30 Ocak 2014 Perşembe

"Asılsız İhbarcı" Demirkanlı'nın şikâyet ettiği Büktel savunmasını yazdı!

T.C.
İSTANBUL
CUMHURİYET BAŞSAVCILIĞI
UZLAŞTIRMA BÜROSU'NA


SORUŞTURMA NO: 2013/176088


KONU: Sayın Savcı Hüseyin Öz'ün inisiyatifindeki dosyaya sunma işi.

Şikâyetçi Mustafa Demirkanlı, kendisinin kirli menfaatleriyle ilgili facebook'ta yayınladığımız neredeyse her eleştirel yazımızı sansür etmeye çalışmakta; "Ya tutarsa?" diyerek o yazılara suç isnat edip; "Kaldırın o yazıyı, suç işliyorsunuz!" şeklinde çok bilmiş bir edayla müdahale ederek bize ihtar çekmektedir. Hakim kararı olmadıkça bizim bu ihtarlara asla pabuç bırakmadığımızı ve bırakmayacağımızı bildiği halde; Demirkanlı, (benim mert ve demokrat olmamdan yararlanarak, ("sıfır sansür" ilkesiyle yönettiğim facebook sayfalarıma sürekli dadanıp), sırf tribünlere (okurlarımıza) karşı aleyhimize kara propaganda yapmak  amacıyla, sürekli olarak bize hiçbir hukuk-i harbiyesi bulunmayan bu saçma sapan ihtarlarla bizi itibarsızlaştırmaya, okurlarımızı dezenforme etmeye ve kendisi hakkında yayınladığımız "somut belgeli ve kirli gerçekleri" gözlerden kaçırarak örtbas etmeye çalışmaktadır.

Bu yazımızda bu "somut belgeli gerçeklerden" yalnızca sonuncu örneği  göstererek, şikâyetçi Demirkanlı'nın hukuk mantığının ne kadar haksız ve zararlı olduğunu bir kez daha kanıtlamış olacağız.

MUSTAFA DEMİRKANLI, SAVCILIĞA, HİLMİ BULUNMAZ'IN "ey savcı" BAŞLIKLI BİR ŞİİRİ HAKKINDA, (VERDİĞİMİZ EK'İN İLK BÖLÜMÜNDE TAM METNİNİ OKUYABİLECEĞİNİZ) BİR "İHBAR" DİLEKÇESİ SUNARAK; HİLMİ BULUNMAZ'I ("VATANA İHANET" MADDESİ OLARAK BİLİNEN 301. MADDE'DEN) YARGILATMAYA VE BULUNMAZ'IN 2 YA DA 3 YIL HAPİS CEZASINA ÇARPTIRILMASINI SAĞLAMAYA YÖNELİK BİR İHBARDA BULUNMUŞTUR. (DEMİRKANLI, İHBAR ŞİKÂYETNAMESİNDE KENDİNİ BİZZAT KENDİ İRADESİYLE, "İHBAR EDEN" OLARAK TANIMLAMIŞTIR.)

NE VAR Kİ SAVCILIK, DEMİRKANLI'NIN "ey savcı" BAŞLIKLI HİLMİ BULUNMAZ ŞİİRİNE YÖNELİK İDDİA VE SUÇLAMALARINI ASILSIZ BULARAK, (VERDİĞİMİZ EK'İN İKİNCİ BÖLÜMÜNDE TAM METNİ SUNULAN) KARARINDA, "KOVUŞTURMAYA GEREK YOKTUR" SONUCUNA VARMIŞTIR.


ŞİKÂYETÇİ MUSTAFA DEMİRKANLI, ÖZELLİKLE HİLMİ BULUNMAZ'I, HER ÇAREYE BAŞVURARAK, ASILSIZ SUÇLAMALARLA DA OLSA, MUTLAKA HAPSE YA DA TAZMİNATA MAHKÛM ETTİRMEYE KARARLI GÖRÜNEN, BİZİM ALEYHİMİZE TEHLİKELİ TEŞEBBÜSLER PEŞİNDE BİR ŞAHISTIR. PEKİ ŞİKÂYETÇİ DEMİRKANLI, BANA VE HİLMİ BULUNMAZ'A KARŞI (KENDİSİNİ HİÇ İLGİLENDİRMEYEN ALÂKASIZ BİR ŞİİRİ BİLE İHBAR KONUSU YAPACAK KADAR ÇILGINCA HIRSLANDIRAN) BİZDE ASLA KARŞILIK BULAMAMIŞ BU TEK YANLI HUSUMETİ HANGİ GEREKÇELERLE BESLEMEKTE VE BİZE YÖNELTMEKTEDİR? BUNUN ANLAŞILMASI İÇİN, BİRAZ GERİYE ÇEKİLİP KONUYA DAHA GENİŞ BİR PERSPEKTİFTEN BAKMAMIZA İZİN VERİLSİN:


Biz, linç ve iftira kampanyasıyla (Bakınız: www.coskunbuktel.com/lincimzacilari.htm)
bizi haksız ve tehlikeli biçimde hedef gösteren linççileri ya da ikinci bir benzerinin bulunduğunu söyleyerek "Theope" adlı eserimizin özgünlüğü konusunda şaibe yaratmaya kalkışan vandalları (Bakınız: www.coskunbuktel.com/buktelgerizekarehberi.htm) neden mahkemeye vermediğimiz sorulduğunda; hakim ve savcıların bizim tiyatral kavgamızla ilgilenmek zorunda olmadıklarına inandığımızdan, açıkça ilan etmiştik ki: 

"Biz bize yönelik iftira ve linç kampanyasının sorumlularını kalemimizle cezalandırmayı becerebilecek kadar entelektüeliz; o nedenle karşımızdaki vandalların kirli yöntemlerini teşhir etmemiz onlar için yeterli caydırıcılıkta bir ceza olacaktır. Bu yüzden mahkemeleri kendi tiyatral sorunlarımızla işgal etmeyi düşünmüyoruz. Bizi mahkemeye vermediği sürece hiç kimseyi mahkemeye vermeyeceğiz." 

(Bu arada beni birkaç kez mahkemeye vermeye kalktıkları halde, ben hâlâ hiçbirini mahkemeye vermedim.)

Verdiğimiz bu garanti sonrasında, önce takma isimli birtakım şahısların yüzlerle ifade edilecek yağmur gibi dökülen bir sürü iğrenç iftirasına uğradık. Hilmi ile beni itibarsızlaştırmak amacıyla onlarca iğrenç fotomontaj resimlerimiz yayınlandı. Bu fotomontajlarda ben dansöz olarak gösterildiğim gibi bir fotoğrafım, oral seks yapılan bir başka fotoğrafdaki penisin üstüne yapıştırıldı.
(Bakınız: http://hilmibulunmaz.blogspot.com.tr/2007/10/burak-caney-fotoraf-sergisi.html)
Hilmi başlangıçta takma isimle yapılan bu iğrenç işlere canını sıkarak, çok sert cevaplar yazdıysa da, ben, "gölgelerle" savaşmaya gerek olmadığını düşündüm. Bizi kendi kirli minderlerine çekmelerine izin vermeyi doğru bulmadım ve takma isimli sapıkları muhatap almama kararı verdim. Takma isimli sapıklar ilk olarak Burak Caney takma adıyla ortaya çıkmış ve tüm melanetlerini bu imzayla başlatmış sonraki yıllarda yüzlerce başka takma isimlerle hesaplar açmışlardı. Çünkü Burak Caney  imzasının sahibi kısa süre sonra korsan sitesinin şifresini geniş bir kadroya vermiş, böylece, bize karşı Burak Caney imzasıyla yazılı veya görsel olarak, tiksindirici ve kışkırtıcı yüzlerce, abuk haber, yorum, yalan, iftira veya fotomontajlar ortalığı kaplamıştı.

Bütün bu yapılanlara tepkisiz kaldık ve takma isim ardına sığınan sapık iftiracılarla muhatap olmadık. Ama sürekli olarak, takma isim ardına sığınmanın ve sansürün ne denli iğrenç ve zavallı enstrümanlar olduğu hakkında ahlaki içerikli pek çok yazı yazdık. Kısa süre sonra, takma isimli sapıklar, yaptıkları o iğrenç etkinliklerin bize değil, daha çok kendilerine zarar verdiğini fark ettiler.

Bunun üzerine bazı linççiler, sırf bize hakaret etmek üzere kurulmuş korsan sitelerdeki o yazılı ve görsel iğrençliklere inandırıcılık kazandırmak adına, kendi açık adlarıyla bize yönelik daha az galiz hakaretler ve iftiralar yayınlayarak o kirli ve korsan siteleri açık adlarıyla da desteklediler. (Bu destekçilerden biri olan davamızın şikayetçisi Mustafa Demirkanlı, söz konusu yazılarından birinde, örneğin şu apaçık yalanları söylemekten kaçınmamıştı:

"Mustafa Demirkanlı
17 Mart 2008

Büktel'in Saçmalıkları

Neden bu linki sunuyorum? Sırça köşke çıkıp, elle tutulur -doğru veya yanlış- hiçbir şey üretememiş, kendi hayal dünyalarında önüne gelen herkese küfreden Coşkun Büktel ve onun kuyumcu arkadaşını, hiçbirimizin yapamadığı bir kararlılıkla gözler önüne seren Burak Caney'in çabalarına teşekkür için sunuyorum. Her ne kadar bugüne kadar kendisini fiziki olarak tanıma şansımız olmasa da, her ne kadar zaman zaman yaptığı yayıncılığa itirazlarımız olsa da, zaman içinde Büktel ve kuyumcu arkadaşının üslubundan sıyrıldığı için ve son saptamasını önemsediğimiz için, Büktel’in daha iyi tanınması ve kavranması için bu yazının okunmasını öneriyoruz. İki şey dikkatmizi çekti; kendilerine gelen maili okurlarından saklamaları -yani sansürlemeleri- ve Büktel'in oyunu sahnelensin umuduyla, Başbakan Erdoğan'ı bile 'demokrat' tanımına ısrarla sokmaya çalışmaları, yani Büktel'in demokratlığının (!), muhalifliğinin (!) tanınması için. Ben kendi adıma sıkılmış ve ilgimi kesmiştim ama biri çıktı, eksik kaldığımız yeri tamamladı."

(KAYNAK: http://hilmibulunmaz.blogspot.com/2007/10/burak-caney-fotoraf-sergisi.html)

Mustafa'nın beni "Sırça köşke çıkıp, elle tutulur -doğru veya yanlış- hiçbir şey üretememiş" şeklinde tanımlayan apaçık iftirası, (Benim eserlerimin sayısı ve değeri apaçıktır.) yaratılmış eserlerden nefret eden ve onları yok etmek isteyen vandalların bizim yargıya başvurmayacağımıza (yani sözümüzü tutacağımıza, yani doğruluk ve mertliğimize veya "enayiliğimize") ne kadar güvendiklerinin kanıtıdır. Onları nasılsa yargıya vermiyoruz diye, vandallar bize karşı açık adlarıyla da pek çok yazı yazdılar.  Ama bıkmadan ve belgeli cevaplarla hepsini karşıladık ve zaman içinde vandallar bu teşebbüslerinin de yine bizden çok kendilerine zarar verdiğini fark ettiler ve yepyeni bir yöntem denediler: LİNÇ KAMPANYASI.

Linç kampanyası düzenleyen vandallar, kampanya metninde, "takma isimli" vandallara karşı caydırıcı olarak kullandığımız bazı ağır sıfatları bağlamından söz etmeksizin cımbızlayarak, bizi "iki küfürbaz" olarak suçlamaktaydı. (Çünkü örneğin ben çıplak dansöz olarak fotomontajımı yayınlayan takma isimli Burak Caney için, bunu yapan "orospu çocuğuna" ahlak dersi vermeye kalkacak kadar enayi değilim mealinde kısa bir yazı yazarak; takma isimli sapıklara karşı "orospu çocuğu" sıfatını benden önce kullanan ve bu yüzden "küfürbaz" olduğu yolunda pek çok saldırıya uğrayan arkadaşım Hilmi Bulunmaz'a açıkça destek vermekten çekinmemiştim.) Linç kampanyası metninde yalnızca bizim küfürbaz olduğumuz söylense, aldırmayabilirdik. Ama linççiler arada, Fransa'da ikinci bir Theope'nin var olduğunu söyleyerek Theope'ye açıkça iftira etmiş olan Prof. Dr. Özdemir Nutku'yu da aklamaya kalkmışlar, bunu yapabilmek için, daha da iğrenç ikinci bir iftirayı göze alarak, hiçbir kanıt öne sürmeksizin, Özdemir Nutku’nun bize değil, bizim Özdemir Nutku'ya iftira ettiğimizi söylemişlerdi. (Bu konuda belgeli gerçekler için, bakınız: http://coskunbuktel.com/buktelgerizekarehberi.htm)

Linç kampanyasını alaşağı etmek için, klasik mükemmellikte birkaç yazı yazdık ve (çoğunu hiç tanımadığımız ve bu konuyu görüşmek için hiçbirini aramaya tenezzül etmediğimiz) 20 kadar insan, linç kampanyasından imzasını çekti. Bugüne dek hâlâ bir kez bile yüz yüze gelip tanışmadığımız İzmirli tiyatrocu Somer Karvan, imzasını çektiğini belirten bildirisinde, kampanyaya attığı imzayı "bir ahmağın imzasıydı" biçiminde tanımladı. 1100 linççi arasında 20 kişinin imza çekmesini küçümsemeyin! Theope'ye iftira etmiş Özdemir Nutku, Türkiye'nin kesinlikle en ünlü tiyatro profesörüydü. Onu kurtarmak için o iftira kampanyası metnine Genco Erkal, Yücel Erten, Tuncer Cücenoğlu, Kenan Işık, vb. pek çok ünlü isim imza atmış ve onların imzaları yüzlerce başka toy insanı sürüden ayrılmama psikozuna sokmuştu ve bu toy insanlar, daha sonra işin aslını anladıklarında bile imzalarını geri çekememişlerdi. Ama linç kampanyasının (aralarında şikâyetçimiz Mustafa Demirkanlı'nın da bulunduğu) düzenleyicileri, bu linç kampanyasının ne kadar vahim ve gayriinsani bir örgütlü eylem olduğunu, bizim yazılarımızdan sonra anlayınca, korkuya kapılarak, kampanya metnini sitelerinden kaldırmışlardı. Ama metin, linççilerin kağıda basılı dergilerinde hâlâ duruyor. Oradan silemediler. Linççilerin kampanya metni bizi hedef almış olsa da, güya bize zarar verip bizi rencide etmeye çalışıyor olsa da, biz o metni yayınladığımız sitelerimizden asla silmedik. Tam tersine, onlar, birkaç gün önce, linç kampanyası metninin bulunduğu sayfamızı (tüm hakaretler bize yapıldığı halde) hakaret gerekçesiyle ve hakim kararıyla yayından kaldırmaya da kalkıştılar.

Toplanan 1100 imzaya rağmen linç kampanyası da bize değil vandallara zarar verince, vandallar bu kez, "şimdilik" son çare olarak, yargıya başvurmaya karar verdiler. İyi ama bize karşı mahkemeler onları nasıl olup da haklı bulabilirdi ki? İğrenç şeyler yapmışlar, düpedüz iftira atmışlar, bizi itibarsızlaştırmak için penis ve dansöz fotomontajı bile kullanmışlardı. Rezil durumdaydılar. Yargıya ne yüzle gideceklerdi? Düşünüp taşındılar ve kafaları dürüstlükten yana çalışmaya alışık olmadığı için, şöyle bir çare buldular:

***

Bu iki salak (yani biz, Büktel ile Bulunmaz) çok dürüst, çok ilkeli, çok namuslu geçinmiyor mu? "sıfır sansür" ilkesini savunup yazdıkları hiçbir satırı (mahkeme kararı olmadıkça) silmemekle, tükürdüklerini asla yalamamakla övünmüyorlar mı?

Evet. Bu yüzden mi mahkeme onları değil de, bizi haklı bulacaksanıyorsun?

Bu herifler, bize karşı hakaret içerikli cümleler kurmadılar mı?

Kurdular ama o tartışmaları mahkeme gündemine getiremeyiz ki… Çünkü o tartışmalarda biz onları kışkırtmak için onlardan çok daha fazla, çok daha galiz hakaret ettik ve üstelik hakaretle yetinmeyip heriflere bir sürü iftira da ettik. Facebook okurları iftiralara inanır ama hakim ve savcıları iftiralara inandırmak, hele karşımızda o iki mendebur varken hiç kolay değil.

Peki biz, yargı sürecini başlatmadan önce iftira ve hakaret içerikli bütün o yazılarımızın tümünü internetten silip yok etsek, ne olur?

Ne mi olur? Tükürdüğümüzü yalamış oluruz.

Saçmalama oğlum, tükürdüğümüzü yalamak bizim umurumuzda mı?  Biz o iki enayi gibi kahraman olmaya çalışmıyoruz ki, onlara karşı dava kazanmaya çalışıyoruz.

Ya onlar da kendi yazılarını silip yok ederse?

Hayatta yapmazlar. "Tükürdüğümüzü yalamayız" diye yıllarca atıp tutmuşlar. Okurlardan utanırlar. Ama biz…

Biz gerçekçiyiz, kimseden utanmayız. Dava kazandırdıktan sonra her yolu mübah sayarız.

Valla evet, onlar yazdıklarını silmeyecekleri için davayı kaybederler, biz yazdıklarımızı sileceğimiz için kolayca kazanırız.

Peki ya onlar, yazdıklarımızın kopyalarını mahkemeye sunarlarsa…

O yazıların aslı internette yok, yalan söylüyorlar, deriz.

Ya hem adamlara iftira edip, hile yapıp hem de yalan söylüyorlar mı diyeceğiz? Bu kadarı da çok fazla mide bulandırıcı olmaz mı?

Tamam, yalan söylüyorlar, demeyiz. Zaten onlar gibi direkt olarak "yalan söylüyorlar" demek pek hoş kaçmaz.

E "yalan söylüyorlar" demeyeceğiz de, ne diyeceğiz?

"Yalan söylüyorlar" demenin daha sevimli yöntemleri var. Biz hapı şekerle kaplayacağız. Dan diye "yalan söylüyorlar" demek yerine, "onlar bu yazıları kendi hayal dünyalarında yaratıyorlar" diyeceğiz. Bu ifade çok şık durur, iki salağa "yaratıcı" demiş gibi oluruz. Ama aslında söyledikleri şeyin gerçek olmadığını, yani yalan söylediklerini hakime yine de hiç çaktırmadan, düpedüz hissettirmiş  oluruz.

Ama onlar mahkeme dilekçelerinde bizim yalan söylediğimizi, hile yaptığımızı, iftira attığımızı açıkça söylüyorlar. Biz niye onların yalan söylediğini açıkça söylemeyelim?

Biz yalan söylüyoruz ve haksızız da ondan… O yüzden agresif ya da öfkeli olmak bize yakışmaz. Bırakalım, onlar haklı, öfkeli ve agresif görünsünler. Sonunda hakim belgelere bakar ve bizim yazılarımızın belgeleri internetten silinmiş  olacağından, hakimin eli mahkum, davayı bize kazandırmak zorunda kalır.

Peki bizim enayiler davayı kaybetmek tehlikesi karşısında bile, yazdıklarını silip delilleri karartmaya kalkışmazlar mı?

Hayatta yapmazlar. Delil karartmaktansa 10 tane dava kaybetmeyi göze alırlar. Öyle çatlaktır onlar. Bu onların bizi zafere götürecek en zayıf yanı. Ama o salaklar hayatta en çok o zaaflarıyla övünürler.

Yaşasın! Hilmi Bulunmaz’ın parası da bol, boyuna dava açar, boyuna kazanırız. Herifi para ağacı gibi kullanırız.

Eee, ne demişler, kimi emeğiyle kazanır, kimi aklıyla!

Aklımızla bin yaşayalım! Köşeyi döndük demektir oğlum.

***

Vandallar, hukuksal linç kampanyasını işte böyle bir mülahazayla başlattılar. İlk anda hazırlıksız yakalandığımız için, bu plan başlangıçta tuttu ama Hilmi, vandalların silip yok ettikleri bazı yazıları önceden kopyalamış ve hem notere hem de sulh hukuk mahkemesine onaylatmıştı. Ayrıca Mustafa'nın bazı hakaret içerikli yazılarını, sabahın köründe savcılığa koşarak, Mustafa’nın silmesine fırsat bırakmadan onaylatmıştı. Ayrıca (isteyen "takdiri ilahi" desin, 6352 nolu yeni yasa da, bizim lehimize bir durum yaratmıştı. Böylece, örneğin ben, ilk ve tek mahkumiyetim için henüz Mustafa'ya tek kuruş kaptırmış değilim. Mustafa’nın o 6352 nolu yasayla infazı ertelenmiş davaya dayanarak açtığı tazminat davasından da para kazanamayacağına inanıyorum. Hilmi bazı davalar kaybetti ama 6352 nolu yeni yasa onun için de bazı imkanlar yarattı ve zararı minimum da kaldı ve şimdi vandalizme karşı çok pahalı karşı davalar açmaya başladı.) Bütün bu gelişmeler   şikayetçi Mustafa Demirkanlı’nın sinirlerini çok yıpratmış olmalı ki, son dönemde bana şu küfürleri edebildiği gibi;

"Büktel, sen ne kadar korkak bir adamsın ve sen ne kadar yalanı ilke edinmiş bir adamsın ve sen Büktel ne kadar iftiracı bir adamsın. Adamsan karşıma çık, ne diyeceksen yüzüme söyle, bunu sana defalarca söyledim ve sen hepsinde kaçtın... Sadece yalan, iftira ile yaşamayı tercih ediyorsun. Eğer sen adamsan, karşıma çıkamıyorsan sıkıştığın yerde adımı kullanma! Bu takma ismlilerin sahibi tam bir orospu çocuğudur, bunları bana maletmeye kalkan da kendi sıfatını kendine yakılştırsın ama Büktel bir daha belgesiz konuşmam deme, eğer utanma duygun varsa. Tekrar ediyorum, bu takma isimlileri yaratan Orrospu çocuğudur!!! Sakın bana küfrettin deme! Ben şerefsizlere küfrediyorum, o şerefsiz elini kaldırırsa, 'benim o derse' ben de evet o elini kaldırana küfrettim diyeceğim. Karşıma çıkmadan bu iftiralarla yaşamayı tercih ediyorsan bu ancak sana yakışır. Pis iftiracı, yalancı... Yüreğin ve kendine güvenin varsa karşıma çık pis iftiracı... Utanma duygusunu yitirmiş sahte yazar..."

Kaynak: www.coskunbuktel.com/bukteldemirkanlineicti.htm

AVİ MARAŞLIYAN’A DA MAKİNALI TÜFEK HIZIYLA ŞU SERİ KÜFÜRLERİ EDEBİLDİ:

"YÜZSÜZ, KALİTESİZ, PİSLİK, AŞŞAĞILIK, ŞEREFSİZ, İNSANLIK DÜŞMANI, SAHTEKAR, KÖPEK, KORKAK, KİMLİKSİZ, NAMUSSUZ, ORROSPU ÇOCUĞU"  

Kaynak: www.facebook.com/coskun.buktel/posts/718068334877946

***

Şimdi de güncel örneğe, bu soruşturmanın konusuna gelelim!

Mustafa Demirkanlı, (yediğimiz ilk kazıktan sonra gardımızı alıp yanlış yapmamaya çok özen gösterdiğimiz için) hakkımızda artık şikayet edecek dişe dokunur bir şey bulamadığından, sinekten yağ çıkarmaya çalışıyor. Kendisini hiç ilgilendirmeyen "ey savcı" adlı bir Hilmi Bulunmaz şiirine kafayı takmış. Sırf kötülük olsun diye savcılığa bu şiirle ilgili pek çok asılsız isnatlar içeren bir ihbar dilekçesi yazmış. Demirkanlı, dilekçesinde kendini "ihbar eden", Hilmi’yi ise "ihbar edilen" diye tanımlamış. Yani kendine "ihbarcı" diyen kişi Mustafa'nın ta kendisi. Savcı (şiirsever ve demokrat bir insan çıktığından) şiirde, Mustafa'nın isnatlarını görememiş ve Mustafa'nın suçlamalarının asılsız olduğuna karar vererek, "kovuşturmaya gerek yok" demiş.

Peki Hilmi, Mustafa'ya bu asılsız ihbarından dolayı nasıl bir yaptırım uygulayabilir? Mustafa'nın her aklına estiğinde Hilmi'yi asılsız ihbar etmemesi için Hilmi Bulunmaz, ne yapabilir? Çünkü her defasında demokrat ve şiirsever bir savcıya denk gelinmeyebilir ve Mustafa'nın ihbarı üzerine 301. Madde'yle (halk dilinde "vatan hainliği" cezasını düzenleyen maddeyle) yargılanması beklenen Hilmi, arada rastlantıyla, 2 ya da üç yıl hapse mahkum olabilir. Hilmi, kendisini ihbar ederek hapse attırmaya çalışan Demirkanlı’yı nasıl caydırabilir? Çok basit: Mustafa'nın asılsız ihbarını tiyatro kamu oyuna duyurarak, kendini ve başka tiyatrocuları Mustafa'nın şerrinden sakınmaya çalışarak. Ama biz bunu yaptığımızda, Mustafa facebook'ta karşımıza çıkıp "doğru bile olsa bana 'asılsız ihbarcı' demeniz suçtur. İhtar ediyorum, derhal yazınızı siliniz" mealinde bir şeyler yazdı. Tabii ki, bu kışkırtmaya cevap bile vermedik ve Mustafa’nın asılsız ihbarıyla ilgili haberimizi silmedik. Mustafa, bir insanı, kendisini hiç ilgilendirmeyen bir şiir yazdı diye ihbar etmeyi, becerebilirse onu 2 ya da 3 yıllığına hapsettirmeyi, kendine hak olarak görüyor; ama ihbarı ve isnatları asılsız çıkınca, ihbarı duyulmasın istiyor ve ihbar ettiği insanı, bu ihbarı bir sır olarak saklamakla görevlendiriyor. Bu nasıl bir adalet anlayışı. Demirkanlı’nın kafası işte böyle çalışıyor. Dava kazanmak için, bu kadar adaletsiz bir mantığı benimsemek şartsa biz, yani ben Coşkun Büktel ve arkadaşım Hilmi Bulunmaz, dava kaybetmeyi tercih ederiz.

MUSTAFA, HİLMİ'Yİ MAHKÛM ETTİRMEK İÇİN, ASILSIZ İHBARDA BULUNMAYI, HİLMİ'NİN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ TEHLİKEYE SOKMAYI KENDİSİNİN HAKKI SAYARKEN; HİLMİ'NİN (VE BENİM) SAVCILIK KARARINA DAYANARAK, KENDİSİNİ "ASILSIZ İHBARCI" DİYE BİLİNEN HUKUK KAVRAMIYLA TANIMLAMAMIZA BİLE RAZI OLMAMAKTA; "DOĞRU BİLE OLSA BANA ASILSIZ İHBARCI DİYEMEZSİNİZ" DEMEKTEDİR.

PEKİ YA DEMİRKANLI'NIN İHBARI ASILSIZ DEĞİL DE GERÇEK OLSAYDI? O ZAMAN HİLMİ'NİN "İHBARINIZ GERÇEK BİLE OLSA BENİ HAPSE ATAMAZSINIZ" DİYEBİLME ŞANSI OLACAK MIYDI? HAYIR!… İHBAR GERÇEK OLSAYDI HİLMİ HAPSİ BOYLAYACAKTI. AMA İHBAR ASILSIZ OLUNCA, HİLMİ, ÖZGÜRLÜĞÜNÜ VE İTİBARINI TEHLİKEYE ATAN ASILSIZ İHBARCIYA, NEDEN "ASILSIZ İHBARCI" DEMEK HAKKINA BİLE SAHİP OLAMAYACAKMIŞ?


İHBAR, ADALETİN YERİNE GETİRİLMESİNDE ÖNEMLİ BİR ENSTRÜMANDIR VE ADALETE YARDIMCI OLAN İHBARCILAR YASALARLA KORUNMALIDIR. AMA ASILSIZ İHBARCILAR KESİNLİKLE KORUNMAMALI, TAM TERSİNE, TEŞHİR EDİLEREK CAYDIRILMALIDIR. BU, İHBARCILARCA, ÖZGÜRLÜK VE İTİBARLARI TEHLİKEYE ATILAN İNSANLARIN LEHİNE, İHBARCILARA KARŞI UYGULANACAK GAYET İNSANİ VE YUMUŞAK BİR YAPTIRIMDIR.


BİZ ADİL İNSANLAR OLARAK, HERKESİ ADLI ADINCA TANIMLAMAKTAN YANAYIZ: MUSTAFA "YALANCI TANIKLIK" ETSEYDİ, VE BU EYLEMİ SAVCILIKÇA ONAYLANSAYDI, BİZ MUSTAFA'YI, YİNE HUKUKSAL BİR KAVRAMLA, "YALANCI TANIK" KAVRAMIYLA TANIMLAYACAKTIK. AMA MUSTAFA "YALANCI TANIKLIK" ETMEDİ. YALNIZCA, HİLMİ HAKKINDA, HİLMİ'NİN ÖZGÜRLÜĞÜNÜ VE İTİBARINI TEHDİT EDEN (ANTİDEMOKRATİK BİR SAVCI VE HAKİMİN KARŞISINA ÇIKMASI DURUMUNDA HİLMİ'NİN "VATAN HAİNİ" OLARAK 2-3 YIL HAPSE MAHKUM EDİLMESİYLE SONUÇLANABİLECEK) GAYET TEHLİKELİ BİR ASILSIZ İHBARDA BULUNDU. BU DURUMDA, BÜYÜK BİR TEHLİKE ATLATAN HİLMİ'NİN (VE BENİM VE HERKESİN) MUSTAFAYI "ASILSIZ İHBARCI" ŞEKLİNDEKİ HUKUKSAL KAVRAMLA TANIMLAMASI, ANASININ AK SÜTÜ KADAR HAKKIDIR. YOKSA İNSANLARIN ASILSIZ İHBARLARLA MAHKEMELERİ MEŞGUL ETMESİ VE MASUM İNSANLARIN ÖZGÜRLÜK VE İTİBARINI TEHLİKEYE ATMASI, NASIL CAYDIRILABİLİR Kİ?


SİZCE MUSTAFA, ASILSIZ İHBARINDAN UTANMIŞ MIDIR? NERDEE...? TAM TERSİNE, ASILSIZ İHBARIYLA HİLMİ'NİN ÖZGÜRLÜK VE İTİBARINI RİSKE SOKTUĞU İÇİN UTANIP HİLMİ'DEN AF DİLEMESİ GEREKEN MUSTAFA; O ÇOK MEŞHUR PİŞKİNLİĞİ SAYESİNDE, HİLMİ'Yİ (VE BENİ) BU KEZ DE, "ASILSIZ İHBARCI" DİYEREK KENDİSİNE HAKARET ETTİĞİMİZ GEREKÇESİYLE SAVCILIĞA ŞİKAYET ETMİŞTİR. OYSA İHBAR DİLEKÇESİNDE KENDİSİNİ "İHBAR EDEN" DİYE TANIMLAYAN BİZZAT MUSTAFA'NIN KENDİSİDİR. İHBARI ASILSIZ ÇIKTIĞINA GÖRE BİZİM KENDİSİNE "ASILSIZ İHBAR EDEN" YA DA "ASILSIZ İHBARCI" DEMEMİZDEN DAHA DOĞAL VE DAHA ADİL NE OLABİLİR Kİ?...


Mustafa Demirkanlı'nın yaptığı üzere, "ASILSIZ İHBARCI" TANIMINI BİR HUKUK KAVRAMI OLARAK DEĞİL DE BİR HAKARET OLARAK DEĞERLENDİRİP BU ÇARPIK DEĞERLENDİRMEYE DAYANARAK İNSANLARA DAVA AÇMAK, bizce, "ADLİYEYİ MEŞGÛL ETME" suçunu da içermektedir. Şikâyetçi Mustafa Şükrü Demirkanlı, kirli menfaatlerine halkın lehine müdahale etmemiz nedeniyle ve hakkında Hilmi Bulunmaz tarafından açılmış yedi dâvânın hıncıyla bize karşı husumet beslemekte ve Türk Ceza Yasası'nın 125. Maddesi'ni husumetine âlet etmek istemektedir. Herhangi bir suç işlediğimiz kanısında olmadığımız için, "savunma yapmayı bile zül saydığımız hâlde" sırf savcılık makamına saygımızdan ötürü, mesai harcayıp, vandalizmin açtığı ve açacağı tüm davalarımızda sürekli kullanmak üzere, bir "background tasviri" sunmayı uygun gördük. Gereğinin yapılmasını saygılarımızla arz ve talep ederim... 31.01.2014

COŞKUN BÜKTEL