23 Şubat 2014 Pazar

LİNÇÇİ Metin Boran'la Üstün Akmen'in kirlettiği yerde yazan dilsiz kalır!!

Dilsiz kalmak

Sennur Sezer

23 Şubat 2014

Size de olur mu, kimi zaman konuşmanın ortasında dilsiz kaldığımı sanırım. Karşısına çıktığım kalabalığın karşısında kekelerim.(Yazarken elbet öyle değil. Yazarsınız, okuyan anlamazsa baştan okur, çok çok kapatır sayfayı) Bu genellikle konuştuğunuz kitleyle ilişkileriniz olmadığında gerçekleşen bir kabustur. Diyelim yoksulluktan söz ettiniz, kalabalığın yüzü bu sözden hoşlanmadığını ele verir. Hele kadınlar. Onlar “Yapıp yakıştırma”, “Kan kusup kızılcık şerbeti içtim demek” konusunda eğitilmişlerdir. “Evi şen eden kadındır “ ilkesi yüzünden yokluğu, yoksulluğu kendi kusurları sayarlar. O zaman kadınlara evi şen etmek için ne çok yorulduklarından söz edebilirsiniz ve pahalılıktan. Kendi yoksulluklarından daha kolay kabullenebilirler pahalılığı.
Emekçiler de daha doğrusu halkımızın çoğunluğu da yoksulluğu (daha doğrusu fakirliği) kendi ayıbı sayar. Kondurmaz üstüne. Sohbetin bir yerinde dilsiz kalabilirsiniz.

Okumuşların, meslekleri pek bir fiyakalı sayılanların, hele yabancı dil bilenlerin sohbetlerinde kekelemeseler de başarısızlıkları az değildir. Yabancı terimler, dolambaçlı cümleler, coğrafyaya ve insan malzemesine uygun olmayan örnekler sebep olur teklemelere.  Bu kendini çok önemsemekten doğan bir anlatım yanlışıdır. Bilgiçlik hatası da olabilir.


Bir de uygun karşısındakileri tanımamak, kalıplara göre konuşma yanlışı. Bu da ne yazık çoğunlukla küçümseme etkisi yaratıyor: “Zavallı işçinin bilgisayarla ne işi var”, “Hayatı tanımayan biçare genci kandırmak kolay” vb, vb. Elbette bunları söyleyenlerin bir bölümü  işçi kökenli  ve hepsi de gençliklerini arkada bırakmışlar. Kendi deneylerine göre konuşuyorlar ama zamanın adımlarının dünyayı küçülttüğünü unutuyorlar. Zaman artık bizim geçmişimizle örtüşmüyor. Kendi yaşadıklarımıza göre dönemi yargılamak yerine deneylerimizi aktarmamız daha önemli.


İletişim çağının bütün cambazlıklarını bilen bir genç biz yaşı olgunlaşmışlardan ne öğrenebilecek? Şunlar olabilir: Biz telefonun bile ender olduğu bu şehirlerde nasıl ilişki kurardık arkadaşlarımızla, nasıl bir araya gelirdik?  Bir cep telefonu aksaklığında neler yapılabilir? Yasaları bilmemizin bize nasıl yararı dokunabilir? (Ben küçücük anayasayı cebinde taşıyan kuşaktanım.)


Birden fark ettim ki bu yazıyı yazarken de dilsiz kalmamışsam da kekeme durumdayım. Aslında genç arkadaşlarımdan biriyle şu ara hep bunu konuşuyoruz, işçilerle konuşma dilimizdeki aksaklıklar. Daha doğrusu işçilerle nasıl konuşabilir, ilişki kurabiliriz?


Kendimizi hangi sınıf ya da katmana yerleştirebileceğimizi bilememenin, çevremizin nasıl yaşadığını, dünyaya bakışını iyi tanımamanın ve yargı kalıplarını kıramayışımızın sonucunda ya dilsiz kalıyoruz, ya büyükleniyoruz.


Bir yanlış daha var insan ilişkilerinin her şeyden önemli olduğunu, çevremizle uyum içinde olursak yaşamın kolaylaşacağını da unutuyoruz. Unutulanlardan biri de benim gençliğimin bir kuralı: İşçiden öğrenmek. Kendimize, işçiyi hangi durumlarda örnek alacağımızı hiç sormuyoruz.


Bu konu, her zaman önemli ama şu ara yaşamsal bir önemi var bence.