3 Ocak 2014 Cuma

Alptekin, zifirî karanlık bir ülkede pembe roman yazanlara katlanamıyor!

Mesut Alptekin'in romanından küçük bir tadımlık okuyunuz

O ânda Metin abinin gözlerindeki çocuk özlemini, uçuk ruh yapısına rağmen, kalbinin ücra köşelerinde kendinden bile gizlemeye çalıştığı en insanî duygularının bir yansıması olarak rahatlıkla algılayabiliyordum... Elâ'nın söze karışmasıyla bir ânda bütün imgelemim paramparça oldu. Elâ, Metin abiye; "Senin çocuğun olsa bile, gereken özeni göstereceğini hiç sanmıyorum... En fazla altı yıl... Altı yıl sonra, ondan da sıkılmaya başlar, başından atmaya kalkarsın... Sende baba olacak bir ruh yapısı göremiyorum!" demişti. Bütün kaslarımın birazdan eriyecek kızgın buz kütlesine dönüştüğünü fark ettim. Elâ'nın söylediği sözler, önüne gelen her şeyi acımasızca tam ortadan ikiye ayırmış keskin bir kılıç gibi, içinde bulunduğumuz havayı bir ânda paçavra gibi yırtarak, semtimizin paket taşlı tozlu yollarına fırlatmıştı. Elâ, bana dönerek, sözlerine devam etti:


- Meselâ Toprak iyi bir baba olur. Onda babalık kumaşını görüyorum!... Babalık ona çok yakışır. Ama hayır Metin abi, senlik işler değil bunlar...


Pasta tabağını tutan elim tir tir titremeye başlamıştı bile... Samimiyetine de hiç güvenemiyordum! Bu konuşmayı hangi duygularla yaptığını asla kestiremiyordum. İçimde ona karşı sebepsiz bir güvensizlik vardı. Bunu belli etmemeye özen gösteriyordum! Birden dönüp, sözlerinden büyük bir haz almış gibi pozitif elektrik yansıtmaya çalıştım. Kafam karışıktı!...