2 Temmuz 2015 Perşembe

Avukatların, polislerin, savcıların, yargıçların okuması gereken bir belge!

Video'yu 5 şikayetçiye karşı savcılığa verdiğim şu savunma dilekçesiyle savundum (1):

İSTANBUL CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI'NA 

Dava no: 2015/16813

ŞÜPHELİLER: Coşkun Büktel Hilmi Bulunmaz ve Cemalettin bulunmaz.


ŞİKAYETÇİLER 1. Ömer Faruk Kurhan  2. Duygu Dalyanoğlu 3. Ahmet Cüneyt Yalaz 4. Fırat Güllü 5. Bülent Sezgin

Şikayetçilerin, şikayet konusu ettiği "Büktel ile Bulunmaz, LİNÇ KAMPANYASInı değerlendiriyorlar" (https://vimeo.com/5478055) başlıklı video; kaynağında da görüleceği üzere "5 years ago" (5 yıl önce) yayınlanmıştır. Videoda konuşanlardan biri benim. Konuşmalarımın açılımını doğru yapmışlarsa, o sözleri söyleyen benim. Ama iddianameyi okuyup dört saatlik videoyu tekrar incelemeye ve 5 şahsın bana mal ettikleri sözlerle kendi sözlerimi kıyaslamaya vakit ayırmadım. Çünkü:

1) Video 5 yıl önce yayınlandığından zaman aşımına uğramıştır.

2) Söz konusu video benim tarafımdan bir kez bile yayınlanmamıştır.  Dolayısıyla, benim tarafımdan güncellenmesi de söz konusu değildir.

3) Şahısların "sonradan farkettik" bahanesi inandırıcı değildir ve yasayı değiştiremez. (Onca ilgilisinden bir teki bile 5 yılda fark etmemişse o video hiç mertebesindedir.) Ama gerçek, videoyu şahısların 5 yıl boyunca fark etmedikleri değildir; gerçek şudur ki; 5 yıl önce, şahısların İATP-G adlı sitelerinde, bana ve Hilmi Bulunmaz'a yönelik yaptıkları haksız saldırıların dozu ve yoğunluğu; Hilmi'yle benim dört saatlik konuşmamızdan cımbızladıkları üç-beş cümleyle kıyas kabul etmeyecek denli galizdi. O nedenle o videoyu o tarihte şikayet edemezlerdi. Önce Boğaziçi Üniversitesi imkanlarıyla sürdürdükleri IATP-G adlı sitelerini tüm suç delilleriyle birlikte silip örtbas etmeleri gerekiyordu. Ama o zamanlar, İATP'yi yok etmek niyetinde değillerdi. Bizi yazarak yıldıracaklarına inanıyorlardı. Aşağıda anlatacağım süreçlerin sonunda bunu yapamayacaklarını akılları kesince, tüm suç delilleriyle birlikte İATP-G'yi önce internetten silip örtbas ettiler ve okurların hafızasından da silinmesini beklediler. Bugün benden ve Hilmi'den başka İATP-G adını ancak 40-50 kişi, yaptıklarını ise ancak 3-5 kişi hatırlayabilir. Ben bile çok sisli hatırlıyorum. Kısacası, video zaman aşımına uğramıştır ve geçmişte kararttıkları deliller nedeniyle de, şahısların videoyu ne zaman gördükleri bizim tartışma konumuz olamaz.

2) Ben, videoda söz konusu ettiğimiz linç kampanyasının ana sponsoru diyebileceğimiz Mustafa Demirkanlı'nın şikayeti üzerine; 12. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından (2011/2492 ESAS), Demirkanlı'nın "haksız tahriki" kabul edildiği ve indirim nedeni olarak karara yazıldığı halde, 7 Mayıs 2012 tarihli kararla 1350 TL adli para cezasına çarptırıldım ve bu, hayattaki ilk mahkumiyetim olduğu için, suçumun tekrarlanmaması kaydıyla cezam 5 yıllığına ertelendi. Ama kısa süre sonra 6352 nolu af yasası çıktı ve bu af yasası, erteleme süremi üç yıla indirdiği gibi, üç yıl içinde hakaret niteliğinde ikinci bir suç işlemediğim takdirde, 31 Aralık 2011'den önceki yazılarım veya eylemlerim nedeniyle kovuşturulamayacağımı hükme bağladı. O günden bu yana yaklaşık üç yıldan beri, linç kampanyasının öncü isimleri beni ikinci bir suçla ikinci kez mahkum ettirip ertelememi bozmak için, kıldan tüyden nedenler uydurup bana karşı şikayet  üstüne şikayette bulunuyorlar. Ama aleyhimdeki kişilerin hukuk alanında bile neler yapabileceklerini gayet iyi anladığım ve artık çok daha dikkatli davrandığım için, yeni yazılarıma karşı verdikleri şikayet dilekçeleri yaklaşık üç yıldır sürekli "takipsizliklerle" sonuçlanıyor.  Ama yaklaşık üç yıldır arşivimde bir sürü takipsizlik ve bir de beraat kararı bulunmasına karşın ilkiyle benzer nitelikte ikinci bir suçtan mahkumiyetim yok. Bu durumda, 2009 yılına ait söz konusu video nedeniyle kovuşturulmama yalnızca zaman aşımı yasası değil, 6352 nolu yasanın geçici birinci fıkrası da karşı çıkıyor.

3. Ben, o videoda, bu davanın 5 şikayetçisinden yalnızca Ömer F. Kurhan adlı şahsın adını bir yerde telaffuz ediyor ve kendisine asla direkt olarak hakaret etmiyor, bir davranışının yanlışlığını belirtiyorum. Diğer davacıların adını bile anmıyor, Kurhan dahil hiçbiriyle tanışmadığım gibi; Kurhan ve Cüneyt Yalaz dışındaki üç kişiyle herhangi bir yazışma ilişkim bulunduğunu da sanmıyorum. Kurhan ve Yalaz beni daha önce de şikayet etmiş ve Kurhan "takipsizlik", Yalaz ise "kovuşturmanın ertelenmesi" sonucuyla karşılaşmıştı.

Peki ben o videoda kimleri suçluyorum? Bize karşı "linç kampanyası" başlatanlar arasındaki "kasıtlı iftiracıları". “haysiyet cellatlarını”, fotomontajcıları, yalancı ve sahtekârları… Peki, linç kampanyası nedir ve bu kampanyayı başlatanlar kimlerdir? Evet, bu dava için açıklamaya mecbur olmasak bile, tiyatro tarihine derli toplu bir belge olarak kalması ve bu dilekçeyi yayınladığımızda hem başka dilekçelerimize baz olması, hem de okurları aydınlatması bakımından burada açıklayalım bu konuyu:

90'lı yıllarda, Evrensel Kültür dergisinde yayınlamaya başladığım; daha sonra İnsancıl, Gölge Tiyatro, Papirüs, Agon, gibi dergilerde devam ettirdiğim, Yeni Yüzyıl gazetesinde 4 günlük bir seri olarak özetini yayınladığım; 1998 ve 2001 yılında ilki 560 ikincisi 360 sayfalık iki eleştiri kitabına dönüştürdüğüm, "kanıtlı belgeli" sert eleştiriler nedeniyle, geniş bir tiyatrocu çevresinin düşmanlığını kazandığımı, aldığım tepkiler nedeniyle gayet iyi bilmekteydim. Bu süreç 2005 yılında Özdemir Nutku skandalına yol açtı. Profesör Özdemir Nutku'nun, Theope adlı eserim hakkında ortaya attığı DT video kaydıyla belgelenmiş apaçık ve somut iftiraya*


Hilmi ile benim karşı çıkmamız; Nutku'dan iftirasının kanıtını isteyip hesap sormamız; o dönemde, Nutku’dan çok Nutku’cu, geniş bir cepheyi karşımızda bulmamızla sonuçlandı. Hakikati savunmak kolay değildi. Sözünü ettiğimiz çevreler, Nutku’nun iftirasını savunmak için bize karşı akla hayale gelmeyecek yöntemler uyguladılar. Burak Caney takma adıyla siteler açılıp siteler kapatıldı ve geniş bir kadro Burak Caney adıyla açılan bu korsan sitelerde yüzlerce yazı ve fotomontaj yayınladılar. Bunların bazılarını kopyalayıp karşımızdaki insanların nasıl yaratıklar olduğu anlaşılsın diye kendi sitemizde yayınladık. Burak Caney hakkında basit bir google araştırmasıyla karşımızdaki örgütlü kötülüğün nelere kadir(!) olduğu kolayca görülebilir. Burada fikir vermesi açısından şu kadarını belirteyim: Örneğin, fotomontaj marifetiyle, benim fotoğraflarımı bir oral seks fotoğrafıyla, bir Nazi bayrağıyla bir arada gösterdiler, Yine fotomontaj marifetiyle beni dansöz haline getirdiler ve Theope adlı kitabımın kapağını da fotomontajla kirleterek itibarsızlaştırmaya çalıştılar. Hilmi'nin kızına, benim oğluma dil uzattılar; o dönemde yazmakta olduğum dizi filmin yönetmeni Hamdi Alkan'a sataştılar; dizinin prodüktörü  Birol Güven'in adını bu iğrençliklere bulaştırarak beni işimden etmeye çalıştılar; bütün o düzinelerce fotomontajın altına iğrenç iftiralar ve tehditler yazdılar, en sonunda, linç kampanyasının ilk örneği olan bir linç kampanyası girişiminde bulundular. Bize karşı imza topladılar ve 500 imzaya kadar ulaştılar, vb…

Bütün bu iğrençlikler, Özdemir Nutku’nun "Theope"ye iftirasını örtbas etmek ve bu iftiraya karşı çıkan beni ve Hilmi Bulunmaz'ı ve benim eserim olan Theope'yi itibarsızlaştırmak için ve elbette isimsiz şahıslarca yapıldı. (Beş şikayetçi "biz onlardan değiliz" diyorlarsa, onlara inanıyor ve o videoda onları suçlamadığımı belirtiyorum.) Ama gerisi var; süreci aktarmaya devam edelim:

Biz bu yığınla çöpe karşı arada bir bazı numuneleri kopyalayıp kendi sayfalarımızda "karşımızdaki orospu çocukları yorulmak bilmiyor" tarzında tek cümlelik başlıklarla teşhir etmekten başka bir şey yapmadık. Hilmi, onların yayınladığı neredeyse her çöpü, sitesinin benim önerimle “çöp kutusu” adını verdiği bir bölümde depoluyordu. O nasılsa depoluyor diye, ben çok azını kopyaladım. İsimsiz şahıslara cevap vermeye vakit ayırmıyorduk. Ama karşımızda yalnızca isimsiz şahıslar yoktu. Onların yaptığı iğrençliklerin bize değil de, Nutku iftirasını savunanlara zarar verdiği yavaş yavaş, karşımızdaki insanlarca da anlaşıldı. Burak Caney ekibi o iğrenç döneme ait korsan siteyi tüm delilleriyle birlikte silip kapattı. Başka bir site açtı, sonra onu da kapattı. 

Benim coskunbuktel.com adlı sitemin adını taklit ederek birkaç gün süren bir site bile açtı. Gerçek insanlar gerçek imzalarıyla son Burak Caney sitesine inandırıcılık ve itibar kazandırmak için harekete geçmek gereğini hissettiğinde Burak Caney kaçıncı sitesini açmıştı anımsamıyorum. Ama Burak Caney’in son sitesinin (blogunun) adı çift “oo” ile “tiyatrooyun.blogspot.com” idi. Hilmi'nin hâlâ devam etmekte olan tek “o”lu “tiyatroyun.blogspot.com” adlı sitesinden (blogundan) çalmaydı adı. Burak Caney’in adı bile çalıntı, sahibi bile meçhul, o iğrenç, korsan sitesine; sonradan linç kampanyasına imza verecek ünlülerden bazısı başta Özdemir Nutku olmak üzere başarılar diledi. Mustafa Demirkanlı o sitede köşe yazarlığı yaptı. Hakkaniyet adına şunu belirteyim ki, 5 şikayetçi kendi adlarıyla Burak Caney’in sitesine katkıda bulunmadı.

Bu 5 şikayetçiden ben yalnızca Duygu Dalyanoğlu’nun adını anımsamıyorum ama sanırım o da Boğaziçi Üniversitesi grubundan yani Kurhan ve yandaşlarından olmalıdır. Onlar bize karşı, açık isimleriyle İATP-G adlı sitelerinde ve şüphesiz ki, biraz daha temiz bir dille muhalefet yapıyor, yani Burak Caney’in kirli bir dille yaptığını yaparak, bize karşı apaçık belgeli bir iftirayı güya savunmaya çalışıyor, böyle bir şeyi kimse yapamayacağından, daha çok bizi ekip halinde tiye alarak, bizimle alay ederek, bizi ve Theope’yi itibarsızlaştırmaya çalışmakla meşgul oluyorlardı. Theope’yi itibarsızlaştırma konusunda en büyük gayret Ömer F. Kurhan’dan geldi: Oturup DT belgeli iftirayı ciddi ciddi meşrulaştırmaya çalışan ve bu saçma, bu umutsuz teşebbüsün mantıksızlık ve tutarsız safsatalarını, entel ve ciddi edalı, karmakarışık bir metnin diliyle örtbas ettiğini sanan Kurhan;  “Evet, İkinci Bir Theope Var” şeklindeki apaçık iftirayı söz konusu yazısına başlık yaptıktan sonra yayınlanması amacıyla yazıyı Erbil Göktaş’a gönderdi. Göktaş’ın “hakemli dergi”si “Yeni Tiyatro” yazıyı basılmaya değer bulmadı. (Kurhan, derginin sahibi Göktaş’a, zaten o sırada başlattıkları linç kampanyasına imza da vermemiş olduğu için, çok fena kızmış olmalı ki, Göktaş'ı "Bıçak sırtı yazılar için bıçakları bilemekte olduğumuzu belirtmekte yarar var" şeklinde bir ifadeyle, “güya üstü kapalı” tehdit etti. Daha sonra yazıyı, linç kampanyası ana sponsoru olarak anılan Mustafa Demirkanlı'nın sitesinde yayınlandı. Mustafa, yazının "Evet, İkinci Bir Theope Var" şeklindeki apaçık iftiradan ibaret olan o yalan başlığını, o zamanlar gazetecilerde dağıtılan dergisinin kapağından anons ederek, dergisini satın almayan okurlara bile iftirayı duyurmuş (yutturmuş) oldu. İATP-G ahalisi, sonunda bizi bununla da yıldıramayacaklarını anladılar ve İATP-G’yi tüm delil ve belgeleriyle örtbas edip yokluğa gömdüler.  5 şikayetçinin İATP-G günlerinden geriye kalan tek belge, dergide de yayınlandığı için, Kurhan’ın “Evet, İkinci Bir Theope Var” başlığıyla iftirayı savunmaya çalışan yazısı oldu. Ama o zamanlar bizi mahkemeyle yıldırmaya hâlâ karar vermiş değillerdi.

Bizi bu kez de linç kampanyasıyla yıldırmaya çalışıyorlardı. Burak Caney’in kirlenmiş takma adıyla başarılı olamayan "Temiz Tiyatro" adını verdikleri o kirli linç ve iftira kampanyasını sponsor isimlerin gerçek adlarıyla yeniden canlandırdılar ve (daha önce İATP-G’de Mehmet Esatoğlu aleyhine açarak  yıllarca sürdürdükleri “Taciz Kampanyası”yla ulaşılan 1000 rakamnı biraz aşan bir rakama) 1100 imzaya, bir-iki hafta içinde hazır bulmuş gibi ulaşıverdiler. O 1100 kişilik listede sanırım 5 şikayetçinin de imzası vardı. İmzacılar, imzaladıkları bildiride, bizi daha çok Burak Caney ve ekibinin (belge ve delillerini çoktan silip yok ettikleri) provokatif yazılarına karşı (bizim hâlâ silmediğimiz) sert cevaplarımızı konu ederek, aleyhimize bir tek iddianame bile olmadığı halde, bizi tiyatronun saygın(?) insanlarına küfretmekle, “linç girişiminde” bulunmakla suçluyor ve asıl amaçlarını şu cümlede açık ediyorlardı:

Tiyatromuzun saygın insanı Prof. Özdemir Nutku'yu, DT koordinasyon toplantısında Coşkun Büktel’in eseri gündem yapıldığında, görevi gereği Fransızca yazılmış bir "Theope" ile karşılaştım, Fransızca bilenler karşılaştırsın sözünden yola çıkarak, Sayın Nutku’nun ben kimseyi suçlamadım sadece bir bakılmasını önerdim açıklamasını bile dikkate almadan, akıl almaz karalamalarla uzun süredir rencide etmektedirler. Bu ifade, DT belgeli Özdemir Nutku iftirasını (belgeyi göz ardı edip çarpıtarak) örtbas etmeye, meşru göstermeye yönelik, düpedüz bir yalan; (DT’nin somut belgesine ters düşen) düpedüz bir ikinci iftiraydı. Dolayısıyla o bildiriyi imzalayan herkesi ve 5 şikayetçiyi de, düpedüz iftiracı kılıyordu. “Bizi dava etmedikleri sürece kimseyi dava etmeyeceğiz; onları kalemlerimizle cezalandıracağız” şeklinde bir ilke ilan ettiğimiz için, bizi hedef gösteren iftiraya imza atmış o 1100 kişiyi mahkemeye şikayet etmedik. Ama iftiranın belgelerini ve kanıtlarını ortaya koyan çeşitli yazılarla iftirayı teşhir ettik. Bu arada o Özdemir Nutku iftirasını belgeleyen 10 dakikalık videodan sonra o dört  saatlik video konuşmamızı da yaptık ve videonun içinde ne olduğunu bile bilmeyen ama İnternet'i iyi bilen Cemal Bulunmaz, babasının ricasıyla videoyu yayınladı. 4 saatlik o videoda; bildirilerinde bizi linç girişimcisi olmakla ve Özdemir Nutku’ya iftira etmekle suçlayanların asıl kendilerinin bizi linç etmeye kalkıştığını; asıl linççilerin onlar olduğunu belgeleriyle açıkladık… Hem bildirilerinde önce onlar bizi “linç girişimcisi” olmakla suçlamışlardı (ki kesinlikle kanıtsız, belgesiz karakuşi bir iddiaydı) hem de bugün kalkmış biz onlara linççi imzacısı diyoruz diye (ki yerden göğe haklı ve belgeli bir iddiadır) onlar bizi suçlamaya kalkıyorlar. Biz o videoda 4 saat boyunca gayet insani ve ahlaki mesajlar verip onları dürüst ve vicdanlı olmaya ikna etmeye çalıştık. Bu arada, konuşma sıcaklığı içinde birkaç sert ifade kullanmış olsak bile; uğradığımız hakaret, tehdit ve mağduriyetlerin dozu ve yoğunluğuyla kıyaslandığında, bizim söylediklerimizin komik kaçacak kadar önemsiz olduğu görülmektedir.  Benim açımdan bakıldığında zaten Kurhan dışında 5 şikayetçiden hiçbirinin adını vermem söz konusu değildir. Çünkü onların "Büktel ve Bulunmaz'a kasıtlı olarak iftira edenler, onları aşağılamak için o penisli, Nazi bayraklı, dansözlü fotomontajları yapan ve yayınlayanlar biziz" demeleri mümkün değildir. Onlar o pislikleri yaptıklarını reddediyorlarsa, ben de linççilerden söz ederken o 5 şikayetçiden bahsettiğimi reddediyorum.

Sonunda (bir başka deyişle) “en geç bir ay sonra”, 1100 imzaya rağmen yine sonucun kendi aleyhlerine döndüğünü gören linç kampanyacıları, 1100 imzalı sonuncu linç kampanyası bildirisini de tüm imzalarıyla birlikte bir kez daha silip örtbas ettiler. Yani bizi şikayet eden beş linç imzacısının ardında, İATP-G sitesini yayından kaldırıp örtbas etmek gibi, linç kampanyasını yayından kaldırıp örtbas etmek gibi utançlar vardır. Bu utançların halkın zihninde unutulması için 5 yıl bekledikten sonra bugün 5 yıl öncesinde kalmış 4 saatlik bir videodan cımbızladıkları kırık dökük birkaç cümleyle beni suçlamaları, kendini ve haddini bilmemektir. Bana yaptıkları haksızlıktan zerre kadar pişman olmamak demektir. Oysa aynı durumda olup da hakikati öğrendikten sonra pişman olan ve pişmanlıklarını en çarpıcı ifadelerle beyan eden (bugün bile hâlâ tanışmadığımız, hiç yüz yüze gelmediğimiz) vicdanlı insanlar vardır. Aşağıda adlarını vererek değineceğiz.                                                                                                                                                                                                              DEVAMI 2. BÖLÜMDE: https://www.facebook.com/notes/co%C5%9Fkun-b%C3%BCktel/videoyu-5-%C5%9Fikayet%C3%A7iye-kar%C5%9F%C4%B1-savc%C4%B1l%C4%B1%C4%9Fa-verdi%C4%9Fim-%C5%9Fu-savunma-dilek%C3%A7esiyle-savundum-/10155792131180711


***

Video'yu 5 şikayetçiye karşı savcılığa verdiğim şu savunma dilekçesiyle savundum (2):

ÖNCEKİ BÖLÜMÜN LİNKİ: https://www.facebook.com/notes/co%C5%9Fkun-b%C3%BCktel/videoyu-5-%C5%9Fikayet%C3%A7iye-kar%C5%9F%C4%B1-savc%C4%B1l%C4%B1%C4%9Fa-verdi%C4%9Fim-%C5%9Fu-savunma-dilek%C3%A7esiyle-savundum-/10155792085365711                                                                                                                                                                                                                                        Burak Caney takma ismiyle ve en iğrenç yöntemlerle bize hakaret ve iftira eden kişilerin adlarını bilmiyoruz. Ama linç kampanyasına imza atan herkes, bilerek ya da bilmeyerek, Burak Caney’in iğrençliklerine alet olmuş, onun başlattığı iftira kampanyasını sürdürmüş, o haysiyet celladının yarım bıraktığı işi tamamlamaya kalkışmıştır. Yani bize karşı bilerek ya da bilmeden gırtlaklarına kadar suça batmışlardır. (Bunu fark eden vicdanlı insanlar kampanyadan imzalarını çekmeye başlayınca, kampanyanın düzenleyicileri bildiriyi tüm imzalarıyla birlikte apar topar internetten silmişlerdir.)

Bu dosyada Hilmi'yi ve beni şikayet eden şahıslar; bu dosyayla (ya da en azından "benimle") alakası bulunmadığı halde, Hilmi Bulunmaz'a karşı açtırdıkları kovuşturmalardan ve kazandıkları davalardan bahsetmekte ve Hilmi Bulunmaz'a karşı kazandıkları (eğer kazanmışlarsa) bazı davaları (Hilmi'yle olan eski dostluğumuz nedeniyle) sanki bana karşı da kazanmışlar gibi bir algı yanıltması yaratmaya çalışmaktalar. Bu, bana karşı uzun yıllardır çok sık başvurulan bir taktik... "Suçun şahsiliği" evrensel ilkesini en kışkırtıcı biçimde çiğneyen bu taktik; özellikle (Mayıs 2014’te anlaşmazlığa düşüp  yolumu ayırdığım Hilmi Bulunmaz'ın bana karşı bir hayli düşmanca bir kampanya yürüttüğü, bana karşı savcılığa -takipsizlikle sonuçlanmış- bir şikayet dilekçesi verdiği) bugünlerde; çok daha vahim biçimde gayrı ahlaki ve kışkırtıcı görünüyor. Madem ki, beş yıl önceki bir videoyu şikayet konusu ediyor ve Hilmi'ye karşı kazandıkları “hukuksal başarılardan(?)  bahsetme gereği duyuyorlar ve beni de bu dosyaya dahil ediyorlar; öyleyse, bana karşı kaybettikleri "hukuksal hezimetlerden" niçin bahsetmiyorlar? Sanki "ikinci küfürbaz"(!)  olarak, benim de Hilmi gibi onlara karşı "kaybedilmiş davalarım"(?) varmış gibi bir algı yanıltmasına niçin tenezzül ediyorlar? Hilmi'yle ikimizi aynı cümle içinde birlikte suçladıkları (en azından benim konumum itibariyle) zaman aşımına uğramış bir dosyada, Hilmi'yi "mahkum ettirdiklerini"(?) söylüyorlarsa, beni "mahkum ettiremediklerini" de söylemek zorunda değiller mi? Neden söylemiyorlar? Neden Hilmi'nin durumuyla benim durumumu özdeşleştirme kurnazlığını, mahkemeye karşı bile sürdürmekten çekinmiyorlar? Yalnızca bu kurnazlık bile, karşımızdaki insanların gayrı ahlaki ve kışkırtıcı tutumları ve bizim onlara karşı neden bu denli öfkeli olduğumuz hakkında, yeterli bir ipucu vermiş olmalıdır. En küçük bir hakaret kastım olmaksızın görünen gerçeği (bildiğim tek şekilde) açıkça ve dürüstçe saptıyorum: Karşımızdaki insanlar değil yalnız bize karşı, mahkemeye karşı bile, kesinlikle dürüst davranmıyorlar. Çünkü gerçeği eksik söylemek de yalandır ve dürüstlükle bağdaşmaz.

Dilekçelerinde, bizim 5 yıl önceki, dört saatlik konuşmamızdan ancak 2-3 dakika tutacak bazı sert eleştirilerimizi cımbızlamışlar. Peki biz neyi konuşuyoruz o videoda? Onların, isimlerimizi vererek bizi hedef haline getiren, bizim aleyhimizde başlattıkları ve 1100 imzaya ulaştıkları linç ve iftira kampanyasından… (Onların vahim biçimde hukuksuz, haksız ve gayet trajik sonuçlar doğurması mümkün olan bu tehlikeli hedef gösterme kampanyasına, “Temiz Tiyatro Kampanyası” adını vermeleri yalnızca gülünçtür.) Güya amaç bizi küfürsüz konuşmaya davet etmekmiş. Benim ya da Hilmi’nin küfürlü konuştuğumuza dair o tarihte bir yargı kararı (ya da hatta bir iddianame) var mıydı? Yoktu. Öyleyse, siz bizi hangi hakla “küfürbaz” olarak tanımlayabilir; hele de bana hangi hakla, nasıl konuşacağımı öğretmeye kalkabilirsiniz? Bana, yani iki kalın eleştiri kitabı yüzünden Türk tiyatrosunda çok sevilmemesine rağmen, “Theope” adlı oyunuyla en büyük tiyatrocular dahil olmak üzere tüm okuyanların en coşkulu, en içten övgülerini kazanmış; Cihan Ünal’ın “Hayran oldum”; romancı Hasan Ali Toptaş’ın "Büyülendim" dediği; yazar ve doktor Selçuk Erez’in Sophokles’le kıyasladığı; daha geçenlerde, yani 1100 kişinin mahalle baskısından sonra ve o baskıya rağmen, İstanbul DT müdürü Şakir Gürzumar’ın "Türk dilinde yazılmış en iyi oyun" olarak tanımladığı “Theope”nin yazarına karşı, siz hangi hakla, 1100 imza toplayarak, 1100 kişilik mahalle baskısı yaratarak, ona nasıl konuşacağını öğretmek bahanesiyle, onu aşağılayıp itibarsızlaştırmaya ve böylelikle, Büktel’in eleştirileriyle rahatsız olan Özdemir Nutku’nun, Büktel’in daha şimdiden klasik haline gelmiş Theope adlı eserine attığı, (DT’nin video kaydıyla belgelenmiş) iftirasını örtbas etmeye kalkarsınız? “Temiz tiyatro” diye imza topladığınız kampanyanın bildiri metninde, gerçeği 180 derece çarpıtıp benim Özdemir Nutku’ya iftira ettiğimi söyleyerek, Nutku’nun DT belgeli kirli iftirasını, daha da kirli bir başka iftirayla nasıl savunur; insanlara bu kirliliklerinizi, "Temiz Tiyatro Kampanyası" adıyla sunarak, hangi delille ve nasıl olur da imza toplar ve bin kişiyi daha kirletir ve beni hedef haline getirirsiniz? Asıl kendiniz beni linç ettiğiniz halde, o linç bildirinizde, hangi hakla ve delille benim insanlara “linç girişiminde” bulunduğumu iddia edebilirsiniz? Ve bütün bu vahim ve tehlikeli suçları işledikten 5 yıl sonra; (elimdeki DT patentli video belgesiyle, iki kere iki dört gibi belgelediğim iftiranızı dava konusu yaparak, ne Özdemir Nutku’yu, ne de sizi iftira suçundan ve linç teşebbüsünden yargılatmadığım için bana minnettar olmak yerine) hangi yüzle, nasıl olur da, kalkıp benim 4 saatlik bir videodaki, son derece iyi niyetli eleştirilerim arasından cımbızladığınız iki sert ifadeyi dava konusu yapmaya kalkışırsınız? Bu nasıl bir suçunu ve haddini bilmezliktir. Ben Hilmi'ye o videoyu silip örtbas etmesini söylemedim; ama siz, her yerde onlarca kez yayınladığınız o "Temiz Tiyatro"(!!!!) bildirinizi, bir aya kalmadan, apar topar, 1100 imzasıyla birlikte internetten silip örtbas etmek zorunda kaldınız. Madem o kadar temizdiniz, madem beni “küfürsüz” konuşmaya davet etmekten başka amacınız yoktu; internetteki o temiz(!!!!) bildirinizi neden silip örtbas ettiniz? İmza verdiğiniz o metnin silinmesine neden itiraz etmediniz ya da metni kendi adınıza yayınlamaya neden devam etmediniz? Hadi üç haftaya kalmadan bildirinin internetteki sizin de imzanız bulunan belgesini silip örtbas ettiniz; peki ama 5 yıl sonra, bugün, en önemli delillerini karartıp örtbas ettiğiniz bir olayı hangi yüzle dava konusu yapmaya kalkışıyorsunuz? Üstadınız Mustafa Demirkanlı bunu ilk yaptığında, yani bana yönelik “haksız tahriklerini” internetten silip yok ettikten sonra, benim yazdıklarımı silmeyeceğime, yani mertliğime güvenerek, bana karşı açılmış hayatımdaki ilk davayı kazandı. Ama ben dersimi aldım ve 6352 nolu yasa da ilahi adaletin takdiri gibi yetişerek, sizin bana karşı, 2012 öncesi için, ikinci bir dava kazanmanızdan beni korudu. 2012’den sonraki tedbirli yazılarımdan “takipsizlikler” aldığınız için; öncünüz Mustafa da, sizler de, şimdi zaman aşımına aldırmaksızın, eski tarihli yazılarım ya da videolarımla sonuç almaya çalışıyorsunuz. Ama 2012’den bu yana ikinci bir mahkumiyetim bulunmadığı için, “en azından bana karşı” 6352 sayılı yasayı aşamaz, mahkemenin gözünden kaçıramazsınız.

Ben ilke olarak hayatımda hiç kimseye hakaret davası açmadım açmıyorum. Böyle bir ilkem olmasa, hemen yarın, ben de bu beş şahsa karşı beşer onar karşı dava açabilir ve bu davaları (kampanyacıların pek sık yaptıkları üzere, sonucunu bile beklemeye gerek duymadan) dilekçelerimde zikrederek, onlar hakkında  olumsuz bir algı yaratmaya kalkışabilirdim. Ama benim bu tür küçük kurnazlıklarla mahkemeyi meşgul etmeye, ne vaktim, ne onurum müsait.  

Bu 5 kişinin, (bir yıldır bir kez bile görüşmediğim ve görüşmeyeceğim) Hilmi'yle ilgili hukuksal ilişkilerini bilemem; ama dosyada şikayetçi olarak adı geçen (hayatımda bir kez bile yüz yüze gelmediğim) o 5 kişiden yalnızca ikisi, bundan önce bana karşı savcılığa birer şikayet dilekçesi vermiştir: Bunlardan Ömer F. Kurhan'ın (2012/168428)  no'lu şikayeti savcı Basri Taş tarafından “Takipsizlikle” sonuçlandığı gibi; Ahmet Cüneyt Yalaz'ın (2014/66931) soruşturma nolu şikayeti de, savcı Hüseyin Yavaş'ın "SORUŞTURMANIN ERTELENMESİ KARARI"yla sonuçlanmıştır. Yani şikayetçi 5 şahsın bana karşı kazanılmış bir tek hukuksal başarısı bulunmadığı gibi, hukuksal hezimetleri vardır. Şikayetçi şahıslar madem ki, dilekçelerinde, hiç gereği yokken, eski hukuk kararlarını konu etmişler, benim karşımda aldıkları başarısız somut sonuçları ve bana karşı kazanılmış herhangi bir hukuksal başarılarının bulunmadığını ve bu yüzden bana karşı mahcup durumda olduklarını da (normal, makul, medeni ve tutarlı bir insanın belirteceği üzere) belirtmek zorundaydılar. Şahıslar bu özeni gösterdiler mi? Hayır, tam tersini yapmaya çabaladılar; sürekli olarak Hilmi'yle beni özdeş göstermeye -haklarında bir çok soruşturma, kovuşturma ve dava devam etmektedir, tarzında cümlelerle- ikimizi aynı torbaya koyarak, mahkemeyi yanıltmaya yönelik bir algı operasyonu uygulamaya çalıştılar. Kurnazlıkları ancak bu kadarına yetiyordu. Keşke eleştirilerim yüzünden beni düşman saymaya bu kadar kilitlenmeseydiler. Keşke bu davada kurnazca davranmak yerine "vicdanla" davransaydılar.

Ama o durumda, ya bu davayı açmazlar; ya da açsalar bile, sonuçta vicdanları galip gelerek, onlardan önce bu davanın aynını, aynı 3 kişiye açmış olan (2013/168583) Can Törtop'un yaptığını yaparlardı: Savcıya bir ek dilekçe vererek, en azından, Coşkun Büktel ile Cemalettin Bulunmaz'ı suçlamaktan vazgeçtiklerini açıklar, Can Törtop’un yaptığı gibi, en azından, Cemal ve benimle ilgili şikayetlerini geri çekerlerdi.

Hatta Can Törtop'tan bile ileri gidebilir; 1100 imzalı linç ve iftira kampanyasına, bu dosyadaki 5 şikayetçinin yaptığı gibi, imza atmış olan Somer Karvan'ın yaptığını yapabilirlerdi. (Somer Karvan, bizimle bugün bile hâlâ yüz yüze gelmemiş, bizi şahsen hiç tanımamış ve bizim de bu linç kampanyasından önce adını bile duymadığımız, İzmirli bir tiyatrocudur.) Beş şilayetçi, Karvan kadar aşırı dürüst davranarak, sırf hakikat aşkıyla ve hakilat uğruna, 1100 kişilik bir mahalle baskısına meydan okumayı göze alabilir, Karvan’ın 5 yıl önce yaptığı gibi, 1100 imzalı linç kampanyasından imzasını çekebilirlerdi, Linç kampanyasından ancak 20 kadar kişi, çeşitli gerekçelerle (çoğu da imzasının kendisinden habersiz olarak kampanyada kullanıldığını söyleyerek, yani kampanyacıları dolaylı biçimde de olsa, "sahtekârlıkla" suçlayarak) kampanyadan imzasını çekti. İmza çekenlerin içinde, gerekçesini en namuslu, en samimi biçimde açıklayan kişi Somer Karvan olmuştu. Karvan’ın 22 Kasım 2010 tarihli şu mesajını, kendi izniyle aynı gün yayınladık. Mahalle baskısı yüzünden kimsenin tebrik edemediği, o harika, o benzersiz ve tarihi mesaj şudur:

ÖZÜR
Sayın Büktel, Sitenizi, dolayısıyla vermekte olduğunuz onur mücadelenizi şu gün ve şu saatte gördüm, maalesef. Linç imzacıları listesinde adımı görünce de çok utandım. Sizden özür diliyorum. Anlamadan, araştırmadan, sırf hocaya destek olsun diye atılmış bir ahmağın imzasıdır. Saygılarımla...  Somer Karvan


Ne yazık ki, tiyatromuz Somer Karvan gibi “utanma yeteneğini kaybetmemiş” insanlarla değil; (bir yazarın eserlerini yazmasını engellemeye kendilerini adayabilen, bu uğurda bir iftira ve linç kampanyasına imza atmak dahil, her türlü uygunsuz yöntemi uygun görebilen) zaman aşımına uğramış ve mükerrer davalarla, benim mesaimi harcayarak, bu hırslarına mahkemeleri bile alet etmekten çekinmeyen, sanatçı düşmanı "sanatçılarla" dolu… Hadi benden utanmıyorlar; bari Somer Karvan’dan utansalar.

Ne gezer? Bu metnin genel ve bütüncül mesajıyla ilgilenip verdiğim mesajıma kafa yormak yerine, yarın buradan cımbızladıkları birkaç kelimeyle yine savcılara koşup bana yeni bir dava ve yeni bir yorgunluk çıkarmazlarsa şanslıyım demektir.


NOT: Ben linç kampanyasına imza atan 1100 linç imzacısından bahsederken, yalnızca onların ifade ettiği bir rakamı kullanmış oluyor ama o 1100 kişiyi asla özdeşleştirmiyorum. Çünkü onlar homojen bir kitle değil. Daha önce yazdığım üzere, içlerinde 4 kategoriden insan var:

1. "OLAYIN İÇ YÜZÜNDEN HABERSİZ MAĞDURLAR", 2. "OLAYIN İÇ YÜZÜNÜ ÖĞRENMEYİ GEREKSİNMEDEN LİNÇE İMZA VEREN VE ÖĞRENDİĞİNDE “BİR AHMAĞIN İMZASIDIR” DEMESİ MÜMKÜN MASUM İNSANLAR.

3. "OLAYIN İÇ YÜZÜNÜ BİLE BİLE İMZA VERİP BİZE KASTEN İFTİRA EDENLER 4. "LİNÇ TARİKATİNİN DIŞINDA KALMAYA CESARET EDEMEYEN ACINASILAR.

Onlara 1100 linççi desem bile onların artık 1100 kişi olmadıklarını şüphesiz ki biliyorum, Somer Karvan gibi imzasını çekenlere hakaret ettiğim zaten düşünülemez. Ama imzasını çekmeyenlerin de tümüyle linççi ve suçlu olduklarını sanmıyorum. Onların arasında da, sırf mahalle baskısı yüzünden imza atmış ve aynı nedenle imzasını geri çekemeyen pek çok kişi mevcut. Kısacası, ben linççilere genel olarak sert eleştiriler yöneltirken, homojen bir kitleden söz etmiyorum. Yalnızca iftiraya soğuk kanlılıkla, kasten ve bile bile imza atmış olanları suçluyorum. Hilmi'yi bilmem ama, ikimizi hedef gösteren o kirli kampanyadan, gerekçe açıklayarak imzasını geri çektiğini beyan edecek, 5 şikayetçi dahil, "istisnasız" herkesi, ben kendi vicdanımda aklamaya her zaman hazırdım, hazırım. Özdemir Nutku'nun iftirasını DT belgesiyle iki kere iki dört gibi saptadığım halde, Nutku’nun bana değil de benim Nutku’ya iftira ettiğimi yazan o bildiriye, Somer Karvan gibi "araştırmadan" imza attığını ifade ederek, pişmanlık belirtir ve Somer Karvan gibi (en azından Can Törtop gibi) vicdanlı davranmaya karar verirlerse, kısacası benim verdiğim onur savaşını örgütlü bir çoğunluk olmanın mahalle baskısıyla kirletmeye çalışmaktan cayarlarsa, o beş kişiyle bile uzlaşmaya hazırım. Hakikati, kelle sayısı değil; somut deliller belirler. Ben Nutku’nun bana ve Theope’ye iftira ettiğini DT videosuyla iki kere iki dört gibi belirlemişken; sizlerin, bu hakikati bir iftira bildirisine attığınız 1100 imza, ben tek başıma kalmış bile olsam, belgeli hakikati değiştirmeye yetmez. 76 milyon imza bulsanız bile yetmez. O imzalar hepinizi iftiracı kılmaktan başka hiçbir şeye yetmez. Somer Karvan bunu anladığı için, iftiracı konumuna düşmekten utandığı için, (hem de tiyatro çevresindeki 1100 kişilik mahalle baskısına rağmen) kendi imzasına “bir ahmağın imzasıdır” diyerek o imzayı linç kampanyasından çekti. İçinde bulunduğunuz iftiracı konumundan ancak Somer Karvan gibi davranarak kurtulabilirsiniz; inadına beni dava ederek değil.

Videoda dördünüzün adını bile vermiş değilim. Yalnızca Kurhan'ın adını telaffuz ettim. Neden? Çünkü Ömer F. Kurhan, Öncünüz Mustafa Demirkanlı'nın "Tiyatro Tiyatro" dergisinde, Özdemir Nutku iftirasını örtbas etmek ve iftirayı aklamak amacıyla "Evet, İkinci bir Theope Var" yalanını (iftirasını) başlık yapan bir yazı yazmış ve bu yalan başlığın (düpedüz iftiranın) (o dönemde ülkenin en çok izlenen) Tiyatro Tiyatro dergisinin kapağında bile anons edilmesini sağlamıştı.

Ömer F. Kurhan, bana karşı işlediği bu ağır cezalık suçla, gırtlağına dek utanca batmış ve kendisini şikayet etmeye vakit ayırmadığım için bana minnettar olması gerekirken; linç kampanyasına imza vermediği ve beni savunduğu için Erbil Göktaş’ı da hedef almış ve onun "Bıçak sırtı yazılar için bıçakların bilenmekte olduğunu belirtmekte yarar var" diyerek (güya üstü kapalı biçimde) tehdit de etmişti.  

Çoktan mezun olmalarına karşın Boğaziçi Üniversitesi çevresinden ve imkanlarından kopmayan Ömer F. Kurhan ve Boğaziçili yandaşları, Özdemir Nutku iftirasını savunmak için, İATP-G adlı sitelerinde gerçek isimleriyle ya da takma isimleriyle bana, karşı husumet dolu milyonlarca yazı yazmış, bana karşı başlatılan her iki imza kampanyasını desteklemişlerdi. Kampanya ile insanları hedef göstermekte acemi değillerdi. Benden önce de tiyatrocu Mehmet Esatoğlu’nu "tacizci" olarak suçlamış, Esatoğlu'na karşı 1000 imza toplamışlardı. Aynı kampanya imzalarını bana yönelttiklerinde, 1100 imzaya ulaştılar. Ne Esatoğlu ne de benim hakkımda herhangi bir yargı kararı ya da hatta iddianamesi vardı. Esatoğlu sessiz kaldı ama ben kalmadım. Pek çok yazıyla, bizi kendi alternatif mahkemelerinde yargılayan bu örgütlü kitleye haddini bildiren yazılar yazdım. Sonunda tüm delillerle birlikte İATP-G adlı sitelerini internetten silip örtbas ettiler. Ben ilkem gereği tükürdüğümü yalamadığım yani yazdıklarımı silmediğim ve asla inkar etmediğim için; kendi sildikleri delillerin okur hafızasında da silinmesine yetecek bir süre bekledikten sonra, önce (daha fütursuz buldukları Hilmi’ye) ve sonra da bana karşı dava açmaya başladılar. Hilmi’ye karşı sanırım bazı sonuçlar aldılar. Ama bana  karşı hiçbir savcıyı inandıramadılar. Çünkü tanımadığım, hiçbir husumet duymadığım bu insanlara karşı benim hakaret kasdım olamazdı ki… Ama eleştiri?.. Evet onları eleştirmek zorundaydım, çünkü katıldıkları kampanya etik olarak çok yanlış ve zararlıydı. Ben, onların hakaret sandığı ya da öyle göstermeye çalıştığı "sert eleştirilerim" sayesinde insanları ve vicdanları uyandırmıştım. Bütün bu haksız ve hukuksuz ve o nedenle de son derece kışkırtıcı saldırıların bende yarattığı karşı tepkiyle o videoda Kurhan’a söylediğim kıldan tüyden birkaç incitici eleştiri, benim mağduriyetimle kıyaslandığında, Kurhan’ın hak ettiğinin binde biri bile olamaz. Benim yayınlamadığım o videoyu ilgililer bile görmediklerini iddia ettiklerine göre, en fazla birkaç yüz kişi tarafından görüldü. Ama Kurhan’ın benim yazarlık itibarıma açıkça saldıran "Evet, İkinci Bir Theope Var" yalan ve iftirası, gazetecilerde bile satılan "Tiyatro Tiyatro" dergisinin kapağında, dergiyi satın almayanlar tarafından bile görüldü… Gazeteci ve kitapçılarda on binlerce insan tarafından görüldü.

Bana karşı boğazına kadar suça batmış olan Kurhan, onu dava etmediğim için minnettar olacağına, işi düpedüz kindarlığa vurmuş ve (videoda isimlerini dahi vermediğim linç bildirisi imzalamış 4 arkadaşıyla birlikte) benim 1100 linççinin yalnızca "kasıtlı iftiracılarına" yönelik (en sertleri bile dahil olmak üzere) belirli hiç kimseye yönelik olmayan, yerden göğe kadar haklı ve “genel” eleştirilerimi, (yalnızca benim tükürdüğümü yalamamak ilkemden/mertliğimden) yararlanarak, şikayet etmiş. Adaletin bu şahıslara, bana daha fazla mesai harcatma fırsatı vermeyeceğine inanıyorum. DT belgesiyle iki kere iki dört gibi kanıtlanmış bir iftirayı destekleyebilen, açıkça haysiyet cellatlığına soyunmuş bu çeşit şahıslara, yargının inanmak zorunda olduğunu düşünmüyorum. Dolayısıyla "Videoyu yeni gördük" demeleri; hiçbir anlamı olmadığı gibi, aynı nitelikli bir başka suçtan ikinci kez mahkum  olmadığım sürece 2012 öncesi yazdıklarımın kovuşturulamayacağına hükmeden 6352 nolu yasayı da değiştiremez.                                                                                                                                                                                                                                          COŞKUN BÜKTEL

Kaynak: https://www.facebook.com/notes/co%C5%9Fkun-b%C3%BCktel/videoyu-5-%C5%9Fikayet%C3%A7iye-kar%C5%9F%C4%B1-savc%C4%B1l%C4%B1%C4%9Fa-verdi%C4%9Fim-%C5%9Fu-savunma-dilek%C3%A7esiyle-savundum-/10155792131180711