleri kapalı olduğundan, katılımın (pek) olacağını tahmin etmesek de, tiyatromuzun kapılarını oyunculuk çalışmalarına katılmak isteyenlere ücretsiz olarak açıyoruz.”

Mustafa Demirkanlı’nın yalan söylediğinin resmidir!.. Demek ki, gizlememişim!..

Bir “tık” daha yapalım: yine aynı sitede (www.bulunmaztiyatro.com) 27 Kasım 2006 tarihli “26 Kasım 2006” adlı yazımızdan küçücük bir alıntı yapalım. Gizlediğimiz bir şey var mı?.. Bir daha bakalım:

“… Malumunuz aynı zamanda kuyumculuk yaptığımdan, bu mesleği de yakından izliyorum. ‘Favori Altın’ adlı dergi olduğu iddia edilen ‘şey’i okumaya çalıştım…”

Mustafa Demirkanlı’nın yalan söylediğinin resmidir!.. Demek ki, gizlememişim…

Bir “tık” daha yapalım: yine aynı sitede (www.bulunmaztiyatro.com) 03 Ağustos 2006 tarihli “Sıradan insanın sanatsal gerçeğe sırt çevirmesi” adlı yazımızdan küçücük bir alıntı. Gizlediğimiz bir şeyin olup olmadığını öğrenelim:

“… Resmi faşizmin bizi açlığa mahkum etmek için her türlü yola başvurması nedeniyle, elimizdeki varsıllıklardan biri olan kuyumculuk mesleğimiz nedeniyle hem zamanında oluşan borç duvarını yıkmak ve hem de belli bir birikim yapmak için sanat mekanımıza ‘gereğinden fazla’ ara vermek zorunda kaldık…”

Mustafa Demirkanlı’nın yalan söylediğinin resmidir!.. Demek ki, gizlememişim!..

Bir “tık” daha yapalım: yine aynı sitede (www.bulunmaztiyatro.com) 31 Temmuz 2006 tarihli “Samimi olmamak” adlı yazımızdan küçücük bir alıntı daha. Gizlediğimiz hiçbir şey olmadığını görelim:

“Yanımızda o denli para olmadığından, ertesi gün kuyumculuk yaptığımız işyerimize gelip alabileceğini yada haftaya tiyatrodan ödeme yapabileceğimizi belirttim…”

Mustafa Demirkanlı’nın yalan söylediğinin resmidir!.. Demek ki, gizlememişim!..

İmdi gelelim, www.hilmibulunmaz.com’a:

Bir “tık” daha yapalım: bu kez bu sitede 30 Kasım 2006 tarihli “Erciyes’in Gölgesinde Altın Şehir: Kayseri” adlı yazımızdan küçücük bir alıntı. Gizlenen bir şey olmamasına karşın, biz yine de okuyalım:

“… Bulunmaz çok kısa zaman sonra, altın takı üretimini artırarak, ‘büyük’ firmalara büyük sürprizler hazırlayacak…”

Mustafa Demirkanlı’nın yalan söylediğinin resmidir!.. Demek ki, gizlememişim!..

Bir “tık” daha yapalım: bu kez bu sitede 28 Kasım 2006 tarihli “Kuyumcu dergilerindeki anlamsızlık” adlı yazımızdan küçücük bir alıntı. Güneşin sıcaklığı denli açıkta olan tümceleri okuyalım:

“Hem kuyumcu ve hem de tiyatro sanatıyla ilgili biri olduğumdan, bu konularda son derecede duyarlı bir ruh durumuna sahibim. Bu konuları içeren yayınları (daha yakından) izliyorum.”

Mustafa Demirkanlı’nın yalan söylediğinin resmidir!.. Demek ki, gizlememişim!..

Daha bir dolu örnek!.. Mustafa Demirkanlı’ya saygımdan değil, okura saygımdan fazla uzatmak istemiyorum…

Bu arada, www.bulunmaz.com adlı kuyumculuk sitemizi de ziyaret edebilirsiniz. Ayrıca, www.kuyumcudunyasi.com, www.alyansim.net, www.alyansim.com, www.tiyatroyun.com...gibi sitelerimiz de var. Onları da anımsadıkça, Mustafa Demirkanlı için değil, okurlar için gündeme getiririm…

Bu arada bir başka sahtekarlığım: www.bulunmaztiyatro.com adlı sitede bulunan 14 rakamıymış!.. Neymiş bu rakam?!. Online üye sayısıymış!.. Sanırım 14 rakamı Mustafa Demirkanlı’nın uğursuz rakamı ki, bu rakama fena halde takmış!.. Bir sitede, sürekli olarak aynı rakam olamazmış!.. Oysa, biraz daha zeki olsa, www.hilmibulunmaz.com adresindeki konuk sayısını gösteren göstergenin ne denli sahtekarlık yaptığını daha rahat anlayabilir: bazen 1 kişi gösterirken, bazen de 500 kişi gösterebiliyor. Bu bilgisayar/Internet/sanal alemden hiçbir halt anlamadığımdan, zeki ve devrimci bir oğlum olduğu için ona soruyorum: “Ne oluyoruz oğlum, nedir bu 500 sayısı, Internet sahtekarlık mı yapıyor?!.”diye, oğlum da: “Boş ver baba, takma bu sanal aleme fazla, yoksa sen de Mustafa Amca gibi kafayı yersin!..diyor. Tabii ben, hiç kimsenin iradesi dışı oluşan hastalıklarıyla alay edilmesinden yana olmadığımdan, oğluma: “sus bakalım sahtekar” diyorum!..

Ben, Mustafa Demirkanlı’nın bilmediğini, bilmek istediğini sandığım bazı bilgileri de aktarayım:

Onun sandığı gibi, sadece batılı ülkelerdeki altın ve elmas tüccarlarıyla işbirliği yapmakla yetinmiyorum…

Rusya’nın Kostroma kentinde, gayet meşru/resmi/legal/yasal şirketimiz var ve tüm Rusya ile ticaret yapıyoruz…

Hindistan ile birçok ticari, kültürel, sanatsal, tiyatrosal, ekonomik… işler yapıyoruz…

Romanya, Makedonya, Bulgaristan, Türk Cumhuriyetleri, İran… hemen hemen tüm dünyayla işbirliği yapıyoruz…

Salt tüccarlarla işbirliği yapmakla sınırlı kalmıyoruz. Kültür, sanat, bilim, estetik, tiyatro, sinema, edebiyat, resim, şiir… gibi işlerle de uğraşıyoruz…

Sultanahmet’te çok büyük, rahat, lüks bir evim var… Toprak adlı bir köpeğim var: Kurt-Kangal kırması…

Tüm dünyayı gezdim, geziyorum…

İlkokulu zor bitirip, Harp Akademisi’ne giremediğim için subay olamadığımdan, tüm özgür zamanımı düşün işlerine ayırıyorum. İngilizce, Rusça, İtalyanca… biliyorum. İstersen teste tabi tutabilirsin!...

Bir eşim ve iki çocuğum var…

Yirmi ay askerlik yapmak zorunda kaldım. İstemediğim halde!.. İstanbul Savaş Karşıtları Derneği kurucu üyesi ve genel yazmanlığını yaparken, Askeri Mahkeme’de yargılandım…

On İki Eylül’de gözaltına alındım, işkenceden geçtim, tutuklandım ve her işkence sürecinde ısrarla dinletilen ve söyletilmek istenen İstiklal Marşı’ndan nefret etmeyi öğrendim…

Bir zamanlar solcu sonra sağcı, bir zamanlar sağcı sonra solcu, bir zamanlar solcu sonra futbolcu, bir zamanlar sağcı sonra futbolcu, bir zamanlar futbolcu sonra solcu, bir zamanlar futbolcu sonra sağcı… olan çok kişi tanıdım…

Ama hiç sahtekarlık yapmadım…

Gözaltına alındığım gece yarısı, bir subay: “sen kuyumcuymuşsun, siktir git” dedi, gitmedim. Yoldaşlarım gözaltına alınırken, onları bırakmak istemedim. İyi ki, bırakmamışım, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” deme şanssızlığına düşebilirdim…

İstanbul’da ona yakın işyerim var. İzmir, Kahramanmaraş, Kayseri, Ankara… gibi kentlerde şirketlerim var…

Eşim yüksek mimar… Üç tane üniversite bitirdi…

Oğlum iki üniversite bitirdi, üçüncüyü okuyor…

Kızım lise birde…

En sevdiğim yaşayan yazar Coşkun Büktel…

Sevdiğim eleştirmen yok…

Beğendiğim tiyatro yayıncısı yok…

En sevdiğim renk mordur…

Pazartesi akşamları yıkanmayı yeğlerim…

Her sabah 07.00’de işbaşı yaparım…

Her akşam 20.00’de işi bırakırım…

Her pazar tiyatro çalışması yaptırırım…

İstanbul doğumluyum…

Ülkemizdeki hiçbir siyasal yapıyı yeterli görmem…

Rus klasiklerini hayranlık derecesinde severim…

Yayınlanmış üç kitabın var… Yayınlanacak yüzlerce…

Yüz civarında, irili ufaklı oyun yönettim…

Binlerce “öğrenci” yetiştirdim…

Sevi şiir dergisini 14 sayı yayımladım. Bu 14 tamamıyla rastlantı!..

MuM kültür sanat dergisini 27 sayı yayımladım…

Burun karikatür mizah dergisini yayımladım…

Bulunmaz Yayımcılık diye bir yayınevim var…

Kuyumcu Dünyası adlı dergiyi yayımlıyorum…

Emekçi Üniversitesi’ni kurdum…

Tahir Özçelik Tiyatro Araştırma Enstitüsü’nü kurdum…

Astronotlar diye bir güldürü grubu kurdum…

Yine, Cırcır Böcekleri diye bir güldürü grubu kurdum…

Çağdaş Devinim Tiyatrosu’nu kurdum…

Yedi Bölge Oyuncuları’nın oluşumunda bulundum…

Nöbetçi Tiyatro’nun oluşum sürecinde emeğim var…

Bilsak Tiyatro Atölye’nin kurulma aşamasında emek harcadım…

Halkın Yolu’nda bulundum…

Ve daha bir sürü iş yaptım…

Öğrenmek isteyip de öğrenemediğin bir şey varsa, bana yaz, ben sana yanıt veririm!..

Yurt dışında yaşama “şansım” olmasına karşın, ülkemi çok seviyorum…

Başka öğrenmek istediğin bir şey varsa, lütfen Coşkun Büktel’e yazma, bana yaz…

Bana güven!.. Aksanat’a güvendiğin denli güven!.. Malumunuz; Aksanat güveninizin eseridir!..



Bir kez daha yineliyorum: Coşkun Büktel, senin e-postanı bana yollamadı ve ilkelerinden ödün vermeyerek, Türk Tiyatrosundan İnsan Manzaraları adlı kitabının 11. sayfasında yer alan “aramızda kalsın” lafından hoşlanmadığını, senin yazdıklarını, bana okuyarak, bir kez daha kanıtladı!.. Ben de aklımda kaldığı denli yazdım… Daha çok yazacağım…

Bu arada, sana ne oldu?..Çok merak ediyorum. Aylardır yazı yazamıyorsun, parmağında dolama mı çıktı?..

Kemal Başar’amadı da, sen niye yazmayı başaramadın?.. Bayağı merak ediyorum… İstersen şöyle yap: Bana kız ve yazmaya başla… Benim sahtekar olduğumu kanıtla… İstersen, emekli askeri savcı olan bir kişiden rica et, o sana bazı Ahmet Ümit’sel taktikler verir. Beni kırma, ne olur yazmayı başar Mustafacığım!..

Şimdi soruyorum: Bu yaptığın değer mi, değmez mi?..

Buna sen karar ver!..

Bana sorarsan değer… Hem değer, hem değmez…

Sözlerinin arkasında durur ve benim sahtekar olduğumu kanıtlayabilirsen; değer…

Sözlerinin arkasında duramaz ve benim sahtekar olduğumu kanıtlayamazsan değmez…

O zaman şöyle yapalım: bir papatya kopar… Hayır olmadı, nisan ayını bekleyemezsin… En iyisi bir kutu kibrit al ve ilk kibriti yak ve çöpe at, ardından “değer” de, hemen ardından bir kibrit daha al, yak ve çöpe at, ardından “değmez” de… Bunu, kutudaki kibrit bitene dek sürdür. Sonuncu kibriti çöpe atarken; “değer” çıkarsa “değer” de, “değmez” çıkarsa “değmez” de olsun bitsin!..

Mustafacığım, şunu kabul et: sen ve senin gibi insanların devri bitti!.. Sizin gibi insanlar, bazı kişileri her zaman, herkesi bazen, ama herkesi her zaman kandıramazlar… Siz bittiniz!.. Bunu kabul edin ve çekilin… Siz çekilmezseniz; ben, biz, sizi kırmızı kartla saha dışına süreceğiz…

Hem tiyatroyu bilmiyorsunuz, hem dergiciliği bilmiyorsunuz, hem siyaseti bilmiyorsunuz, hem ticareti bilmiyorsunuz, hem toplumsal ilişkileri bilmiyorsunuz, hem yazı yazmayı bilmiyorsunuz, en önemlisi, hem dürüstlüğü bilmiyorsunuz ve sanatla uğraşmak istiyorsunuz… Yok öyle yağma!..

Ben sana bir gram, bir santim, bir santimetre küp.. değer vermiyorum… Ben, senin kandırdığın okurlarına değer veriyorum…

Senin okurların, artık okumaya başladı… Ne yazık ki, senin okurların, senden daha fazla şeyler okuyor ve senden daha fazla şeyler biliyor!.. Hatta, senin okurların, www.bulunmaztiyatro.com, www.hilmibulunmaz.com, www.coskunbuktel.com sitelerini de okuyor…

Senin okurların, mahalle bakkalının bile yapmayacağı eleştiri düzeyinle, senin artık, Türkiye Tiyatrosu’nda sırıttığını anlayacak kıvama geldi…

Senin okurların, Atilla Koç’u eleştirmene karşın, kapitalizmi eleştirebilecek güçten ve donanımdan yoksun olduğunu biliyor…

Senin okurların, en azından senden çok daha dürüst…

Duran saatin bile, günde iki kez doğruyu göstermek zorunda olduğu bir dünyada, dur ve otur oturduğun yere de, belki, sen de günde iki kez doğru söylemiş olursun…