Keşanlı Ali Destanı - Ömer F. Kurhan'ın Yorumu Üzerine
Melih Anık
3 Ekim 2011
3 Ekim 2011
Ömer F. Kurhan, Mimesis'de yayımlanan "Yazarlığın
Ağırlığı, Eleştirmenin Hafifliği" başlıklı yazıma 2 Ekim 2011 tarihinde
bir yorum yazmış:
"Melih Anık'ın bu kapsamlı değerlendirmesinde, Haldun
Taner'in eseri adına, neredeyse bir dokunulmazlık talebi var gibi geldi bana.
Bu mümkün değil. Bir dönem örneğin Nazım Hikmet'in
şiirlerinde kadına bakış açısı sorgulanmıştı. Ya da ünlü Kuvay-ı Milliye
Destanı'nın dar milliyetçi bir bakış açısıyla şekillendiği eleştirileri
yapıldı. Gerçekten de Nazım Hikmet'in Kürtler bakış açısının bazı Kürt
aydınlarıyla (Kamuran Bedirhan) yazışmalarında farklı, bazı sanat eserlerinde
farklı biçimler alabildiğini biliyoruz.
Bu tip eleştirel yaklaşımlar sanatçının eserinin sanatsal
prestijinden ziyade o sanat eserinin şekillenemesini etkileyen bakış açısını
sorgular. Kestirmeden bir öğretiyi doğrulama ya da yanlışlama derdindeki 'eleştiriyi' kast etmiyorum tabii ki. Bu anlamda Moliere'in ya da
Shakespeare'in eserlerinde Kral'a atfedilen rol de kritiktir örneğin.
Fazla uzatmadan:
Bazı tarihçiler çıkıp Haldun Taner'in 'Keşanlı Ali
Destan'nı yazarken Kürt unsurunu saklama ya da örtme gereği duyduğunu,
bunu bir mecburiyet olarak gördüğünü belirtiyorlar. Bu tespit yanlış değilse,
esere ilişkin bir ipucu verir.
Diyarabakır'da Kürtçe tiyatro yasağının kalkması 2000′li
yılların başına denk gelir. Yaklaşık 40 yıl önce durum neydi? tahmin edilebilir
sanırım. O yıllarda rahmetli Musa Anter biraz durumu değiştirmek istedi (oturup
Kürtçe bir oyun yazdı), başına gelmedik şey kalmadı. Öyle ki, Türkiye'de Kürtçe
oyun yazımı ancak 1990'larda yeniden başlayabildi. Musa Anter de 1990'ların
kanlı kargaşa döneminde faili meçhule kurban gitti.
Burada kısır bir polemik yaşansın istemem ama, aslında
bugünü de içine alan geçmişle bir yüzleşme gerekli diye düşünüyorum. Bir yanda
2000'li yıllara kadar açıkça bastırılan bir Kürtçe tiyatro olgusu var. Diğer
yanda Kürt insanını doğu şivesiyle temsil etmeye çalışan, halk arasında 'Kürt' lakabı görece rahat kullanılabildiği halde sahnede dile
getirilmesinin sansür konusu olabildiği bir durumdan söz ediyoruz.
Keşanlı Ali tabii ki etnik indirgemecilik perspektifiyle
tartışılmamalı, ama o esere damgasını vuran etnik-kültürel değişken de göz ardı
edilmemeli. Ucuz ve sevilmeyen bir eser olsa, zaten bu tartışmanın pek anlam ve
önemi kalmazdı.
Keşanlı Ali nasıl sahnelenmeli?
Ben olsam Kürt unsuru üzerindeki örtüyü kaldırmanın
yollarını arardım. Belki köklü bir yaklaşımla, İngilizce 'based on' denilen şekilde eseri bir çıkış noktası olarak kabul ederdim. Elbette telif
hakları çerçevesinde bu serbestlik tanınıyorsa. Basitçe isim değişikliği ya da
ne bileyim Kürtçeye çevirerek olabilecek bir şey değil bu. Sahnelemeye dönük bu
dramaturjik yaklaşım, oyun hakkında bazı değerlendirmelerde bulunan tarihçileri
ciddiye aldığımı ve 2011 yılında otosansüre gerek duymadığımı gösterirdi diye
düşünüyorum. Fakat bu yaklaşımı evrensel bir mecburiyet olarak tabii ki
öneremem.
Sonuç olarak Melih Anık’ın tartışmayı zenginleştirmesini
önemli buluyor, özellikle son cümlesindeki düşünceye katılıyorum."
Genellikle yorumlar gözden kaçmakta. Bu nedenle Ömer F.
Kurhan'ın yorumunu ve cevabımı bir yazı olarak dikkate sunmak istedim. Almış
olduğum eğitim konulara yaklaşımımı belirliyor pek tabii olarak. O nedenle
yaşımın da gereği olarak kendi gözümle görmediğim hiçbir şeye doğruymuş gibi
"atlamıyorum". Cevabımı bu çerçeve içinde okumanızı dilerim. Cevabım
şudur:
Bilinen gerçek şu: Haldun Taner, Keşanlı Ali oyununu Kürt Cemali'nin hikayesinden esinlenerek yazmıştır.
Bilinen gerçek şu: Haldun Taner, Keşanlı Ali oyununu Kürt Cemali'nin hikayesinden esinlenerek yazmıştır.
Bundan sonrası yorum, iddia, komplo vb. yani kişilerin algı,
niyet, istek, konum, ihtiyaç vb.'ne bağlı spekülasyonlardır.
Spekülasyon üzerine yazılan bir yazı "gerçek"
sayılamaz, "gerçek"miş gibi savunulamaz; ona bağlı olarak yeni
talepler kurgulanamaz. Olsa olsa öneri, tavsiye vb. yapılabilir.
(O nedenle yazımda "Ne demiş Taner: 'Konu ne kadar
bizdense.' Kürt Cemali'yi 'bizden' yapmış, ayrım yapmamış Haldun Taner! Yazıyı
okuyan herkes kendi 'kurduğu dünyaya' göre yorumlayacaksa işte benden de bir
öneri" dedim.)
Aklımız, psikolojimiz ve konumumuz nedeniyle bize doğru ve
gerçekmiş gibi gelen, inanmaya hazır olduğumuz bir söylentinin, bir rüyanın,
bir halüsinasyonun peşine takılıp yazarsak yanlış yapmış oluruz.
Bu nedenlerle:
"… konusu, karakterleri, diyalogları ve tüm yapısıyla
Ankara'nın ünlü kabadayılarından Kürt Cemali'yle arkadaşlarını işlediği ve bu
özelliğinden dolayı 'Kürt Cemali Destanı' diye yazılması gerekirken, 'Keşanlı
Ali Destanı' olarak 'Beyaz Türkler' tarafından yazılarak, bir kez daha tarihe
ihanet edilmiştir."
"1988 yılında Genco Erkal tarafından TRT'ye müzikli
dizi olarak uyarlanan oyun; Gülriz Sururi, Mehmet Akan, Genco Erkal ve Meral
Çetinkaya gibi dönemin 'sol' görüşlü tiyatro sanatçıları tarafından ete kemiğe
bürünmüştü. Fakat o kadar 'sol' görünüşlü aydın sanatçı nedense sıraladığımız
tüm gerçekleri bir kenara iterek 'Kürt Cemali'yi görmezden gelmişti."
"Haldun Taner'in tarihe mal olmuş bir oyunu yazarken
yaptığı bilinçli yanlışlık artık yerine iade edilmeli."
gibi yazanın çizmesini aşan kesin hüküm cümleleri
kullanılamaz. Bu ifadeler çıkış noktası muğlak olan bir konunun, ulaşılması
mümkün olan sonuçlarından olamaz, sayılamaz. Hiçbir kimse "bilinçli
yanlışlık" iddiasıyla bir eserin kahramanının değiştirilmesini öneremez.
Sahneye koyanlar belli koşullar çerçevesinde istediklerini yapar. (Yapmıyorlar
mı?)
Bana göre, herkesin kendi hazım yeteneğine bağlı olarak,
tiyatro çevrelerinin önemli isimlerini suçlayan hükümleri yazanın da bence o
çevre içinde olamaması gerekir.
Ömer F. Kurhan'ın belirttiği "Bazı tarihçiler çıkıp
Haldun Taner'in 'Keşanlı Ali Destan'nı yazarken Kürt unsurunu saklama ya da
örtme gereği duyduğunu, bunu bir mecburiyet olarak gördüğünü
belirtiyorlar." ifadesindeki "tarihçiler"in "Haldun
Taner'in Kürt unsurunu saklama ya da örtme gereği duyduğunu, bunu bir
mecburiyet olarak gördüğünü" bir "gerçek"miş gibi sunmaları
döneme ait algılamalar çerçevesinde tümden varımla çıkarılmış bir öneri
olabilir ancak. Bu ifade ancak Haldun Taner'in buna ait ifadesinin ortaya
çıkarılması ile kanıtlanabilir ve yukarıdaki cümle ancak o zaman
"gerçek" hükmünde kabul edilebilir. "Tarihçi" kelimesine
yüklenen genellikle olumlu çağrışım ("Tarihçiler doğruyu söyler")
iddiayı "gerçek" hükmüne bağlamaktadır ki bu da yanlış anlamalara
neden olur.
Öte yandan bir başkasını "Beyaz Türk", "sol
görünüşlü" tamlamalar ile suçladığınız zaman kendinizin öyle olmadığını
iddia etmiş olursunuz. Bu nedenle tartışma başlatan yazıyı, yazanın kendisini
konumlandırma ihtiyacının bir gereği olarak ortaya koymuş olduğu önerisini
yapıyorum.
Yazanın twitlerinde "60 yaşında yapılan eleştiri böyle
zırva olur" mealindeki ifadesini dikkate alır ve yukarıdaki kapsamda
değerlendirirsek bu, bizi, kendine özel bir yer edinmeye çabalayan birinin
"zırva"sı ile meşgul olduğumuz "gerçeğine" götürür.
Tüm bunların Haldun Taner için dokunulmazlık talebi olmadığını açıkça belirtmem gerekiyor ki yıllar sonra "tarihçiler" Ömer F. Kurhan'ın yazdığına bakarak benim hakkımda yanlış bir algıya düşmesinler.
Lütfen tıklayınız: http://hayatinnabzi.blogspot.com.tr/2011/10/omer-fkurhann-yorumu-mimesis-2-ekim.html
Tüm bunların Haldun Taner için dokunulmazlık talebi olmadığını açıkça belirtmem gerekiyor ki yıllar sonra "tarihçiler" Ömer F. Kurhan'ın yazdığına bakarak benim hakkımda yanlış bir algıya düşmesinler.
Lütfen tıklayınız: http://hayatinnabzi.blogspot.com.tr/2011/10/omer-fkurhann-yorumu-mimesis-2-ekim.html