Hilmi Bulunmaz
5 Kasım 2013
Karadeniz'in şirin ve sevimli kentinin küçük bir köyünde doğdu. Sadece Karadeniz'i değil, tüm ülkeyi kara bulutlara teslim eden askerî darbenin ardından doğan apolitik gençlerden biriydi!... Annesi askerî darbeyi asla anlatmıyor, babası bu konuda hep susuyordu. Kitap?... Okumuyordu...
Evin tek eğlencesi televizyon dizileriydi. O da, tüm ailesiyle birlikte dizi tutkunu olmuştu. Öyle ki TV dizilerinin tümünün adını ezbere bilmekle kalmayarak her oyuncunun geçmişini bile ezbere biliyordu. Karadenizli genç, köyden kasabaya, kente, İstanbul'a kaçma düşü görmeye başladı!
Televizyonun birinde bir "yetenek yarışması" izlerken, Karadenizli bir opera sanatçısının çorbacılık yaptığını dinlemişti. Çorbacılık yapmasına karşın, opera sanatçılığı inadını bırakmayan Karadenizli, yoksul gence, tiyatro oyuncusu olma ivmesi kazandırmıştı... Ama o çorbacı olamazdı!
"Peki neden tiyatro? Neden peki tiyatro? Tiyatro neden peki? Neden?!"
Soru sormayı akıl edememesine karşın, televizyon içinde akvaryumdaki balıkların gezindiği gibi gezinen oyunculara öykündüğünü duyumsadı! Tiyatro sanatçısı olduktan sonra, televizyon yıldızı olabileceğini sezdi!...
"Hangi nedenle olursa olsun tiyatro! Neden ne olursa olsun tiyatrooo!"
Köyünden kasabaya gidip gelerek, ancak ortaokulu bitirebilmiş, liseye gitme düşünü bile görememişti. Tüm aile, tüm zamanlarında televizyon dizilerinin karşısında bozuk para gibi harcanırken, genç, oyunculuktan başka düş görmüyordu. Yalnız uyurken değil ayakta da düş görüyordu.
"Mutlaka tiyatro! Tiyatro mutlaka" Ortayit akaltum! Abcçdefgğğğ!!!..."
Düşündü. Köylerde tiyatro yapıldığı haberleri gelmişti kulağına... Hangi köylerde? Ege - Akdeniz köylerinde! Karadeniz'in tüm köylerini geçirdi aklından. Okuldaki en iyi dersi coğrafyaydı! Hiçbir köyde tiyatro yoktu!! Kasaba?! Birkaç kasabada acemice yapılan tiyatro çalışmaları olduğunu duymuştu. Ancak, o kasabaların adlarını kesinlikle anımsayamıyordu...
"Kesinlikle tiyatro! Anam avradım olsun tiyatro! Pustum ki tiyatrooo!"
Haritayı eline alıp, Kırklareli'nden başlayarak Artvin'e dek Karadeniz'e kıyısı olan kentleri tek tek inceledi... Kafasındaki (televizyon dizilerinin emrettiği) tiyatroya uygun bir kent, bir ilçe, bir kasaba bulamadı... Gözü sürekli olarak İstanbul'a takılıp kaldı. İstanbul'u kalem darbesiyle deldi!
"Namussuzluk yapma pahasına tiyatro! Tiyatro yapma namussuzluk!"
İstanbul'da uzun yıllardır tiyatroyla uğraşan, dürüst bir tiyatro sahibiyle iletişim kurdu... Dürüst tiyatro sahibi, bütün emekçi ve yoksul tiyatrocu adaylarına davrandığı gibi davranarak, yol ve yolluk paralarını gönderip, hem de arkadaşıyla birlikte İstanbul'a gelmesini sağladı... Konuştular...
Tiyatro sahibi, bu gencin bâzı özelliklerini asla beğenmemişti! Tiyatrocu ("aslında televizyon dizicisi") olmak için, namusunu bile satabilecek bir potansiyel taşıyan yoksul gençten iğreniyordu. Böyle bir duyguya sahip olduğu için, yoksul genci değil, kendini suçluyordu. Sevmek istiyordu...
"Şerefsizlik yapma pahasına tiyatro! Tiyatro yapma şerefsizlik pahası!"
Karadenizli yoksul gencin tiyatro için her yola başvurma deneyimsizliği karşısında, bu gence "potansiyel şerefsiz" muamelesi yapmak yerine bu genci sahiplenen tiyatro sahibi, bu gençle birlikte İstanbul'a gelen diğer gence, günlerce bakmış ve çocuklarına gösterdiği ilgiden daha fazla ilgi göstermişti!... Kendi çocukları ciddî bir entelektüel süreçten geçtiği için, kendini, sosyal devleti, emekçi halkı, tüyü bitmemiş yetimi... savunacak durumdaydı! Karadenizli yoksul genç, her türlü ahlâksızlığı, hilebâzlığı, haysiyetsizliği, namussuzluğu, onursuzluğu ve şerefsizliği yapabilirdi...
"Onursuzluk yapma pahasına tiyatro! Tiyatro yapma onursuzluk pah!"
İstediği "her şeyi" yapmasına karşın yol ve yolluk parasını aldığı, evinde kaldığı, tiyatrosunu kullandığı, evinin en mahrem yerlerine kadar girip, mahrem yerlerini kirletmek istediği adama ihanet eden bunalımlı genç Karadeniz'deki köyüne döner dönmez, (televizyon dizisi oyuncusu bile olamayacağını anladığı için) ahlâksız, haysiyetsiz, namussuz, onursuz, şerefsiz söylemini güçlendirmeye başladı! Kendisini sahiplenen dürüst tiyatro sahibini karalamak için, küçük beynini harekete geçirip, işbirliği içerisindeki şerefsiz tiyatro mafyasıyla birlikte pislik imalatına başladı...
"Tiyatro mafyasına katılma pahasına tiyatro! Tiyatro yapma pahası!!"
Gençti, köylüydü, yoksuldu, zavallıydı... Gençler için, köylü için, yoksul için, zavallı için sanat yapmak istemiyordu!... "Televizyon yıldızı" olmak istiyordu. Gözlerini kapadı... "Televizyon yıldızı" olan fahişe, puşt ruhlu insanları düşündü... Uyuklamak üzereyken, ağır ağır kalkıp, her zaman gülen gül renkli yüzüne bakmak için matlaşmış aynaya yöneldi. Baktı... Kendini tanıyamadı. Bu kendisi değildi! Değiştiğini bile anlayamayacak kadar kendisi değildi. Tanıyamadı ve avazı çıktığı kadar bağırmak istedi:
"Vay orospu çocuğu vay! Tiyatro yapma pahasına orospu çocuğu vay!"
5 Kasım 2013
Karadeniz'in şirin ve sevimli kentinin küçük bir köyünde doğdu. Sadece Karadeniz'i değil, tüm ülkeyi kara bulutlara teslim eden askerî darbenin ardından doğan apolitik gençlerden biriydi!... Annesi askerî darbeyi asla anlatmıyor, babası bu konuda hep susuyordu. Kitap?... Okumuyordu...
Evin tek eğlencesi televizyon dizileriydi. O da, tüm ailesiyle birlikte dizi tutkunu olmuştu. Öyle ki TV dizilerinin tümünün adını ezbere bilmekle kalmayarak her oyuncunun geçmişini bile ezbere biliyordu. Karadenizli genç, köyden kasabaya, kente, İstanbul'a kaçma düşü görmeye başladı!
Televizyonun birinde bir "yetenek yarışması" izlerken, Karadenizli bir opera sanatçısının çorbacılık yaptığını dinlemişti. Çorbacılık yapmasına karşın, opera sanatçılığı inadını bırakmayan Karadenizli, yoksul gence, tiyatro oyuncusu olma ivmesi kazandırmıştı... Ama o çorbacı olamazdı!
"Peki neden tiyatro? Neden peki tiyatro? Tiyatro neden peki? Neden?!"
Soru sormayı akıl edememesine karşın, televizyon içinde akvaryumdaki balıkların gezindiği gibi gezinen oyunculara öykündüğünü duyumsadı! Tiyatro sanatçısı olduktan sonra, televizyon yıldızı olabileceğini sezdi!...
"Hangi nedenle olursa olsun tiyatro! Neden ne olursa olsun tiyatrooo!"
Köyünden kasabaya gidip gelerek, ancak ortaokulu bitirebilmiş, liseye gitme düşünü bile görememişti. Tüm aile, tüm zamanlarında televizyon dizilerinin karşısında bozuk para gibi harcanırken, genç, oyunculuktan başka düş görmüyordu. Yalnız uyurken değil ayakta da düş görüyordu.
"Mutlaka tiyatro! Tiyatro mutlaka" Ortayit akaltum! Abcçdefgğğğ!!!..."
Düşündü. Köylerde tiyatro yapıldığı haberleri gelmişti kulağına... Hangi köylerde? Ege - Akdeniz köylerinde! Karadeniz'in tüm köylerini geçirdi aklından. Okuldaki en iyi dersi coğrafyaydı! Hiçbir köyde tiyatro yoktu!! Kasaba?! Birkaç kasabada acemice yapılan tiyatro çalışmaları olduğunu duymuştu. Ancak, o kasabaların adlarını kesinlikle anımsayamıyordu...
"Kesinlikle tiyatro! Anam avradım olsun tiyatro! Pustum ki tiyatrooo!"
Haritayı eline alıp, Kırklareli'nden başlayarak Artvin'e dek Karadeniz'e kıyısı olan kentleri tek tek inceledi... Kafasındaki (televizyon dizilerinin emrettiği) tiyatroya uygun bir kent, bir ilçe, bir kasaba bulamadı... Gözü sürekli olarak İstanbul'a takılıp kaldı. İstanbul'u kalem darbesiyle deldi!
"Namussuzluk yapma pahasına tiyatro! Tiyatro yapma namussuzluk!"
İstanbul'da uzun yıllardır tiyatroyla uğraşan, dürüst bir tiyatro sahibiyle iletişim kurdu... Dürüst tiyatro sahibi, bütün emekçi ve yoksul tiyatrocu adaylarına davrandığı gibi davranarak, yol ve yolluk paralarını gönderip, hem de arkadaşıyla birlikte İstanbul'a gelmesini sağladı... Konuştular...
Tiyatro sahibi, bu gencin bâzı özelliklerini asla beğenmemişti! Tiyatrocu ("aslında televizyon dizicisi") olmak için, namusunu bile satabilecek bir potansiyel taşıyan yoksul gençten iğreniyordu. Böyle bir duyguya sahip olduğu için, yoksul genci değil, kendini suçluyordu. Sevmek istiyordu...
"Şerefsizlik yapma pahasına tiyatro! Tiyatro yapma şerefsizlik pahası!"
Karadenizli yoksul gencin tiyatro için her yola başvurma deneyimsizliği karşısında, bu gence "potansiyel şerefsiz" muamelesi yapmak yerine bu genci sahiplenen tiyatro sahibi, bu gençle birlikte İstanbul'a gelen diğer gence, günlerce bakmış ve çocuklarına gösterdiği ilgiden daha fazla ilgi göstermişti!... Kendi çocukları ciddî bir entelektüel süreçten geçtiği için, kendini, sosyal devleti, emekçi halkı, tüyü bitmemiş yetimi... savunacak durumdaydı! Karadenizli yoksul genç, her türlü ahlâksızlığı, hilebâzlığı, haysiyetsizliği, namussuzluğu, onursuzluğu ve şerefsizliği yapabilirdi...
"Onursuzluk yapma pahasına tiyatro! Tiyatro yapma onursuzluk pah!"
İstediği "her şeyi" yapmasına karşın yol ve yolluk parasını aldığı, evinde kaldığı, tiyatrosunu kullandığı, evinin en mahrem yerlerine kadar girip, mahrem yerlerini kirletmek istediği adama ihanet eden bunalımlı genç Karadeniz'deki köyüne döner dönmez, (televizyon dizisi oyuncusu bile olamayacağını anladığı için) ahlâksız, haysiyetsiz, namussuz, onursuz, şerefsiz söylemini güçlendirmeye başladı! Kendisini sahiplenen dürüst tiyatro sahibini karalamak için, küçük beynini harekete geçirip, işbirliği içerisindeki şerefsiz tiyatro mafyasıyla birlikte pislik imalatına başladı...
"Tiyatro mafyasına katılma pahasına tiyatro! Tiyatro yapma pahası!!"
Gençti, köylüydü, yoksuldu, zavallıydı... Gençler için, köylü için, yoksul için, zavallı için sanat yapmak istemiyordu!... "Televizyon yıldızı" olmak istiyordu. Gözlerini kapadı... "Televizyon yıldızı" olan fahişe, puşt ruhlu insanları düşündü... Uyuklamak üzereyken, ağır ağır kalkıp, her zaman gülen gül renkli yüzüne bakmak için matlaşmış aynaya yöneldi. Baktı... Kendini tanıyamadı. Bu kendisi değildi! Değiştiğini bile anlayamayacak kadar kendisi değildi. Tanıyamadı ve avazı çıktığı kadar bağırmak istedi:
"Vay orospu çocuğu vay! Tiyatro yapma pahasına orospu çocuğu vay!"