'Araf' ya da Politik Tiyatro…
Ahmet Cemal
4 Kasım 2013
Nedir 'politik tiyatro' yalnızca bugün olanı bugünde göstermek mi?
Hayır. Ucuz ve sıradan olurdu böylesi. Çek bugünün fotoğrafını, sür seyircinin önüne. "Bak, bu senin hayatın…" söyleminin “böyle gelmiş böyle gider” uyuşturuculuğuyla. İyi de, ortalama seyirci zaten hep bu söyleme saplanmış olarak gelir tiyatroya. Asıl mesele, sahne aracılığıyla ona şöyle diyebilmekte: "Hayır kardeş, her şey bundan ibaret değil. ‘Böyle gelmişlik’, asla bir kader değil. Öyle olduğunu söyleyenlere kulak asma, çünkü kulak asarsan eğer, o kaderin suç ortaklarından biri de sen olursun! Oysa ben sana bu sahnede istersen kendi kaderini kurgulayabileceğini göstereceğim!”
Evet, işte böyle der politik tiyatro. Ve 'politik tiyatro', elbet 'bugün' olan karşısında belirgin/eleştirel bir tutum almak demektir. Ama her şeyi ‘bugün’e tıkıştırarak değil. ‘Bugün’ü, köklerini dünde, İsa’dan bile öncesinde arayarak ve ‘yarın’a ait olası izdüşümlerini de ihmal etmeksizin sorgulamak. Dün-bugün-yarın ekseninde böyle geniş zamanlara yelken açılmalı ki trajikliğini oluşturan çıkışsızlıklarının girdabında dolanıp duran, ‘bugün’e kaçınılmaz biçimde mahkûm seyirci-evet, bugüne mahkûm, çünkü ‘bugün’de ve kendisine yalnızca bugün için biçilmiş bir hayatı yaşamakta-, evet o, yani bugünün seyircisi, zamanların bugünle sınırlanmamış enginliğinde sadece sanatın ona kazandırabileceği bir bilincin rehberliğinde kendi arkeolojik seferine çıkar.
Peki var mı şimdilerde iklimlerimizde böyle bir tiyatro eseri? Var. Moda’daki Oyun Atölyesi’nde yeni başlayan, Şilili yazar Ariel Dorfman'ın kaleminden çıkan "Araf". Sırılsıklam bir politik tiyatro örneği. İki genç tiyatro insanı, Muharrem Özcan ve Derya Artemel tarafından oynanmakta. Oyunun rejisi de Muharrem Özcan'a ait. "Araf", her tiyatrocuya kök söktürebilecek bir tek perdelik oyun. Hele Muharrem Özcan'ın ilk reji denemesi olduğu da düşünülürse.
Sanatın biraz kumar yanı da bu. Ama sadece biraz. Çünkü "Araf"ın şaşırtıcı başarısının arkasında aylar sürmüş bir çalışma yatıyor. Karşımızda oyuncuların parmak ısırtıcı beden hâkimiyetleriyle, hiçbir sözcüğün ve sesin hakkını yemeyen sahne dilleriyle ve nihayet bir bütün olarak oyunculuklarıyla sahnede hayat bulmuş, güçlüğüne rağmen seyirciyi alıp götüren, götürürken de düşüncelere salan bir metin var. Final ise gerçek anlamda usta işi bir noktalama eylemi.
Ariel Dorfman bu metni ta "Medea"ya kadar geri giderek, ardından yakın tarihin bütün faşizmlerine geri dönerek, büyük cinayetlerin ve kötülüklerin ardından nedamet yoluyla arınmadan ne ölçüde medet umulabileceği sorusunun ekseninde kurgulamış.
Oyun Atölyesi’nin Genel Sanat Yönetmeni Haluk Bilginer, program kitapçığı için kaleme aldığı "Beni Öldürmeyen Her Şey Beni Güçlendirir…" başlıklı yazısında: "Tiyatro yapmak niye zordur peki Türkiye'de" sorusunu şöyle yanıtlamış: "Çünkü tiyatro gerçek hayattan daha gerçektir, doğruları yüzünüze çarpa çarpa söyleyiverir. Ama bunu yaparken bağırıp çağırmaz. Hakikat sessizdir. Gerçeği sanatsal estetikle bütünleştirip aktarır seyircisine. Bu yüzden güçlüdür, etkilidir. Tam da bu yüzden gerçeğin görünmesini istemeyenler için tehlikelidir… Baltalamalar yetmiyormuş gibi, olmadık ihanetlerle karşılaşırsınız. Vefasızlıklara tanık olursunuz. Ama neden ısrarla tiyatro yapmaya devam etmek istersiniz? Çünkü gerçeğin peşindesinizdir…"
'Tiyatro İnsanı' Haluk Bilginer, bütün olumsuzluklara yine tiyatroyla karşı koyuyor. Bu arada Muharrem Özcan ve Derya Artemel gibi iki genç tiyatrocuyu da Türk tiyatrosuna armağan ederek…
Evet, sanatın hakikati de sessizdir!
(Kaynak: Cumhuriyet)
Ahmet Cemal
4 Kasım 2013
Nedir 'politik tiyatro' yalnızca bugün olanı bugünde göstermek mi?
Hayır. Ucuz ve sıradan olurdu böylesi. Çek bugünün fotoğrafını, sür seyircinin önüne. "Bak, bu senin hayatın…" söyleminin “böyle gelmiş böyle gider” uyuşturuculuğuyla. İyi de, ortalama seyirci zaten hep bu söyleme saplanmış olarak gelir tiyatroya. Asıl mesele, sahne aracılığıyla ona şöyle diyebilmekte: "Hayır kardeş, her şey bundan ibaret değil. ‘Böyle gelmişlik’, asla bir kader değil. Öyle olduğunu söyleyenlere kulak asma, çünkü kulak asarsan eğer, o kaderin suç ortaklarından biri de sen olursun! Oysa ben sana bu sahnede istersen kendi kaderini kurgulayabileceğini göstereceğim!”
Evet, işte böyle der politik tiyatro. Ve 'politik tiyatro', elbet 'bugün' olan karşısında belirgin/eleştirel bir tutum almak demektir. Ama her şeyi ‘bugün’e tıkıştırarak değil. ‘Bugün’ü, köklerini dünde, İsa’dan bile öncesinde arayarak ve ‘yarın’a ait olası izdüşümlerini de ihmal etmeksizin sorgulamak. Dün-bugün-yarın ekseninde böyle geniş zamanlara yelken açılmalı ki trajikliğini oluşturan çıkışsızlıklarının girdabında dolanıp duran, ‘bugün’e kaçınılmaz biçimde mahkûm seyirci-evet, bugüne mahkûm, çünkü ‘bugün’de ve kendisine yalnızca bugün için biçilmiş bir hayatı yaşamakta-, evet o, yani bugünün seyircisi, zamanların bugünle sınırlanmamış enginliğinde sadece sanatın ona kazandırabileceği bir bilincin rehberliğinde kendi arkeolojik seferine çıkar.
Peki var mı şimdilerde iklimlerimizde böyle bir tiyatro eseri? Var. Moda’daki Oyun Atölyesi’nde yeni başlayan, Şilili yazar Ariel Dorfman'ın kaleminden çıkan "Araf". Sırılsıklam bir politik tiyatro örneği. İki genç tiyatro insanı, Muharrem Özcan ve Derya Artemel tarafından oynanmakta. Oyunun rejisi de Muharrem Özcan'a ait. "Araf", her tiyatrocuya kök söktürebilecek bir tek perdelik oyun. Hele Muharrem Özcan'ın ilk reji denemesi olduğu da düşünülürse.
Sanatın biraz kumar yanı da bu. Ama sadece biraz. Çünkü "Araf"ın şaşırtıcı başarısının arkasında aylar sürmüş bir çalışma yatıyor. Karşımızda oyuncuların parmak ısırtıcı beden hâkimiyetleriyle, hiçbir sözcüğün ve sesin hakkını yemeyen sahne dilleriyle ve nihayet bir bütün olarak oyunculuklarıyla sahnede hayat bulmuş, güçlüğüne rağmen seyirciyi alıp götüren, götürürken de düşüncelere salan bir metin var. Final ise gerçek anlamda usta işi bir noktalama eylemi.
Ariel Dorfman bu metni ta "Medea"ya kadar geri giderek, ardından yakın tarihin bütün faşizmlerine geri dönerek, büyük cinayetlerin ve kötülüklerin ardından nedamet yoluyla arınmadan ne ölçüde medet umulabileceği sorusunun ekseninde kurgulamış.
Oyun Atölyesi’nin Genel Sanat Yönetmeni Haluk Bilginer, program kitapçığı için kaleme aldığı "Beni Öldürmeyen Her Şey Beni Güçlendirir…" başlıklı yazısında: "Tiyatro yapmak niye zordur peki Türkiye'de" sorusunu şöyle yanıtlamış: "Çünkü tiyatro gerçek hayattan daha gerçektir, doğruları yüzünüze çarpa çarpa söyleyiverir. Ama bunu yaparken bağırıp çağırmaz. Hakikat sessizdir. Gerçeği sanatsal estetikle bütünleştirip aktarır seyircisine. Bu yüzden güçlüdür, etkilidir. Tam da bu yüzden gerçeğin görünmesini istemeyenler için tehlikelidir… Baltalamalar yetmiyormuş gibi, olmadık ihanetlerle karşılaşırsınız. Vefasızlıklara tanık olursunuz. Ama neden ısrarla tiyatro yapmaya devam etmek istersiniz? Çünkü gerçeğin peşindesinizdir…"
'Tiyatro İnsanı' Haluk Bilginer, bütün olumsuzluklara yine tiyatroyla karşı koyuyor. Bu arada Muharrem Özcan ve Derya Artemel gibi iki genç tiyatrocuyu da Türk tiyatrosuna armağan ederek…
Evet, sanatın hakikati de sessizdir!
(Kaynak: Cumhuriyet)