22 Mart 2007 Perşembe

MUM'dan bir yaprak: "yoz SANATA HAYIR" kampanyası

Zaman zaman ayranı kabaran TOBAV; "Sanata Evet" kampanyalarıyla varlığını sürdürme telaşına düşüyor...

TOBAV, ne zaman ki ayranını kabartıp, "Sanata Evet" kampanyası başlattığında, bizim de ayranımız kabarıyor ve "yoz SANATA HAYIR" kampanyamızı gündeme getiriyoruz...

Kitlelerin; yapay demokrasiyle avunup, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilebileceğini sanmalarını önlemek için, onları sosyalist düşünceyle uyarıp, gerçek muhalefetin Emek Cephesi'nden oluşabileceğini gündeme getirmekten bıkmayacağız...

Bugün dikkatimizi çeken bir haberi buraya aktarmak istiyoruz:


"Karanlığa Hayır Sanata Evet

Bugüne kadar Cumhuriyet mirası olan sanat kurumlarına karşı girişilen tüm müdahalelere ve Devlet Tiyatroları’nda yaşanan tüm olaylara, İstanbul Atatürk Kültür Merkezi ile Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnesinin yıkılma kararına karşı aydınlık bir Türkiye için "Karanlığa hayır sanata evet" sloganı ile sanat cephesi oluşturarak direnmek ve mücadele etmek için 27 Mart 2007 Salı günü saat:12.30 da Kültür ve Turizm Bakanlığı önünde (Ankara Opera'daki binası) buluşuyoruz.
Aydınlıktan, Cumhuriyetten, sanattan yana olanları, söyleyecek sözü olanları, karanlığa seslenmek isteyenleri oluşturduğumuz cephede beraber olmaya davet ediyoruz.

TOBAV YÖNETİM KURULU"

Kaynak:
http://www.tiyatrodergisi.com.tr/Public/?nid=3164

Şimdi de MUM dergisinin ilk sayısından (Ekim/1994) bir yaprak:

"yoz SANATA HAYIR" kampanyası

Ülkemizde, uzun nicel birikimler sonucu, 12 Eylül'de niteliğe dönüşen; "her yerde ve her zaman insana saldırın..." komutuyla can ve kan bulan insansızlaştırma, sanatta da kendini gösterdi...

Dizge, kendini "yenileme" ve "ilerletme" anlamında, her türden makyaja soyundu. Malumunuz, makyaj malzemesini en çok kullanan tiyatroculardır... Hele devlet destekli tiyatro yapıyorsanız, istediğiniz dendil makyaj malzemesi satın alabilirsiniz. 12 Eylül'lerde ne yaptıklarını, Anyasa Oylaması'nda ne renk oy kullandıklarını, "kırk katır mı, kırk satır mı?" anlamına gelen (MDP mi, ANAP mı, HP mi?) seçeneksel aldatmacalar sunulduğunda "tak tak tak" yapma yürekliliği gösterebildiler mi? Gencay Gürün Hanımefendi hiç yetkin olmamasına karşın Şehir Tiyatroları'nın başındayken itiraz ettiler mi? "Evita Müzikali"ne ne tür tavır takındılar? 1402 Sayılı yasayla yerinden edilen aynı tiyatronun "yaratıcıları" süründürülürken tepkilerinin ne olduğu, özel tiyatroların bir çoğuna bağlı oldukları devlet, yaşam hakkı tanımazken ne denli "dayanışma örneği" gösterdikleri, Erkan Yücel'i anımsayıp anımsamadıkları, Çehov'un dediği gibi; "Ve daha bir sürü..."

Yanlarına "medya"yı alarak, dağı-taşı deler pozlarıyla "Sanata Evet" diyen bu bay ve bayanlar, öncelikle geçmiş dönemlerin "faşist izleri"ni silmeye çalışsınlar. Salt bağlı bulundukları erkde değil, tüm tiyatro uzamlarında ve hatta tüm ülkede estirilen "insansızlaştırma" saldırısına göğüs gersinler... Salt işadamlarına değil, (onlara da yanaşabilir, özellikle ulusal burjuva olanlara) işçi sendikalarına, demokratik kitle örgütlerine, derneklere, eğitim birimlerine, örgütlü-örgütsüz tüm emekçilere ulaşma diye bir dertleri olsun. Bırakın böyle bir dert edinme sürecini, çalışandan yana sanat yapan tiyatroculara bile ulaşma dertleri yok. Tüm coğrafyasal sınırları; içinde bulundukları kentin en büyük caddesi (örnekse; İstanbul'da İstiklal Caddesi), tüm toplumsal sınırları burjuvazi; kuruldu kurulalı Devlet Tiyatroları'na (zaten gelen) müşterileri ve zamansal sınırları, içinde bulunduğumuz yıl (1994), ne öncesi, ne sonrası... Tam "insansızlaştırma"cıların istediği gibi...

Neden bu kanıya varıyoruz? Her şeyden önce, bir türlü genel müdürlerini saptayamıyorlar. Şu anda kim genel müdür bilinmiyor: Bozkurt Kuruç mu, Tamer Levent mi? Bir bilen varsa, lütfen söylesin... Oyunlarından adını alıntılayarak söylersek, tam bir "Cadı Kazanı". Sürekli kaynıyor. Ama kendi sesleri, kendi kulaklarının dışında bir yere varamıyor. Panel yapıyorlar; tüm tartışmalardan sonra, işadamlarına dönüp, "ne olursunuz bize yardım ediniz" diye haykırıyorlar. "Takıldıkları" barların dışına çıkıp, alınterinden yana sanat yapan tiyatrolara yönelemiyorlar. Böyle bir dertleri de olduğu kanısında değilim.

Doğal olarak, bunların bağlaşıkları var. Bunlardan biri de Tiyatro... Tiyatro Dergisi. Çeşitli gazetelere çarşaf çarşaf ilan veriyorlar. İlanlarından biri oldukça ilginç: "Sanata Evet" mi? Öyleyse; Sinemaya gidin... Hangi sinemaya? Attila İlhan'ın kulakları çınlasın... "Hangi Sinema?" diye kitap yazsa, amma satar ha... 12 Eylül'den bu yana, her alanda olduğu gibi, başta sinema olmak üzere, tüm sanatlarda "emperyalist yeller" esmeye başladı. Hemen hemen hangi sinemaya gitseniz, karşınıza emperyalist bir film tekeli çıkıyor... Siz de anne-babalarınızın "çağdaş" güdümlemesi sonucu, toplumsal bir etkinlikle bulunma adına o emperyalist tekelin ürettiği filmi, "cilalı imaj" devrinin parlattığı koltuklarda izlemek zorunda kalıyorsunuz... İşte böyle "küreselleşmiş dünya"da mutluluğunuzu mutluluk katan yapay süreçleri izlemeniz için, sizlere medya gerekiyor. Bunlardan biri de aylık sanat dergileri... Açıyorsunuz "çağdaş" gazetenizi (medya), bir tiyatro dergisinin (medya) ilanı: "Sanata Evet" mi?... Ve başlıyor birçok sanatsal süreçle birlikte, film (medya) izlemeniz önerilerinde bulunmaya... Medyatik bir çağda yaşadığımız ve herşeyin medyatiğinin egemenlik kurduğu süreçte, mutlaka medyatik "takılmak" zorunda duyumsuyorsunuz kendinizi...

Hemen itirazlar yükseliyor ülkemin her yanından... İtiraz sahipleri, aynı zamanda itirafta bulunmuş oluyorlar: "Canım önce verili sanatsal süreçten geçelim de..." Ve tümcenin sonu gelmiyor pek. Gelmesi de olası değil. Tümcenin sonunu getirmek, düzene eklemlenmek anlamını taşıyor aynı zamanda. Çünkü, verili (vahşi kapitalist) sanatsal sürecin koşutunda devinirseniz, gün gelir ( belk güne bile gerek kalmadan) düzenin tanıtımını yaparsınız... Hiçbir işe yaramayan şampuan türlerinin halkla ilişkiler müdürlüğüne dönüverir uzamınız. Yada herhangi bir araba markasının cilası oluverirsiniz...

Tüm bağlaşıklarıyla birlikte dizgeyi çok iyi çözümleyip, ona göre tavır almak zorundayız. Özellikle 12 Eylül'ün dayattığı: Politikadan uzaklaştırma, bilimdışına itme, sanatsal düzeyin sıfırlanması, estetik duyarlılığın yitimi... gibi olguları sürekli usumuzda tutarak, düzenin dayattığı tüm "insansızlaştırma"larına göğüs germeliyiz. Her alandan sorumlu olmamıza karşın, (sanatçılığımızı dumura uğratmama anlamında) özellikle ve öncelikle sanatsal süreçlerde insana saldıran her tür devinime "dur" demeliyiz...

Hiçbir sanatsal kurgusunu oluşturmadan, (böyle bir kaygıları olamaz) salt "laf olsun" diye "Sanata Evet" demekle bir yere varılamaz. Yanına halkı almadan hiçbir devinim başarılı olamaz. Verili dizgenin dayatmalarına karşı çıkma adına, biz, "yoz SANATA HAYIR" ve "Emperyalist Filmleri İzlemeyin" kampanyası başlatmış bulunuyoruz... Bu görüşümüze sıcak bakan her insanı, doğal bağlaşığımız kabul ediyoruz. İnsandan, umudunuzu kesmedinizse, siz de "yoz SANATA HAYIR" diye haykırın. Sesinizi, sesimize ulayın...