27 Temmuz 2016 Çarşamba

*** 


TIBOR DERY'nin BUDA'yla PEŞTE'yi birleştiren romanı: NİKİ 



Oğuzcan Önver
 
9 Ağustos 2011 


Tibor Dery (18 Ekim 1894-18 Ağustos 1977): Macar şair ve romancı, 1919 yılında Macar Komünist Partisi'ne katılıyor. 1952 yılında partiyle çatışmaya başlıyor. 1956'daki Macar ayaklanmasında yer aldı diye de 1957-1960 yılları arasında hapise atılıyor. Eserlerinde Budapeşte'yi eşşiz bir dille anlatan yazar, dadaizme ve gerçeküstücülüğe meylediyor. 


Yazarın yükte hafif pahada ağır romanı NİKİ'yi, Yankı Yayınları'nın 1974 basımından okudum. Barış Pirhasan çevirisi ufak tefek eksikliklerine rağmen oldukça yetkindi. 


Roman; Budapeşte'de yaşayan Ansca ailesinin hikâyesini, köpekleri NİKİ'yi merkeze alarak anlatıyor. Bayan Ansca'nın yaşam öyküsüyle köpeği NİKİ'nin hayatı kesiştirerek sade bir anlatım elde edilmiş. Tibor Dery'nin derinlere işleyen üslubu okuyucuyu daha ilk sayfalarda içine çekiyor ve 128 sayfalık kısa kitap bir solukta okunuyor. 


''...bu yüzden entelektüel olduğu halde kendisine güveniliyordu.'' Sayfa 20 


Dery'nin bu cümlesinden bir entelektüelizm eleştirisi çıkarabiliriz. Zira entelektüellerin güvenilmez olduğunu imleniyor. Sovyet yönetmen Andrey Tarkovski de; yazar, profesör ve bir iz sürücü'nün belirsiz bir bölgeye yaptıkları yolculuğu anlatan 1979 yapımı ''Stalker'' adlı filminde bir entelektüelizm eleştirisi yapar. Filmin sonunda iz sürücü, yazar ve profesörü hiçbir şeye inanmadıkları için suçlar. Büyük bir davanın adamı olmadıktan sonra bilgilerin bir anlamı olmadığını düşünür. Haklıdır da... 


Günümüz Türkiye entelijansiyasına baktığımızdaysa entelektüel olarak tanımladığımız insanların durumu esef vericidir. İktidarın elinde bir kuklaya dönüşen yazarlar, ödül mekanizmasına sıkışan şaircikler, devletten para almadan yaşayamaz hale gelen tiyatrocular, önümüze karanlık, karanlık olduğu kadar da öğretici bir tablo koyarlar. Cahil, sıradan bir devlet memurundan hiçbir farkı olmayan akademisyenler, entelektüelizmi sorgulamamıza yol açar. Kültür dediğimiz canlı bir ''şey''i öldürüp bu ölümden rant sağlayan ölü-seviciliği yaparak kültürü tekelleştirebileceğini düşünen aydınlarla karşı karşıyayız. 


Komünizmin, Macaristan deneyiminde gördüğümüz bir şey var: kötü bir sosyalizmin en az kapitalizm kadar acımasız olabileceği. Romanımızın baş-karakteri Bayan Ansca, 21 yıldır ülkesinin komünist partisine üye olmasına rağmen eşi ajan olduğu iddiasıyla içeri alındığında ve ondan 1 yıl sürece hiç haber alamayınca umutsuz bir döneme giriyor. Aç, parasız, yardıma muhtaç kalıyor ve komşuları bile ona selam vermekten kaçınıyor. Toplumun, üzerinde kurduğu bu baskıyı köpeği NİKİ'yle aşmaya çalışan Bayan Ansca'nın partiye olan haklı sitemi kitapta şöyle belirtiliyor: 


''... bir başka günde de parti hücre sekreterine, bir politik tutuklunun suçsuz karısını açlıktan öldürmenin, sosyalizmin çıkarları açısından kesinlikle gerekli olup olmadığını sordu.'' 


Bayan Ansca'yı anlamaya başladıkça günümüz Türkiye'sinde sol partilerin iktidarında neler yaşanabileceğini düşünmeden edemiyoruz. Acaba, söylemleri gün geçtikçe savruklaşan halkla arasındaki organik bağı bir türlü sağlamlaştıramamış dünyadaki temel sorun: emek-sermaye çelişkisini bir kenara bırakıp yerine ikincil sorunları birincilleştiren sol partilerin iktidarı, işçilerin artı-değerlerini sömürmeye devam edecek mi? Emin olamıyoruz. 


Sıkı Marksist kuramcı Georg Lukacs'ın ''Çağımızın en büyük insanı'' diyerek onurlandırdığı Tibor Dery'i okumak ve anlamak zorundayız. 
(Kaynak: Yazan Yöneten Oğuzcan Önver) http://jennisdwellingplace.blogspot.com.tr/