9 Mart 2007 Cuma

Tarihimizden bir yaprak: MUM tiyatro dergisi

İlk sayısı tiyatro dergisi olarak yayımlanan Mum, daha sonra İnsancıl'dan kopan insanların "katkılarıyla" edebiyat ağırlıklı bir hal almıştı...

Günümüzü ve OYUN'u anımsatan bir süreçten geçmeye başladığımız ilk sayıda; yalnızdım ve neredeyse tüm yazıları ben yazmıştım. Tabii ki, "sofraya konulacak denli yemek pişirdikten sonra" başta İnsancıl'cılar olmak üzere, birçok insan dergide görünmeye başladı...

Şimdi, Mum dergisinin ekim/1994 tarihini taşıyan ilk sayısının "Neden Çıkmayalım?" adlı yazısını buraya aktaralım:


Malumunuz, her çıkan dergi, yeni bir soluktur... Mutlaka, neden çıktığını anlatma gereksinimi duyulur. Biz de bu gereksinimden yola çıkarak, nedenlerimizi sıralamaya başlayalım...

Her şeyden önce, şöyle bir soru takılıveriyor usumuza: Neden çıkmayalım? Çok bilinen ve Nasrettin Hoca'ya atfedilen bir anlatı vardır; Hoca bir gün konukluğa gitmiş... Hemen bir yer sofrası kurulmuş. Ortaya bir tencere getirilmiş, bir sürü de kaşık. Ancak, herkes kaşıkla çorba içmeye çabalarken, kepçeyi eline geçiren, "oooh öldüm" sözüyle birlikte bir güzel midesini dolduruyormuş. Tam Hoca'ya sıra geldiğinde, daha elini uzatırken, Hoca'nın yanındaki kepçeyi kapıveriyormuş. Hoca, dayanamamış, biraz da zora başvurarak, kepçeyi ele geçirmiş, ve "bir kere de biz ölelim yahu" demiş. Kıssadan hisse... Herkes dergi çıkarıyor, bizim çıkarmamıza (belki) gerek yok gibi bir izlenim uyanabilir. Ancak, biz, Nasrettin Hoca'nın torunlarından olduğumuz için, "bir kere de biz ölelim" diyoruz...

Bu hafifmeşrep anlatımızın dışında (yine bu anlatıyı da kapsayarak), daha değişik "nedenlerimiz" de var. Biz, uzun yıllardır tiyatro yapan bir kuruluşuz. Yaptıklarımızı kamuoyuna tanıtabilmek için "medya"ya gereksinimimiz vardı. Gelgelelim, en sağdan en sola dek hiç bir "medya" bize "gereken ilgi"yi göstermedi. Çünkü bizim sansasyonel gücümüz yoktu. "Medya" ise "görkemli" yapıtlar sunmamızı bekliyordu. Evita Müzikali gibi, Kankardeşler gibi, Pir Sultan Abdal gibi. İçinden Dalga Geçen Tiyatro gibi, Uğur Mumcu'nun Sakıncalı Piyadesi gibi... Bunların yan türevi olan: Sis filmi gibi, oyununu zorla yasaklattırma gibi, hiç bir şeyin seçeneği olmamasına karşın Alternatif görünmek gibi, karanlık dönemleri yurtdışında geçirdikten sonra ülkeye dönen tatlısu solcuların sunduğu topuklu ayakkabılı "bizim kadınlarımız" varyasyonu gibi, salt salon olanağı elinden alındığı için "Tiyatro Platformu" kurma gibi... Bizim bu ve buna benzer taraklarda bezimiz olmadığından, "medya"da bir türlü yer edinemedik. Biz de en iyisi kendi "medya"mızı kendimiz yaratalım dedik ve yola koyulduk. Bu yolun çok tehlikeli ve tuzaklarla dolu olduğunu biliyoruz. Her şeye karşın, Hoca'nın dediği gibi biz de "bir kere de olsa ölelim" istiyoruz. Başta Ferhan Şensoy olmak üzere ("gibi yapmak" O'nun kuramıdır), "medya" ile içli-dışlı olan hiç bir verili sanatçıyla işimiz yok... Yüreklice söylemek gerekirse, dergi çıkarmaktaki birinci ereğimiz, tiyatromuzun sesini geniş halk yığınlarına duyurmak. Bunun dışında, bize yakın düşünen ve devinen insanlara sayfalarımızı açmak.

Dedik ya: Neden çıkmayalım? Yürütemezsek ne olur? Bütün oyunlar gün gelip, perde kapatmıyor mu? Ve Perdeee...

MUM