Kirli "ENTELEKTÜEL VE HUKUKSAL LİNÇ KAMPANYASI" önderlerinden Ahmet Ertuğrul Timur'un dört yılı aşkın bir zaman önce yazıp, Yeni Tiyatro Dergisi sitesinde yayımladığı yazısını, yeni "adlî yıl" kapsamında değerlendirmeyi düşündüğümüz için, yine yayınlıyoruz!...
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz
***
Oyun'un notu: Aşağıdaki yazının okunur olabilmesi için, bâriz yazım yanlışlarını düzelttik. Yazım yanlışlı özgün hâlini okumak için, yazının en altındaki linke tıklayabilir, kendinizi kirletebilirsiniz. Haydi hayırlısı!
***
Ertuğrul Timur'dan Yanıt…
21 Nisan 2009
Sayın hocam,
Gerek sizinle, gerek sayın eşinizle olan tanışıklığımız, her zaman saygı, sevgi ve takdire dayalı bir paylaşım içerisinde sürdü ve gerek sizin, gerek Sayın Sema Göktaş'ın aktif yanlarınızı her zaman beğeni ve gıpta ile izledim. Bundan sonra da, sizlerle benim karşı karşıya gelmeme hiçbir sebep olacağını zannetmiyorum. Dönem dönem, insanlar belli konularda yan yana durur, zaman zaman farklı düşünebilir. Hiçbirimiz, bir dinin, taassubun etrafında kümelenmiş, kayıtsız şartsız bağımlılık altında değiliz. Birleştiğimiz konular kadar, farklı düşüncelerimiz de olacaktır mutlaka.
Buradan, sözü hemen İATP-G ve Tiyatro Dergisi ile bir ittifak içerisinde gibi görülmem konusuna getirmek istiyorum. İATP-G ile hiçbir dönem kayıtsız şartsız bir ittifak içerisinde olmadım; şu ânda da değilim. Örneğin, İATP-G için her zaman birinci derecede öncelikli görünen konu olan "Esatoğlu Konusu"nda farklı noktadaydım. Bunu da, çok kısa bir süre önce, yine yazarak, üstelik de, Hilmi Bulunmaz'ın sitesinde yazarak, bir kez daha deklare ettim. İATP-G de, diğer oluşumlara, birliklere, derneklere göre, www.tiyatrom.com'a hep daha uzak durmuştur ki, bunu da, yakın zamanda, bâzı yazılarında, özeleştiri gibi kendileri de dile getirdiler. Bugün, bizi birlikte hareket ediyormuş gibi gösteren neden, belki, Hilmi Bulunmaz - Coşkun Büktel mağduru gibi görünüyor olmamızdır. Oysa ki, İATP-G'nin benimle asıl yakınlaşma nedeni, bir süredir, "nasıl bir yayıncılık arayışına yoğunluk vermeleri" ve benim de, bu alanda deneyimim olduğunu düşünerek, katkı sağlamam yolunda çabalarıdır. Buna ilişkin olarak da, defalarca yeniden ya da yeni bir tiyatro yayıncılığı içerisinde olmayacağımı, sadece bir deneyimim olduğuna inanılıyorsa, elbette paylaşabileceğimi, kamuoyu önünde yazılı olarak dile getirdim.
Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nde görev almam hususuna gelince; bunu da, nedenleriyle açıklamıştım, ama belki tüm yazılarımı okuma olanağı bulamadığınız için, okumamış olabileceğinizi düşünerek, kısaca açıklayayım:
Siz de, bir ASSITEJ üyesi olduğunuz ve defalarca aynı ortamları paylaştığımıza göre, mail grup içerisindeki tartışmalar, size de gelmiş olduğuna göre ve İstanbul'da ASSITEJ adına Ali Kırkar ve benim organize ettiğim ASSITEJ toplantısına da katılmıştınız yanılmıyorsam. Sürekli dile getirdiğim ve en çok önemsediğim konu, Türkiye'de gençlik tiyatroları olmayışı. Gençlik oyunu olmayışı ve adında "Gençlik" de olmasına karşın, ASSITEJ'in de, bu yanının güdük kaldığı konusuydu. Bu nedenle, İstanbul toplantıları sonrası, önce ASSITEJ içerisinde bir "Gençlik Komisyonu" kurduk. Oradan da bir sonuç alamayınca da, Adnan Tönel ve 60 kadar gencin katılımı ile "Gençlik Tiyatroları Oluşumu"nu kurduk. Yani, artık kimseden medet ummadan, önemsediğim "Gençlik Tiyatroları" için, kendimin harekete geçmesi gerektiği noktasına gelmiştim. Tam bu aşamada, Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nden gelen "Yayın Kurulu Üyeliği" teklifini, orada "Gençlik Tiyatroları Bölümü" yapmak koşuluyla kabul ettim. Bunu da seve seve kabul ettiler ve "Gençlik Editörlüğü"nü de verdiler. Takdir edersiniz ki, medyada, tiyatronun yeri yokken, tüm olanakları kullanmamız gerekiyordu. O dönem için de, basılı tek tiyatro dergisinin bu olanağı sağlaması, yola çıktığımız "Gençlik Tiyatroları" adına bir sacayağın önemli bir üçüncü ayağı idi, bizim adımıza.
Yani, ne sizin söz ettiğiniz gibi oradan bana verilen sıfat, ne onur etken değildir. "Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'ne geçmek" gibi bir cümle ise, hiçbir zaman olmamıştır. Ben, oraya dışarıdan katkı sağlamıştım ve www.tiyatrom.com sürdüğü süre içindeydi. www.tiyatrom.com'u kapadığım gün, tüm tiyatro bağlantılarımı da kopardım zâten.
Kısıtlı toplantılarda, beni yeterince tanıma şansı bulamamış olabilirsiniz. Fakat bu tür onurlar, ödüller, boş gurur, şu dünyada en az etkileyeceği kişilerden birisi benim. Bana, 8 yıllık tiyatro yayıncılık yaşamım sırasında, bundan çok daha önemli teklifler de geldi. Fakat hiç düşünmeden, tereddütsüz "hayır" dedim. (Bunların içerisinde, bir üniversitede ders verme ve o sıralar çıkmaya hazırlanan "Oyun Dergisi" editörlüğü de dahil. Konuyu, örneğin Adnan Tönel'den doğrulatabilirsiniz. O, dönemimin yakın tanığıdır.) Yine, bu boş gurura ihtiyacım olmadığındandır ki, hiç oyuncu olmadığım hâlde, TODER'in bana verdiği onur üyeliğini hiç tereddütsüz iade ettim. Program müdürü olduğum radyoyu, "yayıncı gençlere söz verilen zam yapılmadı" diye bırakmıştım. TV'lerde senaryo ve metin yazarlığını ise; "Bu kirli medyaya artık üretim yapmak istemiyorum!" açıklaması yaparak bırakmıştım. Şehir Tiyatroları'ndan gelen "Basın Sözcülüğü" teklifini de, hâlen işçi statüsünde olmama ve o sıfatın çok daha gurur kaynağı olacağını bilsem de, kabul etmemiştim. Çünkü, boş gurura ihtiyacım olduğunu düşünmüyordum. Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nin bana verdiği plaketten iki gün sonra, sıkı bir eleştiri yapabildim. Sanıyorum ki, yeryüzünde boş gururdan etkilenebilecek son kişilerden birini, "boş gurur için dergide görev almak"la itham etmektesiniz, sayın hocam.
Basılı bir yayında "Gençlik Tiyatroları" için bir mevzi daha kazanmak, bir fırsattı. Bunu değerlendirdim ki, o dönemlerde yeni bir dergi daha basılmaya başlandı: "Tiyatral İstanbul"... Orada da, benzer bir görevi, Adnan Tönel'in üstlenmesi ve böylece, oradan da öncülüğünü yaptığımız "Gençlik Tiyatroları" alanında bir alan bulabilmemiz de gündemimizdeydi. Ama ne yazık ki, o dergi uzun ömürlü olamadı. Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin, bunun dışında, bana getirdiği ne bir külfet, ne de bir artı olmamıştır ki, sonuçta da, biliyorsunuz, oradaki bu görevleri de, ben, yine kendim bıraktım.
Benim geçmişimde, tiyatro yok, ama yayıncılık vardır; basılı, sesli ve görsel medyada oldukça uzun süre bulundum. Hürriyet gibi bir gazetede mizah editörlüğü, ulusal bir radyoda program müdürlüğü yapmış birisi için, kısıtlı bir çevreye hitap eden bir dergide editörlük, düşündüğünüz gibi benim için erişilmesi mutlu eden yada vazgeçilmez bir görev asla olmamıştır.
Sayın Hocam, Burak Caney hadisesine en çok kafa yoran kişilerden birisi de benim, takdir edersiniz ki. Zira, mağdurlarından birisi de benim. Bu nedenle de, bu konuyu da oldukça araştırdım ve bunu da yazdım. Sanırım, okuma şansınız olmadı. Sakın bunu sitem ya da eleştiri gibi almayınız. Zira, o kadar çok ve sayfalarca yazılar yazıldı ki karşılıklı, sanırım herhangi biri kadar bu konuyla ilgili olsam, ben de, bu yazılanların tümünü oturup okumazdım. Çok kısa özetlemek gerekirse; Burak Caney'in doğduğu yer e-mail grupları ve forum köşeleridir. Ve doğduğu dönemde de, alabildiğine uğraştığı üç kişi vardır: "Ertuğrul Timur, Yaşam Kaya ve Hilmi Bulunmaz"... Bunu, belgeleriyle, tarihleriyle verdim. Ancak ve ancak, biz, Coşkun Büktel'le ters düşünce, (Buna paralel olarak Hilmi Bulunmaz'la da) bu ters düşme tırmanıp, gerginlik hâlini aldıktan sonra, Burak Caney, üç yayıncıya da düşmanlık yerine, zaman zaman taraf olarak, taraf gibi görünerek, aradaki kızgın ortamı körükleme görevi üstlenmiş, buradan beslenmeyi seçmiştir.
Burak Caney kimdir? Yukarıda da söylediğim sertleşen polemiklerden sonra, Burak Caney'in, ben ya da Mustafa Demirkanlı yada Yaşam Kaya olması (Zira şu ân dışında kalmasına karşın, o dönem, "Yaşam Kaya - Hilmi Bulunmaz" sertleşmesi de doruktaydı.), bunlar, tabiî ki, akla gelen olasılıklardı. Hele ki, siz, biriyle ters düşmüş ve kıyasıya bir tartışmaya girmişseniz, bu, sizi, "baş zanlı" da yapıyordu. Ama şu meşhur; "Suçlanan değil, suçlayanlar ispatlamalıdır." ilkesine karşın, ben, yine de, bunu ispatlamak için, canla başla seferber oldum. En son, "Hilmi Bulunmaz'ın teknik danışmanı" da denilebilecek Kâzım Şimşek'le karşılıklı yazışmalara, ortak çalışma yapmaya, tüm şifrelerimi, tüm bilgilerimi ve bilgisayarlarımı kendisine incelenmek üzere açmaya dek teklif ettim. Kısmen de, ortak çalışmada bulunduk. Sonuç olarak, Kâzım Şimşek; "Ben, Ertuğrul Timur'un Burak Caney olduğunu düşünmüyorum ve Hilmi Bulunmaz, Coşkun Büktel de, bu konuda beni yetkili kılmıştı. Benden çıkacak karara uyacaklarını söylemişti..." tarzında bir açıklamada bulundu. Fakat, aylardır gündemde olmayan Burak Caney, (yeniden sayın Bulunmaz ve Büktel ile bir tartışma sürecine girdiğimizde) kendi elleriyle hortlatıldı. "Buyurun inceleyin." diyerek, bilgisayarlarıma, mail ve sitelerimin şifrelerine dek verdiğim, vermeyi, açmayı taahhüt ettiğim dönemde ikna olanlar, bana, diğer konularda yanıt veremedikçe; "Ama, Burak Caney de, bize bunu yapmıştı…" gibi bir savunmaya geçtiler. Burak Caney, belki çok canlarını yaktı, ama aynı Burak Caney, bir anlamda da, hep kalkanları oldu.
Bakınız, Burak Caney konusunda farklı iddialar da vardır. Daha dün akşam, yine Yaşam Kaya, bana; "BEN, BURAK CANEY'İN, HİLMİ BULUNMAZ'IN TA KENDİSİ OLDUĞUNDAN ADIM KADAR EMİNİM! İSPATLADIM DA. AMA, ALLAH KAHRETSİN Kİ, KAYDEDEMEDİM. ELİMDE DELİK YOK!" şeklinde mail yolladı. Zaman zaman; "Burak Caney, Coşkun Büktel'dir. Hilmi Bulunmaz'ın yatıştığı dönemde yeniden, onu yeniden alevlendirmek için kullandı." iddiaları da olmuştur. Ama ben, bunlara sadece iddia diyebilirim. Yaşam Kaya; "ADIM KADAR EMİNİM!" dese de, elinde belge yoktur; kimsenin de yoktur. O hâlde, Burak Caney'in kim olduğu, hâlâ bir sırdır ve hiç kimse, diğerini, bu nedenle suçlayamaz. Kimse de, Burak Caney'in arkasına sığınıp, "zavallı"yı, "mağdur"u oynamasın. "Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nde de fotomontaj vardı... Ertuğrul'un sitesinde de fotomontaj vardı... Burak Caney de fotomontaj yapardı..." gibi yaklaşım ve iddialar ise, komik ötesi salaklıktır. Sonuçta, alfabede de 29 harf vardır ve bir katil de, bu harflerden yararlanır; bir yazar da, bir bakkal da... "Katil de, bu alfabeyi kullanmıştı..." diye, yazarla özdeşleştirebilir misiniz? Bilgisayarda da yapılabilecek, kullanılabilecek programlar vardır. O hâlde, bir fotoğraf programını bir word programını, bir fotomontaj programını, ben de kullanabilirim, daha binlerce kişi de... Eğer öğrenirse, Hilmi bey de kullanır ve bu onu, Burak Caney'leştirmez! Bu gibi iddialar komiktir; inandırıcılıktan uzaktır. Burak Caney'in kimliği konusunu, isterse tespit ettirmesi oldukça kolaydır ve yapabilir. Madem ki, kendilerinin bu derece rahatsız edildikleri düşüncesi vardır, yayını sürdüğü dönemde savcılığa verecekleri bir tek dilekçe ile bu tespiti yaptırabilirlerdi.
Burak Caney'e sövüldüğü hâlde, küfrü üzerimize almış olduğumuz iddiasına gelince; Sayın hocam, bu konuda da, benim açıklamalarımı okumamış ve tek yanlı bilgilenmeye mâruz kalmışsınız, anladığım kadarıyla... Şöyle ki: Bir dolaylı, bir de direkt olarak bizlere de küfür edilmiştir. Önce dolaylıyı açıklayayım: "Ertuğrul Timur, Mustafa Demirkanlı, Yaşam Kaya Burak Caney'dir ve Burak Caney, orospu çocuğudur." şeklinde cümleler kurarsanız, bunun nasıl bir özdeşleştirme içerdiğini anlamanız için, fazla bir felsefe bilgisi gerekmez sanırım. Hiçbir şey olmazsa, Google'da bu kelimelerle birlikte adınız bulunur. Size, empati yapabilmeniz için, bunun benzeri bir cümle asla kurmayacağım ve örnek vermek için de olsa, size saygısızlık yapmak ve adınızın aramalarda böyle bulunmasına neden olmak istemem. Ama, lütfen cümleyi bir kez daha ve empati yaparak okuyunuz: "……………. ………. Burak Caney'dir ve Burak Caney, orospu çocuğudur." Size de, rahatsız edici gelmedi mi? Bu dolaylı küfürdü...
Direkt küfürü de oldu. Hilmi Bulunmaz, açık ve net olarak "Tiyatrom'a yazanlar şerefsizdir. Orospu çocuğudur. Bakın, Coşkun Irmak artık yazmıyor. Neden? Çünkü, şerefsiz değil. Çünkü, orospu çocuğu değil..." şeklinde video kaydını yayınladı. (Coşkun Irmak, bir anlamda tekzip etti.) Hilmi Bulunmaz ise, iki gün sonra da,sözde yazılı bir düzeltme yaparak, hakaretini pekiştirdi: "www.tiyatrom.com'da yazıp da, Büktel'e hak verenler hariç. Bir tek onlardan özür diliyorum. Onlar hariç, şerefsizdir, orospu çocuğudur..." yazdı. Şimdi bu nedir hocam? Bir dönem, siz de, www.tiyatrom.com yazarı idiniz. Bu topyekûn sövgünün yapıldığı tarihte siz hâlâ bize yazıyor muydunuz? Bilmiyorum, ama oldukça saygın isimler (ya da oldukça saygın olmayabilir), pek çok isimler varken, bu küfür sövgü nasıl sindirilebilir? Ve, "Büktel'e hak verenler" gibi bir ayrım (ki, ben, Büktel'e hak verdiğini yazan bir www.tiyatrom.com yazarı hatırlamıyorum), "hariç" demek, nasıl bir yaklaşımdır? "Ya bizim düşündüğümüz gibi düşüneceksiniz ya da küfür eder ananıza bile söveriz." Bu nasıl bir mantık? Ve siz, bir öğretim üyesi olarak, hâlâ kendinizin adıyla bu kişilerin adının bir arada bulunmasını nasıl yakıştırabiliyorsunuz? Şimdi hâlâ, biz, "Küfürbazlara hayır!" dediğimizde, "Size ne? Sanal birine küfür etti! Siz neden üzerinize alınıyorsunuz?" diyebilecek misiniz?
"Burak Caney'e yazıyla destek vermek"ten söz etmişsiniz. Burada da, yanlış biliyorsunuz sayın hocam. Ben asla ve asla, hiçbir zaman, bu kişi ya da kişilerin sitesine yazı yazmadım. Hilmi Bulunmaz'ın dergisine ve sitesine özel yazı yazdım. Ama, Burak Caney'in sitesine asla. Sayın Özdemir Nutku, Sayın Tuncer Cücenoğlu, Sayın Üstün Akmen yazdı. Demirkanlı, iki yazı yazıp çekildi. Ama ben, asla ve asla yazmadım.
Ona verdiğim destek, iki şekilde olmuştur. Bunu da defalarca açıkladım ama sanırım onu da okumamış, o konuda da tek yanlı bilgiye maruz kalmışsınız. Zararı yok, bir kez daha yazayım. Şimdi size özel olunca, okursunuz belki. Benim ilk desteğim, Burak Caney adlı kişi yada kişilerin, facebook üzerinde açtıkları "Küfürbazlara Hayır!" kampanyasına katılmak ve duyurmak olmuştur. Bu küfürlerden nasibini almış biri olarak ve de bu açılan gruba bine yakın kişi üye olduğu için... Aralarında çok saygın tiyatro insanları da olduğu için... Bu açılan grubun, Burak Caney'i aşıp, tiyatro dünyasına mal olduğunu düşündüğüm için katıldım ve sitemden haber yaptım. İkinci desteğim ise, yeni ve temiz bir yayıncılık sözü vererek, resmî bir domainle ve org uzantısı ile site açtıklarında, "yeni bir site açıldı" şeklinde haber yaparak ve diğer tiyatro siteleri arasına linkini koyarak olmuştur. Ben, her yeni açılan tiyatro sitesini destekledim. İsterseniz Sayın Kemal Başar'a sorunuz: Tiyatro Keyfi açıldığında, onun tanınması için, bir hafta kendi sitemi kapatıp, onun sitesine yönlendirme yaptım ve bunu yaparken de, Kemal Başar'la henüz tanışmıyorduk bile. Dolaysıyla, "temiz bir yayıncılık" sözü ile yola çıkan bu resmî uzantılı www.tiyatrooyun.org'un açıldığı haberini yapıp, linkini verdim. Fakat, geçen kısa sürede, abuk sabuk yayınlar yeniden başlayınca da, eleştirdim ve eleştirimi de, üstelik Hilmi Bulunmaz'ın sitesinde yaptım. Hele ki, "Türkiye Tiyatrolar Birliği", o siteye ödül verdiğinde, çok ağır eleştiride bulundum! Kısa bir süre de olsa, o siteyi tanıtmış olmam, facebook'da açtığı gruba katılmış olmam nedeniyle de özeleştiri verdim
Uzun süre, bu ortamdan uzak kalmam önerinizi tüm içtenliğimle ve teşekkürle karşılıyorum. İnanın ki bana, uzun süre değil, tamamen tiyatro dünyasının dışında kalmak üzere çekildim. Seyirci olarak dahi... İşte bu kadar açık ve net. Yeniden www.tiyatrom.com'u açmak, asla ve asla düşünmediğim gibi, hangi kademede olursa olsun, tiyatro yayıncılığı anlamında tekliflere kapalıyım. Sadece ve sadece, sekiz yılın deneyimini dinlemek isteyen, tecrübemi aktarmamı isteyen olursa, elimden geldiğince katkı veririm. Gençlerden bir ekip kurulur ve "Biz, www.tiyatrom.com'u devam ettirmek istiyoruz." derlerse, www.tiyatrom.com adını ve alanını karşılıksız devrederim (ki, o konuda da parayla devir alma teklifi gelmiştir geri çevirdim). Peki, "Tiyatro dünyasından uzak kalmayı seçtiğim hâlde, neden şu sıralar tartışmalara malzeme yapılıyor ya da katılıyorum?" derseniz, o zaman da, ben, size; "Sekiz yıllık mazime, emeğime ve sekiz yıl boyunca bana güvenmiş bir kitlenin güvenine sahip çıkıyorum." derim. Kapandıktan bir yıl sonra, hâlâ www.tiyatrom.com'a iftira atılmasa, dil uzatılmasa, ben, zâten her şeyi unutmuştum; her şeyi af etmiştim ve Sayın Bulunmaz'la da, dostça bir diyalog içindeydim. Benim tavrım açık ve nettir. Ben, geçmişe sünger çektim; çok net küfürlerinize, hakaretlerinize, düzeysiz yaklaşımlarınıza karşın, hepsini unutup dostluğu seçtim. Ama siz de, "hem suçlu hem güçlü"yü oynamayın ve www.tiyatrom.com'un anılarını rahat bırakın, kendinize malzeme yapmayın. Devlet bile, af ederken, diyor ki: "Bir kez daha suç işlersen, öncekini de üstüne eklemek koşuluyla af ederim." Ama bunlar kabuk bağlamış yarayı kanatmayı seçtiler; bu durumda da, sonuna kadar giderim.
(Kaynak: Yeni Tiyatro Dergisi)
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz
***
Oyun'un notu: Aşağıdaki yazının okunur olabilmesi için, bâriz yazım yanlışlarını düzelttik. Yazım yanlışlı özgün hâlini okumak için, yazının en altındaki linke tıklayabilir, kendinizi kirletebilirsiniz. Haydi hayırlısı!
***
Ertuğrul Timur'dan Yanıt…
21 Nisan 2009
Sayın hocam,
Gerek sizinle, gerek sayın eşinizle olan tanışıklığımız, her zaman saygı, sevgi ve takdire dayalı bir paylaşım içerisinde sürdü ve gerek sizin, gerek Sayın Sema Göktaş'ın aktif yanlarınızı her zaman beğeni ve gıpta ile izledim. Bundan sonra da, sizlerle benim karşı karşıya gelmeme hiçbir sebep olacağını zannetmiyorum. Dönem dönem, insanlar belli konularda yan yana durur, zaman zaman farklı düşünebilir. Hiçbirimiz, bir dinin, taassubun etrafında kümelenmiş, kayıtsız şartsız bağımlılık altında değiliz. Birleştiğimiz konular kadar, farklı düşüncelerimiz de olacaktır mutlaka.
Buradan, sözü hemen İATP-G ve Tiyatro Dergisi ile bir ittifak içerisinde gibi görülmem konusuna getirmek istiyorum. İATP-G ile hiçbir dönem kayıtsız şartsız bir ittifak içerisinde olmadım; şu ânda da değilim. Örneğin, İATP-G için her zaman birinci derecede öncelikli görünen konu olan "Esatoğlu Konusu"nda farklı noktadaydım. Bunu da, çok kısa bir süre önce, yine yazarak, üstelik de, Hilmi Bulunmaz'ın sitesinde yazarak, bir kez daha deklare ettim. İATP-G de, diğer oluşumlara, birliklere, derneklere göre, www.tiyatrom.com'a hep daha uzak durmuştur ki, bunu da, yakın zamanda, bâzı yazılarında, özeleştiri gibi kendileri de dile getirdiler. Bugün, bizi birlikte hareket ediyormuş gibi gösteren neden, belki, Hilmi Bulunmaz - Coşkun Büktel mağduru gibi görünüyor olmamızdır. Oysa ki, İATP-G'nin benimle asıl yakınlaşma nedeni, bir süredir, "nasıl bir yayıncılık arayışına yoğunluk vermeleri" ve benim de, bu alanda deneyimim olduğunu düşünerek, katkı sağlamam yolunda çabalarıdır. Buna ilişkin olarak da, defalarca yeniden ya da yeni bir tiyatro yayıncılığı içerisinde olmayacağımı, sadece bir deneyimim olduğuna inanılıyorsa, elbette paylaşabileceğimi, kamuoyu önünde yazılı olarak dile getirdim.
Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nde görev almam hususuna gelince; bunu da, nedenleriyle açıklamıştım, ama belki tüm yazılarımı okuma olanağı bulamadığınız için, okumamış olabileceğinizi düşünerek, kısaca açıklayayım:
Siz de, bir ASSITEJ üyesi olduğunuz ve defalarca aynı ortamları paylaştığımıza göre, mail grup içerisindeki tartışmalar, size de gelmiş olduğuna göre ve İstanbul'da ASSITEJ adına Ali Kırkar ve benim organize ettiğim ASSITEJ toplantısına da katılmıştınız yanılmıyorsam. Sürekli dile getirdiğim ve en çok önemsediğim konu, Türkiye'de gençlik tiyatroları olmayışı. Gençlik oyunu olmayışı ve adında "Gençlik" de olmasına karşın, ASSITEJ'in de, bu yanının güdük kaldığı konusuydu. Bu nedenle, İstanbul toplantıları sonrası, önce ASSITEJ içerisinde bir "Gençlik Komisyonu" kurduk. Oradan da bir sonuç alamayınca da, Adnan Tönel ve 60 kadar gencin katılımı ile "Gençlik Tiyatroları Oluşumu"nu kurduk. Yani, artık kimseden medet ummadan, önemsediğim "Gençlik Tiyatroları" için, kendimin harekete geçmesi gerektiği noktasına gelmiştim. Tam bu aşamada, Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nden gelen "Yayın Kurulu Üyeliği" teklifini, orada "Gençlik Tiyatroları Bölümü" yapmak koşuluyla kabul ettim. Bunu da seve seve kabul ettiler ve "Gençlik Editörlüğü"nü de verdiler. Takdir edersiniz ki, medyada, tiyatronun yeri yokken, tüm olanakları kullanmamız gerekiyordu. O dönem için de, basılı tek tiyatro dergisinin bu olanağı sağlaması, yola çıktığımız "Gençlik Tiyatroları" adına bir sacayağın önemli bir üçüncü ayağı idi, bizim adımıza.
Yani, ne sizin söz ettiğiniz gibi oradan bana verilen sıfat, ne onur etken değildir. "Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'ne geçmek" gibi bir cümle ise, hiçbir zaman olmamıştır. Ben, oraya dışarıdan katkı sağlamıştım ve www.tiyatrom.com sürdüğü süre içindeydi. www.tiyatrom.com'u kapadığım gün, tüm tiyatro bağlantılarımı da kopardım zâten.
Kısıtlı toplantılarda, beni yeterince tanıma şansı bulamamış olabilirsiniz. Fakat bu tür onurlar, ödüller, boş gurur, şu dünyada en az etkileyeceği kişilerden birisi benim. Bana, 8 yıllık tiyatro yayıncılık yaşamım sırasında, bundan çok daha önemli teklifler de geldi. Fakat hiç düşünmeden, tereddütsüz "hayır" dedim. (Bunların içerisinde, bir üniversitede ders verme ve o sıralar çıkmaya hazırlanan "Oyun Dergisi" editörlüğü de dahil. Konuyu, örneğin Adnan Tönel'den doğrulatabilirsiniz. O, dönemimin yakın tanığıdır.) Yine, bu boş gurura ihtiyacım olmadığındandır ki, hiç oyuncu olmadığım hâlde, TODER'in bana verdiği onur üyeliğini hiç tereddütsüz iade ettim. Program müdürü olduğum radyoyu, "yayıncı gençlere söz verilen zam yapılmadı" diye bırakmıştım. TV'lerde senaryo ve metin yazarlığını ise; "Bu kirli medyaya artık üretim yapmak istemiyorum!" açıklaması yaparak bırakmıştım. Şehir Tiyatroları'ndan gelen "Basın Sözcülüğü" teklifini de, hâlen işçi statüsünde olmama ve o sıfatın çok daha gurur kaynağı olacağını bilsem de, kabul etmemiştim. Çünkü, boş gurura ihtiyacım olduğunu düşünmüyordum. Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nin bana verdiği plaketten iki gün sonra, sıkı bir eleştiri yapabildim. Sanıyorum ki, yeryüzünde boş gururdan etkilenebilecek son kişilerden birini, "boş gurur için dergide görev almak"la itham etmektesiniz, sayın hocam.
Basılı bir yayında "Gençlik Tiyatroları" için bir mevzi daha kazanmak, bir fırsattı. Bunu değerlendirdim ki, o dönemlerde yeni bir dergi daha basılmaya başlandı: "Tiyatral İstanbul"... Orada da, benzer bir görevi, Adnan Tönel'in üstlenmesi ve böylece, oradan da öncülüğünü yaptığımız "Gençlik Tiyatroları" alanında bir alan bulabilmemiz de gündemimizdeydi. Ama ne yazık ki, o dergi uzun ömürlü olamadı. Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin, bunun dışında, bana getirdiği ne bir külfet, ne de bir artı olmamıştır ki, sonuçta da, biliyorsunuz, oradaki bu görevleri de, ben, yine kendim bıraktım.
Benim geçmişimde, tiyatro yok, ama yayıncılık vardır; basılı, sesli ve görsel medyada oldukça uzun süre bulundum. Hürriyet gibi bir gazetede mizah editörlüğü, ulusal bir radyoda program müdürlüğü yapmış birisi için, kısıtlı bir çevreye hitap eden bir dergide editörlük, düşündüğünüz gibi benim için erişilmesi mutlu eden yada vazgeçilmez bir görev asla olmamıştır.
Sayın Hocam, Burak Caney hadisesine en çok kafa yoran kişilerden birisi de benim, takdir edersiniz ki. Zira, mağdurlarından birisi de benim. Bu nedenle de, bu konuyu da oldukça araştırdım ve bunu da yazdım. Sanırım, okuma şansınız olmadı. Sakın bunu sitem ya da eleştiri gibi almayınız. Zira, o kadar çok ve sayfalarca yazılar yazıldı ki karşılıklı, sanırım herhangi biri kadar bu konuyla ilgili olsam, ben de, bu yazılanların tümünü oturup okumazdım. Çok kısa özetlemek gerekirse; Burak Caney'in doğduğu yer e-mail grupları ve forum köşeleridir. Ve doğduğu dönemde de, alabildiğine uğraştığı üç kişi vardır: "Ertuğrul Timur, Yaşam Kaya ve Hilmi Bulunmaz"... Bunu, belgeleriyle, tarihleriyle verdim. Ancak ve ancak, biz, Coşkun Büktel'le ters düşünce, (Buna paralel olarak Hilmi Bulunmaz'la da) bu ters düşme tırmanıp, gerginlik hâlini aldıktan sonra, Burak Caney, üç yayıncıya da düşmanlık yerine, zaman zaman taraf olarak, taraf gibi görünerek, aradaki kızgın ortamı körükleme görevi üstlenmiş, buradan beslenmeyi seçmiştir.
Burak Caney kimdir? Yukarıda da söylediğim sertleşen polemiklerden sonra, Burak Caney'in, ben ya da Mustafa Demirkanlı yada Yaşam Kaya olması (Zira şu ân dışında kalmasına karşın, o dönem, "Yaşam Kaya - Hilmi Bulunmaz" sertleşmesi de doruktaydı.), bunlar, tabiî ki, akla gelen olasılıklardı. Hele ki, siz, biriyle ters düşmüş ve kıyasıya bir tartışmaya girmişseniz, bu, sizi, "baş zanlı" da yapıyordu. Ama şu meşhur; "Suçlanan değil, suçlayanlar ispatlamalıdır." ilkesine karşın, ben, yine de, bunu ispatlamak için, canla başla seferber oldum. En son, "Hilmi Bulunmaz'ın teknik danışmanı" da denilebilecek Kâzım Şimşek'le karşılıklı yazışmalara, ortak çalışma yapmaya, tüm şifrelerimi, tüm bilgilerimi ve bilgisayarlarımı kendisine incelenmek üzere açmaya dek teklif ettim. Kısmen de, ortak çalışmada bulunduk. Sonuç olarak, Kâzım Şimşek; "Ben, Ertuğrul Timur'un Burak Caney olduğunu düşünmüyorum ve Hilmi Bulunmaz, Coşkun Büktel de, bu konuda beni yetkili kılmıştı. Benden çıkacak karara uyacaklarını söylemişti..." tarzında bir açıklamada bulundu. Fakat, aylardır gündemde olmayan Burak Caney, (yeniden sayın Bulunmaz ve Büktel ile bir tartışma sürecine girdiğimizde) kendi elleriyle hortlatıldı. "Buyurun inceleyin." diyerek, bilgisayarlarıma, mail ve sitelerimin şifrelerine dek verdiğim, vermeyi, açmayı taahhüt ettiğim dönemde ikna olanlar, bana, diğer konularda yanıt veremedikçe; "Ama, Burak Caney de, bize bunu yapmıştı…" gibi bir savunmaya geçtiler. Burak Caney, belki çok canlarını yaktı, ama aynı Burak Caney, bir anlamda da, hep kalkanları oldu.
Bakınız, Burak Caney konusunda farklı iddialar da vardır. Daha dün akşam, yine Yaşam Kaya, bana; "BEN, BURAK CANEY'İN, HİLMİ BULUNMAZ'IN TA KENDİSİ OLDUĞUNDAN ADIM KADAR EMİNİM! İSPATLADIM DA. AMA, ALLAH KAHRETSİN Kİ, KAYDEDEMEDİM. ELİMDE DELİK YOK!" şeklinde mail yolladı. Zaman zaman; "Burak Caney, Coşkun Büktel'dir. Hilmi Bulunmaz'ın yatıştığı dönemde yeniden, onu yeniden alevlendirmek için kullandı." iddiaları da olmuştur. Ama ben, bunlara sadece iddia diyebilirim. Yaşam Kaya; "ADIM KADAR EMİNİM!" dese de, elinde belge yoktur; kimsenin de yoktur. O hâlde, Burak Caney'in kim olduğu, hâlâ bir sırdır ve hiç kimse, diğerini, bu nedenle suçlayamaz. Kimse de, Burak Caney'in arkasına sığınıp, "zavallı"yı, "mağdur"u oynamasın. "Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nde de fotomontaj vardı... Ertuğrul'un sitesinde de fotomontaj vardı... Burak Caney de fotomontaj yapardı..." gibi yaklaşım ve iddialar ise, komik ötesi salaklıktır. Sonuçta, alfabede de 29 harf vardır ve bir katil de, bu harflerden yararlanır; bir yazar da, bir bakkal da... "Katil de, bu alfabeyi kullanmıştı..." diye, yazarla özdeşleştirebilir misiniz? Bilgisayarda da yapılabilecek, kullanılabilecek programlar vardır. O hâlde, bir fotoğraf programını bir word programını, bir fotomontaj programını, ben de kullanabilirim, daha binlerce kişi de... Eğer öğrenirse, Hilmi bey de kullanır ve bu onu, Burak Caney'leştirmez! Bu gibi iddialar komiktir; inandırıcılıktan uzaktır. Burak Caney'in kimliği konusunu, isterse tespit ettirmesi oldukça kolaydır ve yapabilir. Madem ki, kendilerinin bu derece rahatsız edildikleri düşüncesi vardır, yayını sürdüğü dönemde savcılığa verecekleri bir tek dilekçe ile bu tespiti yaptırabilirlerdi.
Burak Caney'e sövüldüğü hâlde, küfrü üzerimize almış olduğumuz iddiasına gelince; Sayın hocam, bu konuda da, benim açıklamalarımı okumamış ve tek yanlı bilgilenmeye mâruz kalmışsınız, anladığım kadarıyla... Şöyle ki: Bir dolaylı, bir de direkt olarak bizlere de küfür edilmiştir. Önce dolaylıyı açıklayayım: "Ertuğrul Timur, Mustafa Demirkanlı, Yaşam Kaya Burak Caney'dir ve Burak Caney, orospu çocuğudur." şeklinde cümleler kurarsanız, bunun nasıl bir özdeşleştirme içerdiğini anlamanız için, fazla bir felsefe bilgisi gerekmez sanırım. Hiçbir şey olmazsa, Google'da bu kelimelerle birlikte adınız bulunur. Size, empati yapabilmeniz için, bunun benzeri bir cümle asla kurmayacağım ve örnek vermek için de olsa, size saygısızlık yapmak ve adınızın aramalarda böyle bulunmasına neden olmak istemem. Ama, lütfen cümleyi bir kez daha ve empati yaparak okuyunuz: "……………. ………. Burak Caney'dir ve Burak Caney, orospu çocuğudur." Size de, rahatsız edici gelmedi mi? Bu dolaylı küfürdü...
Direkt küfürü de oldu. Hilmi Bulunmaz, açık ve net olarak "Tiyatrom'a yazanlar şerefsizdir. Orospu çocuğudur. Bakın, Coşkun Irmak artık yazmıyor. Neden? Çünkü, şerefsiz değil. Çünkü, orospu çocuğu değil..." şeklinde video kaydını yayınladı. (Coşkun Irmak, bir anlamda tekzip etti.) Hilmi Bulunmaz ise, iki gün sonra da,sözde yazılı bir düzeltme yaparak, hakaretini pekiştirdi: "www.tiyatrom.com'da yazıp da, Büktel'e hak verenler hariç. Bir tek onlardan özür diliyorum. Onlar hariç, şerefsizdir, orospu çocuğudur..." yazdı. Şimdi bu nedir hocam? Bir dönem, siz de, www.tiyatrom.com yazarı idiniz. Bu topyekûn sövgünün yapıldığı tarihte siz hâlâ bize yazıyor muydunuz? Bilmiyorum, ama oldukça saygın isimler (ya da oldukça saygın olmayabilir), pek çok isimler varken, bu küfür sövgü nasıl sindirilebilir? Ve, "Büktel'e hak verenler" gibi bir ayrım (ki, ben, Büktel'e hak verdiğini yazan bir www.tiyatrom.com yazarı hatırlamıyorum), "hariç" demek, nasıl bir yaklaşımdır? "Ya bizim düşündüğümüz gibi düşüneceksiniz ya da küfür eder ananıza bile söveriz." Bu nasıl bir mantık? Ve siz, bir öğretim üyesi olarak, hâlâ kendinizin adıyla bu kişilerin adının bir arada bulunmasını nasıl yakıştırabiliyorsunuz? Şimdi hâlâ, biz, "Küfürbazlara hayır!" dediğimizde, "Size ne? Sanal birine küfür etti! Siz neden üzerinize alınıyorsunuz?" diyebilecek misiniz?
"Burak Caney'e yazıyla destek vermek"ten söz etmişsiniz. Burada da, yanlış biliyorsunuz sayın hocam. Ben asla ve asla, hiçbir zaman, bu kişi ya da kişilerin sitesine yazı yazmadım. Hilmi Bulunmaz'ın dergisine ve sitesine özel yazı yazdım. Ama, Burak Caney'in sitesine asla. Sayın Özdemir Nutku, Sayın Tuncer Cücenoğlu, Sayın Üstün Akmen yazdı. Demirkanlı, iki yazı yazıp çekildi. Ama ben, asla ve asla yazmadım.
Ona verdiğim destek, iki şekilde olmuştur. Bunu da defalarca açıkladım ama sanırım onu da okumamış, o konuda da tek yanlı bilgiye maruz kalmışsınız. Zararı yok, bir kez daha yazayım. Şimdi size özel olunca, okursunuz belki. Benim ilk desteğim, Burak Caney adlı kişi yada kişilerin, facebook üzerinde açtıkları "Küfürbazlara Hayır!" kampanyasına katılmak ve duyurmak olmuştur. Bu küfürlerden nasibini almış biri olarak ve de bu açılan gruba bine yakın kişi üye olduğu için... Aralarında çok saygın tiyatro insanları da olduğu için... Bu açılan grubun, Burak Caney'i aşıp, tiyatro dünyasına mal olduğunu düşündüğüm için katıldım ve sitemden haber yaptım. İkinci desteğim ise, yeni ve temiz bir yayıncılık sözü vererek, resmî bir domainle ve org uzantısı ile site açtıklarında, "yeni bir site açıldı" şeklinde haber yaparak ve diğer tiyatro siteleri arasına linkini koyarak olmuştur. Ben, her yeni açılan tiyatro sitesini destekledim. İsterseniz Sayın Kemal Başar'a sorunuz: Tiyatro Keyfi açıldığında, onun tanınması için, bir hafta kendi sitemi kapatıp, onun sitesine yönlendirme yaptım ve bunu yaparken de, Kemal Başar'la henüz tanışmıyorduk bile. Dolaysıyla, "temiz bir yayıncılık" sözü ile yola çıkan bu resmî uzantılı www.tiyatrooyun.org'un açıldığı haberini yapıp, linkini verdim. Fakat, geçen kısa sürede, abuk sabuk yayınlar yeniden başlayınca da, eleştirdim ve eleştirimi de, üstelik Hilmi Bulunmaz'ın sitesinde yaptım. Hele ki, "Türkiye Tiyatrolar Birliği", o siteye ödül verdiğinde, çok ağır eleştiride bulundum! Kısa bir süre de olsa, o siteyi tanıtmış olmam, facebook'da açtığı gruba katılmış olmam nedeniyle de özeleştiri verdim
Uzun süre, bu ortamdan uzak kalmam önerinizi tüm içtenliğimle ve teşekkürle karşılıyorum. İnanın ki bana, uzun süre değil, tamamen tiyatro dünyasının dışında kalmak üzere çekildim. Seyirci olarak dahi... İşte bu kadar açık ve net. Yeniden www.tiyatrom.com'u açmak, asla ve asla düşünmediğim gibi, hangi kademede olursa olsun, tiyatro yayıncılığı anlamında tekliflere kapalıyım. Sadece ve sadece, sekiz yılın deneyimini dinlemek isteyen, tecrübemi aktarmamı isteyen olursa, elimden geldiğince katkı veririm. Gençlerden bir ekip kurulur ve "Biz, www.tiyatrom.com'u devam ettirmek istiyoruz." derlerse, www.tiyatrom.com adını ve alanını karşılıksız devrederim (ki, o konuda da parayla devir alma teklifi gelmiştir geri çevirdim). Peki, "Tiyatro dünyasından uzak kalmayı seçtiğim hâlde, neden şu sıralar tartışmalara malzeme yapılıyor ya da katılıyorum?" derseniz, o zaman da, ben, size; "Sekiz yıllık mazime, emeğime ve sekiz yıl boyunca bana güvenmiş bir kitlenin güvenine sahip çıkıyorum." derim. Kapandıktan bir yıl sonra, hâlâ www.tiyatrom.com'a iftira atılmasa, dil uzatılmasa, ben, zâten her şeyi unutmuştum; her şeyi af etmiştim ve Sayın Bulunmaz'la da, dostça bir diyalog içindeydim. Benim tavrım açık ve nettir. Ben, geçmişe sünger çektim; çok net küfürlerinize, hakaretlerinize, düzeysiz yaklaşımlarınıza karşın, hepsini unutup dostluğu seçtim. Ama siz de, "hem suçlu hem güçlü"yü oynamayın ve www.tiyatrom.com'un anılarını rahat bırakın, kendinize malzeme yapmayın. Devlet bile, af ederken, diyor ki: "Bir kez daha suç işlersen, öncekini de üstüne eklemek koşuluyla af ederim." Ama bunlar kabuk bağlamış yarayı kanatmayı seçtiler; bu durumda da, sonuna kadar giderim.
(Kaynak: Yeni Tiyatro Dergisi)