Beş günlüğüne gittiğim İran'daki biricik, tek, yegâne İnternet eğlencem tweet atarak, tweet okumaktı!... Türkiye tiyatrosunda değer verdiğim iki yazardan biri Coşkun Büktel'in (diğeri Melih Anık) tweet'lerinin hemen tümünü okuyarak, hemen hemen tüm tweet'lerini retweet'liyorum! Ne ki, Büktel, burjuvazinin peçete kağıtlarına reçete yazanların tweet'lerini yada yazılarını retweet'lediğinde, mesafeli durmakla kalmayarak, peçete ve reçete yazıcılarının karanlıklarına ışıldak tutmaya önem veriyorum...
İran'da beş günde binlerce insanla görüşüp, yüzlerce insanla konuşmak zorunda kalarak, yoğun bir yorgunluk denizine daldığım için, İran'daki İnternet ortamındaki sansür nedeniyle, Coşkun Büktel'in, burjuvazinin "en büyük peçete kağıtlarından Hürriyet Gazetesi"nde uzun yıllar meta estetiği üretmiş Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ü tweet'ine alıp aşağıdaki sözü söyleyince önce donup sonra sarsıldığımı söyleyebilirim:
"ÖZKÖK, NEREDEYSE KAHRAMANCA BİR YAZI YAZMIŞ"
ERTUĞRUL "ÖZKÖK" ve "KAHRAMANCA BİR YAZI YAZMIŞ" sözcüklerinin aynı tümce içerisinde kurgulanırken, "NEREDEYSE" çekincesi kullanılmış olsa da, bendeki düşünce yarılması tâ İstanbul'a gelene dek sürdü. Peki, Ertuğrul Özkök, bu yazısında ne/ler diyordu?
"Şimdi kimin suratına tüküreceğiz" gibi çok iddialı ve okkalı bir başlık atarak başlıktaki dört sözcüğün sonuna soru işâreti bile koymaya asla tenezzül etmeyen burjuva peçete ve reçete yazarlarından Ertuğrul Özkök, bilerek soru işâreti koymadığı başlığından başlayarak, insanları, sömürüye karşı düşündürmek yerine, ki böyle bir işlevi tabiî ki olamaz, sömürünün ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için yalnızca metin olarak değil, s/imge olarak bile olağanüstü büyüklükte çaba harcıyor!...
Sonuna "bilinçli" olarak, "dilsel" olarak da düşünce geliştirilmemesi için "soru işâreti" konulmamış "Şimdi kimin suratına tüküreceğiz" başlıklı yazının bizce önemli olan bölümlerini sindire sindire okuyalım:
"BU fotoğraf İstanbul Emniyet İstihbarat Dairesi elemanları tarafından çekildi.
Bu teknede yan yana oturan kişiler, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en tartışmalı dönemlerinden birinin aktörleri.
Tarih Eylül 2008...
Bundan 2 ay önce Ergenekon iddianamesi açıklanmış.
Bir ay sonra dâvâlar başlayacak.
İşte tam o günlerde kalabalık bir resmî kişi topluluğu hep birlikte Beşiktaş'dan tekneye biniyor.
Güle eğlene Kandilli'ye geçiyor ve orada İstanbul Ticaret Odası'na ait tesiste iftar açıyorlar.
***
Fotoğrafta kimler var?
Önce genel kategoriden başlayayım. Ergenekon soruşturmasını yapan polisler, dâvâyı açan savcılar ve yargılayan hâkimler...
Yani yürütme ile yargı kucak kucağa, omuz omuza...
Aralarında bu dâvâların ünlü savcısı Zekeriya Öz var... Ergenekon kıdemli hâkimi Hasan Hüseyin Özese var.
Ergenekon dâvâsı hâkim heyeti başkanı Köksal Şengün var.
Şimdi 'Paralel yapı' diye oraya buraya gönderilen savcılar Fikret Seçen, Ercan Şafak, Murat Yönder var.
Turan Çolakkadı var. 11'inci Ağır Ceza Hâkimi Metin Özçelik, 14'üncü Ağır Ceza Hâkimi Resul Çakır ve 12'inci Ağır Ceza Hâkimi Vedat Yılmaz Abdurrahmanoğlu var.
Ama asıl önemlisi iftar yemeğini düzenleyenler...
İstanbul Emniyeti İstihbarat Dairesi...
Yani Ergenekon olayını hazırlayan ekip.
Rahmetli İlhan Selçuk'u, Türkan Saylan'ı içeri attıran 'delilleri' toplayan ekip.
Bugün hükümetin 'Paralel yapı' diye suçladığı herkes o akşam yan yana, omuz omuza...
Neşeli kahkahalar atılıyor.
***
Dünyada hiçbir hukuk devletinde bu kadar önemli bir dâvâyı sürdüren polis-savcı-hâkim üçlüsü böyle bir fotoğrafa girmez.
Böyle bir fotoğraf o dâvânın çökmesi demekti...
O akşam hepsi oradaydı...
Bu fotoğraf o günlerde birçok gazeteye gitti.
Kimi 'bu dâvânın savcısıydı...'
Görmedi, işitmedi, söylemedi...
Çünkü işine gelmedi.
Kimi korktu.
Öyle terör günleriydi ki kaşını kaldırana Ergenekoncu, darbeci damgası yapıştırılıyordu.
Gazeteciler evlerinde valizlerle bekliyordu.
Yani aslında hepimiz oradaydık.
Kimimiz bunu görmeyerek, o ekipleri destekleyerek suç ortaklığı yaptı.
Kimi korkusundan sesini çıkarmayarak suça yataklık...
***
Şimdi zamanın ruhu değişti.
Bakanların oğulları içeri alındı.
Anladınız mı şimdi...
Her şey işte bu fotoğrafla başladı.
Dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyecek bir polis-savcı-hâkim ittifakı ile yürütüldü.
Paralel devlet diyorsunuz ha...
Hayır barfiks devlet...
Herkesin işine geldiği zaman asılıp taklalar attığı, işine gelmeyince de paralele geçtiği bir devlet.
İğrenç iftiraların, komploların, yalanların uçuştuğu tarihimizin en karanlık dönemi...
Hesaplaşacaksak önce bu fotoğrafa bakalım.
Bir zamanlar savcısı olduğumuz düzen işte buydu..."
***
Yukarıda önemli bir kısmını alıntı olarak sunduğum yazıya karşı herkes sustu mu?!... "Ölü yılanın kuyruğunu kesme" kurnazlığındaki Ertuğrul Özkök'e, tam kıvamında olmasa da, ağzının payını veren bir tek kişi bile yok muydu?... Vardı!... Korku sisi dağıldıktan sonra kendini ormanların Aslan Kral'ı san/dır/an Ertuğrul Özkök, gerçeğin tamamını söylemeyip, fotoğrafın bütününü göstermeyerek "dolaylı yalan" mı söylüyordu?
Şimdi de Cumhuriyet Gazetesi köşe yazarı Güray Öz'ün "iki kere iki dört eder" somutluğu içindeki "YALANLAMA" yazısını özenle okuyalım!...
***
"Hepsi Oradaydı ve Bizler Görmedik" mi?
Güray Öz
16 Şubat 2014
Hürriyet Gazetesi eski Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök dün köşesinde ilginç bir olaydan söz etti. Ergenekon iddianamesinin kabûlünden iki ay sonra, duruşmaların başlamasına bir ay kala dâvâyı soruşturan polislerin, savcıların ve dâvâyı görecek mahkemenin hâkimlerinin hep birlikte bir tekne gezisine çıktıklarını anlattı.
Şöyle yazdı: "Dünyada hiçbir hukuk devletinde bu kadar önemli bir dâvâyı sürdüren polis-savcı-hâkim üçlüsü böyle bir fotoğrafa girmez. Böyle bir fotoğraf o dâvânın çökmesi demekti... O akşam hepsi oradaydı. Bu fotoğraf o günlerde birçok gazeteye gitti. Kimi 'bu dâvânın savcısıydı...' Görmedi, işitmedi, söylemedi... Çünkü işine gelmedi. Kimi korktu. Öyle terör günleriydi ki kaşını kaldırana Ergenekoncu, darbeci damgası yapıştırılıyordu. Gazeteciler evlerinde valizlerle bekliyordu. Yani aslında hepimiz oradaydık. Kimimiz bunu görmeyerek, o ekipleri destekleyerek suç ortaklığı yaptı. Kimi korkusundan sesini çıkarmayarak suça yataklık..."
***
Özkök gerçekten de ibretlik bir olaya ve medyanın ibretlik durumuna değiniyor yazısında. Ama tam anlattığı gibi değildir durum. Gazetecinin kendisi ile ilgili bir şeyler yazması pek doğru ve makbul değildir ama kimi zaman gazetesini savunmak, tarihe bir not düşmek, bir yanlışı, bir eksiği düzeltmek için gerekli olabiliyor.
Söz konusu fotoğrafları gerçekten de medya görmezlikten geldi. İki istisnası var: OdaTV ve Cumhuriyet Gazetesi. O fotoğraflar Cumhuriyet Gazetesi'nde manşetten yayımlandı. O zamanlar OdaTV'nin Haber Müdürü olan Barış Terkoğlu ve Cumhuriyet'in Sorumlu Yazı İşleri Müdürü olarak ben, o fotoğraflar nedeniyle sorgulandım ve Özel Yetkili Mahkeme'de yargılandık.
Böylece Ertuğrul Özkök'ün medyanın genel durumunu pek iyi yansıtan yazısındaki küçük bir eksiği tamamlamış oldum ben de. Hani üstümüzde kalmasın, Cumhuriyet Gazetesi de o olayı görmemiş olanlar arasında sayılmasın diye.
***
Aslında bugün de görülmeyen, görülmek istenmeyen pek çok olay var ve doğrusunu isterseniz geçmişin yargılı, yürütmeli baskısı bugün de o günlerden daha az değildir. Geçmişin ortakları arasındaki kavganın yarattığı, -kaos mu, fetret mi ne derseniz- hava içinde özgürlük alanı genişlemiş sanılmasın. Belki "cesaretin" kapsama alanı genişledi o kadar. Bazı şeyleri yazabiliyor artık medya. Bazı sırlar ortaya çıkabiliyor; bazı kitaplarda medyanın hali pür melali ortaya saçılabiliyor; anlı şanlı genel yayın yönetmenleri, "Bazı şeyleri yazamıyorduk, ama ne sansür yaptım ne otosansür!..." açıklamalarıyla "kahramanlıklarını" yazabiliyor; kimileri "Yalnız bana değil herkese baskı uygulandı." diyebiliyor; Başbakan'la kimi medya yöneticileri arasındaki "kırmızı hatlar" deşifre olabiliyor vesaire... Tablo pek karanlıktır aslında. Anlatılanlar, anlatılamayanlar hem şu geçen 10-12 yılda medyanın sürüklendiği bataklığı, hem de eğer medya uzak yakın tarihinden ders almamayı sürdürürse gittikçe artan baskının gönüllü kurbanı olmaya yeniden aday olacağını gösteriyor. Çünkü başını kaldıran eğilim, hem geçmişte olup bitenleri mazur göstermeyi hem de bundan böyle olacakları meşru göstermeyi amaçlıyor. Tehlike uzakta değil; kapıdadır. Yoksa Meclis'te HSYK'de değişikliği öngören yasa teklifinin görüşmeleri sırasında çıkan kavgayı fotoğraflayan muhabirlere AKP milletvekilleri "Basın dışarı!", "Mahremiyetimize saygı gösterin." diyebilirler miydi?
***
Basın Meclis'ten dışarı çıkarsa, hapisteki gazeteci sayısı zirveyi zorlarsa, muhabirler sokakta gazlanırsa, tazyikli sularla yerlere fırlatılırsa o pervasız fotoğrafların daha pek çoğuna bakar ve ama bakakalırız. Öyle zamanlar gelebilir ki, iki gazete bile bulamayabiliriz gerçekleri yazmaya cesaret edecek.
(Kaynak: Cumhuriyet)
***
Burjuvaziye estetik peçete ve reçete üreten yazarlardan Ertuğrul Özkök, gerçekten "KAHRAMANCI BİR YAZI YAZMIŞ" mı? Yoksa Özkök, sevilmiş gözün dâvâsı olmaz deyip, ölü yılanın kuyruğunu mu kesmiş?
Cumhuriyet Gazetesi'nin yiğitliğinin üzerini "peçete ve reçete ile örten" Ertuğrul Özkök, (Hiç sanmıyorum ama!...) "Güray'ın hakkını Güray'a" verip, kökünün özlüğünü kanıtlarsa, kendisini bağışlayabilirim... Yoksa zinhar bağışlamadığım gibi, "iki elim iki yakası"nda olmaya devam eder!
***
Ayrıca bakınız:
Bulunmaz, Tahran - İstanbul uçağında okuduğu makaleye çok şaşırdı...
Bulunmaz'ın okuduğu bu makaleyi çok önemsiyoruz: Hemen okuyunuz!
Burjuvazinin peçete kağıdı Hürriyet'in eskimiş Genel Yayın Yönetmeni!
İran'da beş günde binlerce insanla görüşüp, yüzlerce insanla konuşmak zorunda kalarak, yoğun bir yorgunluk denizine daldığım için, İran'daki İnternet ortamındaki sansür nedeniyle, Coşkun Büktel'in, burjuvazinin "en büyük peçete kağıtlarından Hürriyet Gazetesi"nde uzun yıllar meta estetiği üretmiş Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök'ü tweet'ine alıp aşağıdaki sözü söyleyince önce donup sonra sarsıldığımı söyleyebilirim:
"ÖZKÖK, NEREDEYSE KAHRAMANCA BİR YAZI YAZMIŞ"
ERTUĞRUL "ÖZKÖK" ve "KAHRAMANCA BİR YAZI YAZMIŞ" sözcüklerinin aynı tümce içerisinde kurgulanırken, "NEREDEYSE" çekincesi kullanılmış olsa da, bendeki düşünce yarılması tâ İstanbul'a gelene dek sürdü. Peki, Ertuğrul Özkök, bu yazısında ne/ler diyordu?
"Şimdi kimin suratına tüküreceğiz" gibi çok iddialı ve okkalı bir başlık atarak başlıktaki dört sözcüğün sonuna soru işâreti bile koymaya asla tenezzül etmeyen burjuva peçete ve reçete yazarlarından Ertuğrul Özkök, bilerek soru işâreti koymadığı başlığından başlayarak, insanları, sömürüye karşı düşündürmek yerine, ki böyle bir işlevi tabiî ki olamaz, sömürünün ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için yalnızca metin olarak değil, s/imge olarak bile olağanüstü büyüklükte çaba harcıyor!...
Sonuna "bilinçli" olarak, "dilsel" olarak da düşünce geliştirilmemesi için "soru işâreti" konulmamış "Şimdi kimin suratına tüküreceğiz" başlıklı yazının bizce önemli olan bölümlerini sindire sindire okuyalım:
"BU fotoğraf İstanbul Emniyet İstihbarat Dairesi elemanları tarafından çekildi.
Bu teknede yan yana oturan kişiler, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en tartışmalı dönemlerinden birinin aktörleri.
Tarih Eylül 2008...
Bundan 2 ay önce Ergenekon iddianamesi açıklanmış.
Bir ay sonra dâvâlar başlayacak.
İşte tam o günlerde kalabalık bir resmî kişi topluluğu hep birlikte Beşiktaş'dan tekneye biniyor.
Güle eğlene Kandilli'ye geçiyor ve orada İstanbul Ticaret Odası'na ait tesiste iftar açıyorlar.
***
Fotoğrafta kimler var?
Önce genel kategoriden başlayayım. Ergenekon soruşturmasını yapan polisler, dâvâyı açan savcılar ve yargılayan hâkimler...
Yani yürütme ile yargı kucak kucağa, omuz omuza...
Aralarında bu dâvâların ünlü savcısı Zekeriya Öz var... Ergenekon kıdemli hâkimi Hasan Hüseyin Özese var.
Ergenekon dâvâsı hâkim heyeti başkanı Köksal Şengün var.
Şimdi 'Paralel yapı' diye oraya buraya gönderilen savcılar Fikret Seçen, Ercan Şafak, Murat Yönder var.
Turan Çolakkadı var. 11'inci Ağır Ceza Hâkimi Metin Özçelik, 14'üncü Ağır Ceza Hâkimi Resul Çakır ve 12'inci Ağır Ceza Hâkimi Vedat Yılmaz Abdurrahmanoğlu var.
Ama asıl önemlisi iftar yemeğini düzenleyenler...
İstanbul Emniyeti İstihbarat Dairesi...
Yani Ergenekon olayını hazırlayan ekip.
Rahmetli İlhan Selçuk'u, Türkan Saylan'ı içeri attıran 'delilleri' toplayan ekip.
Bugün hükümetin 'Paralel yapı' diye suçladığı herkes o akşam yan yana, omuz omuza...
Neşeli kahkahalar atılıyor.
***
Dünyada hiçbir hukuk devletinde bu kadar önemli bir dâvâyı sürdüren polis-savcı-hâkim üçlüsü böyle bir fotoğrafa girmez.
Böyle bir fotoğraf o dâvânın çökmesi demekti...
O akşam hepsi oradaydı...
Bu fotoğraf o günlerde birçok gazeteye gitti.
Kimi 'bu dâvânın savcısıydı...'
Görmedi, işitmedi, söylemedi...
Çünkü işine gelmedi.
Kimi korktu.
Öyle terör günleriydi ki kaşını kaldırana Ergenekoncu, darbeci damgası yapıştırılıyordu.
Gazeteciler evlerinde valizlerle bekliyordu.
Yani aslında hepimiz oradaydık.
Kimimiz bunu görmeyerek, o ekipleri destekleyerek suç ortaklığı yaptı.
Kimi korkusundan sesini çıkarmayarak suça yataklık...
***
Şimdi zamanın ruhu değişti.
Bakanların oğulları içeri alındı.
Anladınız mı şimdi...
Her şey işte bu fotoğrafla başladı.
Dünyanın hiçbir ülkesinde görülmeyecek bir polis-savcı-hâkim ittifakı ile yürütüldü.
Paralel devlet diyorsunuz ha...
Hayır barfiks devlet...
Herkesin işine geldiği zaman asılıp taklalar attığı, işine gelmeyince de paralele geçtiği bir devlet.
İğrenç iftiraların, komploların, yalanların uçuştuğu tarihimizin en karanlık dönemi...
Hesaplaşacaksak önce bu fotoğrafa bakalım.
Bir zamanlar savcısı olduğumuz düzen işte buydu..."
***
Yukarıda önemli bir kısmını alıntı olarak sunduğum yazıya karşı herkes sustu mu?!... "Ölü yılanın kuyruğunu kesme" kurnazlığındaki Ertuğrul Özkök'e, tam kıvamında olmasa da, ağzının payını veren bir tek kişi bile yok muydu?... Vardı!... Korku sisi dağıldıktan sonra kendini ormanların Aslan Kral'ı san/dır/an Ertuğrul Özkök, gerçeğin tamamını söylemeyip, fotoğrafın bütününü göstermeyerek "dolaylı yalan" mı söylüyordu?
Şimdi de Cumhuriyet Gazetesi köşe yazarı Güray Öz'ün "iki kere iki dört eder" somutluğu içindeki "YALANLAMA" yazısını özenle okuyalım!...
***
"Hepsi Oradaydı ve Bizler Görmedik" mi?
Güray Öz
16 Şubat 2014
Hürriyet Gazetesi eski Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök dün köşesinde ilginç bir olaydan söz etti. Ergenekon iddianamesinin kabûlünden iki ay sonra, duruşmaların başlamasına bir ay kala dâvâyı soruşturan polislerin, savcıların ve dâvâyı görecek mahkemenin hâkimlerinin hep birlikte bir tekne gezisine çıktıklarını anlattı.
Şöyle yazdı: "Dünyada hiçbir hukuk devletinde bu kadar önemli bir dâvâyı sürdüren polis-savcı-hâkim üçlüsü böyle bir fotoğrafa girmez. Böyle bir fotoğraf o dâvânın çökmesi demekti... O akşam hepsi oradaydı. Bu fotoğraf o günlerde birçok gazeteye gitti. Kimi 'bu dâvânın savcısıydı...' Görmedi, işitmedi, söylemedi... Çünkü işine gelmedi. Kimi korktu. Öyle terör günleriydi ki kaşını kaldırana Ergenekoncu, darbeci damgası yapıştırılıyordu. Gazeteciler evlerinde valizlerle bekliyordu. Yani aslında hepimiz oradaydık. Kimimiz bunu görmeyerek, o ekipleri destekleyerek suç ortaklığı yaptı. Kimi korkusundan sesini çıkarmayarak suça yataklık..."
***
Özkök gerçekten de ibretlik bir olaya ve medyanın ibretlik durumuna değiniyor yazısında. Ama tam anlattığı gibi değildir durum. Gazetecinin kendisi ile ilgili bir şeyler yazması pek doğru ve makbul değildir ama kimi zaman gazetesini savunmak, tarihe bir not düşmek, bir yanlışı, bir eksiği düzeltmek için gerekli olabiliyor.
Söz konusu fotoğrafları gerçekten de medya görmezlikten geldi. İki istisnası var: OdaTV ve Cumhuriyet Gazetesi. O fotoğraflar Cumhuriyet Gazetesi'nde manşetten yayımlandı. O zamanlar OdaTV'nin Haber Müdürü olan Barış Terkoğlu ve Cumhuriyet'in Sorumlu Yazı İşleri Müdürü olarak ben, o fotoğraflar nedeniyle sorgulandım ve Özel Yetkili Mahkeme'de yargılandık.
Böylece Ertuğrul Özkök'ün medyanın genel durumunu pek iyi yansıtan yazısındaki küçük bir eksiği tamamlamış oldum ben de. Hani üstümüzde kalmasın, Cumhuriyet Gazetesi de o olayı görmemiş olanlar arasında sayılmasın diye.
***
Aslında bugün de görülmeyen, görülmek istenmeyen pek çok olay var ve doğrusunu isterseniz geçmişin yargılı, yürütmeli baskısı bugün de o günlerden daha az değildir. Geçmişin ortakları arasındaki kavganın yarattığı, -kaos mu, fetret mi ne derseniz- hava içinde özgürlük alanı genişlemiş sanılmasın. Belki "cesaretin" kapsama alanı genişledi o kadar. Bazı şeyleri yazabiliyor artık medya. Bazı sırlar ortaya çıkabiliyor; bazı kitaplarda medyanın hali pür melali ortaya saçılabiliyor; anlı şanlı genel yayın yönetmenleri, "Bazı şeyleri yazamıyorduk, ama ne sansür yaptım ne otosansür!..." açıklamalarıyla "kahramanlıklarını" yazabiliyor; kimileri "Yalnız bana değil herkese baskı uygulandı." diyebiliyor; Başbakan'la kimi medya yöneticileri arasındaki "kırmızı hatlar" deşifre olabiliyor vesaire... Tablo pek karanlıktır aslında. Anlatılanlar, anlatılamayanlar hem şu geçen 10-12 yılda medyanın sürüklendiği bataklığı, hem de eğer medya uzak yakın tarihinden ders almamayı sürdürürse gittikçe artan baskının gönüllü kurbanı olmaya yeniden aday olacağını gösteriyor. Çünkü başını kaldıran eğilim, hem geçmişte olup bitenleri mazur göstermeyi hem de bundan böyle olacakları meşru göstermeyi amaçlıyor. Tehlike uzakta değil; kapıdadır. Yoksa Meclis'te HSYK'de değişikliği öngören yasa teklifinin görüşmeleri sırasında çıkan kavgayı fotoğraflayan muhabirlere AKP milletvekilleri "Basın dışarı!", "Mahremiyetimize saygı gösterin." diyebilirler miydi?
***
Basın Meclis'ten dışarı çıkarsa, hapisteki gazeteci sayısı zirveyi zorlarsa, muhabirler sokakta gazlanırsa, tazyikli sularla yerlere fırlatılırsa o pervasız fotoğrafların daha pek çoğuna bakar ve ama bakakalırız. Öyle zamanlar gelebilir ki, iki gazete bile bulamayabiliriz gerçekleri yazmaya cesaret edecek.
(Kaynak: Cumhuriyet)
***
Burjuvaziye estetik peçete ve reçete üreten yazarlardan Ertuğrul Özkök, gerçekten "KAHRAMANCI BİR YAZI YAZMIŞ" mı? Yoksa Özkök, sevilmiş gözün dâvâsı olmaz deyip, ölü yılanın kuyruğunu mu kesmiş?
Cumhuriyet Gazetesi'nin yiğitliğinin üzerini "peçete ve reçete ile örten" Ertuğrul Özkök, (Hiç sanmıyorum ama!...) "Güray'ın hakkını Güray'a" verip, kökünün özlüğünü kanıtlarsa, kendisini bağışlayabilirim... Yoksa zinhar bağışlamadığım gibi, "iki elim iki yakası"nda olmaya devam eder!
***
Ayrıca bakınız:
Bulunmaz, Tahran - İstanbul uçağında okuduğu makaleye çok şaşırdı...
Bulunmaz'ın okuduğu bu makaleyi çok önemsiyoruz: Hemen okuyunuz!
Burjuvazinin peçete kağıdı Hürriyet'in eskimiş Genel Yayın Yönetmeni!